Ümit KIVANÇ
Amin Maalouf, geçen yıl yayımlanan Uygarlıkların Batışı kitabının (çeviren Ali Berktay, Yapı-Kredi Yayınları) girişinde şöyle diyor: “Tarihte ilk kez insan türünü başındaki her türlü felaketten kurtarıp bir özgürlük, kusursuz ilerleme, gezegen dayanışması ve paylaşılan refah çağına dinginlik içinde götürmenin araçlarına sahibiz; ama son sürat zıt istikamette ilerliyoruz.”
Tesadüfe bakın ki, Selahattin Demirtaş da, yakın zamanda çıkan romanı Leylan’da (Dipnot Yayınları, 2020), ana karakterlerinden Bedirhan’a “teknolojide yaşanan akıl almaz sıçramalar”ın “sadece sağlıkta, ulaşımda, eğitimde insanların yaşamını kolaylaştırmakla sınırlı kalmadığını, kalmayacağını” anlattırırken, aslında aynı meseleden sözediyor: “Silah ve savaş teknolojisini, siyaseti, hukuku, sanatı, edebiyatı, tarımı, turizmi, kültürü, yani her şeyi etkileyecek. Ve bunların hepsi de insanlığın yararına olmayacak.”
Bedirhan, “çoklu bilinç ortamı”nda buluştuğu eşi Sema’ya, şimdi anlatırsam romanın keyfini kaçıracağım için yalnız çok kritik, hayatî olduğunu belirtmekle yetineceğim pek özel ve olağandışı durumda, “İnsanların zaten kısıtlı olan özgür düşünebilme ihtimalleri giderek ortadan kalkıyor,” diyor, gizleyemediği telaş ve endişeyle. “Özgürce karar alabildiğini zanneden, kendini doğanın biricik hükümdarı gibi gören pespaye birer yaratığa dönüşüyoruz. Bir papatya ya da bir bakteri kadar bile özgür olmadığımızın farkında değiliz.”
“Son büyük saldırı”!..
Evet, Bedirhan çeşitli alanlar için gelecek endişesini somutlayarak devam ediyor: “Kültürler, medeniyetler, insanlığın binlerce yıllık ortak hafızası yeryüzünde birkaç kişinin insafına kalmış olacak. Peki biz ne yapacağız? Ezilenler, direnenler, ötekiler ne yapacak, Sema? Sendikalarımız, siyasal yapılarımız bile şah damarı kesilmiş hastaya bir parça tentürdiyotlu pamukla pansuman yapmaya çalışıyor.”
Nihayet Bedirhan kendini tutamayıp, sadece yaklaşan tehlikenin tasviriyle yetinemiyor ve mücadeleci kişiliği, kendisi en olmayacak durumdayken sahneye fırlayıveriyor: “Oysa her yerde harıl harıl geleceğin örgütlenme, direniş ve savunma modellerini tartışmalıyız. Kapitalizm sessizce, sinsice son büyük saldırısına hazırlanırken, biz oturup kapitalizmin kendi tarihsel süreci içerisinde çürüyüp çözülmesini bekleyemeyiz.”
Demirtaş’ın kahramanı, içinde yaşamaya başladığımız insanlık felaketi sürecini, ekonomiyi, toplumsal örgütlenmenin adaletsizliğini de aşan, hem geniş hem derin biryerlerden tarif ediyor: “Bildiğimiz anlamdaki insan türü kendi sonunu hazırlayıp yeni bir türe geçiş yaparken biz sadece izleyecek miyiz? Teknolojik gelişmelerin önü alınamayacağına göre bütün bu ihtimalleri gözeten ve daha özgür yaşama evriltmeyi hedefleyen mücadeleyi nasıl verebiliriz? Spinoza, ‘Zihin ve beden ayrı şeyler değildir, tek ve bütündür,’ diyordu. Şimdi zihni bedenden ayırıyorlar, böylece modern felsefe çöküyor, Sema.”
Harari’nin “kötümserliği”
Dünyanın zenginliği ve siyasî kararları belirleme gücünün bir avuç muktedirin elinde toplanmasına paralel olarak teknolojik gelişmenin seyrinin insanlığı nerelere doğru götürmekte olduğu konusunda bizi açık, anlaşılır ve etkili şekilde uyaran ilk büyük sinyal, Yuval Noah Harari’nin Sapiens kitabıydı (Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, çeviren Ertuğrul Genç, Kolektif Kitap). Kitap, mecut dünya düzenini, dolayısıyla kapitalizmi ve uluslararası emperyalizmi insanlık sorununun eksenine oturtmadığı, sınıfsal bakış açısından yoksun olduğu gibi iddialarla eleştirilip önemsizleştirilerek, dünyanın gidişatına direnmesi beklenen, adaletli ve eşitlikçi bir gelecek isteyen grupların, hareketlerin gündeminde ciddî yer işgal etmesi önlendi. Uzak geleceği tarif etmekle, karşı çıktığını teşhir etmekle yetinmeyip, bugünden ilk adımların nasıl atılacağını bulmaya çalışan herkes gibi, ‘ortadan kaldırılması gerekeni veri almakla’ suçlandı. Oysa ortaya koyduğu gerçekler inkâr edilir veya önemsiz görülebilir cinsten değildi. Üstelik sunduğu derli toplu tasvir, her türlü siyasî-toplumsal mücadeleci için hayatî hareket noktaları barındırıyordu.
Harari’nin kitabı, özellikle aktif siyaset alanı dışında yine de büyük ilgi gördü, merak uyandırdı. Neredeyse artık birbirine de muhtaç olmayan muhteşem bireyler halinde yüceldiğimizi sanırken, hep birlikte asla hayal edemeyeceğimiz raddede aşağılanacağımız, bugünden baktığımızda “insanlıktan çıkma” diye nitelememiz gereken bir yakın geleceğin, hiç de umduğumuz, beklediğimiz gibi olmayan bir geleceğin bizi beklediği düşüncesi biraz da paniğe yolaçtı. Harari ardı arkası kesilmeyen konferanslara çağırıldı, kendisine aynı soru mutlaka her defasında canhıraş üslûplarla soruldu: Böylesine kötümser mi olmamız gerekiyor? Hiç mi umut yok.
İsrailli tarihçi, gördüğü ilgi ve tepkinin mâlûl olduğu kavrayışsızlık karşısında, başta olabildiğince geniş kesime hitap edebilmek için sözünü büründürdüğü renksiz ambalajı açtı, “Hep birlikte engel olamazsak, birşeyler yapmazsak başımıza gelecekleri anlatmaya çalışıyorum,” dedi cevaben. “Gidişatın ne yönde olduğunu gösteriyorum. Bütün bu belayı kendi başına açanlar olarak, elbette başka türlü hedeflerle başka türlü yollar da çizebiliriz kendimize.”
Umutsuzluk, denizler ve duvarlar…
Elbette bunun için önce, gidilen yön ve engel olunmazsa varılacak hedefin teşhisi konusunda anlaşmak lazım. Bundan da önce, böyle bir meselemizin olduğunu kabul etmek lazım. Ne yazık ki, eşitsizlik ve adaletsizliğin, bu kavramlarla dahi tanımlanamayacak hale geleceği, çünkü “insan” toplumunun aksi tasavvur dahi edilemeyecek olağan varoluş tarzı olarak şekilleneceği gelecek tehlikesine duyarsızlık, bu gidişata karşı ilk elden mücadele etmesi beklenecek kesimlerde yaygın. Mücadele varsa umut da vardır. Ancak içinde bulunulan durumun ve evrimin muhtemel yönü konusunda egemen eğilimlerin teşhisi yapılmaksızın da mücadele olamıyor, sonuçsuz kalan her girişim çaresizlik duygusunu pekiştiriyor.
Bu teşhise girişip giriş(e)memek, dünya çapındaki gidişata karşı direnme ve başka bir gelecek hayal edebilme kuvvetinin ete kemiğe bürünüp bürünemeyeceğini belirleyecek. “Gidişat” konusunu burada derinleştirmeyeceğim. Kabaca: İnsanlığın büyük kısmının “gereksiz” hale geleceği, “elimine” edileceği, yani ya ortadan kaldırılacağı ya da “surların dışında” bırakılacağı, pek ufak kısmınınsa her şeye hakim ve belirleyici olacağı, iyice daralmış bu üst sınıfın, birtakım işleri gördürmek üzere mecburen bulundurulan alt sınıf kalabalığından esirgenecek tekelleşmiş teknoloji ve organ nakilleriyle giderek daha az kusurlu kılınan organizmalara sahip olacağı, sınıfsal eşitsizliğin aynı zamanda biyolojik eşitsizlik anlamına geleceği, “akıl” ve zekânın paylaşımında da yaratılmış yeni eşitsizlik tarzının geçerli olacağı, günümüzün mavi ve beyaz yakalılarının yaptığı pek çok işe gerek, birçok dalda işçiye, mühendise, hattâ doktora ihtiyaç kalmayacağı, karanlık bir distopik ortamdır, önlenemezse varılacak yer.
Uygarlıkların Batışı kitabında Amin Maalouf, günümüz dünyasına daha çok Ortadoğu ve Arap halklarının yaşadıkları, yaşayamadıkları, kendilerine yaşatılanlar ve başkalarına yaşattıkları açılarından bakıyor ve teknolojik, ekonomik, toplumsal koşullardan önce, bir çeşit toplu ruh halini anlamaya, anlatmaya çabalıyor. Tarihte zaman zaman karşımıza çıkan toplu intiharlara sözü getiriyor Maalouf, “Ne var ki,” diye devam ediyor, “şu yüzyılda tanık olduğumuz hadise bunun ötesine geçiyor. Milyonlarca insanın umutsuzluğun pençesine düşmesi ve aralarından çok sayıda kişinin intihar eylemlerini benimseyecek noktaya varması; böyle bir şey tarihte asla görülmedi ve bana öyle geliyor ki, Arap-Müslüman dünyanın bütününde olduğu gibi, diasporalarının yaşadığı tüm ülkelerde de gözlerimizin önünde cereyan etmekte olanların gerçek mânâsı henüz tam anlaşılamadı.”
Haklı. Anlaşılamadı. Çünkü “hadise”ye bir insanlık problemi olarak değil, neredeyse gündelik, basit siyasî, bilemedin bölgesel, ırksal mesele gibi bakılıyor.
Maalouf, “Bir insan yaşama isteğini kaybederse,” diye sürdürüyor, “ona yeniden umut vermek yakınlarına düşer. Başkasını ve kendini yok etme arzusu büyük insan topluluklarını istila ettiğinde ise derman bulmak bizlere, çağdaşlarına, diğer insanlara düşer. Bunu Öteki ile dayanışma duygusu içinde yapmasak bile, en azından hayatta kalma arzusuyla yapmalıyız. Çünkü çağımızda umutsuzluk; denizleri, duvarları, tüm somut veya zihinsel sınırları aşarak yayılıyor ve önüne set çekmek kolay değil.”
Eski sandıkları kaldırmak
Nâçizâne, umutsuzluğun temel kaynağının giderek zemini ve imkânı kalmayan varoluşlara, eskimiş ölçütlere, alışıldık-bildik hayat reçetelerine şuursuzca ısrarla bağlanma olduğu kanısındayım. Yani “şah damarı kesilmiş hastaya bir parça tentürdiyotlu pamukla pansuman yapma” durumu. 20. yüzyıl başının sosyalist hareketleri, meselâ, işçi hareketleri, egemenler karşılarına askerleri dikip, üzerlerine kiralık katilleri, grev kırıcıları salıp bin türlü terör estirdiklerinde mücadeleden vazgeçmiyorlardı, çünkü bariz haksızlıkları gidermek için didiniyor olmanın haklılığına, düşman ne yapsa kaybolmayan umut eşlik ediyordu. İnsanların sosyalizme bağladığı umutları helak edenler kahrolsun! 1968’de, önce Batı dünyası, sonra da dalganın oradan yayılmasıyla Batı’ya bir şekilde dokunan herkes ve her yer sallanır, altüst olurken, insanlar yalnız direnme peşinde değildi; daha iyi bir geleceğe dair umutla, ısrarla kendilerini sokaklara atıyorlardı. Benim kuşağımdan, 1980’ler öncesinde bir şekilde toplumsal mücadelelere katılmış herkesin haleti ruhiyesinde, bugün bile kimi zaman ayakta kalmayı sağlayan son dayanak işlevi gören bir şey vardır. Nedir acaba o “şey”?
Umudun, âdetâ bahar esintisi veya sağaltıcı yağmur gibi, gökten, yukarıdan geldiği kanısında değilim. Bu kendi düşüncesine, taleplerine, haklılığına, elbette itirazına ama aynı zamanda geleceğe yönelik yapıcılığına güvenenlerin yarattığı enerjinin büründüğü biçimdi. İtiraz ettiği şeyi teşhis etmiş, tanımış, kabullenmeyen ve onun yerine istediği şeyi de ilkesel olarak -asla vazgeçilmeyecek yönleriyle- bilenler var etmişti, öyle o kadar genel bir umut havasını.
Şimdi neden insanlık topluca umutsuzluk içerisinde? Bunun şüphesiz pek çok derin sebebi vardır. Bu sebepleri bulacağımız karanlık mağaranın girişini kapatan kaya hakkındaysa tahminim belli: Gidişata dair bilemezlik. Ve nâçizâne iddiam o ki, siyasî-toplumsal itiraz ve direniş potansiyelini kişileştiren gruplar, hareketler, topluluklar, ufak tefek, bölük pörçük iktidar konumlarını riske etmemek için kıpırdamadan üzerinde oturdukları eski sandıkları, hatıralarına hürmeten uygun yere kaldırıp bugün karşı karşıya olunan hakiki tehlikeyi kavramaya girişirlerse, kavradıkları oranda buna karşı yapılabileceklere dair mücadele yol ve yöntemleri geliştirebileceklerdir. Bu başlıbaşına umut toprağı. Umudun yetişebileceği başka toprak da yok.
Eskileri sandıklarıyla göz önünden kaldırmanın hiç sakıncası olmaz; bu kimseyi yolundan saptırmaz. Terk edilmemesi gerekenler, değişik zamanlarda çıkarılmış değişik kimlikler değil, eşitlik ve adalet, dayanışma ve özgürlük değerleridir. Bunların ne olduğunu bile hatırlamayacak, anlatılsa dahi kavrayamayacak bir insanlık istemiyorsak gidişatı kavramalıyız.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024