Ümit KIVANÇ
“Selam vermek istemediğini ‘sergileyen’ insan kadar tuhaf görünen pek az şey vardır herhalde.” Murat Sevinç, selam vermeyen komşuları konu ettiği yazısında, bu hükmünü takiben şöyle anlatıyor: “Hâlihazırda yaşadığım sitede de böyle insanlar var. Sanki o gün evlerinden ‘Dur şu insanlığa bir selam vermeyeyim de görsünler günlerini,’ diyerek çıkmış gibi bir halleri oluyor. İşin gülünç yanı, insan zaman içinde ‘baka baka kararıyor.’ ‘Selam alamayan’ apartman sakini bir süre sonra, selam vermeyenden daha önce ve hızlı selam vermemeye çabalıyor! Bende de oldu böyle bir etki. Metrelerce öteden ‘ilgili şahsı’ fark ettiğim anda, gözlerimi telaşla başka bir yere sabitliyorum ki, bu da ona ders olsun!”
Sevinç, kritik ve hayatî sayılması icap eden “komşuluk” konusu -veya meselesi- üzerine yazısında sözü selam verme-vermemeye getiriyor ki, bundan doğal ne olabilir? “Büyükşehir hayatı” ismi takılı bir canavara teslim olmuş süren, başkalarını yok saymayı eksenine oturtmuş yaşantılar, Tanpınar’vârî ifadeyle söyleyecek olursak, bizi “yapıyor”. Yani imal ediyor. Yani çiğnenirse dünyayı yakacakmışçasına, bariz sıradan şirretliğin eşlik ettiği abartılı titizlikle korumaya çalıştığımız “kişiliğimiz”, “prensiplerimiz”, “özelimiz” maalesef “kendi imalatımız” olmadığı gibi, aksine, bütün bunların müsebbibi saydığımız o “büyükşehir hayatı” bizim meydana getirdiğimiz insanlık durumu. Kısaca: Bir ortam yaratıyor, bunun içinde gelip gidiyor, bağırıp çağırıyor, yara yara kendimize yer açıyor, nereden ne apartırız diye bakınmaktan müteşekkil merak dışında etrafı umursamıyoruz, sonra öyle bir ortamda yaşadığımız için ona göre canlılar olarak şekilleniyoruz ve şeklimizi beğenmediğimizde ya da beğenilmediğinde ve beğenmeyene hak vermemek pek zor olduğunda o yarattığımız ortamı bunların karşı konulamayan sebebi gösteriyoruz. Suçsuzluğu ispat için büyük acizliğe sığınıyoruz. Halbuki tek tek hiçbirimiz, tek acizlik belirtisi göstermiş olmayı dahi kendimize yakıştıramıyoruz.
Bu arada birileri de bizi oradan oraya sürüklüyor, bal gibi ite kaka, seçeneksiz bırakarak, istemediğimiz, anlam yükleyemediğimiz, hiç haz vermeyen, hiçbir manevî değer katmayan, insanî kapasitemizi artırmayan, iç âlemimizi zenginleştirmeyen, dünyayla ilişkimizi derinleştirmeyen işlerde çalışmaya zorluyor, sırtımızdan zengin oluyor, lütfedermiş gibi verdikleri paraları türlü yollarla zorla geri alıyor, çıkarları, ihtirasları, hükmetme tutkularını tatmin etmek veya sırf muktedirlik zevki tatma uğruna savaşlar çıkarıp çocuklarımızı öldürtebiliyor… Fakat bunlar ayrı mevzu, şimdilik girmeyelim. Zaten kimse bu mevzulara girmek istemediği için dünyada en zengin 2.150 kişinin elinde birikmiş zenginlik alttaki 4.600.000 kişinin elindekinden fazla. Oysa insanlık, tarihinde ilk defa, üstelik uzun zamandır, elindeki imkânlarla son ferde kadar herkese asgarî geçim, eğitim, beslenme, sağlık koşulları sağlayabilecek halde, gel gör ki, meseleleri bu esas zeminden hareketle ele almayı öneren, buna cesaret eden, üstelik dikkate değer şeyler söyleyenlerin sayısı pek az.
Niye? Verilecek çok cevap var. Değişik düzeylerde, değişik açılardan. Fakat sanırım şunu da söylemek, ilk anda acayip görünse de mümkün: Çünkü komşuluk insan toplumunun esaslı ilişki tarzlarından biri olmaktan çıktı, öncelikle, potansiyel olumsuzluk sınıfından sorunlar arasına geçti. Muhtemel olumlu etken olabileceğine inanç zayıfladığı gibi, olumludan olumsuza bu geçişte nelerin kaybedildiği de üzerinde durulmayan, önemsiz ayrıntı sayıldı. Mecburiyet etkeniyse, reklam ve halkla ilişkiler ürünü modern özgür bireyin nece olduğunu bile anlayamadığı boş laf haline geldi. Murat Sevinç’in güzelce anlattığı üzre, komşu meselesi akla geldiğinde herkesin içinden ilk geçen, komşunun yok sayılabilecek biri olması “ideali”. Dayanışma içinde yaşanacak, kader birliği edilmiş yurttaş-yoldaşlar diye tarif edilebilecek varlık artık ancak masal kahramanı olabilir, belki “dönem” filmlerinde karşımıza çıkabilir. Fantastik ayrıntı olarak. Bugünün hayatında o, fuzulî yükümlülükler, gönül borçları doğurması, özgürlüğümüzden ve tercihlerimizden çalması muhtemel, bizi günün özgür bireyi olmaktan mazallah alıkoyma tehdidi barındıran bir potansiyel dert kaynağı. Telaşa mahal yok; ona göre de siz böylesiniz.
Komşuluk, bırakın gazete yazısını, kalın kalın kitaplarda bile tamamına zor erdirilecek konu. Bu yüzden, en iyisi bir an önce, mevzu ettiği için Murat Sevinç’e teşekkürlerimizi ileterek, şu selam meselesine geçelim.
Ben “selam vermeyen komşu” müessesesinden görece az zarar görüyorum. Daha büyük zararı gördüğüm bir başka kategori var: selam vermeyen tanıdıklar. Kimlere “tanıdık” diyoruz? Herhalde kimsenin itiraz edemeyeceği, en basit tarif şu olsa gerek: tanışmış olduğumuz insanlara. Biriyle herhangi bir vesileyle tanıştıysan, daha sonra ona bir yerde rastladığında selam verirsin. Bunun sorun haline getirilecek, tartışılacak tarafı olabilir mi? Hayır. Ama var.
Böyle çeşitli insanlar var, tanıdığım. Meseleye uyanmadan evvel benim için epey zorluk yaratan. Selam vermek üzere bakıp gülümsemeye hazırlanırken, sana yönelmiş bakışlarını birden başka yere çevirirler. Aynı mekânda bakışların -ister istemez- kırk defa karşılaşırken, ayıp etmeme kaygısıyla her seferinde tekrar tekrar selam vermeye hazırlanır ve aynı yok sayılışla, birden kendini pek mânâsız bulursun.
Belirli bir büyükşehir insanı türü, kesinlikle anlayamadığım nedenlerle, istikrarlı olarak böyle davranıyor. Bazı insanlarla aynı şey defalarca başıma geldi. Sonra oturdum, böyle davrananların ortak yönlerini bulmaya çalıştım; zor olmadı. Bunları ortaya dökmeyeceğim. Sadece şaşırtıcı olan bir çıkarsamayı aktaracağım: Başkalarını umursamaz, saygısız, hoyrat kimseler gibi davranmaları şaşırtıcı kimseler bunlar. Ve bir-iki kişiden ibaret de değiller.
Merakımı katmerlendiren durumsa şu: Bu insanlarla zaman zaman konuşmak durumunda da kalınıyor. Meselâ üç defa yüzyüze gelip şu selam vermeme eylemiyle karşılaştıktan sonra bir seferinde bir şekilde aynı ortama düşüp konuşmak gerekebiliyor, hattâ hal hatır sorulduğu bile olabiliyor. Fakat sonra yeniden karşılaşıldığında yine mâhut eyleme mâruz kalınabiliyor.
Karşılaşılan hadise sayısı, bunun sırf benim başıma gelen bir acayiplik olduğunu ya da bu insanların özel olarak bana gıcıklıktan böyle davrandıklarını düşünmeme engel. Ayrıca zaten dayanamayıp bu lafı birçok yerde açtığımdan başkalarının da başına benzer şeylerin geldiğini biliyorum. Daha büyük tuhaflık ya da daha vahimi, hangisini yeğlerseniz, burada ortaya çıkıyor. Benden başka kimse bunu pek önemsemiyor, benim niye önemsediğimi anlamıyor, olana değil bana hayret ediyor. Yani tanışıldığı halde selamlaşılmamasını, başka gün konuşulmasını, sonra yine selam verilmemesini vs. olağan hadisattan sayıyor.
Birkaç kişinin densizliğinden sözettiğimi düşünsem gazete sütununda böyle bir konuya yer vermeyi meşru sayamazdım. Ancak bahsettiğimin bir büyükşehir “ortam” davranışı olduğundan şüpheleniyorum. Ve nerede “selam” lafı geçse aklıma bu durum geliyor. Zira gözüme bu pek simgesel görünüyor. Şöyle bir ölçütü benimsiyorum: şunun şunun olabildiği yerde… Bu açıdan simgesel görünüyor, tanışıldığı halde selamın reddi. Böyle bir davranışa rastlanabiliyorsa o ortam…
Ve Murat Sevinç’in bahsettiği “selam vermeyen komşu”nun yanına hizaya giriyor, “selam vermeyen tanıdık”. Yoksa bir adım da öne mi çıkıyor? İnancım o ki, azıcık günyüzü gören büyükşehir bireyi, kapitalizmin, tek tek her birimizin pek önemli olduğu ve birbirine ihtiyaç duymadan yaşayabileceği yalanlarına kendini kaptırdı, hattâ ötekilere ne kadar az verirse kendine o kadar çok kalacağı denklemini kendine düstur edindi. Bu işte o kadar ileri gitti ki, verdiğinde zırnık kaybetmeyeceği şeyleri de herkesten esirger oldu.
Asgarî nezaketin yokluğu sadece basit bir “âdâb-ı muaşeret” eksikliği değil. Selam vermeyiş, “bana ilişme”den ibaret olmayan mesajlar taşıyor; başta: “sana ihtiyacım yok”. Gerisi: “gerek duyarsam temas ederim”.
Belki şimdi, sokağa çıkılabilen zamanda rastlaşan herkes birbirine -iki metre mesafeden- seslenmeli: Yok mu sahiden bana ihtiyacın?
Yazarlar
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024