Halil BERKTAY
[24 Temmuz 2015] Üç gündür olaylar o kadar hızlı gelişti ve o kadar inanılmaz şeyler söylenip yapıldı ki... Türkiye bir yandan küçük çapta da olsa IŞİD’le doğrudan çatışmaya girdi; diğer yandan PKK, Suruç saldırısından hükümeti sorumlu tutarak yeniden “devrimci halk savaşı” başlattı. Bu, tam Orwell-vâri bir ikilidüşün (doublethink) ve yenikonuş (newspeak) dili. Açıkçası, gerçeğin tam zıddı. Aka kara, karaya ak diyor. Doğrusu şu ki, (eğer büyük bir kamusal tepki dalgasına toslayıp durdurulmazlarsa) Türkiye Kürtlerinin eşitlik ve özgürlük dâvâsından kaynaklanmayan, dolayısıyla taleplerinin Türkiye içinde ve Türkiye tarafından karşılanması olanaksız, tümüyle yalan üzerine kurulu, adetâ sırf barışa ve huzura kastetmiş, savaşmak için savaşan, artık düpedüz karşı-devrimci karakterde bir iç savaşın alevlerini tutuşturuyorlar.
Bir bakıma, hem kahrolup çok öfkelendim, hem o kadar da şaşırmadım. İkisini de bekliyor gibiymişim içten içe. Özellikle de ikincisini (IŞİD’i de yazacaktım ama bırakıyorum şimdilik). Zira örgüt olarak PKK ve legal uzantıları (şu son durumda HDP) hakkında, kendi solculuk tecrübemi de içererek yıllardır oluşan bir kanaatim var. Maalesef, ben bunların, bu Bese Hozat’ların, bu Duran Kalkan’ların, bu Selahattin Demirtaş’ların, bu Figen Yüksekdağ’ların ruhunu okuyabilecek durumdayım. 2010-2011’de “çözüm çadırları” diye bir dizi sahte alâyiş ve nümâyiş tezgâhlarken bir yandan savaşa hazırlanıyor ve “köprüden önceki son çıkış”ı kolluyorlardı. Sonunda, 36 milletvekili çıkarmışken barışı tekmelemek için aradıkları bahaneyi, YSK’nın (tabii son derece yanlış ve haksız biçimde) haklarında soruşturma olan altı adayın milletvekilliğini düşürmesinde buldular. Bu da Meclis boykotuna ve silâhın tekrar serbestlemesine götürdü. 14 Temmuz 2011 Silvan çatışması oldu (ki o baskın hakkında da PKK’nın tek ayak üstünde kaç takla attığını, ne inanılmaz yalanlar söylediğini, hattâ ilk başlarda TSK’nın helikopterlerden esrarengiz renkli gazlar atarak kendi askerini yaktığını dahi öne sürdüğünü dün gibi hatırlıyorum). Bu da, Vahap Coşkun’un daha dün yazdığı gibi (Akıl tutulması, 23.7.2015), 1999 sonrasındaki en kanlı şiddet dönemini başlattı. 14 ayda en az 700 kişi (belki çok daha fazlası) hayatını kaybetti. Dehşetin önü ancak Çözüm Sürecinin başlatılmasıyla alınabildi.
7 Haziran öncesinde ve biraz da sonrasında, Selâhattin Demirtaş’ın yüzde yüz oranda AKP düşmanlığı üzerine oturttuğu seçim kampanyasını izlerken bir yandan bütün bunları (o günlerde yazdıklarımla birlikte) hatırlıyor ve soruyordum kendi kendime: Bu sefer nasıl bir dalavere söz konusu? Erdoğan’ın Dolmabahçe mutabakatını tekmelemekle yaptığı büyük hatâ (yeri gelmişken belirteyim ki Erdoğan’ı savunmak için yazılan hiçbir yazı ve hiçbir “lider kültü zırvalaması” târizi, beni bunun hatâ ve çok büyük bir hatâ olmadığına ikna edemez), PKK’ya muazzam bir koz verdi. Şimdi galiba Kandil, Çözüm Süreci kösteğinden tümüyle kurtulmak ve ucundaki silâh bırakma tehlikesini de bertaraf etmek, dolayısıyla sivil kanat üzerindeki hegemonyasını da yitirmemek istiyor. KCK vık vıklanmaya başladı bile, bize kimse silâh bırakmamızı söyleyemez, HDP söyleyemez, hattâ Öcalan bile söyleyemez diye. Demirtaş da bu kutuplaşmacılığa kul köle olup gitti. Bunlar gene mi “köprüden önceki son çıkış” arayışında? Bakalım iş bu sefer nereye varacak? Ardından ne çıkacak?
Şimdi görüyoruz işte ne çıktığını. PKK önderliği içinde, Muzaffer Ayata veya Murat Karayılan gibilerin, HDP’nin kendini AKP ile koalisyona kapatmaması (ve dolayısıyla, barışçı siyasetin ciddiye alınması) doğrultusundaki açık-örtük uyarıları azınlıkta kalmış olmalı ki, önce KCK devletin yol, baraj ve karakol yapımlarını hedef alacağını ilân eden, dolayısıyla kamuoyunda “ateşkesin sonu” diye yorumlanan bir bildiri yayınladı. Ve bunu derhal yol kesme, kimlik sorma, TIR ve iş makinesi yakma eylemlerinin belirli bir aradan sonra tekrar başlaması izledi (bkz Vahap Coşkun, Kabak tadı, 15.7.2015). Bu ve diğer yazılarında Vahap Coşkun’un PKK-KCK-HDP’nin “dili” konusundaki eleştirilerini okurken, acaba mesele hâlâ bir dil meselesi mi, yoksa onu aştı gidiyor mu diye düşünüyordum içimden. 14 Temmuz 2011’den 15 Temmuz 2015’e, yani Silvan’dan neredeyse günü gününe dört yıl sonra, sanki Silvan’ın yıldönümünü kutlarcasına, Bese Hozat’ın Özgür Gündem’deki Yeni süreç devrimci halk savaşı sürecidir yazısı geldi. Tuhaf bir şekilde, bir film dört yıl once durdurulmuşçasına, şimdi kaldığı yerden yeniden oynatılıyordu. Dört gün sonra, yani 19 Temmuz’da, Cemil Bayık halka silâhlanma çağrısı yaptı (bu bilgiler için bkz Cengiz Alğan, Suruç’tan sonra Demirtaş, 22.7.2015). Hemen ertesi gün de Suruç’ta bomba patladı. Artık kimliği de belli olan ve Suriye’ye gidip gelişleri açığa çıkan, yirmi yaşında bir canlı bomba, kendisi gibi genç 300 kişinin arasına girip tetiği çekti ve bir kan banyosu yarattı.
Her şey IŞİD’e işaret ederken (bkz Vahap Coşkun’un hemen o akşamki Çıkış kapısı yazısı, 20.7.2015), Bese Hozat bu sefer Pirsus katliamının sorumlusu AKP’dir diye (baştan aşağı yalan) bir yazı döşendi (21 Temmuz; keza bkz Cengiz Alğan’ın yazısı). Bütün HDP liderliği derhal bu yeni çizgiye göre hizaya girdi. Daha birkaç gün once PKK’nın “kesinlikle” silâh bırakması gerektiğini söyleyen Selahattin Demirtaş,bu sefer bütün Kürt halkını “öz savunma”ya çağırdı ve bu örtük savaş ilânının altını doldurmak için de, Kandil’le aynı doğrultuda yalan üstüne yalan söylemeye koyuldu. Duygularla oynamak için, göz göre göre, Erdoğan’ın ölen gençlerin ailelerine bir başsağlığı dahi dilemediğini iddia etti (yalan). Geçtiğimiz haftalarda Diyarbakır mitingine AKP’nin bomba koyduğu söylenmiş (yalan); Kobani’ye yönelik son IŞİD saldırısında, bomba yüklü kamyonun Türkiye üzerinden geldiği öne sürülmüş (yalan); buradan hareketle Figen Yüksekdağ, AKP’nın IŞİD’le bir olduğunu “tüm dünya biliyor” diye konuşmuştu (yalan). Bu sefer güya o kadar ileri gidemediler, ama sadece şeklen. Onun yerine, pekâlâ olabilecek güvenlik ihmallerini bambaşka bir şeye, IŞİD’le bilinçli ve kasıtlı bir işbirliğine dönüştürmeyi denediler. Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yazılı açıklamasında olduğu gibi, “IŞİD’e karşı sus pus olanlar, sesini bile yükseltmeye cesaret edemeyenler, … IŞİD'in başını okşayan Ankara'daki yöneticiler bu barbarlığın suç ortağıdırlar” gibi (yalan) cümlelerle, bir kere daha tabanlarının “katil AKP” diye (yalan) bağırmasının zeminini hazırladılar. Bese Hozat’ın Pirsus yazısıyla aynı gün, yani 21 Temmuz’da Demirtaş, “Türkiye’nin sınırlarından TIR’larla silahlar getirildi, insanlığını yitirmiş tecavüz, barbarlık ordusunun elemanları rahatlıkla geçip, geldiler. Halen bazı yerlerde sınırı kendi istekleri doğrultusunda rahatlıkla kullanabiliyorlar” gibi, Cemaat imalâtı bütün yalanları izan ve idrak hilâfına gene tekrarladı.
Derken yurt içi ve dışındaki saldırılar geldi. Bunları 22 Temmuz’da Urfa Ceylanpınar’da iki polisin uyurken enselerinden susturucuyla vurulup öldürülmesini PKK’nın “Suruç’a misilleme” diye üstlenmesi; dün, yani 23 Temmuz’da ise iki trafik polisine kurulan pusu izledi. İlginçtir, bu da belki Demirtaş’ta gene kısmî bir zigzaga neden oldu. “PKK’nın misilleme olarak öldürdüğü iki polis ve Adıyaman'da öldürülen askerin ailelerin acılarını paylaşıyorum” diyebildi ve devam etti: “Kan kanla yıkanmaz, bunu biliyoruz. Bütün bu zorluklara rağmen, demokratik, barışçıl bir yöntemi benimsemeye devam edeceğiz. Çok öldük, çok üzüldük” (Radikal, 23 Temmuz). İyi, güzel de, nutuk ve demeçleriyle kendisi zeminini hazırlamadı mı bu güya misilleme saldırılarının? 6-7 Ekim 2014’te de aynı şeyi yapmamış mıydı, önce halkı kışkırtıp sokağa çağırmak, ardından 50 küsur ölü karşısında belki korkup geri çekilmek suretiyle? Bu samimi bir üzüntü mü, yoksa politika gereği dökülen timsah gözyaşlarından mı ibaret? Aynı demeçte Demirtaş, “Mevcut AKP iktidarı IŞİD ile işbirliği algısı ürettiyse, bu bizden kaynaklanmıyor. Bu algıyı düzeltecek olan biz değiliz” demiş. Bir yalan daha. Evet, sizden kaynaklanıyor. Siz ürettiniz, PKK-HDP basını üretti bu “algı”yı, aylar boyu süren, tren ve TIR montajı vb yayınlarıyla. Cemaat da üretti ve sız de “hık” deyicisi kesilip aynen tekrarladınız. İki gün once kendiniz bundan bir gerçeklik, kesin bir hüküm olarak söz ediyordunuz. Şimdi, boynunuzu bükmüş, alt tarafı bir “algı”dan söz ediyorsunuz. Böyle bir “algı” varmış; ne yapsınlarmış. Vah vah. İnsan biraz utanır. Sorumsuz ahlâksız demagojinin bu kadarına da pes doğrusu.
Of of. Öyle veya böyle; artık geri dönülemez, halk barış istiyor, silâhlar tekrar konuşamaz türü boş iyimser lâfları ede ede, bu noktaya geldik işte. Evet, anlaşılan savaşacaklar tekrar, çünkü bu gücü, dış desteği ve özgüveni buldular (veya bulduklarını sanıyorlar). Çünkü:
(1) AKP Ortadoğu’daki gelişmeleri iyi değerlendiremedi ve Çözüm Sürecini zamanında hızlandırıp sonuçlandırarak PKK’yı “Türkiyeli” bir vizyona bağlamayı; bu zeminde büyük bir Türk-Kürt ittifakı kurmayı başaramadı. Çok bocaladı ve tereddüt etti; kim hangi apolojilerde bulunursa bulunsun, Kobani’de belki sırf kararsızlıktan fırsatı da, insiyatifi de kaçırdı; Türkiye’yi aşan ve Kuzey Kürdistan’la birlikte Rojava’yı da kapsayan “Kürdistanî” bir projenin, bir “Büyük Kürdistan” hayalinin (herhalde ABD’nin de göz kırpmasıyla) doğmasının önünü alamadı; buna daha çekici, daha barışçı, daha tatmin edici bir alternatif bulup çıkaramadı.
(2) Buna karşılık PKK, anlaşılan tam da bu vizyonu ve stratejiyi benimsedi ki, hem de daha yeni seçimlerde 80 milletvekili çıkarmışken ve dolayısıyla önlerinde her türlü barışçı demokratik siyaset olanakları uzanırken, Türkiye’nin iç koşulları itibariyle en ufak bir gerekçesi, zerrece haklı zemini bulunmayan; hani “şunun için tekrar savaşıyoruz” diye hiçbir makul açıklamasının yapılamayacağı bir savaşın ilk adımlarını atmakta. Çünkü o 80 milletvekili, “Türkiyeli” bir Çözüm Sürecini ilerletip sonuca ulaştırmaya yarayabilir, ama kısmen Irak, kısmen Suriye, kısmen Türkiye topraklarını kapsayacak bir “devletleşme” projesinin savunucusu ve yürütücüsü olamaz. Madalyonun ters yüzünde, kanımca 2010-2011’de barıştan kaçarken de PKK’nın kafasında aynı tasavvur vardı (çünkü “demokratik özerklik” dâvâsı asla silâhlı mücadelenin sürmesinin gerekçesi olamazdı), şimdi de aynı tasavvur söz konusu.
(3) HDP’nin demokratik siyasette varlığı, silâhların gölgesinden çıkıp PKK-KCK hegemonyasına karşı kendi bağımsız kişiliğini bulmasına bağlı. Selâhattin Demirtaş liderliğinin seçim çizgisi bu açıdan da çok büyük hatâydı, çünkü Çözüm Sürecini baltalamayı sürdürmekle aslında kendi bindikleri dalı kestiler. 7 Haziran öncesinde bu, hep bir seçim stratejisi ölçüsünde değerlendirildi ve eleştirildi (örneğin bkz Etyen Mahcupyan’ın çeşitli yazıları). Ama PKK’nın rolü ve hesabı; belki PKK’nın HDP’ye neyi dayatmakta ve nasıl dört bir yanından sarıp sarmalayarak esir almakta, yeniden savaş çizgisinden kolay kolay çıkamayacak hale getirmekte olduğu, tam anlaşılamadı.
(4) Son bir yılda ve özellikle seçim sürecinde, dogmatik, fanatik bir AKP düşmanlığı ve ne olursa olsun AKP’yi devirme umudu doğrultusunda, aşikâr ki PKK ve HDP son derece pohpohlandı ve şımartıldı medya, sol ve bir kısım aydınlar tarafından. Öyle ki, silâhlı mücadele fetişizmi dar sol çevreleri aşıp (DHKP-C dalkavukluğunu dahi içerecek derecede) siyasetin merkezine taşındı. AKP = IŞİD denklemi, hani o Selahattin Demirtaş’ın şimdi ansızın kesin bir gerçeklikten bir “algı” mertebesine indiriverdiği Goebbels-vâri büyük yalan, PKK medyasıyla elbirliği içinde imal edilip yaygınlaştırıldı. Erdoğan’ın sertliği ve (mecazî anlamda) savaşçılığından yakınanlar, PKK-HDP’nin çok daha reel ve fiilî savaşçılığına tek söz söylemedi, söyleyemedi. Öte yandan, kendimi çok daha yakın hissettiğim bir yığın aydın da Kürt hareketine eleştirilerini hep olabildiğince sınırlı ve olabildiğince yumuşak tuttu. Dil, dendi; bırak bu üslûbu, dendi; silâhların vakti ve modası geçti, dendi; HDP Kandil’in gölgesinden çıkıp kendi şahsiyetini kazansın, dendi -- ama bunların pek ötesine geçilemedi, çünkü “Kürt özgürlük hareketi”nin esas itibariyle olumlu bir güç ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin önemli (hattâ bazılarına gore en önemli) dinamiği olduğu paradigmasının körleştirici etkisi bir türlü aşılamadı. Serbestiyet’te kimbilir kaç defa yazıldı; yeryüzündeki hemen her şeyi, Amazon ormanlarında kanat çırpan kelebeklere varıncaya dek kınama kapasitesine sahip bazı liberal-sol aydınlar, bir türlü PKK’nın şiddetini ve silâh bırakmamasını kınayamadı. Ne oldu; bu ortamda birçok aklı başında sanacağınız insan da 7 Haziran seçimlerinde tıpış tıpış gitti, hepsi AKP düşmanlığından olmasa bile en azından bir kısmı, Avrupa ölçülerine en uygun, en demokratik alternatif zannıyla HDP’ye oy verdi. Ve ardından, önce CHP-MHP-HDP “bloku” uğruna MHP ve HDP arasında söz kesme girişimleri; olmayınca, üstelik de AKP-CHP formülü ağırlık kazandıkça, bu sefer de ister istemez bu koalisyonu hedef alacak olan “devrimci halk savaşı” çıktı.
Bir yandan IŞİD, bir yandan PKK. Türkiye çok zor durumda. Ama bu darboğazın, bu Sırat köprüsünün sorumluluğu kim hissedecek, ruhunda ve vicdanında? Veya kim, içi hiç titremeksizin rakı sofrası sohbetlerinde bütün küfürlerini AKP’ye yöneltmeyi, PKK ve HDP’nin olanca kepazeliğine ise gene ses çıkarmamayı tercih edecek? Korkuyorum ki şimdi bile bazıları, binbir dereden su getirip bu yeni savaşa karşı net bir tavır almayacak. Çünkü AKP düşmanlığının kendilerini soktuğu bu mecranın bağlayıcılığından çıkıp yüzgeri etme cesaretini, hele mahalle baskısı karşısında, asla bulamayacak.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- PKK ve Türk solcuları (3) Silâh, savaş, “Önderlik
10.03.2025 - Yarısı biten sürecin kalan yarısına dair
8.03.2025 - PKK ve Türk solcuları (2) “Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”
8.03.2025 - PKK ve Türk solcuları (1) Silâh ve şiddet fetişizmiyle dolu otuz yıl
6.03.2025 - Trump’ın, yeni tip Hitler ve bilinçsiz Leninist olarak portresi
10.02.2025 - Bir demokrasi ve mücadele alanı olarak “ahlâklı denetim”
29.01.2025 - Eksik ve kaygılı bir devrimperestlik: Amerikan Devrimi
25.01.2025 - Marksizmden önce devrim, terör, diktatörlük
16.01.2025 - “Bir günde giriverdik demektir Şamı Şerif şehrine”
24.12.2024 - Kültür Bakanına birkaç soru
20.11.2024
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
Ad Soyad Giriniz...
güzel değil