Halil BERKTAY
[10-12 Haziran 2016] 1930’ların Atatürk-İnönü ilişkisinin, son bir yılın Erdoğan-Davutoğlu ilişkisi gibi okunarak çarpıtılması; buna bağlı olarak, Atatürk’ün Tek Parti rejiminden tümüyle tenzih edilmesi ve bütün sorumluluğun (Menderes karşısında onu buldu diye) sırf İnönü’ye yıkılmak istenmesinden, geliyoruz 1946-50 yıllarına. Artık Atatürk yok, dolayısıyla (Erdoğan’a benzetilerek) aklanıp yüceltilmesi de söz konusu değil. İnönü ise hep var ve günah keçisi olmayı sürdürüyor. Bir, işbirlikçilikle, Batıcılıkla, Amerikancılıkla, Türkiye’nin dışa bağımlılığının temellerini atmakla suçlanıyor. Bu açıdan aslında DP’nin ve Menderes’in izlediği bütün çizgi getirilip İnönü ve CHP’ye yıkılıyor. İki, Demokrat Parti’yi “itinayla temizleme” operasyonu 1950-60 arasına da teşmil ediliyor. Anlıyoruz ki Menderes hiçbir hatâ yapmamış bu dönemde. En ufak bir anti-demokratik uygulamaya girmemiş, darbeye bahane olabilecek. Yüzde yüz doğru, haklı, mükemmel. Her türlü kötülük sadece daha önce değindiğimiz o esrarengiz “üst akıl” tarafından alınan Türkiye düşmanı kararlardan ve İnönü’nün de bunlara âlet olmasından kaynaklanıyor.
Bu noktada, aHaber’in 27 Mayıs 2016’da yayınlanan “Başvekil Adnan Menderes” belgeselinde öyle tuhaf ifadeler var ki, kendi geleneği ve siyasal felsefesiyle çelişmek pahasına Türkiye’nin asıl Kemalist dönemden çıkış serüveninin üzerine öyle olmadık gölgeler düşürüyor ki, bu kritik yıllara tekrar bakmayı ve ne olup ne olmadığını hatırlamayı zorunlu kılıyor. Numaralama açısından, kaldığım yerden devam ediyorum. (8) 1946-50 arası için, nedir literatürde mevcut alternatif paradigmalar? Hakim ve görece (olabildiğince) nötr diyebileceğimiz bir görüş, savaş sonrası dünyada Batı’ya açılma ve demokrasiye geçiş süreçlerinin kaçınılmazlığını vurgular.
Bunu biraz açabiliriz. Bir yandan, 1930’lar devletçiliğinin fideliğinde yetişen (bu anlamda, ekonomi yoluyla oluşmuş) yeni bir burjuvazi, (neden devlet/eğitim yoluyla oluşmuş gerçek bir sosyal sınıf sayılması gerektiğini bu dizinin ilk yazısında anlattığım) bürokrasikarşısında varlığını ve kendine özgü taleplerini hissettiriyordu. Diğer yandan, halkın gözünde “tahsildar ve jandarma zulmü”yle özdeşleşen Tek Parti iktidarı artık iyiden iyiye yıpranmış ve saygınlığını yitirmişti. Dolayısıyla siyaset sahnesinde temsil edilmenin hem arayışı hem fırsatı söz konusuydu ve bu iki faktörün bir araya gelmesi Dörtlü Takrire yansıdı. Üçüncü olarak, uluslararası durum da elverişliydi: 1945’ten itibaren yeryüzünde bir demokrasi rüzgârı esiyor; San Francisco konferansına çağrılmanın, Birleşmiş Milletler’in kuruluşunda yer almanın ve (1839’da Tanzimat’la, 1856’da Islahat Fermanı’yla, 1876’da Kânûn-u Esâsî’yle, 1908’de Hürriyet’le, 1923’te Cumhuriyet’le habire yinelenen) Batı camiasına kabul edilme özleminin en önemli koşulunu oluşturuyordu. Herhalde İnönü de bunu hissetti ve Stalin’in Kars-Ardahan ve Boğazlar üzerindeki talepleri de de denkleme eklenince, en azından Türkiye’nin Sovyetler Birliği karşısında yalnız kalmaması uğruna, çok-partili hayata geçişi ya benimsedi veya karşı çıkmadı; TCF ve SCF’ye yapılanları DP’ye yapmaya kalkmadı; yapılmasını isteyenleri de (Recep Peker gibi) tasfiye edip, Demokrat Parti’yi karşı da olsa devletin meşruiyet şemsiyesi altına aldı (ve bu arada, 4 Aralık 1945 Tan Olayı’yla sosyalist sola hayır, siz yoksunuz, siz orada durun dedi, dedirtti; rejimin kırmızı çizgisinin nereden geçtiğini, neyin ve kimlerin [solun] bu yeni meşruiyet tanımının dışında kaldığını tarif etmekten de geri durmadı).
1946 ve sonra 1950 seçimleriyle Türkiye’nin çok-partili hayata geçişinin genel ve yaygın anlatımı, üç aşağı beş yukarı buna benzer bir şeydir ve anahatları itibariyle olumlu bir değerlendirmeyi ifade eder. Hele merkez sağ söylem için bu, su götürmez bir gerçeklik niteliği taşır. Cumhuriyetin Tek Parti’den parlamenter demokrasiye adım atması gibi büyük bir dönemeç, doğru, merkez sağ eliyle gerçekleşti ve bundan önce (TCF ve TSF denemelerinde) olduğu gibi bundan sonra da sandığı hep esas olarak merkez sağ sahiplendi; seçimleri merkez soldan çok daha fazla kendi alanı ve iktidarının vazgeçilmez dayanağı olarak görmeye devam etti. Teoride, seçim ve demokrasi fikrine toz kondurmadı. 1950 seçimlerine ünlü “Yeter! Siz milletindir!” afişiyle girdi. 1970’lerin ilk yarısında Demirel’in ağzından (Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığına aday olmasına)“cülus” diye karşı çıktı ve “millet iradesinin tecelligâhı olan Büyük Millet Meclisi”ni savundu. Pratikte, serbestçe katılabildiği hemen bütün seçimleri kazandı. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana Türkiye, sırasıyla 1946, 1950, 1954, 1957, 1961, 1965, 1969, 1973, 1977, 1983, 1987, 1991, 1995, 1999, 2002, 2007, 2011, 2015a (7 Haziran) ve 2015b (1 Kasım) seçimlerini yaşadı. Bunlardan sadece (son derece şaibeli) 1946, (henüz 27 Mayıs’ın gölgesindeki) 1961, (Adalet Partisi’nin parlamentoda 12 Mart rejimine destek vermesinin bedelini ödediği) 1973 ve 1977 seçimlerinden CHP; (büyük bir siyasal belirsizliğin yaşandığı ve seçmenin nereye gideceğin bilemediği) 1999 seçimlerinden ise hayli arızî biçimde DSP birinci parti olarak çıktı. Geri kalan hepsinde (genel toplamda 5’e karşı 14 genel seçimde) zafer, TCF ve TSF ile başlayan DP (50, 54, 57), AP (65, 69), ANAP (83, 87), DYP (91), RP (95), nihayet AKP (02, 07, 11, 15a, 15b) geleneğinden gelen partilerin oldu.
Madalyonun diğer yüzünde, sol -- gerek merkez sol ve gerekse “aşırı” ya da sosyalist sol -- tam tersi tavrı ve konumu benimsedi. Burada, Türkiye’deki solun teorisi ile pratiği arasında bu sefer olumlu değil olumsuz bir içiçelik söz konusu. Marksizm daha 1845-1852 yıllarında Avrupa’daki ilk şekillenişinden itibaren (henüz gelişme sürecindeki) demokrasiye, seçimlere ve parlamentoya (parlamentolara) çok kötümser bakmış; “burjuva demokrasisi”ni sathın altındaki realite, yani “burjuvazinin sınıf diktatörlüğü” için bir incir yaprağından ibaret saymış; gerçek demokrasiye sadece “proletarya devrimi” ve “proletarya diktatörlüğü” ile ulaşılacağını savunmuştu. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu ultra-devrimci iddia son derece farazî ve son derece marjinaldi, 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca. O dönem için (ortanın sağındaki Muhafazakârlara ve Monarşistlere, ya da kısaca muhafazakâr bloka karşı) ortanın solunda yer alan Liberaller, Radikaller ve Sosyalistler (ya da kısaca liberal blok) için, demokratikleşmede her adım son derece değerliydi. Fiiliyatta, seçimleri küçümsemek şöyle dursun, olası ordu müdahalelerine karşı seçimlerin giderek normalleşmesi ve seçme-seçilme haklarının genişletilmesi için mücadele ediyorlardı. Öyle ki, 1890’lara gelindiğinde İkinci Enternasyonal partilerinin büyük bölümü “tek yol devrim”cilikten uzaklaşıp giderek demokrasiye angaje olmuştu.
Buna karşı, İkinci Enternasyonal’in daha ileri ve âdil bir topluma (öyle olacağı düşünülen sosyalizme) ancak şiddete dayalı devrimle ulaşılabileceğinde ısrar eden sol kanadı, yani Lenin’ler, Luxemburg’lar ve takipçileri, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında dahi henüz küçük bir azınlıktı. Ne ki, Ekim 1917’de Rusya’da devrim yapmayı başardılar, iktidara geldiler, Sovyetler Birliği’ni kurdular ve kendi egemenliklerinde bir Üçüncü (Komünist) Enternasyonal yarattılar. Bütün bunlar Marksizmin temel öngörüsünü -- artık kapitalizme karşı işçi sınıfı devrimlerinin çağının gelmiş olduğunu mu ispatlıyordu? Daha spesifik olarak, “burjuva demokrasisi”ne kıyasla Marksist devrim teorisini mi doğruluyordu? O an için ve yetmiş küsur yıl süreyle, Komintern ve türevi solculuklarda öyle sanıldı. Gerçi sonra Sovyetler Birliği de, Sovyet himayesi ve hegemonyasında kurulan Doğu Avrupa “halk demokrasileri” de toptan çöktü ve kesinleşmiş sayılan bütün tarihî hükümler tersyüz oldu; son tahlilde devrime karşı demokrasinin haklılığı restore edildi, yeniden itibar kazandı.
Ancak bu düzeltme (rektifikasyon) uzun süre Türkiye’ye yansımadı ve belki hâlâ da yansımıyor. Çünkü burada farklı ve daha karmaşık bir gelişme oldu. Moderniteye geçişte “gecikmiş” Osmanlı toplumunun bir kısım (askerî-bürokratik) seçkinleri belirli bir “yetişmecilik” gündemi peydahladı. İmparatorluğun 20. yüzyılın ilk çeyreğinde derinleşen krizi, hızlandırılmış, dolayısıyla otoriter modernleşmecileri iktidara getirdi. Önce İttihatçılar ve 1923’ten itibaren bilhassa Kemalistler, bir an evvel “muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşmak uğruna yukarıdan aşağı reformları devreye soktu. Üstelik bu “cebrî yürüyüş” denemesi, halkın ezici çoğunluğunun inancını temsil eden ve kültürünü, günlük hayatını yoğuran İslâmiyetin, “gerilik ve gericilik” kaynağı olduğu gerekçesiyle kuşatılmasını, baskı altına alınmasını, kamusal alandan dışlanmasını içeriyordu. Bu da ancak artan diktatörlük dozajlarıyla empoze edilebilirdi. Dolayısıyla Kemalist çizgi ulusal kalkınmacıydı, çağdaşlaşmacıydı, bu anlamda “toplumsal ilerleme”den yanaydı, ama demokratik değildi. Batı’nın tarihsel gelişme çizgisinde, modernite ile demokrasi arasında bir ikilem yoktu; modernleşme demokrasiyi de içeriyor ve modernistler aynı zamanda demokrat olabiliyordu. Türkiye’de ise bu iki temel kavram ve özlem birbirinden ayrıldı, ayrıştı ve insanların, bu arada solun ve solcuların önüne ya modernist ya demokrat olmak tercihini getirdi. (Batı’dan farklı bu gelişme mecrasını ve yol açtığı değişik mevzilenmeleri anlamayan Batılılara anlatma gayretleri için, bkz Adam McConnel’in şu iki yazı dizisi:Deconstructing Atatürk’s personality cult: A response to Steven Cook 1-2-3 (7-15-24 Nisan 2016) ve How to define the Turkish Youth Union 1-2-3 (8-14-26 Mayıs 2016.)
Marksizmin genel ve evrensel problemleri bir yana; solun Türkiye’ye özgü trajedisinin başlangıcı, söz konusu ikilem karşısında ve toplumsal ilerlemecilik uğruna Kemalist devletçi-milliyetçi modernizmin kuyruğuna yapışması ve zihnen onun kanadı altına girmesidir. Bir yanda, dindar halk kitlelerinin geleneksel tercihlerinin yansıyacağı bir demokrasi ile diğer yanda milliyetçi-modernistlerin “uygarlaştırma” misyonu arasında, sol tercihini mevcut şekilleriyle ilkinden değil (veya iki opsiyonu sentezleştirmekten, veya farklı bir alternative inşa etmekten değil), ikincisinden yana kullandı. Bu da maalesef Türkiye solunu dünyadaki pek çok emsalinden belki daha anti-demokratik kıldı. Yukarıda işaret ettiğim gibi, solun zaten belirli bir Komintern Marksizmi mirası ve “burjuva demokrasisi”ni horlama alışkanlığı vardı. Öte yandan, Kemalizm de toplumun ve halkın geriliği, ilkelliği, cehaleti ve “bâtıl” inançlarından yola çıkan kendi “halk için, halka rağmen”ciliğiyle malûldü. İster Kemalist, ister sosyalist olsun çoğu kentli, Batılı, seküler entellektüel 1925’ten (Takrir-i Sükûn’dan) itibaren yabancı bir ülkede, etrafı din (İslâmiyet) ve Müslüman halk tarafından kuşatılmış vaziyette yaşıyor gibiydi ve bu endişesini “bir gün gelirlerse hepimizi kör testere ile kesecekler - şeriatı getirecekler - Cumhuriyet devriminin kazanımlarını yok edecekler - kadınları kara çarşafa kapatacaklar” söylemlerine yansıtıyordu.
Özetle, çoğunluk korkusu ve çoğunluğu iktidara getirebileceği için seçim korkusu, (yukarıda değindiğim 1973-77 yılları hariç) Atatürkçülerin ve sosyalistlerin ortak paydası haline geldi. Avrupa’da, bütün 19. ve 20. yüzyıllar boyunca merkez solun hep seçimlerden ve seçme-seçilme haklarının genişlemesinden yana olduğuna, bu uğurda mücadele edip demokrasiyi adım adım genişlettiğine yukarıda değinmiştim. Türkiye’de ise tersine, demokrasiyi ve seçimleri küçümseyen bir sol ortaya çıktı. Kemalizm ile sosyalizmin örtüştüğü alanda, kâh Doğan Avcıoğlu kâh Mihri Belli gibi darbeciler tarafından (“burjuva demokrasisi”nin Türkiye versiyonu olarak) “cici demokrasi - sandıksal demokrasi - Filipinler demokrasisi” gibi aşağılayıcı terimler icat edildi. 1961-66 arasında, Mehmet Ali Aybar yönetimindeki ve Malatya Kongresi öncesindeki TİP hariç, (zaten giderek fraksiyonlaşan ama ciddi siyasal partiler kurmaya girişmeyen) sosyalist sol, normal ve yasal siyaset sahnesine hep şüpheyle baktı. Bu alana genellikle adım atmadığı gibi, ne zaman seçim yapılacak olsa sıkıntıya girdi; bir çizgi bocalaması yaşadı; çoğu zaman katılmama ve boykot etmenin sığ, olmadık, zoraki gerekçelerine sığındı.
Bu genel çerçeve içinde, özel olarak 1946 ve 1950 seçimlerinin sol söylemdeki yeri ve adı,kritik bir demokratikleşme sıçraması değil, 180 derece zıddında “karşı devrim” oldu. Gene Mihri Bellli ve Doğan Avcıoğlu’lara göre, o zamana kadar her nasılsa Kemalist Devrim ve kazanımları henüz ayaktaydı. Gelgelelim CHP iktidarı “dışa açılma” adı altında Batı’ya ve emperyalizme teslim olmuş; yeniden dünya kapitalist sisteminin yörüngesine girmiş; işte bu bağlamda (yanlış 1) devrimci diktatörlükten vazgeçmiş ve (yanlış 2) yapılmasını kabul ettiği serbest seçimler, tam da beklenebileceği ve emperyalizmin istediği üzere, “yarı-feodal toprak ağalarını ve komprador burjuvaziyi” temsil eden DP’nin kazanıp CHP’yi iktidardan indirmesine yol açmıştı. 27 Mayıs, işte Kemalist Devrimi deviren bu karşı-devrimi devirmek ve Türkiye’yi yeniden Kemalist çizgiye oturtmak uğruna “ilerici ordu”nun giriştiği bir yarım-hamle olarak alkışlanıyor; Nasırcılık ve Baas örneklerinden hareketle tekrarlanacağı umuluyordu.
Beklendiği gibi olmadı tabii; 9 Mart yerine 12 Mart 1971 ve sonra 12 Eylül 1980 çıkageldi. Bu yüzden solun (tamamı değil ama) bir bölümü, Atatürkçülükle ilişkisini (tamamen değilse de) kısmen sorgulamaya başladı. Ama seçimlerden duyulan korku, sandığa yabancılık ve normal demokratik siyasete girememek alttan alta hep sürdü. 1946-50 “karşı-devrim”i ise 21. yüzyılın başlarına uzandı. AKP’nin her yeni seçim başarısında -- 2002’de, 2007’de, 2011’de, 2015’te ve aynı döneme denk gelen ara seçimlerde, anayasa referandumunda ve cumhurbaşkanı seçimlerinde -- hep tekrarlandı. Biriken devrimci/devirmeci umutlara karşın böyle her seçim yeni ve kümülatif bir “karşı-devrim” olarak algılandı.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024