Halil BERKTAY
[22 Temmuz 2017] Bu, daha önce Adalet Yürüyüşü bağlamında eleştirdiğim, artık her şeye (muhalefetin güçlenmesine ve belirli bir kitle hareketine yol açabilir gerekçesiyle) “provokasyon” gözüyle bakma mantalitesinin devamı. Meşhur fıkradır; adamın biri göğe bakıp galiba yağmur yağacak diye mırıldanır; tam o sırada yanından geçmekte olan tanımadığı birinden ise okkalı bir bir yumruk yer suratına, vay sen bana ördek dedin diye. Hoppala, ne alâkası var? Nasıl olmaz; yağmur yağınca yerlerde su birikintileri oluşur, ördekler de yağmuru ve suyu sever, buralarda yüzmeye gelir; işte senin asıl niyetinin bana ördek demek olduğunun ispatı! Bunu da bir yere kaydediyor ve gene 15 Temmuz’u yazmaya devam ediyorum.
* * *
Dün, toplam 12 soru ortaya atmıştım, 15 Temmuz darbesinin önü ve arkası, sağı ve solu hakkında. Bunlar zaman içinde azalabilir de, çoğalabilir de. Ama şimdilik, ilk ikisi şöyle/ydi: (1) Darbe (veya hükümet darbesi) dediğimiz şey, tam nedir aslında? Tarihte önce nerede, hangi dönemde, ne gibi koşullarda (ya da neye karşı) zuhur eder? Devrimle özdeş midir, zıt mıdır, farklı ama akraba mıdır? Niçin askerî müdahale veya ordunun iktidara el koyması gibi kavramlarla değişimli olarak kullanılır? (2) Devrimin görece iyi, darbenin ise görece kötü (veya tamamen kötü) bir şöhret edinmesi nereden kaynaklanır? Hangi ölçütlere dayanır/dayandırılır?
Buradan başlıyorum. Geçmişte bu konuda yazıp çizdiklerimi tarayıp toparlayayım dedim, bilvesile. Şunları buldum: (i) 3 Temmuz 2010’da, Sabancı Üniversitesi’nin İkinci Mezunlar Buluşması’nda yaptığım bir konuşma (Darbeler ve demokrasi: Toplumsal duyarlılıklardaki, siyasetteki ve historiografideki değişim). (ii) 2014’de Atina’da, Balkanlarda devrimler ve bağımsızlık mücadelelerine ilişkin bir sempozyumda verdiğim tebliğ (Falling in and out of love with revolution = Devrime âşık olmak ve devrimden soğumak). (iii) 4 Ağustos 2016’da Ankara’da, SETA’nın 15 Temmuz Darbe Girişimi Toplumsal Algı Arastırması’nın kamuoyuna sunulması panelinde yaptığım konuşma. (iv) 7 Aralık 2016’de Ankara’da, Muhafazakâr Düşünce Dergisi’nin düzenlediği “15 Temmuz’un Işığında Türkiye” sempozyumunda yaptığım konuşma. (v) 11 Aralık 2016’da, TBMM’nin Darbe Araştırma Komisyonu’nun İstanbul’da düzenlediği Müzakere toplantısında söylediklerim. (vi) 29 Mart 2017’de gene İstanbul’da, Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) düzenlediği Akademi Konferansları dizisinde yaptığım konuşma (Devrim ve Darbe Üzerine Aykırı Düşünceler). Nihayet (vii) 10-11 Temmuz 2017’ye ilk baskısı yetişen, editörlüğünü TRT World Araştırma Merkezi’nin direktörü Pınar Kandemir’le birlikte yaptığımız History and Memory. TRT World in the Face of the July 15 Coup kitabına yazdığım imzalı Giriş yazısı (What If They Had Won = Kazansalardı Ne Olacaktı) ve diğer bazı (imzasız) katkılar... Hepsinden yararlanarak, yukarıdaki ilk iki soruya da, diğerlerine de kendimce bazı cevaplar vermeye çalışacağım.
* * *
Kısaca darbe, tam ifadesiyle hükümet darbesi, hemen bütün dillere Fransızcadan geçme bir kavram. Bu da gayet normal, çünkü bütün “uzun 19. yüzyıl” (1789-1914) boyunca Fransa, hemen her türlü siyasî gelişmeye öncülük etti. (Marx’ın, kapitalizmin ekonomik gelişimi için İngiltere’yi ama politik gelişimi için Fransa’yı tipik sayması boşuna değildi.)
Fransızcada tek başına coup (günlük dilde) darbe veya vuruş demektir. Siyasî bir terim olarak ise coup d’état’nın kısaltılmışıdır; hükümet darbesi olarak çevrilen deyim budur ve devleti, hükümeti veya siyasî rejimi devirmeye, değiştirmeye ya da kontrol altına almaya yönelik âni bir hamle anlamına gelir.
Dolayısıyla darbe (veya hükümet darbesi), şiddete dayalı anormal siyasetin iki temel varyantından biridir. Diğeri ise tabii devrimdir (ya da ihtilâldir). Darbe ile mukayese içinde devrimin (a) çok daha fazla tabandan fışkırdığı, aşağıdan yukarı bir halk eylemini, kitlesel bir kalkışmayı içerdiği; (b) politika piramidinin en tepesiyle sınırlı kalmayıp, siyasal ve hattâ sosyal bünyenin (eski deyimleriyle heyet-i siyasiye ve heyet-i içtimaiye’nin) de tamamını saracak şekilde, çok daha kapsamlı bir sistem değişikliğine yol açtığı/açacağı düşünülür.
Gelgelelim, hayli gevşek ve sübjektif ölçütlerdir bunlar. Değişimin ne kadarına sistemik, ne kadarına yüzeysel, vitrin ve makyaj amaçlı denebilir? Herhangi bir iktidar değişikliğine devrim/ihtilâl diyebilmemiz için, kitle seferberliğinin hangi boyutlara varması gerekir? Hazır ve kestirme cevapları yoktur bu soruların; dolayısıyla önümüzde, gerek tarihsel yorumlar, gerekse güncel politikalar açısından hayli gri ve muğlak alanlar açılır. Üstelik darbenin de, devrimin de olağan demokrasi dışı, son tahlilde anormal ve şiddete dayalı siyaset biçimleri olması, birinden diğerine (daha spesifik olarak, devrimcilikten darbeciliğe) geçişleri kolaylaştırıcı bir rol oynar. -- Devrimcilik ile devirmecilik arasında nasıl bir ayırım söz konusu? Alt tarafı mesele “yanlış” bir iktidarı devirmeye gelip dayanmıyor mu? Kaldı ki (Marksist teoriye göre) devrimlerde de “öncü”nün (vanguard) rolü tâyin edici değil mi? “Öncü” de ister istemez bir azınlık değil mi sonuçta? O da “çoğunluğu” oluşturan kitleleri bir bakıma yukarıdan aşağı harekete geçirmiyor mu? Peki, emekçi kitleler (işçiler ve köylüler) “henüz” devrime hazır değilse ve yerlerinden kımıldamıyorsa, tarihsel ilerleme ve modernite uğruna, “öncü” başka güçlere başvuramaz mı? Madalyonun diğer yüzünde, darbelerin de belirli bir halk desteğine, dolayısıyla en azından ortamı hazırlayacak kitle eylemlerine, gösterilere, mitinglere, protesto yürüyüşlerine ihtiyacı yok mu? Diyelim ki böyle bir halk hareketlenmesi spontane olarak başladı. İllâ uzun vâdede devrime kanalize olmasını mı beklemek lâzım? Yolun erken bir aşamasında, bu huzursuzluk ve kargaşadan birileri bir darbe çıkarsa (ya da muhalefet seferberliğini kasıtlı olarak o yönde tırmandırsa) fena mı olur? Devrimi hazırlayıcı olanlar ile darbeyi hazırlayıcı olanlar arasındaki fark, kitle eylemleri ve eylemcilerinin alnına yazılı mı?
Bu ve benzeri soruların iki yönü var. Bir, daha çok darbeciler veya darbeciliğe yatkın bir düşünüş tarzı açısından, devrim ile darbe arasındaki sınırı bulandırmaya, devrimi darbeye dönüştürmeye, bu açıdan kabul edilebilir bir geçişkenlik yaratmaya yönelik olmaları. Ama iki, aynı zamanda hayli de gerçekçi olmaları; yani bu bulanıklığın veya bulanabilirliğin aslında eşyanın tabiatında mevcut olması. Şimdi böyle yazabiliyorum, çünkü zamanla zihnim açıldı; oysa geçmişte bu tür fikirlere ne hararetle karşı çıkmıştık! 1960’lar ve 70’lerde Türkiye solunun (benim de dahil olduğum) bazı kesimleri için devrim iyi, darbe kötüydü (aslında ana mecra demek olan üçüncü yolu, yani normal demokratik siyaset alternatifini ise aklımıza getirmiyorduk bile). Bir kere şunu teslim edelim: İttihatçılığın ve Kemalizmin karmaşık etkileri sonucu, başlangıçta 60’ların “eski/yeni” ya da “ikinci eski” soluna, genellikle devrim ile darbe arasında pek bir ayırım gütmeyen bir zihniyet hâkimdi. 1908’e Jön Türk Devrimi demeyi bu yüzden hiç sorgulamamış; aynı kafayla 27 Mayıs 1960’a da destek vermiş; hattâ yeni yeni 27 Mayısların peşpeşe yükselip geri çekilen ve tekrar yükselen dalgalar halinde “proletarya devrimi”nin önünü açacağı fantezileriyle flört bile etmiştik. Fakat zamanla bir ayrışma meydana geldi. Herkes biraz da oportünistçe kendine yeni nişler, benzersizlikler, orijinal misyonlar arayıp buldu. Devrim fikri üzerinden darbeye de kredi açma ve evet deme anlayışı, giderek solun bazı kesimlerinde yoğunlaştı; örneğin Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı ve taraftarları açıkça darbeci kesildi. Diğer uçta, darbe/cilik ile aramıza kesin sınır çekebileceğimizi vehmederken, bunu demokratlık değil devrimcilik üzerinden yapmaya kalktığımızdan asıl darbeciler ile maalesef keskinlik yarışlarına giren biz “proleter devrimci”ler yer aldık. Arada, ortadaki alanda gezinenleri bir yana bırakıyorum; bizimki de, evet, gerçekten bir hayal ve bir vehimden ibaretti. Hepimiz devirmeciydik, son tahlilde. Bu bağlamda, saf darbeciler bize kıyasla (kötü anlamda) daha gerçekçi, biz ise (gene kötü anlamda) hiper-ütopik bir konumdaydık. Çünkü anormal siyasetin iki varyantı olarak devrim ile darbe arasındaki ailevî akrabalığı göremiyor; birine iyi diğerine kötü derken ikisinin de sonuçta (“burjuva demokrasisi”nden kat be kat kötü sonuçlar verecek olan) şu veya bu diktatörlükle noktalanacağını idrak edemiyor; dolayısıyla ikisine de kötü diyemiyor ve ikisine karşı (ne kadar güdük ve eksik olursa olsun) mevcut demokrasi içinde normal siyasette sebat etmeyi yeğliyemiyor, böyle bir dönüşü teorik aşırılıklarımızla zihnen tasavvur bile edilemez hale getiriyorduk.
Bu çerçevede, başka bir çok tahribatımızın yanı sıra, şöyle derin ve kalıcı bir düşünsel zararımız da oldu Türkiye’ye: İttihatçılık ve Kemalizmle başlayıp süren devrimseverliğin pekişmesine katkıda bulunduk. Marksizmin bütün olanaklarını seferber ettik bu uğurda. Devrime (tekrar) kutsiyet kazandırdık. Devrim ve devrimci sözcüklerine tamamen olumlu çağrışımlar yüklendi; öyle ki, meselâ ben 19. ve 20. yüzyıl (Avrupa veya Osmanlı/Türkiye) tarihi derslerimde bu sözcükleri en ufak bir değer yargısı içermeksizin kullandığıma öğrencilerimi inandıramıyor ya da onları böyle “nötr” bir kullanıma alıştıramıyor, ikna edemiyorum. Büyük ölçüde ailelerinden geliyor bu, hali vakti yerinde laik orta sınıf ortamlarından; bugün 40-50-60 yaşlarında olan, iyi eğitim görmüş teknokrat, bürokrat ve serbest meslek sahiplerini (dolayısıyla çocuklarını), devrimlerin sadece artılarını (açtıkları kapıları) görmeye ve eksilerini, bedellerini, maliyetlerini (kapadıkları kapıları) hiç görmemeye; sırf Marx ve Lenin gibi bakmaya ama hiç Burke veya Tocqueville gibi bakmamaya biz alıştırdık. Kemalizm, Nutuk üzerinden bir İnkılâp Tarihi kurgulamıştı. Bizim büyük, beyaz, kusursuz, günahsız, yüzde yüz erdemli, bütün bebekleri leyleklerin getirdiği Türk Devrimimiz! Biz solcular (İdris Küçükömer, Mete Tunçay, Murat Belge gibi pek az istisna bir yana) büyük çoğunluğumuzla kefil olduk bu Büyük Anlatıya. Sağına soluna, Kemalizmin avadanlığında yer almayan, salt Marksizme özgü ve bir bakıma çok daha soylu, çok daha ikna edici payandalar yerleştirdik. Ve son yirmi yıldır, bizim kendi ellerimizle “eğittiğimiz” bu kuşakların devrimseverlikten devirmeciliğe, devrimcilikten darbeciliğe kaymalarına tanık oluyoruz.
Onun için, 11 Mart 2016’da Darbe Araştırma Komisyonu önünde de söylemişim: Devrtimseverliği demokrasi severliğe dönüştürmeden, darbeciciliğin ideolojik temellerini kazıyamazsınız. Meselâ, basit bir asgari olarak Modern Türkiye tarihini “Atatürk İlkeleri”nin prangasından kurtarıp normalleştirmedikçe ve aynı zamanda okullarımızdaki demokrasi öğrenimini kökten değiştirmedikçe, bu açıdan düze çıkamayız.
Devam edeceğim.
Yazarlar
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları



















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024