Halil BERKTAY
[24 Şubat 2018] Yakın zamanda iki ülke, kendini tarihin hakemi ve hâkimi yerine koydu. Geçmiş konusunda şu doğrudur, bu değildir dedi. Biz tarihte şunun olduğuna, şunun olmadığına hükmediyoruz. Bu yargılarını parlamento kararına bağladı. Kanun gücüne kavuşturdu.
Nâzım’ın, daha Memleketimden İnsan Manzaraları’nın birinci sayfasında karşılaştığımız bir Galip Usta’sı vardır, “tuhaf şeyler düşünmekle meşhur” olan. Benim de bu iki karar ve haber karşısında, çoğunluğun tepkilerine pek uymayan tuhaf şeyler geçiyor aklımdan.
* * *
(1) Bundan bir süre önce (1 Şubat’ta) Polonya Senatosu, Polonya halkı veya devletini Nazilerin Yahudi soykırımının sorumlusu veya suç ortağı gibi göstermeyi yasakladı. Bunların hepsini yalan ve iftira saydı. Polonya ulusuna kara çalmak gibi gösterdi. Böyle iddia ve imâlarda bulunmak, artık ya para cezası veya üç yıla kadar hapisle cezalandırılacak.
Gene de hafif frene bastılar; bu tür iddiaların “bilim ve sanat faaliyet çerçevesinde” gerçekleştiği takdirde suç sayılamıyacağı koşulunu koydular. Lâkin olan oldu, kıyamet koptu. Meclisin muhalif oy kullanan yüzde 42 küsuru, bunun düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu noktasında ısrarlı. Ama bu nokta biraz es geçildi gibi. Haber-yorumlar daha çok işin “olgusal gerçeği” üzerinde yoğunlaştı. Acaba Polonya’da Yahudi düşmanlığı ne kadar yaygındı? Polonya ve diğer Doğu Avrupa Yahudilerinin önce Krakow ve Varşova gettolarına tıkılmasında, sonra buralardan alınıp Auschwitz ve diğer toplama (sonra ölüm) kamplarına nakledilmesinde, gaz odalarında katledilip krematoryumlarda yakılmasında, ne kadar Polonyalı (ve kimler) ne ölçüde rol almıştı?
Özetle, ciddî bir tarihsel sorumluluk var mıydı, yoksa bu yasayla hasıraltı mı edilmek isteniyordu? Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’ya sorarsanız, “tarihsel gerçeği [yani Polonya’nın ve Polonyalıların suçsuzluğunu] savunmak” ülkesinin hakkıydı. İlginçtir; İsrail ise hayır, kimse tarihe karışmamalı diye karşılık vermedi buna. Tersine, yanlış karışıyorsunuz demeye getirdi. Polonya’nın tavrı ve kararını Holokostu küçümseme ve inkâr etme çabası gibi yorumladı. Bu vesileyle bir kere daha tekrarlandı ve hatırlatıldı ki, İsrail’in de kendi Holokost inkâr yasaları vardır. Şimdi Knesset’in gündeminde, Nazilerin işbirlikçilerinin soykırımdaki rolünü küçümsemek için öngörülen hapis cezasının beş yıla çıkarılması duruyor.
* * *
(2) Daha iki gün oluyor ki bu sefer Hollanda’da yeni bir olay patlak verdi. Parlamento, 1915’te Anadolu’da Ermenilerin başına gelenlerin her yıl soykırım olarak anılmasına Hollanda hükümetinin de katılması ve Yerevan’da bakan/lar düzeyinde bir heyetle temsil edilmesi konusunda koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği’nce verilen önergeyi, (sadece üç Türk milletvekilinin karşı oyuyla) 142-3 kabul etti.
Gerçi burada da bir nüans gündeme geldi; bu “nitelikli tanıma” değildir, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımış olmuyoruz dediler. İtiraf edeyim ki ben de bunu pek anlamış değilim; siyaset bilim (tarih) alanına bu şekilde müdahele edecekse, ha olayı tanımış, ha anma törenini tanımış; ne farkeder? Nitekim ortam bir kere daha ve tabii bu sefer Türkiye’yle gerildi. Dışişleri Bakanlığı kararı kınadı ve “Avrupa'nın ortasında Srebrenitsa’da acısı hâlâ dinmemiş soykırıma gözyuman bir ülkenin meclisinin aldığı sözkonusu mesnetsiz kararların ne tarihte ne adalette yeri vardır” dedi. (Yani sen kendine bak kabilinden bir karşılıkta bulundu; halk dilinde “tencere dibin kara, seninki benden kara” diye tarif edilen usul ve üslûba sürüklendi.) Referandum kampanyası sırasındaki olaylardan ötürü, halen ne Türkiye’nin Hollanda’da, ne de Hollanda’nın Türkiye’de büyükelçisi var. Onun için Hollanda Maslahatgüzarı Erik Westrate, Dışişleri’ne çağrıldı ve (yapılan açıklamaya göre) “Hollanda meclisinin kendisini mahkeme yerine koymaması gerektiği” bildirildi. (Yani meclis karar verse olmaz ama mahkeme karar verse olur… mu demiş oldu; doğrusu bunu da pek kavrayamadım.) Medyayı ise, bir ara geçtiğini sandığımız “sözde soykırım” tekerlemeleri tekrar kapladı.
Özetle, bu sefer de saflar çoğunlukla “biz” haksızlık mı değil mi üzerinden; en iyi ihtimalle doğru mu yanlış mı üzerinden çizildi. Polonya, “iddia”lara yanlış (ve dolayısıyla yasaklanması meşru) dedi. Aynı “iddia”lara İsrail doğru (ve dolayısıyla yasaklanması meşru değil; asıl bizim, bu tür kısıtlamaları yasaklamamız meşru) demeye getirdi. Türkiye, kendisini ilgilendiren “iddia”lara yanlış (mesnetsiz) demeyi sürdürdü. Kimse, özgürlükçü bir anlayışı seslendirmedi. Siyasetin asla tarih alanına tecavüz etmemesini; devletlerin resmî tarih savaşlarına girmemesini; tarih (ve dolayısıyla bilim) alanına giren bütün konuların, “millî çıkar” ne olursa olsun, genel düşünce ve ifade özgürlüğünden sonuna kadar ve hiç ikirciksiz yararlanmasını savunmadı.
* * *
İkisi karşısında sevinenler de oldu, üzülenler de. Çünkü görüşleri açısından kimileri için zafer, kimileri için yenilgi oluşturdu. “Doğru mu, yanlış mı? Sözde mi, gerçek mi?” Her şey bundan mı ibaret? Ya ortam, atmosfer, bu tür yaptırımların genel olarak bilimi ve demokrasiyi zedeleyici etkisi? Başka bir reaksiyon yok mu, olmamalı mı? Tarih bunun neresinde, tarihçi neresinde?
Tâ 2000’den, Ermeni soykırımı hakkında ilk defa sesimi yükselttiğimden beri soruyorum bu soruyu. Çünkü hem, veri ve delillere baktığımda, İttihatçı diktatörlüğünün bilinçli ve planlı bir imha ve ikame (Türkleştirme) eylemini görüyorum; dolayısıyla, eğer soykırım sorusu illâ sorulacaksa pekâlâ soykırım olduğu kanısındayım. Bunu da gene sırf kendi bireysel tarihçi vicdanımla her yerde savunurum, herkese karşı.
Hem de bu konunun militanı değilim; bununla kalkıp bununla yatmıyor, uğruna başka bütün değerleri yakıp mahvedeceğim bir “dâvâ” gibi görmüyorum; varlık nedenim, hayatımın en yüce ereği saymıyorum. Şöhret ve kariyer, Kipling gibi benim için de birer sahtekârdan ibaret (impostor). Ama bir insan ve bilim insanı olarak ne üç kuruşluk tanınırlığımı bu konudaki ikonoklastik (put kırıcı) tutumuma borçluyum, ne de kariyerimi bir tek bu konu etrafında ördüğüm söylenebilir. Herhalde en derin etkisi negatif oldu, yaşadığım gerilimler oldu hayatımda.
Bundan da memnunum, mutluyum, çünkü ciddî bir mesafe koymamı sağlıyor arama. Ermeni soykırımını da içeren ama daha yüksek değer hiyerarşileri kurabilmemi mümkün kılıyor. Bunun içinde, örneğin Türkiye’nin (bu yüzden) anî şoklar yaşayıp tekeri kırmadan demokratikleşmesi de var; dış baskı ve tehditlerle değil, tartışa tartışa bir yere varması da var; tarihçinin özgürlüğü ve tarihin masuniyeti de var, hem de en yukarıda. 2000’den bugüne ve özellikle Hrant’ın öldürüldüğü 19 Ocak 2007 etrafındaki uğultulu dönemde, çok tartıştım (belki fazla bile tartışım) farklı kafada olanlarla. Bütün dünyaları “soykırımı kabul etme/ettirme siyasası”ndan (genocide recognition politics) ibaret olan; sırf bu toz dumanın içinde yaşayan ve gözleri başka şeyi görmeyenler vardı -- ve gene de var. Hayretle bakıyorlardı: 1915’in soykırım olarak tanınmasından daha değerli ne olabilir? Nasıl olur da Türkiye’nin demokratikleşme sürecini bundan daha önemli sayabilirsiniz? Tarihçinin özerkliğini soykırımı tanıma zaruretinin karşısına dikmek de ne demekmiş? Hazır yakalamışken demiri tavında dövmeyelim, dâvâmız uğruna şu büyük darbeyi de vurmayalım mı?
Bir bakıma anlıyordum; şunun şurasında biricik büyük zaferi olacaktı hayatlarının. Bir kısmı solculuk icabı nefret ediyordu Türkiye’den, bir kısmı kendini yenik ve ezik hissettiği için, bir kısmı etnik-dinî nedenlerle (evet), bir kısmı anılarının acısı ve bir kısmı da intikam duygularıyla. Olabilir -- ve bu birikim de Türkiye siyasetinin ciddî bir meselesidir, ciddiye alınmak ve bir şekilde onarılmak zorundadır kuşkusuz. Öte yandan, görüyordum ve görüyorum ki bu çerçevede çok zordur, düzgün bilim ve düzgün tarihçilik yapmak. Oysa tarihçi konusu ve özneleriyle özdeşleşemez; tarihçi ne diyeceği ve ne demiyeceği konusunda, bilim ve gerçek dışında herhangi bir “fayda” güdemez; tarihçi kendi alanını böyle “fayda”lar uğruna hukuk ve siyasete çiğnetemez, müdahelelerine açamaz, eğer asıl yurdu, vatanı tarihse, yurduna böyle düşmanları (ahlâkî ve metodolojik düşmanları, dolayısıyla belki en tehlikeli düşmanları) uğratamaz.
* * *
Budur meslek töremiz, bu olmalıdır. Her zaman böyle değildi kuşkusuz. 19. yüzyılda İngiltere ve Avrupa’da tarihe “siyasetin nedimesi” (handmaiden) gözüyle bakılıyordu. Koyu bir milliyetçilik çağıydı; ulus-devlete sımsıkı bağlı bir “millî tarih” dışında düşünmek neredeyse imkânsızdı. Sonra Marksist sosyalizm “sınıfsal” muhalefet alternatifini dikti karşısına. Çareyi, hâkim sınıfların hegemonik ideolojisi karşısında ezilenlerin zihinsel özgürleşmesinde, ya da burjuvazinin “ideoloji”si karşısında proletaryanın “bilimi”nde aradı. 150 yıl kadar sürdü ama (getirdiği bütün kazanımlarla birlikte) bu da tutmadı son tahlilde. Tarih ile her türlü siyasal aidiyet arasındaki bağlar giderek zayıfladı. Tarihçiler kendi duruş, varsayım ve önyargılarının farkına varmaya çağrıldı. Şiir gibi tarih de kendi içinde ve kendisi için bir varoluş kazanmaya başladı. Sadece gerçeği aramanın yeterli olduğu bir varoluş kazanmaya başladı.
Bunu anlamayan, buna uymayan ve uymak istemeyenler de var kuşkusuz. Görece en kaba ve cahilleri için, tahrifat zaten doğal. Görece en sofistike sanabilecekleriniz ise, E. H. Carr’ın Tarih Nedir’inden, tarihçinin şeffaflığı ve gerçeğe karşı sorumluluğu yönünde dersler değil, tarihçi madem seçiyor o zaman siyasî bakımdan doğru seçsin, (bize) yararlı seçsin gibi dersler çıkarmış. Sübjektivist, ultra-postmodernist, hattâ postmodernizmi piçleştiren bir tavır. Çeşitli vülgerlik düzeylerinde, 1 Mayıs 1977 tartışmasında da karşılaştım; Torosyan tartışmasında da karşılaştım; aHaber’in bir “Menderes belgeseli” (ki belgesel demeye bin şahit ister) nedeniyle de karşılaştım. Bir yanda (geniş anlamda) iktidar faydacıları, diğer yanda (geniş anlamda) muhalefet faydacıları. Devlete yarayan ve halka yarayan; sağa yarayan ve sola yarayan; Hitler’e yarayan ve Stalin’e yarayan; burjuvaziye yarayan ve işçi sınıfına yarayan; Batıya yarayan ve bizim medeniyetimize yarayan; geçmişte Türkçü, şimdi İslâmcı ve karşısında laik bir kimlik inşasına yarayan… Zihinler böyle bölünüyor, parti çizgisi boyunca, mahalle çizgisi boyunca.
Her şey söylendiğinde ve günün sonunda, nedir tarihçinin asıl sorumluluğu? Herhangi özel bir tarihi savunmak mı, bir bütün olarak tarihçiliği savunmak mı? Tarihçiler, siz siz olun, siyasetten özgürlük dışında hiçbir şey ummayın. Kısa vâdeli hesaplara kapılıp kendi alanınızı kendi elinizle terketmeyin, boşaltmayın, peşkeş çekmeyin bilim ve akademi dışındaki güçlere. Politikaya yön vermek gibi heveslere de kaptırmayın kendinizi. Kendi dilinizin vâdisinde varolun.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024