Halil BERKTAY
[17-18 Temmuz 2020] Önce şunu söyleyeyim: kaç yazıdır sözünü ettiğim karşılaştırmaların Asya Üretim Tarzı ayağı, orta ve uzun vâdede Feodalizm ayağından çok daha çürük çıktı. Daha önce söylemiştim; 1960’lar ve 70’lerde özellikle Fransız Komünist Partisi içi ve çevresindeki bazı aydınlar Sovyet Marksizminden ve Sovyetler Birliği etrafında halkalanan Uluslararası Komünist Hareketin merkezî çizgisinden kurtulup özgürleşme arayışına girdi. Fakat bunu açıkça söyleyemediler. Marx ve Lenin’e sarılırken bütün kabahati Stalin’e buldular. Louis Althusser ve öğrencileri Stalinizmi öncelikle aşırı ekonomizm, ekonomik determinizm ve tarihe tek çizgili (doğrusal) bakış açısından eleştirmeye yöneldi. Felsefe planında, devrimi tek bir çelişmenin (kapitalizmin temel çelişmesinin) kendini Hegelci tarzda “açımlama” ve “aşma” ya da “sonuca vardırma”sına değil, bir yığın çelişmenin kesişme ve üstüste binmesi yoluyla oluşan bir “üst-belirlenim” veya “çoklu belirlenim”e (surdetermination) bağladılar. Kapital’i “doğru okuma”nın bu noktada düğümlendiğini savundular.
Paralelinde, başta Maurice Godelier olmak üzere çeşitli sosyal bilimciler aranan “çok çizgililik” için Asya Üretim Tarzı kavramına sarıldı. Batı dışı toplumların gecikmişliği veya geri kalmışlığını AÜT-ve-blokaj (duraganlık) ile açıklamayı denediler. Böyle bir tek faktörcülük aslında pekâlâ öngörülebilecek bir sonuç verdi. Akla hayale gelebilecek her yerde AÜT keşfedilmeye başladı. Üç ayda bir yayınlanan La Pensée dergisinin sayfaları Bizans ve AÜT, Osmanlı ve AÜT, Senegal ve AÜT, Kamboçya ve AÜT, Vietnam ve AÜT… yazılarıyla dolup taşar oldu. Hepsinde üç aşağı beş yukarı aynı reçete izleniyordu. Bir yanda Marx’ın 1857-58 elyazmalarından istihrac edilmiş bir AÜT modeli vardı; mutasavver karakteristikleri 1-3-5-10 diye sıralanıyordu. Karşısına ise (yazarın kendisine göre oluşturduğu) bir Vietnam veya Senegal veya Kamboçya veya Osmanlı modeli dikiliyor ve onun da kararkteristikleri 1-3-5-10 diye sıralanıyordu. Sonra güya karşılaştırılıyordu iki dizi; kaçı tutuyor, kaçı tutmuyor? Bunun ötesinde, hemen hiçbir ciddî strüktürel analiz yapılmıyor; “çoğu” tutarsa bakın işte AÜT demeye getiriliyordu.
Böyle böyle, ne oldu? Bir zamanlar Feodalizmin (batıdan doğuya) işgal edeceğinden korkulan dünyayı, bu sefer Asya Üretim Tarzı (doğudan batıya) işgal etmeye koyuldu. Asya Üretim Tarzı, Marx’ın vizyonunda orijinal mekânı olan Çin ve Hindistan’dan çıktı; Afrika’ya gitti; oradan Latin Amerika’yı da dolaştı ve bu sefer Avrupa’ya dahi girdi. En son okuduğum yazılar Doğu Avrupa ve özellikle Romanya ile ilgiliydi. Sosyo-ekonomik gelişme ve bu arada (Avrupa tipi) Feodalizmin gelişmesi bakımından Avrupa’nın doğusu da batısından geriydi ya. İşte bu, kimi yorumcunun Doğu Avrupa’ya bile acaba AÜT olabilir mi diye bakmasına yol açıyordu. Böyle böyle, AÜT doğunun ve özellikle Asya’nın geriliğinin sırrını içerdiği düşünülen bir sihirli formül olmaktan çıkıp zıddına dönüştü; “feodal değil” hükmünün değişik bir ifadesinden başka bir şey olmayan, spesifik içerikten yoksun, içi boş bir kümeye (an empty set) dönüştü. Gelip geçici bir modaymış; silindi gitti 1970’lerden, kısmen de 80’lerden sonra. Unutuldu bu tartışmalar. Bugün benim kuşağımdan dahi özellikle AÜT’ü kim hatırlıyor, ya da AÜT’çü denebilecek kimse kaldı mı, çok emin değilim doğrusu.
Buna karşılık karşılaştırmaların diğer ucundaki Feodalizmin kaderi böyle olmadı, çünkü AÜT’ün başlangıçta sadece Şarkiyatçıların ve sonra da Marx’ın muhayyilesinde mevcut olmasına karşılık, Feodalizm (veya Avrupa Feodalizmi) belki kısmen yanlış bir genellemeydi, ama kesinlikle bir fantezi değildi; çok somut ve elle tutulur bir gerçekliği — Avrupa Ortaçağının bütün detaylarıyla betimlenmiş, koltuğa oturtulup poz verdirilerek fotoğrafı çekilmiş gerçekliğini yansıtıyordu. Dolayısıyla AÜT gitti ama Feodalizm kaldı. Bu da eski asimetriyi yeniden doğurdu. Sorun döndü dolaştı; bir tarafta Feodalizm ve diğer tarafta “bütün” Avrupa dışı fiyef sistemlerinin nasıl ilişkilendirileceğine irca oldu.
Oysa çözüm çok basit aslında. Mesele tek tek “tür”leri birbirine eşitlemeye kalkmakta değil değil; hepsinin tamı tamına aynı olmasalar bile daha büyük (daha üst) bir sınıf, takım, aile veya cins içine girip girmeyeceğini sormakta düğümleniyor. 14 Temmuz yazımda, tarihsel düşünme çabasının Matematik, Biyoloji ve Mitoloji araç veya metaforlarından yararlanabileceğini söylemiştim, İki gün önce, 12 Temmuz’daki yazımın spot’unda da şu soruyu sormuştum zaten: “Tutun ki biyolojiden söz ediyoruz. İki büyük tasnif katmanı var: cins (genus) ve tür (species). Geçmişte garip bir kuş bulmuş; hem bir cins hem bir tür olduğuna (yani o cinsin içinde başka bir tür olmadığına) karar vermiştik. Cinsine Feodalizm, türüne de Feodalizm feodalizm demiştik. Fakat şimdi az çok benzer başka kuşlar da çıktı karşımıza. Bunları da aynı türün içine mi sokacağız? Yoksa o cins içinde başka türler mi icat edeceğiz? Cinsin adı gene aynı mı kalacak?”
Buradaki temel fikir şu: Biyoloji de, Tarih (veya Tarihsel Sosyoloji) de, belirli “obje”leri gözlemliyor kendi alanlarında. Biyoloji canlı varlıkları gözlemliyor; Tarih toplumları, sosyo-ekonomik formasyonları gözlemliyor. Biyolojinin gözlem yapar ve tasnif ederken kullandığı ölçütlere; neleri önemli neleri önemsiz saydığına Tarihsel Sosyolojinin de dikkat etmesinde yarar var. İki tür sınıflandırmadan söz ediliyor Biyolojide. Birincisine bugün “yapay sınıflandırma” deniyor. İlkçağdan beri mevcut. Canlıların dış görünüşlerine, şekil benzerliklerine, analog (yani görevleri aynı) organlarına, yaşam alanlarına bakılıyor. Örneğin kanatları olup olmadığından, uçup uçmadıklarından vb hareketle, diyelim bazı böceklerle kuşlar birlikte düşünülebiliyor. Veya suda yüzen, denizlerde yaşayan bütün yaratıklar bir kategori oluşturabiliyor. İnsanlık henüz çocukluğunda. Bir çocuğun gözü ve safiyetiyle bakıyor dünyaya. Balina ve yunuslar ile balıklar pekâlâ bir tutulabiliyor.
Zaman içinde bilim gelişiyor; insanlar sırf “dışardan” değil “içine” de bakmasını öğreniyor canlıların; gözlem ve bilgi birikimi yeni boyutlara ulaşıyor. Bu zeminde, “doğal (filogenetik) sınıflandırma” denen yeni bir tasnif sistemi yükseliyor. Bu yaklaşımda canlıların köken benzerliklerine, akrabalık derecelerine, homolog (yani kökenleri aynı, görevleri ister farklı ister aynı) organları esas alınıyor. İnsanın kolu, balinanın yüzgeci, kuşun kanadı (aynı kökenden çıkıp embriyo düzeyinde farklılaştıkları için) homolog organlar kabul ediliyor.
Hücre yapısı, embriyonik gelişim, anatomik ve fizyolojik yapı, protein benzerliği, beslenme şekli, vücut simetrileri, üreme tarzı, boşaltım yöntemi ve tabii günümüzde DNA (genetik yapı) faktörleri öne çıkıyor. Buna göre, bütün canlı organizmalar yedi kademeli bir klasifikasyona tabi tutuluyor. (1) En tepede “âlem” (kingdom; hayvanlar âlemi veya bitkiler âlemi gibi). (2) Kendi içinde “şube”lere ayrılıyor (phylum; çoğul phyla). (3) Sonra “sınıf”lar geliyor (class). (4) Sonra “takım”lar (order). (5) Sonra “aile”ler (family). (6) Sonra “cins” (genus). (7) Nihayet “tür” (species). Bu sistem yukarıdan aşağı inildiğinde her canlıya iki terimden oluşan bir isim (binomial name) vermeyi mümkün kılıyor. Bazen bu, türün de alt-türleri olması halinde üçe çıkabiliyor (trinomial name). İlk sözcük cinsi, ikinci sözcük o cins içindeki türü, (varsa) üçüncü sözcük alt-türü (sub-species) gösteriyor. Örneğin Homo cinsi 30,40 bin yıl öncesine kadar içinde iki türü barındırıyor: Homo neandertalensis ve Homo sapiens. Derken H. neandertalensis yokoluyor. Günümüz insanı, yani H. sapiens yeryüzünde yalnız kalıyor.
Bu çerçevede, dış görünüşü itibariyle hiç birbirine yakıştıramayacağınız canlılar belirli seviyelerde bir araya gelebiliyor. Hem balıklar, hem balina ve yunuslar suda yüzer, çoğu deniz ve okyanuslarda yaşar. Ama balina ve yunusların galsamaları değil akciğerleri olması, suda erimiş oksijeni değil satha çıkıp havadaki serbest oksijeni solumaları, yumurtlamak yerine canlı yavrulamaları ve yavrularını sütle emzirmeleri, onları üçüncü kademede, yanı “sınıf” (class) düzeyinde balıklardan ayırıp memeli hayvanlara (Mammalia) dahil etmemizi gerektiriyor. İki çentik inelim; takım Artiodactyla ve alt-takım Cetacea oluyor. Bütün balina ve yunuslar bu Cetacea alt-takımını meydana getiriyor. Bugün varolan hayvanlar içinde (şimdi sıkı durun) en yakın akrabaları hipopotamlar (su aygırları), sığırlar ve domuzlar. Bunun içinde dahi inanılmaz bir çeşitlilik barınabiliyor. En tepede, ölçeğe uygun bir mavi balina çizimini görüyorsunuz (Balaenoptera musculus). Gelmiş geçmiş bütün hayvanların en büyüğü. Sağ üst köşesine iliştirilmiş dalgıç figürü, cesameti hakkında bir fikir veriyor. 30 metreye yaklaşıyor ve 173 tonu buluyor. Aşağıda yanyana yüzen iki sevimli yaratık ise Maui yunusu (Cephalorhynchus hectori maui). Balinalardan çok daha küçük olan yunusların da en
küçüğü. Ancak 1 metre boyunda ve 50 kilo çekiyor. Gelin görün ki, 29.9 metrelik mavi balina ile 1 metrelik Maui yunusunun ilk beş tasnif kademesi aynı: âlem Animalia, şube Chordata, sınıf Mammalia, takım Artiodactyla, alt-takım Cetacea. Ancak ondan sonra, sekans altıncı kademede mavi balina için aile Balaenopteridae, cins Balaenoptera, tür B. Musculus diye gidiyor. Maui yunusu için ise aile Delphinidae, cins Cephalorhynchus, tür C. hectori, alt-tür C. h. maui oluyor. Üçlü Cephalorhynchus hectori maui adı bu şekilde oluşuyor.
Bütün bunları yazarken, çocukluğum ve gençliğim geldi aklıma. Ortaokulda, o zamanki adıyla İzmir Koleji’nde (şimdi Bornova Anadolu Lisesi), Amerika’dan gelen Mr Metzgar diye bir fen öğretmenimiz çok sevdirmişti biyolojiyi. Sonra 1961’de İstanbul’a, Robert Koleje geldiğimde Lise 1’de Dr Rallou Rhasis çıktı karşıma. 1934-39 arasında İstanbul Üniversitesi’nde yürüttüğü doktorasını Cenevre’de tamamlamış; İkinci Dünya Savaşı gelip geçtikten sonra Amerika’ya gitmiş, doktora sonrası araştırmacı (postdoc) olarak Columbia’da bulunmuştu. Döndüğünde İstanbul Üniversitesi’nde asistanlığa Ermeni olduğu için alınmadığını çok sonra duyacaktım. Çok aksi ve korkulan bir hocaydı; gelin görün ki benzersiz akademik birikimiyle bizlere lise öğretmenliği yapıyor ve DNA’nın yapısı daha yeni çözülmüşken (Watson ve Crick, 1953) Biyolojinin önünde açılan yeni ufukları bir yığı ergene aktarmaya çalışıyordu. Sonra bir de Yale’de, 1964-65 ders yılında “çekirdek müfredat”ın bir parçası olarak aralarında Arthur Galston ve J. P. Trinkaus gibi ünlü isimlerin de yer aldığı acayip bir ekipten müthiş bir Biyoloji 10a-10b de almış ve ciddi surette sallanmıştım, acaba (o sırada seçtiğim diploma alanı olan) Ekonomiyi bırakıp da Biyolojiye mi dönsem diye. O derece sevmiştim, seviyordum bu diğer alanımı.
Yapmadım, atmadım bu çok radikal, aşırı radikal adımı. Yapsaydım ne olurdu, muhtemelen genel evrim teorisinde mi yoğunlaşırdım, hiç bilemeyeceğim artık. Robert Frost’un The Road Not Taken meselesi. Ekonomide devam ettim; bırakıp Türkiye’ye döndüm; solculaştım; 12 Mart’ta hapse girip çıktım; düştüm kalktım; sonra uzun ve karmaşık yollardan, meğer hep gizli sevgilim konumunu sürdüren Tarihe giden yolu buldum. Ama hem Biyolojiyle, hem Ekonomiyle karşılaşmalarımdan benim için çok önemli, çok değerli, çok kalıcı şeyler aldım. Biyoloji ile Felsefeyi birleştirmeye çalıştığım da oldu yer yer. “Genel” ile “özel”in ilişkisini düşünelim örneğin. Diyalektik bir tamamlayıcılık var aralarında. Zaten etimolojileri de bunu apaçık yansıtıyor. Türkçeye “genel” diye geçen sözcük, Proto-Hint Avrupa gene (doğurmak) kökünden türüyor; ardından hep Latincede genus (cins), gens (soy, klan), generalis ve 12. yüzyıl Eski Fransızcasında general (genel) versiyonları sökün ediyor. Bugün Türkçede “özel” veya “özgül” diye kullandığımız sözcükler ise gene Latince species (tür) diye başlayıp Ortaçağ Latincesi ve Geç Latincede specialis ve specificus, Eski Fransızcada special ve especial, 12. yüzyıldan itibaren ve Modern Fransızcada spécial, 1630’lar Fransızcasında spécifique varyantlarının hepsine yol açıyor. Hemen hangi tarihî ve etimolojik sözlüğe bakarsanız bakın, hep aynı ilişki vurgulanıyor: Genel ve özel, öyle bir kavram çifti ki, birbirinin zıddı ve birbiriyle mukayese içinde tanımlanıyor. Genel, özele göre genel; özel, genele göre özel. Her genele, bir dizi özelden hareketle ulaşılıyor. Her özel, ancak belirli bir genelin içinde varoluyor.
Cins: Bütün fiyefe dayalı devletler ve fiyef sistemleri
Böyle baktığımızda, Feodalizm ile Avrupa dışındaki fiyefe dayalı devletlerin, fiyef sistemlerinin ve bunlardan kaynaklanan değişik iktidar konfigürasyonlarının ilişkisini kurmak hayli kolaylaşıyor. Yukarıdaki balonda, gerekek Feodalizmi (=Avrupa), gerek bütün diğer fiyef sistemlerini aynı Venn diyagramı, aynı küme (set) içinde topladım. Ama aynı zamanda, o büyük kümenin içinde küçük kümeler olarak gösterdim. Neden? Bunların her biri birer “tür.” Birer “özel.” Bu özelleri veya türleri birbirine eşitlemeye kalkmak boşuna. Ama hepsinden hareketle bir “genel”e, hepsini kapsayacak “cins”e ulaşmak mümkün. Şu koşulla: söz konusu kucaklayıcı “cins”i, “tür”lerinin birinden, tek birinden hareketle adlandırmayalım. Daha somut olarak, cinsin tamamına Feodalizm demeyelim. Feodalizm (veya Avrupa Feodalizmi) varsın kalsın bir tür olarak, Bizans (pronoia), Erken İslâm (kat’ia), Selçuklu (iktâ), Osmanlı (timar) sistemlerinin ve daha nicelerinin yanısıra.
Yeter ki ne özdeşleştirelim. Ne de aradaki âlem-şube-sınıf-takım-aile-cins akrabalıklarını reddedelim. Tarıma, küçük köylü üretimine ve fiyef/timar dağıtımına dayalı hanedan devletlerinin ortak yanlarını gözden kaçırmayalım. Alternatiflerin en kötüsü, en Avrupa-merkezcisi, hem Şarkiyatçısı hem Garbiyatçısı olan 1/0, ak/kara zıtlaştırmalarından uzak duralım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024