Kemal CAN
“Adam istedi” davaları mealen şöyle bir örtülü talimata göre yürüyor: “Size suçluları bulun demiyorum, benim rahatsız olduğum şeylerin suç, benim ortalıkta olmasını istemediklerimin suçlu olmasını temin edin.” “Gazete yayın politikası değiştirmek”, “terör örgütüne üye olmaksızın desteklemek”, “etki ajanlığı yapmak” gibi suçlar böyle imal edildi.
18 Ekim 2017’den bu yana hapiste tutulan Osman Kavala için beklenen iddianame, Gezi Davası olarak geldi ve mahkeme tarafından da kabul edildi. Daha önce çıkan/çıkartılan haberlerden de anlaşıldığı ve beklendiği üzere; tuhaflıklarla, saçmalıklarla dolu, içinde delil bulunmayan süper kalın iddianameler dizisinde yerini aldı. İddianame, Cumhuriyet Davası’nda, milletvekili yargılamalarında olduğu gibi, hesap sorulması istenen durumu -TCK’da yeri olsun olmasın- suç haline getirmek, sonra da bu hikayeye uysun uymasın malzeme yığmak, inandırıcı dursun durmasın uyduruk bağlantılar icat etmek üzerine kurulu. Yıllar önce yazılmış bir kitap, bir tiyatro oyunu, çekilmemiş bir belgesel, sivil toplum faaliyetlerine destek, uluslararası sivil toplum hareketlerinin uluslararası fon kullanması, basın açıklaması yapmak, internet sitesi veya TV kanalı kurmaya çalışmak, seyahat etmek, sohbet etmek gibi nasıl bir suç teşkil ettiği belirsiz faaliyetler, tamamen iddianameyi kaleme alanın özel “değerlendirmeleriyle” ortak ve büyük organize bir suçun parçaları olarak sunuluyor. Gizli olmayan, son derece sıradan ve gündelik görüşmeler polisler gizlice fotoğrafını çekti veya dinledi diye kanıt olarak sunuluyor. Son derece sıradan konuşmaların tapeleri anlamından kopartılıp; arkasında, “görüldüğü gibi”, “anlaşıldığı gibi” lafı eklenip suçlamalara dayanak yapılıyor. Birbiriyle tanışmayan insanlardan örgüt yönetimi yaratılıyor.
657 sayfalık iddianamenin çok büyük bir bölümü, 2013 yılında -çoğu şimdi hapiste veya kaçak olan yargı ve güvenlik mensuplarınca- yapılmış telefon dinleme ve teknik takip kayıtlarından oluşuyor. Yani, iddianameye dayanak oluşturan ve en çok kullanılan malzemeler, “FETÖ Davası” sanıkları eliyle hazırlanmış. Ancak iddianame, yine aynı cemaate bağlı itirafçıların “Gezi’yi destekledik” ifadelerine de yer vermekte bir sakınca görmüyor. Bu yaklaşımla, devletin içindeki kumpasçı bir örgütün gizli emellerinin yanı sıra çok güvenilir ve düzgün dinleme kayıtları tutmaya devam ettiğine inanılıyorsa, altı yıl önceye dönülerek raflardan indirilen Gezi soruşturması yanında, daha önce takipsizlik verilen bazı tapelerin de yeniden değerlendirilmeye alınması gerekmez mi? (Neyse bu onların iç meselesi…) İddianamenin uluslararası komplo kanıtı diye öne sürdüğü -neredeyse tamamı daha önce iktidara yakın medyada yayınlanmış- tuhaf çıkarımlar, hayal gücü sınırlarını zorlayan bağlantılar da evlere şenlik: İddianameye göre, Türkiye öyle bir ülke ki, üç gün burada kalan bir Sırp vatandaşının birkaç kişiye verdiği eğitimle -o eğitimin de kanıtı yok; adam Türkiye’ye geldiği için iddia makamı “herhalde vermiştir” diye düşünüyor- 3,5 milyon kişi harekete geçiyor. Ayrıca, böyle bir hareketi bütün dünya şer güçlerinden aldıklarıyla yönetenler, bir internet sitesi veya belgesel için bir türlü para bulamıyor. Ismarlama davanın kanıtı da bu kadar oluyor.
Otoriter bir yönetim tesis etmenin en etkili araçları, ceza ve ödül (kayırma) sistemi üzerindeki mutlak hakimiyet gösterileridir. Daha sonra büyük hukuk skandalları olarak kayıtlara girecek, yapanlar cezalandırılmak zorunda kalacak olsa da, iktidar sahipleri sürmekte olan sembol davaların davacısı, savcısı, hakimi, hamisi olmaktan kaçınamazlar, söylemeyi çok sevseler de yargının bağımsız olmasını istemez/isteyemezler. Çok uzun bir geçmişten bahsetmiyoruz. Ergenekon, Balyoz davaları sırasında, bu yargılamaların sahibi, hamisi olunduğu ülkenin meydanlarında açıklandı; sonra da, o davaları yürüten bütün savcılar ve hakimler yine bu sözlerin sahiplerince kumpasçı ilan edildi. Kendi bekasını katı bir otoriterliğin gölgesine yerleştirenler için, sonradan ortaya çıkabilecek utandırıcı tutarsızlıklar, ceza sopasını keyfi kullanabilme iştahını asla durdurmuyor. Hele bu tutarsızlığı ve suçu yükleyecek birileri, buna inanmış görünen kalabalıklar bulmak zor değilse. Hatta o davaların bazı mağdurlarının, şimdi o davaların hamisinin himmetine sığındığına bile tanık olunuyor. 2007-2012 arasında yargıdaki güç imkanını ağırlıkla taşeron eliyle kullanan iktidarın durumu böyleydi. Kullanılan maşanın hevesli olması, elverişli olmasını da sağladığı gibi, olup bitenin sonuçlarından sıyrılmayı da kolaylaştırdı. (Gerçi bu kadar kolay olması da fazla garip ama neyse…) Elbette, bu sonsuza kadar tekrar tekrar yenilenebilecek bir durum değil ve yargının bir infaz kurumu haline gelmesiyle de giderek daha zorlaşıyor.
Otoriterleşme dozu, iktidarın şahsileşmesi, en hayati güç alanlarının doğrudan kontrol edilmesi ihtiyacı ve baskı alanının genişletilmesi gibi nedenler, artık yeni bir ceza uygulaması pratiğini gerektirdi. Aynı dönemde ortaya çıkan Gezi protestoları, 17-25 Aralık, MİT TIR’ları, “seni başkan yaptırmayacağız”, Barış Bildirisi gibi kritik gelişmeler, hem kişiselleşmiş iktidarın bekasını tehlikeye sokan, hem de Erdoğan için şahsi itibar meselesi haline gelen ve cevapsız bırakılamayacak bir “intikam ihtiyacı” yarattı. “Adam kazandı” cümlesini tamamlayacak “adam istedi” davaları süreci böyle ateşlendi. Her biri sonraki yıllarda -belki sadece Türkiye’de de değil- ibret davaları olarak anlatılacak seri böyle üretildi. Zırvalıklarla dolu iddianameler, basit gösteri kurallarına şeklen bile uymayacak yargılamalar, değil hukuk akıl sınırlarını bile zorlayan mahkeme kararları. Bunu hâlâ büyük bir pişkinlikle izleyebilen, görmezden gelebilen unvan sahibi yandaşlar, destekçiler. İstenen ve lazım olan intikam için, meydanlardan verilen “hesap verecekler” talimatlarıyla başlayan ve süren, Gezi Davası, Cumhuriyet Davası, dokunulmazlıkların kaldırıldığı HDP’li vekillere ilişkin davalar, Barış Akademisyenleri Davası ve kırılamaz dünya rekoruna doğru koşan hakaret davaları. “Adam istedi” davaları mealen şöyle bir örtülü talimata göre yürüyor: “Size suçluları bulun demiyorum, benim rahatsız olduğum şeylerin suç, benim ortalıkta olmasını istemediklerimin suçlu olmasını temin edin.” “Gazete yayın politikası değiştirmek”, “terör örgütüne üye olmaksızın desteklemek”, “etki ajanlığı yapmak” gibi suçlar böyle imal edildi.
Her biri güvence altında olması gereken hak olan eylem ve faaliyetlerin suç haline çevrilmesiyle yetinilmeyip, Gezi’ye doğrudan sokaklarda katılan 4 milyon, HDP’ye oy veren 6 milyon kişi; barış isteyen, hayır diyen ve iktidarın arkasında hizaya girmeyen herkes -seçilmiş temsilciler üzerinden- suçlu ilan edilmeye kalkılıyor. Korkusu hiç tükenmeyen iktidarın bekası için, memleketin geri kalanıyla davalı olanlar, kendilerini de yiyip bitiren bu saçma genişlemeden kaçınamıyorlar. Şer cephesini kendi tabanında bile “yok artık” dedirten genişliğe vardırırken, destekçilerini de beka davalarında müşteki olmaya zorluyorlar. Suç ve suçlu genişletmesinde, her bir yeni iddianame, her bir yeni kararla saçmalık dozunu mecburen yükseltiyorlar. Daha önce de çok tartışıldı; garip bağlantılara, uydurma kanıtlara mesnetsiz suçlamalara gerek duyulması hukuki kılıf veya meşruiyet zemini arayışıyla ilgili değil; intikam ihtiyacının tatmin edici biçimde karşılanması için. Çünkü, “adam istedi” davaları, sadece verilecek cezalarla yetinilmeyen bir talep içeriyor: Suç ve suçluyu, ihtiyaç duyulan hesap sorma ve intikama uygun biçimde tarif etme. Tıpkı “adam kazandı” durumu için tatmin edici bir rakama ihtiyaç duyulması gibi. Her zorlama güç gösterisinin aynı zamanda bir çaresizlik itirafı olması yüzünden, “adam istedi” davaları asla “adam kazandı” diye sonuçlanmayacak.
Yazarlar
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025