Yıldıray OĞUR
Okulunun en tembel öğrencisiydi. Sürekli derslerden çakardı. Ortaokulu güçlükle bitirmişti. Lise 1’de yine çakmıştı. Babası memurdu. Güç bir hayatları vardı. “Okuması gerektiğini başka çaresi olmadığını” söyleyen babası kaydını Bakırköy Lisesi’nden Pertevniyal Lisesi’ne aldırmıştı.
İlk ders kimyaydı. Hocası Deli Hulusi... İlk derste bir çocuğu kaldırıp kulağından yakalamış, başını tahtaya vurmuş, bir kere daha vurmuştu. Büyük bir korku içinden okuldan kaçıp Şehzadebaşı’na gitti. Sinemayı tiyatroyu böyle keşfetti. Mektebe uğramıyor, sinemalarda vakit geçiriyordu.
Sonra tekrar babası onu Pertevniyal’den de alıp Bakırköy’deki Bezezyan Ermeni Lisesi’ne kaydetti. Büyük bir köşkteki lisenin şartları kötüleşmişti. Öğrenciler mangal başında ders yapıyorlardı. Sonra birden Milli Eğitim Bakanlığı liseyi öğretmenlerine “maaş veremediği ve yolsuzluklar yapıldığı” iddiasıyla kapattı. Öğrenciler sokakta kalmışlardı.
Oradan Boğaziçi Lisesi’ne geçti. Bir gün Kimya dersinde içeriye bir hoca girdi: Deli Hulusi’ydi bu... Hoca girer girmez sınıftan çıktı, dersi boykot ediyordu ya da korkmuştu... 11. Sınıfı 4 sene okumuştu...
Ama eğer Hababam Sınıfı karakterlerine benzeyen bu haylaz ve şansız öğrencinin karşısına okuduğu okullardan birinde bir Mahmut Hoca çıksaydı, belki de onu hiç tanımayacaktık. Aslında o zaman bir Mahmut Hoca da olmayacaktı.
Sürekli sınıfta kalan, okul okul gezen, bir okulu kapatılınca sokakta kalan, dayakçı öğretmenlerden korkup okulu kıran o öğrenci Münir Özkul’du.
Mahmut Hoca’nın sözünü dinlemeyen, Hababam Sınıfı’nın en haylaz öğrencisi büyük bir yıldız olacaktı.
Muhsin Ertuğrul’un öğrencisi olarak 14 yaşında çıktığı sahnelerde 50’lerin ortasından itibaren tiyatro ve filmlerin aranan bir aktörü haline gelmişti.
Sansürün kol gezmesi de onları durdurmuyor, bir film için gazetelere verdikleri ilanda “Ankara sansür heyetinin ittifakla beğendiği film” diye başlık atıyor, ülkenin yaratıcılığa karşı esen şartlarıyla dalgalarını geçiyorlardı.
60’ların başlarında şöhreti zirveye çıkmıştı artık. Bir gün bir rol için boyattığı kırmızı saçlarıyla, bir ziyaret için gittiği adliyede görülmesi ertesi günkü gazetelerde haber oluyordu.
Darbe yıllarıydı. Ama onun tiyatrosu “Çöpçatan General, Generalin Aşkı, Şaşkın Diktatör” adlı oyunlar oynuyordu.
Ama her şey sahnede göründüğü kadar neşeli ve debdebeli değildi.
1963 yılında Şaşkın Diktatör’ü oynamak için sahneye çıkmadan az evvel verdiği bir röportajın başlığı şöyleydi: “Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum....”
Röportaj şöyle başlıyordu:
“Sahnenin arkasından birisini çağırdı. Eski bir beş liralık verdi. “Bana bir cep konyağı ile biraz çikolata al dedi. ”Saçları darmadağınık, giyinişi hırpaniydi. “Tiyatroda içmek yasak değil mi” dedim. “Aa şey.. Öyle ama.. Ben çok sıkılganımdır. Konuşamam...”
Patronun karşısına çıkıp meydan okuyan Yaşar Usta’dan çok, başını utangaç bir ifadeyle kaşıyan Turşucu Kazım’a benziyordu:
“Hayatım boyunca resmi dairelere ya üç ya da dört kez girdim. Kalabalık yerlerden, insanlardan sıkılıyorum, konuşamıyorum. Utanıyorum... Evleneceğim zaman da öyle olmuştu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Nikahtaki kalabalıktan korkuyordum. Sonra bir gün her şeyi göze alıp, karar verdim. Ani oldu... Sahneye çıktığım zaman bütün korkulardan sıyrılıyorum.... Sıkılganlığım gidiyor üzerimden...Bu bitişteki alkışlara kadar devam ediyor. Alkışlarla birlikte oyunun bittiğini anlıyorum ve sonra aynı durum...”
Varoluşsal sorunlar, tatminsizlik maddi problemlerle birleşmişti. Röportajı yapan Halit Çıpan, az sonra yüzlerce kişinin dakikalarca ayakta alkışlayacağı büyük bir oyuncuyla yaptığı röportajı şöyle bitirmişti:
“Münir Özkul şimdi site tiyatrosunun sahibi...Bir sürü imkansızlıklar içerisinde kendi yağıyla kavrulmaya çalışıyor. Bir ara üstündeki elbiseyi gösterdi “Tek bu, başkası yok” dedi.”
Sonra o varoluşsal sorunları büyüdü. 60’ların ortasında tiyatronun zirvesindeyken ortalıklardan kayboldu. Nereye kaybolduğunu 1970 yılında Abdi İpekçi’ye verdiği bir röportajda anlattı:
“... bir gün Sait Faik ‘Sen alkoliksin, bu çevreden kop. Beni siroz ettiler, sen kurtar kendini” dedi. ‘Neyi kastediyorsun Sait, anlamadım’ dedim. ‘Bak işte etrafına’ dedi.... ‘Bir duruma gelirsin, onlar getirdik derler seni. Sonra da eteğine yapışırlar... çok büyük insan çıksın istemez o çevre...’ Sonra zamanla anladım ki o çevre dediği sanatla bilfiil uğraşmayan, bir takım ölçüler ortaya koyan, kıymet değerlerini tayin eden garip bir zümre... İnsanı kendi kurallarına, kendi ölçülerine uymayan şeyler yapmaya zorluyor ve ters bir yola götürüyorlar... Onlara kendini beğendirme zorluğu hissediyor insan. Hem de farkına varmadan... bir takım Avrupa aktörleri, Avrupa piyesleri beğenmeye başladım. Dümbüllü’ye, Naşit’e sevgim azaldı. Çok ters geldi. Çıkamadım da işin içinden. Hem öyle Garp kültürüm filan olsaydı belki uygun olabilirdi. Bir çıkmaza girdim... Bunlara sırt çevirip halka yönelmenin, gerçek halk beğenisine varmanın en doğru yol olduğunu buldum. Fakat o halk da çok fakir, tiyatroya gelmiyor.”
Sahnede insanları kahkahalara boğan, büyük bir oyuncunun kültürel çatışmalar, varoluşsal bunalımlar sonucunda sığınağı alkol olmuştu. 4-5 yıl tedavi oldu. Gitmediği doktor, yatmadığı hastane kalmadı. Hiçbirinden fayda görmedi. Gazetelerde alkol sorunları olduğu üzerine yazılar çıkıyor, bu yüzden son anda oyunlara çıkmadığı yolunda eleştirel haberler yapılıyordu. Yalnızlığa ve işsizliğe terk edilmişti.
Sonunda Freud’un alkol bağımlığı üzerine söylediği bir söz kafasını açtı: “Küçükken kafasında kurduğu dünya ile gerçek dünya arasında öyle bir uçurum vardı ki, bu uçurumu ancak alkol gibi bir köprü giderebilir.” Psikanalizle ilgilenmeye başladı. Çareyi kendinde buldu. Bir gün eşi Suna Hanım onu kendine getiren o sözü söyledi: “Münir, feci bir açlık geliyor. Yani çok işsiz kalacağız. Ben yarından itibaren tiyatrolara iş için gideceğim.”:
“Peki, dedim odama çekildim. Ağlamaya başladım. Kendi kendime “Yahu koca Münir Özkul oldun. Böyle yazıhane, yazıhane dolaşıp da iş arayacak hale mi gelecektin” dedim...Ben Allah diye bir kuvvete inanıyordum. Ama dargınım senelerdir. Çünkü, ben hiç bir kötülük kimseye yapmadım. Hayatımda bir tek yalan söylemedim. Bu duruma düştüm. Adım da Münir Özkul. Hakikaten “öz kulum” dedim... Ama bana ne oluyor. Ne yaptım da oldum? Kendi kendime ağlayarak konuşmaya başladım... Ve bir kahkaha duydum. Bir ses dedi ki; ‘Ne demek koskoca Münir Özkul. Bu laf de ne?.. Demek sen işini değil, kendini sevmeye başlamışsın. Böyle bir koca Münir Özkul yaratmışsın. Yeniden başla’ dedi... Ve onun için de bir ceza düşündüm kendi kendime... O gururumu şımarıklığımı şey etmek için bana o ses kafamı kabak gibi kazıtmamı söyledi. Çok fena bir şey toplumda öyle gezmek... Herkes suratına bakınca gülecek. Eğer gururumu yaralayıcı bir şeyse zaten bu mesleği yapamam. Çünkü komik olmak, Türk tiyatrosunun önemli bir merhalesi. Kavuklu olmak çok yüksek bir merhalesi. Belirli bir dünya görüşüne varacak insan, onu sahnede söyleyecek.”
1968 yılında, nefsiyle verdiği büyük kavgaları kazanmış, yeniden zirveye çıkmıştı. İsmail Dümbüllü kavuğu onun başına geçirmişti.
Sonra hep istediği gibi büyük kitlelerle onu buluşturan filmler geldi. Hababam Sınıfı serisi, Neşeli Günler...
Ama Mahmut Hoca’nın, Yaşar Usta’nın, Turşucu Kazım’ın mutlu mesut küçük hayatlarına benzemiyordu onunki. Yeniden benzer sorunlar yaşamıştı. Ve 1986 yılında verdiği röportaj..
Pınar Türenç’ın yaptığı Milliyet’teki röportajdan okuyalım:
“Taksim’den Fındıklı’ya inen yokuşun üzerinde zemin kattaki küçük, loş evin çalışma masası, tasavvuf kitaplarıyla doluydu. Duvarda eski Türkçe yazılı tablolar, Münir Özkul’un elinde ise içki kadehi yerine çayla dolu bardağı vardı. Dev tespihi masanın üzerinden sarkıyordu. Eskisi gibi sıkılgandı. Sımsıcak gülerek, çok yavaş sayılabilecek ses tonuyla, ağır ağır konuşuyordu:
Batılı sanat anlayışımı, Batılı gözle dünyaya bakışımı değiştirdim. Bir Batılı gibi görünmeyi bıraktım artık. Çocukluğumdaki gibi düşünmeye, babam gibi görmeye başladım. Aslıma döndüm. Babam da çok dindar bir kişiydi. Tasavvufa meraklıydı. Şimdi onun gibi oldum. Vaktiyle babamın savunduğu fikirleri reddederdim. O zamanlar babamın fikirlerini savunanlara gerici derdim. O tür fikirleri kabul etmez, onu geçmek isterdim. Galiba bu da doğanın kuralı. İnsan hep büyüklerini geçmek istiyor... İnsan bu İstanbul şehrinde bunalıma düşüyor. Burası karışık bir dünya. İşimiz burada. Sıkışıp kalmışız. Kültür yozlaşması, insanları perişan ediyor. Ne Doğulu oluyorsunuz, ne Batılı. Karmaşa içindesiniz.”
Münir Özkul, 92 yaşında dün hayatını kaybetti.
Çok az kişi onu oynadığı Batılı tiyatrolardaki büyük karakterlerle hatırlayacak.
Pek çoğumuz için o Hababam Sınıfı’nda sert mizacının altında müşvik bir kalp atan Mahmut Hoca, Gülen Gözler’de evine uçakla giren Vecihi’nin sakarlıklarına bile tahammül eden ama ailesini korumak için patronunun karşısına dikilen Yaşar Usta, bazıları için Neşeli Günler’de Saadet Hanım’la turşu kavgası yapan, çocuklarına pek de lezzetli olmayan yemekler yapan, dikişlerini diken, palavracı Ziya’nin abisi yoksul turşucu Kazım Efendi...
Ama herhalde yakın çevresi dışında çok az kişi bu büyük ama sahte karakterler dışında gerçek Münir Özkül’u hatırlayacak.
Mütevaziliği, çekingenliğiyle, büyük kalabalıkların onu yakından tanımasına izin vermedi çünkü. Onun hayatı, oynadığı karakterlerin arkasında kaldı.
Halbuki, abartılı bir neşe içindeki aileler, gerçek hayatta görünmeyecek kadar dayanışma içindeki insanlar, sürekli gülen gözler, kalp krizleri geçirten fazla idealizm, fazla diğergamlıkla dolu bütün o karakterlerden daha gerçekçi, daha zor, daha büyük bir karakteri bizzat kendi hayatında oynamıştı.
Hakikati ve mutluluğu bulmuş, kendinden ve doğrularından emin bütün o sürreal kahramanların ötesinde, Münir Özkul, Türkiye modernleşmesinin kimlik sancılarını bizzat yaşamış, yaratıcı ve farklı insanları aşağıya çeken devletin, toplumun baskılarının acısını çekmiş; kimliğini, hakikati ve mutluluğu aramaya cesaret etmiş gerçek bir kahramandı.
İçimizi ısıtıp, güldüren, ağlatan bütün o karakterler de onun acı çekerek, düşünerek, hesaplaşarak yükselttiği sanatının mevyeleri.
92 yaşındaki büyük bir ustaya veda ederken bugün o içimizi ısıtan, bizi mutlu eden, iyi şeyler hatırlatan bütün o karakterler dışında, gerçek Münir Özkul’u ve onun hepimizin hikayesi olan gerçek hikayesini de hatırlamalıyız.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAUmut Hakkı, Özgürlük ve Demokratik Gelecek: Toplumun Vicdanına, İktidara ve Halklara Çağrı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSuriye’de haberler kötü 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURErbil’deki tartışma: Zor yakalanan mı zor olan mı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanHukuk devletinden uzaklaşmak boşuna değildi, tam da bugünler içindi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUMerkeziyetçilik bütün kötülüklerin anasıdır! 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNYıkıcı korku değil kurucu cesaret 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciPiyasaları kim hazırladı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERGeri Çağırma Hakkı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVer elini kayyumokrasi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ1 Eylül Dünya Barış Günü ve toplumsal sorumluluk 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNYargı İstanbul Yönetimini Görevden Alınca CHP Direniş Kararı Aldı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilMillî mi, Evrensel mi? Muhafazakâr Savunma Sözlüğünün Anatomisi 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBarış Umudu 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRT20 Yılda Ne Değişti? 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazRüşvetçileri merak eden bir savcı var mı? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Kusursuz fırtına’nın tam ortasında: Türkiye krizler kavşağında hangi yola sapacak? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMalazgirt ruhu: Sultan Alpaslan ve Cevdet Sunay yeni Türkiye’ye el sallıyordu 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: İtalya-Güney Tirol Özerk Bölgesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluKim demiş İslam ülkeleri bir araya gelemiyor diye 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞDİYANET NE ZAMAN ”KENTLİ” OLACAK? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNLevant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBir Demokrasi Kurultayı hikâyesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞAnayasa Madde 66: Türk vatandaşlığı 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAktaş serbest, Özer niye tutuklu? İşte skandalın kanıtı 3 rapor 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan çok beğenmiştir… 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİPlazma Toplumu: Bir sinyal okyanusunda yüzen balıklar gibiyiz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasLiderleri neden ‘insan üstü’ gibi görüyoruz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKızışan Ortadoğu ve Amerikan sağında ihtilaflar 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANSiyaset kulislerinde konuşulan baskın seçim senaryosu… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunBarışın kaçınılmazlığı… 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBüyük hesaplaşmaya doğru 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuAnkara neden huzursuz? 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYATürk futbolunun acı gerçeği: Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCezaevinden yükselen çığlık: Yaşamak istiyorum! 29.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Baba Evi’nde Yarenlik… 28.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluGerçekten “adrese teslim” kadro ilanı, memurken başka yerde okuma rahatlığı ve yandaş medyanın “ezbe 28.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİR"KILIÇ KININDAN ÇIKARSA!" 28.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgünİsrail hedefine ulaşırken… 27.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktanİslam ülkelerinin liderleri de acaba bir gün utanır mı? 27.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİran yeniden menzilde 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelTek adama alışmış bir ülkede CHP'de ‘çift lider’ stratejisi ne kadar çalışır? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava Tümseği 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKalıcı toplumsal barış: Engeller, imkanlar 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKardeşlik 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİller Bankası Genel Müdürü Recep Türk: Listemizde sadece Aydın yok 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMutlak kötülüğün mutlak zaferine doğru mu? 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçDiyanet anayasaya aykırı bir hukuk rejimi öğütleyemez! 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
2.09.2025
30.08.2025
27.08.2025
23.08.2025
20.08.2025
18.08.2025
16.08.2025
13.08.2025
11.08.2025
9.08.2025