Ahmet TAŞGETİREN

Ahmet TAŞGETİREN
Ahmet TAŞGETİREN
Karar Tüm Yazıları
Siyaset ırmağı kirlenirken…
29.06.2025
52

Cumhurbaşkanı Erdoğan keyifli: Ana muhalefete vururken de keyifli, “Dostum Trump”la başlayan cümleler kurarken de… Erdoğan 18 - 19 Martla başlayan süreçte İmamoğlu dahil onlarca CHP’li belediye başkanı ve bürokratının yolsuzluk iddiası ile harmanlanarak içeri alınmasını, üstelik buna bir de CHP kurultayına yönelik “mutlak butlan” davası açılmasını tabii bir yargı süreci gibi okumayı ve onun üzerinden propaganda geliştirmeyi tercih ediyor.

Yargının itibar kaybı: Oysa ülkede çok dramatik bir kamuoyu gerçeği var, ki yargıya güven yerlerde sürünüyor. Uluslararası kamuoyunun “Türkiye algısı” da maalesef bu yönde. İmamoğlu ve CHP’ye yönelik davalar “siyasi gerekçe” ile irtibatlandırılıyor. “İmamoğlu” malum, Beylikdüzü’nden bu yana Ak Parti’yi ve daha önemlisi Erdoğan’ı geride bırakıyor. Ayrıca CHP’nin muhtemel Cumhurbaşkanı adayı, seçimlerde favori olarak gözüküyor. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan buna bakmıyor. O hiçbir zaman kendini “savunma konumu”nda görmeyi – göstermeyi tercih etmedi.

Kılıçdaroğlu üzerine oyun kurgusu: CHP’ye kayyım atanma ihtimalini de içeren “Mutlak butlan” davası, parti içinde bir “Kılıçdaroğlu sancısı” oluştururken Cumhurbaşkanı Erdoğan da “13 yıl önünde düğme iliklenen” sıfatını ekleyerek Kılıçdaroğlu’na bir okumaya göre sahip çıktı. İlginçtir Kılıçdaroğlu da “mutlak butlan”ın ardından kendisine yol açılacağı beklentisi içinde göründü. CHP’ye yönelik yargı operasyonunda bir duruşu görülmedi Kılıçdaroğlu’nun… İmamoğlu’na mesafeli duruyor. Özgür Özel’in 18 - 19 Mart’tan beri yürüttüğü yargı operasyonunu püskürtme çabasına da deyim yerindeyse Fransız kaldı. İktidar medyasında sürdürülen “Hep İmamoğlu, hep İmamoğlu, ülkenin başka meselesi yok mu?” türünden bir yaklaşım, ilginçtir muhalif konumdaki Nefes gazetesine manşet oldu.

İmamoğlu direnci kırılır mı?: 31 Mart’ta, mahalli seçimlerde CHP’nin birinci parti haline gelmesinin, üstelik Türkiye nüfusunun yüzde 80’ini etkileyen şehirlerde iktidar olmasının Erdoğan’ı endişelendirmesi çok tabii. Ne yapılabilirdi? CHP’yi belediyelerde yıpratmak gerekirdi. İmamoğlu sembol şehrin Başkanıydı. Üstelik CHP’nin gelecekteki Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmişti. Ama bir anlamda “sade vatandaş”tı. Yani dokunulmazlığı falan yoktu. Deyim yerindeyse “Bir davalık canı” vardı. İşte “yolsuzluk suçlaması” ile ve “suç örgütü lideri” gibi açık itibarsızlaştırıcı bir yafta ile dev bir operasyonla içeri alandı, ardından onlarca kişi tutuklandı, oldu bitti! Bu tür meydan okumalar AK Parti döneminde çok yapıldı. Genelkurmay Başkanı “terör örgütü lideri” yaftası ile tutuklandı, daha ötesi var mı?

Meydanlar ne kadar direnir?: İlker Başbuğ’a sahip çıkan kitleler olmadı. Ergenekon günleriydi. Zekeriya Öz’ün gümbür gümbür iş gördüğü zamandı. İmamoğlu’nda öyle olmadı. Özgür Özel olayı İmamoğlu’yla sınırlı görmedi, İmamoğlu ikinci defa tekrarlanan İstanbul başarısı ile önemliydi, partideki “Değişim” söylemindeki birliktelikle önemliydi, ayrıca “İmamoğlu’na yönelik operasyon” onunla sınırlı değildi, böyle okudu Özgür Özel, meydanlara çıktı, kitlelerle buluştu, hem İmamoğlu’na yönelik duyguları besledi hem de kendisini liderleştirdi. Ne kadar sürdürülebilirdi bu meydan coşkusu? “Bir kişi” için insanlar ne kadar meydanlara koşardı ki? Belli ki parti içinde de bu Özgür Özel’in yorulacağına, kitlelerin heyecan kaybına uğrayacağına inananlar oldu. İktidarın beklentisi de o yönde olmalıydı ama meydan coşkusu da Özgür Özel’in “İmamoğlu’na güven iradesi” de şu ana kadar sarsılmadı.

Gizli protokol: Bende Kemal Kılıçdaroğlu’na ilişkin bir “kara sayfa” var. Evet, “Helâleşme” çıkışını önemsedim, takdir ettim, ama bir kara sayfa… Cumhurbaşkanı adayı ilan edildikten sonra 6’lı masa paydaşlarına haber vermeden Ümit Özdağ ile protokol imzalaması ve kazanırsa devletin önemli kurumlarını onun partisine vereceğini vadetmesi… Üstelik bunu açıklayıncaya kadar kamuoyundan, daha kötüsü paydaşlardan saklaması… İşte bu bir lider için kara sayfa… Soru şu: Kılıçdaroğlu şimdiki ilişkilerde neyi saklıyor?

İç cephe: Hem Erdoğan’ın hem Bahçeli’nin bir “İç cephenin tahkimi” gündemi var. Muhtemel İsrail tehdidine karşı gündeme geldi taa Meclis’in açılışında. “Öcalan’lı süreç” de böyle başladı. “Terörsüz Türkiye” gerçekleşir, bir de “İç cephe” tahkim edilirse Türkiye’yi kimse tutamazdı. “İç cephe tahkimi” toplumsal barış demekti muhtemelen. Ama sanki CHP’ye, yani halen ülkenin birinci partisi konumundaki ana muhalefet partisine yönelik operasyonlar, üstelik yargıya güveni de sarsan operasyonlar, sanki “iç cephe sorunu” içinde görülmüyor gibi… Cumhurbaşkanı Erdoğan operasyonlara sahip çıkan söylem ile iç cepheyi aynı anda dile getirebiliyor. Bu da iç cepheyi samimiyet boyutu tartışmalı bir “siyasi retorik”e indirgiyor. Benzeri nitelikte, iktidar cenahında mesela emeklilerin, asgari ücretlilerin, işsizlerin yaşadığı dramatik durum da “iç barış – iç cephenin güçlendirilmesi” ile bağlantısız görülüyor.

Ne diyorum?: Ben Cumhurbaşkanı’nın bazı meselelerde “parti dili”nden daha kavrayıcı bir “milli dil”e yönelmesi gerektiğini düşünüyorum. Yargı bağımsızlığı, yargının araçsallaştırılmaması, iç barış, iç cephe tahkimi, insanların içine düştüğü ekonomik boğulma hissi gibi… Bu alanlarda yapılacak samimiyet sorgulaması, ülke için de kişiler için de sağlıklı olmaz. “Yargıdaki sıkıntılara ilişkin utangaç açıklamalar” işin farkında olunduğunu ama bir yere yönelik çekince ile doğru hamlenin yapılamadığını gösteriyor. Oysa sel gider kum kalır. Kalıcı olabilme sınavında herkes…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar