Gürbüz ÖZALTINLI
Gazetede yazmaya başladığımdan bu yana, yalnızlığımın rengi değişti. Evin içine, Haneke ya daDemirkubuz atmosferi çöktü. Bir yandan günlük ilgilerim içinden hayatım akıyor; diğer yandan eve girdiğim anda açıp, yatarken kapattığım televizyonun, “dışarıdan” taşıdığı bin bir türlü ses ortalıkta dolaşıyor. Dünya Kadınlar Günü’nün akşamında, koltuğa yayılmış elimdeki gazeteyi evirip çevirirken kulağıma dokunup geçen jingle’ların, “olay yerinden bildiren” heyecanlı muhabir bağırışlarının, silah seslerine karışmış “her yöne” tarifelerin içinden, bir cümle geldi “dikkat” düğmemi buldu:“Ama, Türkiye bir İsveç değil ki”...
Bu cümleyi nerede olsa tanırım. Kafamı kaldırdım. Karşımda, Nagehan Alçı ile Ahmet Kekeç’iİstanbul’da gerçekleşen FEMEN eylemini tartışırken buldum. “Türkiye İsveç değil ki”; Kekeç, eylemi onaylamadığını, polisin müdahalesini haklı bulduğunu bu cümleyle açıklıyordu. Nagehan Alçı, eylemin eleştirilebileceğini ama ne kadar marjinal olursa olsun, herkesin kendini şiddete başvurmadan dilediği gibi ifade edebilmesi gerektiğini söylüyordu. Tartışma giderek tekrara dönüştü, süre bitti, pazartesi görüşmek üzere ayrıldık.
Baştan söyleyeyim: FEMEN’i seviyorum. Zannettiğiniz gibi değil; daha doğrusu sadece o nedenle değil. Bu kadınların, kadın bedeni üzerine oynanan erkek oyunlarına dair dağlar kadar birikmiş feminist eleştiriden haberdar olmadığını düşünemeyiz. Kimliğin çıplaklık üzerinden metalaştırılması vs. üzerine ciddi konuşmalar yapmak insanı gülünç düşürebilir gibi geliyor bana. Burada basit bir seçim var; her ezilenin aklından geçebilecek kadim bir yol: “Ben seni, senin silahınla vuruyorum.” Evet, çıplaklıktan yarar ummak ilk bakışta erkek ideolojisine verilmiş bir ödün gibi görünebilir. Karşılığı; sert bir eleştirinin görünür kılınması, bir avuç insanın eylemiyle ayrımcılığın dünyanın suratına çarpılması oluyor. Fakat, FEMEN’in çıplaklığında basit bir pragmatizm görmek zayıf bir bakış olmaz mı? “Sen beni çıplaklaştırarak ezdin, kullandın, al bakalım şimdi bu çıplaklığı nerene koyacaksın”diyen bir radikalizm sezilmiyor mu burada? Bir erkek deşifrasyonu; “beni sen soydun” diyen bir çığlık olarak neden kabul edilmesin bu? Çünkü, bakın bakalım basit bir magazin estetik mi buluyorsunuz onların çıplak eylemlerinde. Gerçeğinden daha da gerçek şiddet makyajlarında, insanı paramparça eden çığlıklarında neler görüyorsunuz. Sadece çıplaklık görenlere söylenecek sözler burada bitiyor.
Fakat bu yazının asıl konusu başka.
“Burası İsveç değil”. Bu argümanı biraz yapısöküme tabi tutsak diyorum.
Vesayeti meşrulaştırırken askerlerin de sıkça başvurduğu bu söylemde vurgu rölativiteye değildir. Yani, İsveç de değerli bir büyüğümüzdür ama biz de en az o kadar değerliyiz çağrışımlarından çok,“keşke olabilseydik”çi bir sahte mesaj (da) içerir. Bu da boşuna değildir. Bugün muhafazakârların da yaslandığı “demokrasi”, “insan hakları”, “bireysel özgürlükler”, “eşitlik” gibi kavramlar Batı icadıdır ve işte İsveç bu Batı’nın bir sembolüdür. Sadece siyasal kavramlar da değil; İsveç denince, kalkınmışlık, refah toplumu, barışçıl bir dünya da gelir aklımıza. Bütün bu çağrışımlar; dönüp kendi coğrafyasına dürüstçe bakan her aklıselim insan için, “eşit bir ülke” yerine, ulaşılması gereken ileri bir sembole dönüştürür “İsveç”i.
Şu kaçış yolu da kapalıdır: Batı’nın teknolojisi ve refahını alalım, kültürel dünyamızı muhafaza edelim. Çünkü Batı artık hayatımızda sadece teknolojik gelişmişlik, kalkınmışlıkla değil, onlardan çok daha fazla, demokrasi standartlarıyla ulaşılması gereken bir dünyayı temsil etmektedir. Kekeç farkında mıdır bilmem; tam da bu nedenle İsveç metaforu, korunması önerilen “manevi iklimimizle”, Batı’nın siyasal özgürlüklerinin bağdaşmadığını kabul etmekten başka bir anlama gelmez. Böyle bir kabulün ise muhafazakâr duruşu güçlendireceğini mi yoksa meşruiyetini altından çekip alacağını mı bir kere daha düşünmek gerekir.
Bu argüman, Türkiye’nin “evrensel değerler” üzerinden yargılanamayacağını söyler bize. Evrensellikten bir kaçış kapısını ardına kadar açar. Madem ki İsveç gibi değiliz, madem ki İslami muhafazakâr kültür “egemen”; o halde bütün “demokratik standartlarımızı” da o belirler. Protesto edelim, ama muhafazakârları rahatsız etmeyelim. Söylenen bu...
Muhalif bir düşünceyi, kendisini ifade ederken, çoğunluk olduğu varsayılan kültürün egemenliğialtına davet etmenin “demokratik” olup olmadığını mı tartışacağız? Bu, muhafazakârlara da, onların seçkin temsilcilerine de hakaret olmaz mı?
Peki, Ahmet Kekeç gibi “demokrat muhafazakâr” kavramına tam yerleşen bir aydını bu tuzakların sınırında dolaştıran nedir?
Acaba, onlar da Türkiye çeşitliliğini yeterince doğru okuyamıyorlar mı? Alçı ile tartışmada karşılıklı verilen örnekler üzerinden konuşursak; evet, Türkiye İsveç değil. Evet, İstanbul da Erzurum değil. Ama Türkiye; (özellikle de İstanbul) içinde hem İsveç’i hem de Erzurum’u taşıyor.
İstanbul’da FEMEN’i görünce “başımıza yağacak taşları” bekleyenler de var, “işte budur” diyen insanlar da.
En tehlikeli soruyu sona sakladım. Ahmet Kekeç ya bu çeşitliliğin yeterince farkında olarak konuşuyorsa.
İşte bu, günümüzün çok ciddi bir sorununu yüzümüze vuruyor. Bu ülkenin “sahibi” kim sorusuna mı sürüklendik hep beraber?
Türkiye’de muhafazakâr yükseliş eliyle yürüyen demokratikleşme mücadelesi galiba böyle bir alt metin yarattı. “Demokrasi/ vesayet”, “millet iradesi/ kurumların uyumu”, “özgürlük/ güvenlik” gibi siyasal içerikli kavramlar eliyle meşrulaşan tartışmanın derininde başka bir psikoloji tarafları kuşattı. “Kendi yurdunda sürgün olmak” mağduriyeti, “evet sen de varsın ve bana çok çektirdin, ama bu ülkenin “gerçek sahibi” sen değilsin, benim” iç sesini üretti. Muhafazakârları, demokrasi ile otoriterlik arasında sallayan bu “mülkiyetçi” psikolojiye karşı uyarmak isterim.
Umarım “haddimi aşmamışımdır”!.
Yazarlar
-
İbrahim KirasOrtada aslında bir ‘plan’ yok 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanTrump’ın Gazze Planının Ak Parti çevresinde yarattığı derin çatlak 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsıl sorunumuz TL değil dolar enflasyonu 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump kuzulara şah olunca… 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.04.2024
14.04.2024
8.04.2024
5.04.2024
25.11.2023
16.11.2023
12.11.2023
9.05.2023
7.05.2023
2.05.2023