Mümtazer TÜRKÖNE
Çürümenin en belirgin göstergesi: Yolsuzluk dediğiniz suçun hiçbir anlamının ve karşılığının kalmaması.
Son 12 yılda, iktidara yönelik yolsuzluk iddiaları havalarda uçuştu. Kamu ihale yasasının defalarca değişmesi, adrese teslim ihaleler, köprü-otoyol ihalelerinin maliyetin birkaç katına çıkması, belediyelerdeki yolsuzluk dosyalarının İçişleri bakanlığında arşive kaldırılması, son zamanlarda patlayan Yunus Emre Vakfı yolsuzluğu. Daha tonlarcası. Muhalefet, “camdan evi olan komşusunun penceresine taş atmaz” diyerek bu iddiaları hatırlatıyor.
Çoğu zaman dibine kadar araştırılması ve kamuoyunun en ince detayına kadar aydınlatılması gereken bu şok edici iddialar, iktidar tarafından güç gösterisi olarak görüldü ve soruşturma konusu bile yapılmadan savuşturuldu. “O kadar güçlüyüz, o kadar layüseliz ki kimse bize dokunamaz” duruşuydu bu. Şu 2019 seçimlerinden önce Erdoğan’ın görevden aldığı büyükşehir belediye başkanlarına yönelik kendi iddialarını hatırlamanız kâfi.
Ne oldu?
Bu çürümüş, kirli siyasî iklimde muhalefetin cumhurbaşkanı adayına ve ekibine yönelik yolsuzluk iddiaları sonbahardan kalma kuru bir yaprağı bile sert bahar rüzgârlarına rağmen yerinden oynatamıyor.
Devreye bu sefer ölçüsü ve ayarı olmayan “radar” giriyor.
Yargısız infaz radarı: İlker Canikligil, bir film ve reklâm yönetmeni. İsmini tutuklanınca öğrendim. Tutuklanma sebebi “siyasal islâm”ı hedef alan bir X mesajı.
Bu hadisede çürümeye dair çok ince ama çok belirleyici izler var. Adamın mesajında hiçbir sorun yok. Siyasal İslâm’ı hedef tahtasına yerleştirmek, dinin siyasî çıkarlar için basit bir araca dönüştürülmesini eleştirmek demek. “Siyasal İslâm” tabiri, AK Parti iktidar tekelini, dinin araçsallaştırılması üzerinden eleştirmek için kullanılan küçümseyici ve muhalif bir tabir. Bu olayda mesele, İktidar medyasının radarı devreye girince patlıyor.
İktidar medyasının radarı bu mesajdaki “Siyasal İslâm” tabirini “AK Partililer” ve “Müslümanlar” olarak tercüme edip verince ve bu işi bir karalama kampanyasına çevirince, Savcılık “halkı kin ve düşmanlığa teşvik” suçunu, çok zorlansa da aradan çıkartıyor. Mesele çalışan bu radardan ibaret.
Anlaşılmaz ve inanılmaz bir yorum: “Siyasal İslâm” eleştirisi, suç kategorisine taşınıyor.
Bana sorarsanız AK Partililerin ve Müslümanların kendilerini Siyasal İslâm’dan ayrı bir yere koymaları ve Canikligil’in eleştirisini üzerlerine alınmamaları en sağlıklı yol. Laik bir ülkede dinin her türlü siyasî versiyonu, şayet eylem ve organizasyona dönüşüyorsa bir suç olarak telakki edilmeli. Başka türlü dinin saf ve samimi halini kimse koruyamaz.
Siyasal İslâm, öncelikle Müslümanlar için bir yük.
Bu olayda, medyalarında radarın başında düşman teyyaresi arayanların şımarıklığı ve cehaletleri asıl sorun. Tutuklamanın ise, mevcut iktidarın itibarına ve şanına zarar vermek ve Müslümanları da Siyasal İslâm karşısında töhmet altında bırakmak dışında hiçbir açıklaması yok. Ne demek siyasal İslâm’ı eleştireni tutuklamak. Siyasal din yorumu veya dini siyasallaştırmak ne zamandır koruma altında? Burası totaliter bir devlet mi?
Bu radar meselesi önemli. Soruşturmalar ve tutuklamalar bu radara yakalanırsanız devreye giriyor. Çevrenize bakıp, “herkes söylüyor, ben de söyleyeyim” dediğiniz lâf, sabah kahvaltısında çayını içerken sosyal medyayı karıştıran bir radar uzmanının gözüne takılırsa vay halinize.
“Radarıma yakalandın” diyorsa adam, ciddiye almayın; ama ehliyetsiz kafaların bir radar ekranını kendilerine göre yorumladıklarını da unutmayın.
Çürümenin, bir iktidarın devlete ait egemenlik haklarını kullanmaktan gelen gücünü tüketmenin, onun sonunu getirmenin önemli işaretlerinden biri.
Kimse iktidar medyasını ciddiye almıyor. Ne paralar ne emekler harcandı onlar için. Sonuç bu mu olacaktı?
Geriye Silivri kalıyor.
Silivri:
Siyasî tutukluları adli tutuklularla karıştırmamak için Silivri (Marmara) Cezaevi’nde 9. Kısma yerleştiriyorlar. Üç blokta, yaklaşık 30-40’ar oda şeklinde, tren vagonları gibi birbirine bitişik koğuşlar var. Yukardan bakılsa içi boş bir bal peteği gibi görünür. Her koğuşta, iki katta 20’şer metrekarelik iki oda bulunuyor. Üst katta üç ayrı yatak ve çelik elbise dolapları, alt katta banyo yerine de kullanılan geniş bir alaturka tuvalet, çelik mutfak tezgâhı var. Televizyonu buraya koyup sabah ve akşam yoklamayı burada veriyorsunuz. Buranın uzun koridora açılan demir bir kapısı, küçük üç parmaklıklı bir penceresi ve yemek ve kantin malzemesi vermek için dışardan açılan dar bir mazgalı var. Tam karşı tarafında ise yine yaklaşık 25 metrekare civarında bir avlu. 7 metre yüksekliğinde duvarlar, karşı dama bağlanan yerde jiletli dikenli teller ve tepenizde bütün avluyu örten baklava dilimli bir tel örgü duruyor.
Dört senem bu odada geçti. 12 Eylül döneminde Mamak’ta edindiğim tecrübeden sonra bana cennet gibi gelmişti. Genç infaz koruma memurları, aynı frekansı yakalarsanız çok medeni davranıyorlar. Kantin imkânları sınırlı ama yeterli. Sağlık hizmeti kötü. Hem cezaevi doktorunun hem kampüs hastanesinde hem de Silivri Devlet hastanesinde uzman doktorların koydukları teşhislere güvenmeyin. İki sağlık sorunumda da yanlış teşhis koymuşlardı. Hijyen size bağlı. Her hafta çamaşır suları ile koğuşu tepeden tırnağa temizlerseniz sorunlar azalıyor.
Silivri Postası isimli kitabımda, koğuş çizimlerine ve ayrıntılarına yer vermiştim.
Korkulacak, ürkülecek bir tarafı yok. Mevcut iktidarımız cezaevi şartları açısından Türkiye’ye epeyce mesafe aldırdı. Adli mahkumlar tarafının tam bir felaket olduğu söylense de.
Bahar geldi. “Silivri soğuk olur” sözü de anlamını kaybetti. Zaten pencereleri kantinden aldığınız süngerlerle yalıtırsanız soğuk da engelleniyor.
Ekmek elden, su kantinden. Kütüphane oldukça zengin. Dışardan on adete kadar kitap getirtme imkânınız var. Oturup kitap okur, dinlenirsiniz.
Kısaca korkulacak bir tarafı yok.
İktidarın önlenemez ve engellenemez şekilde sonunun yaklaştığı görülüyor. Sebep muhalefetin sarsması değil, kendi bünyesinde yaşadığı çürüme.
Baksanıza Cumhurbaşkanı bile tek başına, yapayalnız kendi savaşını veriyor; yanında kendini feda etmeye, risk almaya hazır tek kişi bile yok. En ön safta vuruşması gerekenler ağızlarını açmıyor.
19. yüzyılda icat edilmiş bir kavram: Decadence. Çürümenin yol açtığı bir çöküş. Bunu yaşıyoruz.
Yazarlar
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.09.2025
21.09.2025
18.09.2025
14.09.2025
9.09.2025
6.09.2025
5.09.2025
2.09.2025
1.09.2025
30.08.2025