Süleyman Seyfi Öğün

Süleyman Seyfi Öğün
Süleyman Seyfi Öğün
Yeni Şafak Tüm Yazıları
Muhtasar yakın devir tarihi - 2
18.09.2017
1151

  Artık şuna kâniyiz ki; 19. asır 154 (1789-1945); 20. asır 44 (1945-1989) sene sürmüştür. Bu açık Alev Alatlı’nın da sıkça başvurduğu “turbo” kavramını düşündürüyor. “Turbo târih” 21. asrı da sarstı. 1989; yâni Duvar’ın Yıkılması’yla başlayan 21. asır, gidişât gösteriyor ki 20. asır kadar bile sürmeyecek. Krizleri; tıpkı diğer asırlar gibi daha şafağında başladı ve derinleşti. 

Her asırda; zaman zaman; aldatıcı olarak da olsa  “Belle Epoque”ler yaşandı. Umûmiyetle asır başları biraz da öyledir. 1789, 1945 ve 1989 aldatıcı güzel zamanlardı. Zihin târihi gâliba tıpkı iki yüzlü Tanrı Janus gibi işledi. Bir tarafıyla “güzel zamanlar”a medhiyeler düzdü. Modern dünyâda bunun tipik karakteri ve sendromu “liberâlleşmedir.” Onun içindir ki liberâl rüzgârlar esmeye başlayıp, “Zeit Geist”ı şenlendirmeye başladığında işin diğer tarafı ağır bir ihmâl görür. Şüpheciler, karamsarlar ve  kötümserler kulübünün âzâları gözden düşer; duygularının toplumsal hesaplaşmalarını kısa keser, bireyselliklerine; nihâyet “içlerine hurûc” ederler. O demlerde bunların okunması pek de istenmez.  Yaşasın nikbinlik, yaşasın ulu umutlar.

Liberâl karakter ve sendrom, modern târihin ideolojiler üstü ana akımıdır. İdeolojik çeşitlenmeler olsa olsa ona eklemlenir. Burada kastettiğim liberal doktrin(?)  mensupları değildir. Hattâ liberalizmin diyalektikinde, liberâller çoğu defâ liberâl rûzgârlardan müştekîdir. Meselâ liberâl doktrinin babası olan Edmund Burke; liberte diye kendisini parçalayan Fransız Devrimcilerden hiç de hoşnut değildi. Bütün kariyerini Fransız Devrimi’nin eleştirisi üzerine yaptı. Bana öyle geliyor ki, liberaller liberâl rüzgârların yakıcı yıkıcı etkilerinden; yâni devrim getiren etkilerinden müştekî olan ve kolayca muhafazakârlarla uzlaşabilen adamlardır. Bu da -meselâ bulutların yağmur getirmesini istemeden bulutlara tutulmak gibi- hayli tuhaf bir durumdur. Bulutların toplumsal katmanlarla değil, bireylerle sınırlanmasını ister. İstediği bunun toplumsal tanzimidir. Sosyal ve siyâsal romantiklerle bireysel romantikler arasında kalırlar.

Her neyse; liberal sendrom; Belle Epoque; güzel zamanların iklimini verir. Bunun ne kadar sürdürülebilir olduğunu tâyin eden ise; modern dünyânın başat yapısal güçlerini veren “ulus” “devlet” ve “sermâye” arasındaki ilişkilerdir. Meselâ, eğer liberâl sendrom baskınsa, “toplumsal” ve “sınıfsal” görünümüyle “ulus” şâha kalkmış; diğer iki yapıdan birisi olan; devleti baskılar gözükmektedir diyebiliriz. Burada liberâl sendrom mensupları ile liberâl doktrine bağlı olanlar arasında yer yer ittifâklar bile oluşabilir. Diğer taraftan liberâl rüzgar; kimi yerde sermâyenin kendisi; kimi yerde ise eleştirisi eşlenir. Bu da sermâye kavramının namütenahî oynaklığından kaynaklanır. Eğer ulus, devlet odaklı bir siyâsal cendereden çıkmak istiyorsa bu eşlenme mümkündür. Ama hiçbir siyâsal ufuk, sermâyenin sınırsızlığı ile yarışamaz. Devlet, tarifi ve tabiatı icâbı zâten statükocudur. Hudut peşindedir. Uluslar bâzen, nihâyetinde devletlerin koyduğu bu hudutlar tarafından boğulmuş, yutulmuş zâtiyetler olarak doğar. Ama ulus-devlet gerilimi, hayli mutandan olsa da; aslında küçük ölçekli bir tartışmadır. Bütün mesele ulusun sınırlarıyla devletin sınırlarını çakıştırmaktır. Bu da çoğu defa olmaz. Onun için kavganın tantanası devam eder.

Liberâl sendrom her cephesi ile ağırlığını devlet eleştirilerinden yana koyar; buna bâzen ulusun özgürlüğünü sâhiplenmek olarak ulus’un devlet karşısında müdafaasını; bâzen de ulus eleştirisini (birey üzerindeki toplumsal baskı) ortak eder. Ama sermâyeyi “derin” bir sûrette eleştirmez.

Asıl mesele sermâyenin hudut tanımazlığı ile, devlet ve sermâyenin hudutperestliği arasındadır. 19. asırda bu üçlü arsındaki kavga derinleşti. 19. asrı radikal yapan ve derinleştiren de kavganın antagonist -uzlaşmaz-  ve tavizsiz karakteriydi. Bu da insanlığa büyük felâketler yaşattı. 20. asır tam bir uzlaşma ve rutinleşme asrıdır. Uluslarüstü ve uluslararası oluşumlarla uluslar denetim altına alınıyordu. Ulusun siyâsal pratikleri sistemler tarafından ehlileştiriliyordu. Liberal demokrasi bu ehlileştirmenin adıydı. Devletler, ehlileştirilmiş uluslara karşı yükümlü kılınıyordu. Yâni devletler; Habermas’ın deyişiyle toplumlaşıyordu. Devlet aklı ile ulusal akıl eşlendiriliyordu. Sermâye ise ulusal havuza boşaltılıyor; yaniden bölüşüme tâbi tutularak tedip ediliyordu.

Devlet-sermâye ve ulus arasındaki evlilik sâdece çeyrek asır dayandı. Sermâye 1970’lerin başında diğer ikisine ihânet etmeye başladı. Reel ekonominin dışında bol metresli finansal bir gece hayatı edindi. Belli bir güce ulaştığında -1980’lerin sonu- evlilikleri bitirdi. Devletleri, uluslarüstü ve uluslararası siyâsal kuruluşları ve dahi ulusları delik deşik eden bir atağa geçti.

İşte 1990’lardaki o güzel günler bu atağın rüzgârlarının bize de ulaşmasıyla âlâkalıydı. Hepimiz uçuyorduk. Yeni liberâl rüzgârın, diğerinden farkı çok daha prensipiyel düzeyde devletlere saldırması ve hemen hemen hiçbir  sosyal -bunu ulusal olarak da okuyabilirsiniz- vaadinin olmamasıydı. Uluslarüstü sermâyenin ekonomizmi ise tartışılmaz kutsal bir öğretiydi.

Bu sarhoşluk bitti. Devletler sopalarını ellerine aldı. Ekonomik akıl ile siyâsal akıl; sermâye ile devlet; teknolojik veledîlik -chuckie’lik- ile müesses pederşâhîlik; her nev’i paganlık ile ağır dindarlıklar; etniklikler ile uluslar; dezavantajlılarla “homofobik” polis devletler biribirine girmiş durumda. Kusura bakmayın; artık dünyânın tadı yok. Motorları maviliklere süreceğiz diyebilmek için önce  Mavi yolculukta alkol sınırını aşmak gerekiyor. Ayık kafa ile söylenecek söz olmaktan çıktı bu…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar