Yasin AKTAY

YÖK’te yasa ve zihniyet farkı
15.11.2014
1412

 Yüksek Öğretim, özellikle YÖK kurulalı beri Türkiye’nin en önemli sorun alanlarından biri. Aslında YÖK’ten önce de, hatta 1933 Üniversite Reformu’ndan beri üniversite rejimin en önemli vesayet kurumu olarak tasarlanmış. YÖK’ün kuruluşu bu vesayetin daha etkili, verimli ve aktif kılınması amacına uygun olarak güncellenmesi işleminden başka bir şey değildir. 1933’te yapılan üniversite reformu da daha bilimsel, daha özgür ve çağın ihtiyaçlarına daha uygun bir bilim amacını hiç bir şekilde gütmüyordu. Aksine yapılan ideolojik ağırlığın sün derece fazla olan inkılapların ideologluğunu ve militanlığını yapacak nesiller yetiştirmekti amaç. Darülfünun o amacı gerçekleştirmekten çok uzaktı ve aslında her karşılaştırmada sonradan kurulacak olan üniversiteden çok daha bağımsız, çok daha bilimseldi.

Üniversitelere bu misyonu yüklediği halde, tek partili rejimin üniversite sayısını artırmak, yüksek eğitimi yaygınlaştırmak gibi bir arayışı hiç bir zaman olmadı. Daha fazla üniversite, kolay kontrol edilemeyecek ve istenmeyen yükselişi durdurulamayacak halk demekti. O yüzden daha kurulalı 15 yıl geçmeden Ankara DTCF’nde 1946 yılında aralarında Behice Boran, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif gibilerinin de bulunduğu ciddi akademisyen tasfiyeleri yapıldı.

Sonradan da askeri vesayet ne zaman darbe teşebbüsünde bulunsa üniversiteler bir tür kolordu gibi düşünülüp, görevlendirildi. Üniversite hocaları genellikle askeri vesayet doğrultusunda örgütlenip ses verdi, öğrenci olayları da tasarlanan darbelerin yolunu döşeyen taşlar olarak kurgulandı.

12 Eylül sonrasında da 28 Şubat sonrasında da üniversitelerin Türkiye’ye özgü rolleri tipik bir biçimde sergilendi. Üniversiteler hiç bir şekilde üniversitelerin dünyadaki misyonuna uygun bir rol ve performans arayışında olmadı. Aksine, rejimin ideolojik hedeflerine uygun nesiler yetiştirmek gibi saçma sapan bir misyon benimsediler ve uyguladılar. O yüzden kılık kıyafet her zaman üniversitede üretilecek bilgiden ve düşünceden daha önemli sayıldı. Üniversitenin kendisinden ziyade üniversiteyi okuyacak kişilerin kimliğiyle ilgilenildi. Çünkü üniversite eğitiminin sağlayacağı sınıfsal avantajlara kimin sahip olacağı kontrol altına alınmalıydı.

Her isteyen elini kolunu sallayarak üniversiteye girememeli, giren herkes de rejime sonsuz sadakatinden emin olunmadığı sürece mezun olamamalıydı. Başörtüsü dedilerse ondan dediler, sakal dediler ondan, katsayı dedilerse yine ondan dediler. Sadece katsayı uygulaması bile tam bir matematik deha gerektiren zeka ürünü bir uygulamaydı. YÖK’ün koca koca profesörleri aylarca bir araya gelip o buluşu yapmışlardı ya!

YÖK’te beklenen yasa değişikliği bir türlü gerçekleşmedi. YÖK, yasal zeminde aynı YÖK. Ama son zamanlarda gezdiğim, gördüğüm bütün üniversitelerin uğraştığı konulara bakıldığında, sorunun yasada değil zihniyette olduğu çok daha iyi anlaşılıyor. Son zamanlarda üniversitelerin tamamen araştırmanın, eğitimin, öğrenci kalitesinin ve katılımının daha da iyi sağlanması yönünde arayışlara ve çabalara yoğunlaştığını bizzat görüyorum. Hakkari’den Muş’a, Siirt’ten Edirne’ye üniversiteler, yüksek öğretimin bugünkü pazarında daha iyi nasıl yer alabileceklerini, nasıl bir fark ortaya koyabileceklerini araştırıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Üniversitesi’nin Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesinin Dekan ve öğretim elemanlarının bir toplantısına misafir oldum. Gördüklerimin üniversite ideali adına beni müthiş heyecanlandırdığını ve umutlandırdığını söyleyebilirim. Tartışılan konular tamamen bilginin günümüzün gelişen iletişim ve küreselleşme çağında nasıl en etkili biçimde aktarılabileceği, öğrenci katılımının en verimli biçimde nasıl sağlanabileceğine odaklanmış.

İnternet olanakları kullanılarak oluşturulan bir sistem söz konusu olduğu için öğrencinin devam mecburiyeti yok. Öğrenci kendisini hazır hissettiğinde ilgili derse ait dokümanlar üzerinden çalışmasını gerçekleştirebiliyor. Her dersin hocası tarafından hazırlanan bir ders kitabı ve ders kitabının ayrıntılı ve açıklayıcı biçimde anlatıldığı videolarla öğrencinin daha interaktif bir eğitim sürecinden geçmesi sağlanıyor.

Teknoloji destekli eğitim-öğretim ilk aşamada öğrenci kararlılığını ciddi biçimde etkilemedi ancak örgün eğitime göre caydırıcılık daha az, program daha esnek olduğu için öğrencilerin eğitim süreçlerine daha aktif katılımları konusunda bir fırsat oluşturulabilir.

İstanbul Üniversitesi AUZEF bu fırsatı oluşturabilmek için akıllı telefonlar ve tablet bilgisayarlar için de uygulamalar üretmiş durumda. Öğrenci bu uygulamaları telefonuna indirdikten sonra kendisini hazır hissettiği her an ilgili derse ilişkin dokümanları okuyabiliyor, derse ait videoları izleyebiliyor. AUZEF yönetimi öğrenciler arasında yaptığı bir anketle bu uygulamalara ilişkin talepleri tespit etmiş. Örneğin öğrenciler internet paketi kota aşımı sorununu sıklıkla ifade ettikleri için AUZEF bu sorunun çözümüne dönük teknolojik çözümler üretmiş.

Dersler için kullanılan metin formatının ilgili yerlerine çok kısa bir süre içerisinde küçük videoların eklenmesi de sağlanarak dersin hocasının gerekli gördüğü yerlerde daha açıklayıcı olması sağlanmış olacak.

İstanbul Üniversitesi AUZEF Dekanı Prof. Dr. Alper Cihan oluşturdukları sistemi «diploma odaklı değil öğrenme odaklı bir sistem» olarak tanımlıyor.

Üniversite hocalarının, hiç bir ideolojik gündemle boğuşmadan sadece bilim ve üniversite işine odaklanmış olduklarını görmek, ne yalan söyleyeyim, beni gerçekten tek kelimeyle coşturdu.

Demek yasa her şey değilmiş. Ama yine de elimiz değmişken ona da el atmakta fayda var.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar