Halil BERKTAY
[6 Haziran 2020] Geçenlerde (1a) Atatürk’ün yanılgısı’nı yazmış (14 Mayıs), sonra (1b) Dokuz yıl önce de yazmışım’ı eklemiştim. Gene öyle oldu. Bir internet sohbeti sonucu bu troller konusuna girdim. Nâzım’dan alıntı yaptım. Ne güzel, bunu hiç bilmiyorduk dendi. Ama ben bunu daha önce de yazdım… kabilinden bir kıprtı oldu zihnimde. Aradım, baktım. Evet. Konu gene iktidar, intisap, çevre, biat, en yakın halka, sonra kaybedenler ve tasfiyeler. Üzerinden sadece 1 yıl 5 ay 13 gün geçmiş. Orijinal başlığı, başlık resimleri ve spot’uyla aynen yayınlıyorum.
———————————————————————————————————————
Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar;
Nuri Cemil’lerin gönlünde kaç aslan yatar?
Fakat bir dönemin galipleri ez kaza mağluplara dönüşürse… Objektif gerçekler gibi sübjektif değerlendirmeler de altüst olacak. O zaman tarihçiler, düşen veya modası geçene de, onunla birlikte çıkan ve inen ikincil aktörlere de özel bir ilgiyle eğilecek. Bir zamanlar yazılması mümkün olmayan, cesaret edilemeyen şeyler yazılır olacak.
[22-23 Aralık 2018] Benim için en zoru başlamak. İlk cümleyi bulabilirsem, gerisi geliyor bir şekilde. Bir Cumartesi sabahı, Carl Schmitt kadar ünlü olmayan diğer Nazi hukukçularına, teori değil daha çok uygulama adamı olan Otto Thierack ve Roland Freisler gibi ahlâksız, salt emir kulu yargıçlara nasıl bir giriş yapabileceğimi düşünürken, birkaç mısranın çağrısıyla Nâzım’a dönüyorum. O da beni tuhaf yerlere götürüyor.
* * *
Liderler, çevreler, yükselişler. Belki bütün rejimlerin ortak öyküsü. En üst kademede, geleceğin “büyük adam”ları olmaya adaylar arasından kim, karargâhını, özel maiyetini, iktidarının en güvenilir iç halkasını nerelerden devşirecek? Madalyonun diğer yüzünde, bir aşağısındaki müstakbel yardakçılar kademesinden kim, şu veya bu fırsatı herkesten daha erken sezecek; hangi yükselen yıldızın eteğine yapışacak ve onunla tırmanmayı deneyecek? Tabii aslında, böyle bir dizi rakip ve ekip olabilir, yeterince gerilere gittiğimizde. Ama bir ân gelecek; tarih kaybeden, korkup (mümkünse) yarıştan çekilen, ya da vurulup yol kenarına düşenleri değil, daha çok kazananları dillendirecek. Lâkin bu da mutlak değil. Bir dönemin galipleri ez kaza mağluplara dönüşürse… Objektif gerçekler gibi sübjektif değerlendirmeler de altüst olacak. O zaman tarihçiler, düşen veya modası geçene de, onunla birlikte çıkan ve inen ikincil aktörlere de özel bir ilgiyle eğilecek. Bir zamanlar yazılması mümkün olmayan, cesaret edilemeyen şeyler yazılır olacak.
Bu serüvenin hem biraz mükerrer, döngüsel bir yanı var, hem de koşullar değiştikçe çağdan çağa yenilenen bir boyutu. Görece uzak geçmişin hanedan devletlerinde farklı; 19. yüzyıldan bu yana gelişen parlamenter demokrasilerde farklı; güzel ve korkunç çağımızın diktatörlüklerinde gene farklı cereyan eder. Yüzyıllar boyu, bir tarafta veliaht prens ve şehzadelerin — belki geleceğin kral veya sultanlarının — işi de zor gerçekten. O daracık saray çevreleri ve oldukça kapalı hayatları içinde, kimi tanıyabilir, kime itimad edebilirler? Diğer tarafta, olası bütün kurmaylar, danışmanlar, emir subayları, yüksek ulema veya kilise mensupları, bürokrasinin alt kademeleri, ya da avam halkın saflarından fışkıran yetenekli oportünistler içinden, hükümdara giden yolu binbir kaza ve tesadüf sonucu kimler bulup “kapısı halkı”na intisap edebilir? Her nasılsa oluşuyor, böyle buluşmalar. Fakat daima kırılgan ve tehlikeli. Çünkü “O” size güvenebilir (veya güveniyor gibi yapabilir) ama siz, aşağıdan gelenler, ne kadar önünde diz çöker ve biat ederseniz edin, asla yüzde yüz güvenemezsiniz, mutlak iktidarın mutlak surette yozlaştırdıklarına.
Doğudan ve Batıdan birkaç örnek. (a) 12. yüzyılda küçük soylu ve mülk sahiplerinin saflarından gelen Thomas Becket diye birinin yeteneği, İngiltere kralı II. Henry’nin dikkatini çekiyor. Kral bu işbilir genci maliyesini çekip çevirsin diye önce şansölyesi yapıyor. Becket kralın dostluğunu da kazanıyor. Sonra Canterbury başpiskoposluğuna atanıyor. Derken kral ile kilise arasındaki mücadelede kilisenin imtiyazları ve dokunulmazlığı konusunda direnince, ipler kopuyor. Arkadaşlık filân kalmıyor. Becket 1164’te Fransa’ya kaçıp ancak 1170’te dönüyor. Sulh olmuş gibiler. Ama daha dönerken dahi üç kral taraftarını aforoz etme kararı, o sırada Normandiya’da bulunan II. Henry’yi o kadar öfkelendiriyor ki, rivayete göre, kendini tutamayıp herkesin önünde “Yok mu beni bu kavgacı papazdan kurtaracak?” (Will no one rid me of this turbulent priest?) cümlesini sarfediyor. Doğrudan emretmiyor gerçi. Ama vaziyetten vazife çıkaran dört şövalye derhal atlayıp Calais’den gemiyle Manş’ı geçerek Canterbury’ye koşturuyor ve katedralinde dua ederken yakaladıkları Becket’ı oracıkta kılıçlarıyla doğrayıveriyor.
(b) 16. yüzyılda gene İngiltere kralı VIII. Henry ile Thomas More’un ilişkisi de benzer bir seyir izliyor. Oxford “medrese”sinde çok sıkı bir Klasikler öğrenimi gören More, saray çevrelerinde hızla yükseliyor, krala çok yaklaşıyor, güvenini kazanıyor, Becket gibi o da şansölyeliğe getiriliyor (yeni adıyla Lord Yüksek Şansölye oluyor). Protestanlığa şiddetle karşı; 1529-32 arasında görevdeyken bu “sapkın”ları olabildiğince ezmeye kalkıyor, “heretik” kitap satanlar dahi diri diri yakılabiliyor. Bir yere kadar, kralın desteği hep arkasında. Ancak VIII. Henry’nin Papalık otoritesinden kopma kararlılığı yüzünden araları hızla açılıyor. Thomas More, Henry’nin Aragon prensesi Catherine’i boşamasını da, Anne Boleyn’le evlenmesini de onaylamayı reddediyor. Anne Boleyn’in İngiltere Kraliçesi olarak taç giyme törenine katılmıyor. Kralın yeni ve Roma’dan bağımsız İngiltere (Anglikan) Kilisesinin başı olduğu anlamına gelen Kralın Üstünlüğü Yemini’ni (Oath of Supremacy) de etmiyor. Sonunda, o sırada kralın danışmanları arasında öne çıkmış bulunan Thomas Cromwell’in icat ve imal ettiği sahte deliller temelinde krala hıyanetle suçlanıyor. 6 Temmuz 1535’te kafası kesilmek suretiyle idam ediliyor.
(c) Gene VIII. Henry’nin önce yanına aldığı, sonra ezdiği kurbanlarından biri de, şimdi sözünü ettiğim Thomas Cromwell’in ta kendisi. Tamamen halktan gelme biri. Genç yaşta evden kaçıyor. Fransa, İtalya ve Hollanda’da serseri geziyor. Paralı askerlik yapıyor. Bankacılık ve ticaret işlerine giriyor. Bir yığın dil öğreniyor. İngiltere’ye dönüyor ve iş hayatında yükseliyor. Avukat oluyor. Parlamentoya giriyor. Kardinal ve Lord Şansölye Thomas Wolsey’e “kapı”lanıyor. Tırmanıyor da tırmanıyor. Kralcı ve Protestan; Papalık savunucularına toptan karşı. Çok da iyi bir örgütçü ve entrikacı. Efendilerinin istediği her şeye bir kılıf bulabiliyor. Tam VIII. Henry’nin aradığı adam. Şansölyelikte Wolsey’i Thomas More, (düşüşü ve idamına önayak olduğu) More’u da kısa bir aradan sonra Cromwell izliyor. VIII. Henry’nin Aragonlu Catherine’le evliliğinin iptalinde, dolayısıyla Anne Boleyn’le evlenebilmesinde, derken Anne Boleyn’in de gözden düşürülmesinde, idamında ve kralın bu sefer Jane Seymour ile evlenebilmesinde başrolü oynuyor. Bol bol ödüllendiriliyor; sırasıyla Baş Danışman (Chief Councillor), Birinci Sekreter (First Secretary), Mühürdar (Lord Privy Seal) ve Baş Mabeyinci (Lord Chamberlain) oluyor. Asalet ünvanları alıyor (Wimbledon Baronu, Essex Earlü). Derken şansı dönüyor. Jane’in ölümünden sonra kralı tek bir Holbein tablosu gösterip beğendirerek evlendirdiği Cleves prensesi Anne’den, yüzyüze geldiklerinde VIII. Henry hiç hazzetmiyor. O kadar ki, nikâh kıyıldıktan sonra kocalık görevini dahi ifa etmeyecek. Aynı zamanda, Anglikan Kilisesi’nin doktrin açısından Protestanlaştırılmasında Cromwell’in fazla ileri gittiğini düşünmeye başlıyor. Belki de sadece o kadar yükselmiş ve güç toplamış olması göze batıyor Thomas Cromwell’in. Tutuklanıyor ve Londra Kalesi’ne (Tower of London) kapatılıyor. Başkaları hakkında o kadar ustaca düzenlemiş olduğu uyduruk suçlamalar şimdi kendisine yöneltiliyor. Bütün ünvanları alınıyor ve (artık aslına rücu ettiği, avam halktan olduğu gerekçesiyle) soylular meclisince yargılanmaksızın 28 Temmuz 1540’ta, Thomas More’dan 5 yıl 20 gün sonra ve aynı noktada, kafası baltayla kesilmek suretiyle idam ediliyor.
(d) Bir hanedan devleti olarak Osmanlılarda da, çok farklı olmayan süreçler söz konusu. Kabaca 14. yüzyıl ortalarından 1600 dolaylarına kadar olan dönemde, şehzadeler için sancağa çıkma usulü var. Amasya ve Manisa, şehzade sancakları olarak biliniyor. 10-12 yaşına gelen şehzadeler, lala denen hoca veya danışmanlarının nezaretinde, bu iki sancaktan birine gönderiliyor. Etraflarında küçük bir divan kuruluyor. Yönetmeyi bu suretle öğrenmeleri bekleniyor. İlk yakınlık ve sadakat bağları da bu aşamada oluşuyor. Alevîlikten gelen bir deyimle, musahipler (kelime anlamıyla sohbet arkadaşları) peydahlıyorlar. (e) Böylece her birinin etrafında, kaderi şehzadenin kaderine bağlı olan bir grup şekilleniyor. Hanedan içinde bir hizip de diyebiliriz. Öte yandan payitahtta da çeşitli entrikalar dönmekte. Bursa veya Edirne veya İstanbul — sancaktakilerin oralarda da taraftarları, casusları, koruyucuları var. Rakip fraksiyonlar kendi mevzilerini güçlendirmeye çalışıyor. Padişah öldüğünde müthiş bir yarış başlayacak. Saraya ilk kim varacak? Divan, rical ve yeniçeriler kime biat edecek? Bölüşüp paylaşmak asla söz konusu değil. Tam bir “sıfır toplam” (zero sum), 1/0 oyunu; kazananın herşeyi alacağı amansız ve insafsız bir mücadele. Yenilen okkanın altına gidiyor. Tahta çıkanın ise, bütün ekibi onunla birlikte yükseliyor. Gençliğinde maiyetine girenleri, her şey yolunda giderse, sırasıyla silâhtarlık, hasodabaşılık, beylerbeyliği, vezirlik… ve belki damatlık dahil başvezirlik bekliyor.
(f) Ne ki, Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da, hiç güvenmeye gelmiyor hükümdara. Tersine, ikbal hem herkesin rüyası, hem de alabildiğine tehlikeli. Üstelik yükseldikçe ve iç halkaya dahil oldukça, cazibesiyle birlikte tehlikesi de artmaya devam ediyor. Göze girmek ile göze batmak, aynı madalyonun iki yüzü. Ve ilginçtir; iktidar merkezinden çok uzaklardaysan dikkati üzerine çekmeyebiliyorsun da, sultana ne kadar yakınsan göze batma ihtimali o kadar büyüyor. Tersten söyleyecek olursak, ister “mutlakiyet” ister “istibdad” gücü (Clive Ponting’in de altını çizdiği gibi) sadece saray ve yakın çevresinde geçerli. İmparatorların asıl bu iç âlemde astığı astık, kestiği kestik. Nitekim daha aşağı kademelerin (beylerbeylerinin, sancakbeylerinin, ya da merkez bürokrasisi mensuplarının) cellâda verilme frekansı o kadar yüksek değil. Buna karşılık 1453’te Çandarlı Halil Paşa’dan 1821’de Benderli Ali Paşa’ya kadar kırk dört sadrazam, kendilerini o mevkie getiren, bazen yirmi dört yıl bazen dokuz gün hizmet ettikleri padişahın emriyle katlediliyor. (g) Özellikle iki Damat İbrahim’in başına gelenler, bu açıdan çok çarpıcı. Pargalı İbrahim, Frenk İbrahim veya Makbul İbrahim Paşa olarak da biliniyor. 1493’te bugünkü Yunanistan’da, Parga yakınlarında doğuyor. Küçük yaşta devşiriliyor. Enderunda eğitiliyor. Anlaşılan Manisa sarayına yollanıyor. Zira Şehzade Süleyman’ın Manisa sancakbeyliği sırasında, geleceğin Kanunî’sinin hizmetine giriyor. VIII. Henry, Thomas More ve Thomas Cromwell’in tam anlamıyla çağdaşı. Yukarıda sözünü ettiğim terfi basamaklarını hızla atlayıp, daha otuz yaşındayken veziriâzam oluyor. On üç yıl süreyle dorukta (1523-1536). Üstelik 1524’te padişahın kızkardeşi Hatice Sultan ile de evlenmiş. Ama bütün bunlar, (Thomas More’un kafasının kesilmesinden bir yıl sonra) 1536’da (öyle mahkeme filân da yok) sultanın tek bir sözüyle boğdurulmasını engellemiyor. Ardından “Makbul İbrahim Paşa, oldu Maktul İbrahim Paşa” gibi, Osmanlıcanın alta bir noktalı b’si ve üste bir noktalı t’sinin iyice keskinleştirdiği kelime oyunları sökün ediyor.
(h) İki yüz küsur yıl sonra, sıra Nevşehirli İbrahim’de. Saraya dışarıdan intisap edenlerden. Önce helvacı ocağına giriyor, sonra teberdarlara (zülüflü baltacılara) katılıyor. Şehzade Ahmed’in hizmetine giriyor. Farkediliyor. Efendisi tahta çıkıp III. Ahmed olunca, İbrahim de hızla tırmanmaya başlıyor. O sırada veziriâzam, sultanın silâhtarlığından gelen bir başka damat: Ali Paşa. 1715-1718’de Avusturya ile savaş patlak veriyor. Silâhtar Ali Paşa 1715 Mora seferine çıkarken İbrahim’i mevkufatçı yapıp yanına alıyor. 1716 Petervaradin kuşatmasında da bulunuyor. İstanbul’a haberci gönderildiğinde, III. Ahmed artık geri yollamayıp yanında alıkoyuyor. Önce birinci ruznâmeci, ardından sadaret kaymakamı tâyin ediyor. Ali Paşa 1717’de şehit oluyor (ve bu yüzden, Silâhtar ve Damat sıfatlarının yanısıra, Şehit Ali Paşa olarak da anılmaya başlıyor). III.Ahmed’in sevgili kızı Fatma Sultan ise küçük yaşta dul kalmış. Hemen İbrahim’e veriliyor. Ve Damat İbrahim Paşa, 1718’de sadrazam da oluyor. Hepsi üç yıl içinde. Sonra on üç yıl boyunca devleti o yönetiyor. Osmanlıyı felâketli savaş ve muhtemel yenilgilerden uzak tutuyor. Bir ilk modernleşme hamlesini başlatıyor. Bu arada, doğduğu Muşkara köyünü de büyütüp Nevşehir adını veriyor (Nevşehirli sıfatı buradan gelme). Bir yığın yeniliğe imza atıyor. Sultanın gerçekten arkadaşı ve sırdaşı (gibi). Günde birkaç kez mektuplaştıkları oluyor. Fakat Patrona Halil isyanı patlak verdiğinde, III. Ahmed kendisini kurtarmak için Nevşehirli’yi kellesini isteyen âsîlere kolayca teslim ediveriyor.
* * *
Tabii, 19. yüzyıldan itibaren gelişen hukuk devletleri ve demokrasilerde bu kadar sert ve kesin yürümüyor işler. Çok daha yavaş, yumuşak ve tedricî. İnsanlar yıldırım hızıyla yükselip gene yıldırım hızıyla düşmüyor. Kamusal alan gerek bireysel, gerek örgütsel düzeyde rekabete açılmış. Siyasal partiler sahnede. Herşey medyanın gözü önünde. Genç politikacılar belki yerel örgüt ve yönetimlerden başlayarak tecrübe kazanıyor; (vazgeçip terketmezlerse) adım adım yükselerek lider adayları arasına giriyor. Çevreleri veya ekipleri mutlak değil; aralarındaki ilişki despotik değil. İttifaklar kuruluyor ve çözülüyor. Hiyerarşiler var, ama çok daha medenî. Kimse kimseyi tekme tokat kapı dışarı etmiyor. Dahası, zaferler de geçici, yenilgiler de. Kimse iktidara ömür boyu kazık çakamıyor. Değişmez Führer, “organik lider” diye bir şey yok. Uydurma. Efsane. En başarılı liderler dahi halkın güvenini ilânihaye elinde tutamıyor. Seçimler kâh kazanılıyor, kâh kaybediliyor. Azınlıkta kalan muhalefete geçiyor. İstifa da mümkün, emeklilik de. Hayatın sonu değil. Demokrasi içinde, “saltanat krizleri” zuhur etmiyor. Barışçı değişim süreçleri işliyor. Arka sıradakiler zaman içinde ön saflara ilerleyip boşlukları doldurabiliyor.
Demokrasinin gelişme ve derinleşmesine tepki olarak, 20. yüzyılda türeyen diktatörlük ve totalitarizmler ise bunun tam zıddı. İşte, İlkçağ, Ortaçağ ve Yeniçağın hanedan devletlerini hatırlatan uygulamalar bu rejimlerde tekrar zuhur ediyor. Hukuk ve demokrasi için gerekli denge ve frenlerin hiçbiri kalmamış. Osmanlı tarihi nasıl (Osman, Orhan, I. Murad, I. Bayezid, Çelebi Mehmed, II. Murad, II. Mehmed vb) padişahların saltanatları ile ölçülürse, Sovyet tarihi de aynen öyle, hiçbir hükmü olmayan seçimlerle değil, parti genel sekreterlerinin iktidarları üzerinden tasnif ediliyor: Lenin dönemi (1917-22/24), Stalin dönemi (1922/24-53), Kruşçev dönemi (1953-64), Brejnev dönemi (1964-83), Andropov dönemi (1983-84), Çernenko dönemi (1984-85), Gorbaçov dönemi (1985-91). İktidar çevresine giriş çıkış da şiddet dolu. Apparat adamları tepeden paraşütle indiriliyor ve aynı hızla uçuruma itiliyor. Stalin, gizli polisinin başına getirdiği Yagoda ve Yezhov’ları salıyor, Eski Bolşevikler dahil şüphelendiği herkesin üzerine. Sonra yeri gelince, VIII. Henry’nin Thomas Cromwell’e yaptığı gibi o da, suyunu çıkardığı Yagoda (1938) ve Yezhov’u (1940) peşpeşe, tamı tamına aynı suçlamalarla ölüme gönderiyor.
Nazizmin iktidarı çok daha kısa ömürlü: 1933-1945. Bu on üç yılda herşey Sovyetlerden de daha keskin ve radikal biçimlere bürünüyor. Sovyet rejimi son tahlilde bir parti diktatörlüğü. Stalin dahil bütün liderler meşruiyetlerini Komünist Partisi’nden, SBKP’den alıyor. Yani meselâ Stalin’in partiyi feshetmesi ve ben yeni bir parti kuruyorum demesi mümkün değil. Buna karşılık Hitler’in NSDAP ile ilişkisinde bu pekâlâ mümkün. Çünkü Führerprinzip yüzde yüz geçerli. Nazizm parti diktatörlüğü bile değil; insanlık tarihinin görüp bildiği en mutlak kişi diktatörlüğü. Hitler’in varlığıyla kaim. Hitler de hem yürütme, hem yasama (tek başına kanun koyma yetkisi var), hem yargı (tek başına karar verme veya bütün mahkeme kararlarını değiştirme yetkisi de Reichstag’dan çıkarılan bir kanunla tanınmış). Fiiliyatta da, en yakınları dahil tek tek her Nazi ve her Alman vatandaşının kaderi, Hitler’in iki dudağının ucunda. 1934’e kadar en sadık adamı, SA’ların başındaki Ernst Roehm. Ama Alman ordusu ve bürokrasisinin güvenini kazanıp son bir darbe ihtimalini bertaraf etmek uğruna, Roehm’ü bile feda etmekten çekinmiyor. Uzun Bıçaklar Gecesi’nde (30 Haziran – 1/2 Temmuz 1934), SS’lerin ve Gestapo’nun başında, bizzat baskına gidiyor.
1918-1939 arası, daha nice anti-demokrasi örneklerine tanık.Türkiye’nin Tek Parti dönemi de bunlardan biri. Nazizm veya Marksizm-Leninizm gibi sert çekirdekli bir teorisi yok. Dolayısıyla doktriner bir otoritarizm değil. Daha pragmatik ve geçirgen. Ama 1925-27’nin İstiklâl Mahkemeleri’nin, 1936-38’in Moskova Duruşmaları’ndan aşağı kalır yanı yok. Ve Ulu Önder “sofrası” ve ötesine benzer bir tahakküm, tersten söylersek benzer bir biat ve itaat hissi neşrediyor.
* * *
Peki, nasıl giriliyor o çevrelere? Diyelim ki “üç Ali”lerin simgelediği yargı ekibine, veya Vyshinsky’nin kurduğu savcılık mekanizmasına, veya Thierack ve Freisler’lerin “halk mahkemeleri”ne kim, nasıl intisap ediyor?
Başlangıçtaki bir avuç inanmış militan bir yana; çoğu insan açısından bir noktada “kartopu efekti”nin, yükselen ve karşı durulmaz gözüken bir güce bir an evvel yapışma duygusunun tâyin edici olduğu kanısındayım. Hitler ve Nazizm açısından, 1930’larda Nâzım bunu bizzat görmüş ve yaşamış. Bütün cevapların Sağda ve Aşırı Sağda arandığı bir dönem. “Yeni Düzen” diye bir şey çıkıyor. Kendini kapitalizmin ve liberal demokrasinin biricik alternatifi gibi sunuyor. Büyük bir dalga yaratıyor. Romanya’da “Demir Muhafızlar”ı gözleyen Ionesco’ya göre (kimbilir kaç kere yazdım) insanlar “çok güçlüler” diye diye gergedanlaşıyor. Türkiye’de, Nâzım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları’nın (bundan böyle MİM) zaman çerçevesi 1941 yılı. Ülkesine ve dünyaya o pencereden bakıyor. 1942’de yazmaya devam etmediğini, en basiti, İkinci Dünya Savaşı anlatımlarının 1941 kışındaki Moskova Muharebesi’nin ötesine geçmemesinden anlıyoruz.
Geçelim. 1941 ilkbaharında iki tren kalkacak İstanbul’dan Ankara’ya. İlki her istasyona uğrayan, halk sınıflarıyla dolu kara tren. İkincisi, yemekli vagonunda büyüklerin yer aldığı ekspres (sürat katarı). MİM’in birinci kitabında daha çok ilki, ikinci kitabında daha çok ikincisi anlatılıyor. İmajlar da değişiyor birinden diğerine. Örneğin Birinci Kitap’ta, iki ayrı yerde Denizde balık kokusuyla / döşemelerde tahtakurularıyla gelir / Haydarpaşa Garı’nda bahar (Adam Yayınları edisyonunda, s. 12 ve s. 23). Ama İkinci Kitap’ta başka bir realiteye geçiyoruz: Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği / ve sarma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir / Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar (s. 113).
Buna rağmen, diyor Nâzım, Buna rağmen / Hasan Şevket / rakıyı bir tek dilim beyaz peynirle içiyordu (aynı yerde). Kimdir bu Hasan Şevket? Zamanın Bâbıâli’sinden, Cağaloğlu Yokuşu’nun “tutunamayan”larındandır; küçük, zavallı, dar gelirli, pek çok şeyi bilen ve anlayan, ama bir şey yapamamış, düzene göğüs gerememiş, inançlarını yaşayamamış bir basın emekçisidir. Belki bir meyhane sosyalistidir. Hayatı konusunda kendi kendisiyle halleşirken, oradan Nuri Cemil diye bir başka tip geçer ve ekspresin birinci mevki vagonlarından birine biner. Nuri Cemil de Cağaloğlu’ndandır, ama Hasan Şevket gibi o da çok mütevazi kökenlerden geldiği halde eski inançları pahasına yükselmeyi başarmıştır. (Erkan Koca ve Gürbüz Özaltınlı’nın son yazılarının getirdiği kavramsal çerçeve içinde, “kötü olmaktan korkmadığı için” demek daha doğru olabilir.) Her halükârda, anlıyoruz ki Nuri Cemil işi Faşizm ve Nazizm taraftarlığına kadar vardırmıştır. Hasan Şevket bakıyor ve şöyle mırıldanıyor kendi kendine:
Hitler’de benim affedemediğim şey: / satılabilmek imkânını verip Nuri Cemil gibilere / müthiş arzular yüklemesidir yüreklerine onların.
* * *
Kabul edelim ki çok derin bir üç satır. Günümüzde, çeşitli açılardan sorgulanabilir kuşkusuz. Yukarıda uzun uzadıya anlatmaya çalıştığım gibi, yalnız Hitler midir insanlarda ahlâksızca yükselme hırsını körükleyen? Zamandaşı Stalin’e ne demeli? Nâzım’ın kendisine ne demeli, 1950-63 arasında? Eski Bâbıâli tamamen öldü mü? Yoksa her çağ kendi gergedanlarını ve kendi Nuri Cemil’lerini mi yaratıyor?
Fakat işte Cumartesi (yani dün) sabah 11:00 sularında ekrana bakıp Nazi hukukçularının çıkış noktasını nasıl anlatsam diye düşünürken, aklımdan Nâzım’ın 1941’den 2018’e, neredeyse seksen yıllık bu mısraları geçiyordu.
Yazarlar
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkumuş hainler ülkeden kaçıyor! 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENVe casusluk hikâyesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSarkozy hapiste 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMuhalefetin gerçeklikle bağı koparsa… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Türk soylu yabancı” mı, “herkes Türktür mü (vatandaş?) daha doğru? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon yerli ve demokratik çözümün yol haritasını hazırlamalı 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTGöbeklitepe… Urfa İzlenimleri – 2 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDem Parti’ye çullanmanın hafifliği 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNMadencilik yasasının gölgesinde hasat: Çatalağaç zeytin taşınamaz 21.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÇifte hukukta son perde: Ünsal Ban nasıl kaçtı? 16.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları




















































































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024