Hasan CEMAL
Demirel 90 yaşında.
Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesi İsparta’da, 1960’larda kitleleri dalgalandıran takma adıyla, Çoban Sülü’nün memleketi İslamköy’de açıldı.
Demirel, Türk siyasal hayatının 55 yılında baş oyunculardan biri olarak yer aldı, siyasete şöyle ya da böyle damgasını hep vurdu.
Benim gazeteciliğim 46 yıllık.
Demek ki mesleğimin büyük bölümü, siyah fötr şapkalı ‘Baba’yıizlemekle geçmiş.
Siyasetçilerle gazetecilere özgü inişli çıkışlı, balayı dönemleriyle kopukluk ve kırgınlıkların yaşandığı uzun yıllar...
1960’larda Demirel benim ‘sınıf düşmanı’mdı.
Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi ve seçim sandığından devamlı kendisi gibi gerici çıkaran ‘cici demokrasi’nin şampiyonuydu.
Bunun için de, kısa adı AP olan Adalet Partisi lideri ve Başbakan Demirel önce ‘darbe’yle yıkılacak, sonra devrim yolu açılacaktı Türkiye’nin önünde...
Demirel, bizim olmayan darbeyle
Yıl 1969.
Doğan Avcıoğlu’nun Devrim dergisinde fedai yazı işleri müdürü olarak çalışıyorum.
Sözde gazeteciyim.
Gazetecilik bana o zamanlar hakaret gibi gelirdi.
Çünkü biz ‘devrimci’ydik!
Devrim’deki işimize gelince, ‘askeri darbeye kışkırtmak’tan ibaretti.
Demirel askerin darbesiyle devrilecek, parlamentonun kapısına kilit vurulacak, siyasi partiler kapatılacaktı.
Darbe bir öğle vakti, 12 Mart 1971 günü devlet radyosundan okunan asker imzalı bir ‘muhtıra’yla geldi.
Demirel direnmedi.
‘Şapka’yı alıp gitti.
Ama bu darbe bizim darbemiz değildi.
12 Mart'a destek, Deniz'lerin idamına onay
Demirel’i başbakanlık koltuğundan edenler bizim ‘Devrim takımı’nı da devirdiler, mahkemelerden, hapislerden, işkence evlerinden geçirdiler.
Bu arada hazin ama gerçektir.
Demirel de, kendisini deviren ‘darbeciler’le iş tutmaya başladı.
12 Mart’ın demokratik hak ve özgürlükleri kuşa çeviren anayasa değişiklikleri için Mecliste yeşil ışık yakan Demirel ve AP grubuydu.
Deniz Gezmiş’ler için askeri mahkemenin vermiş olduğu idam cezalarını Meclis'te onaylayanlar da yine onlardı.
Artık benim gözümde Demirel’le darbeciler arasında herhangi bir fark kalmamıştı.
Ben 1970’lerde ‘devrimcilik’ten gazeteciliğe zorunlu geçiş yaparken, benim için Demirel artık bir ‘sınıf düşmanı’ değil,demokrasi düşmanı olmuştu.
Demokrasiyi sadece kendisi için isteyen, seçim sandığından çıkan çoğunluğu demokrasi sanan bir siyasetçiydi o benim gözümde.
Komünistler Moskova’ya sloganını sever, meydanlarda ortanın solu, Moskova yolu diye bağırtırdı kalabalıkları...
Muhtıra veren askeri emekliye sevk etmedi
Demirel, 1970’lerde mimarı olduğu Milliyetçi Cephehükümetleriyle Türkiye’yi korkunç şekilde cephelere ayırmış, kutuplaştırmıştı.
Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiydim.
Demirel’le el bile sıkışmamıştım.
Sokaklardan oluk gibi kan akıyor, gizli eller tarafından darbe ortamı oluşturuluyordu.
1979’un son günleriydi.
Asker, iktidarın burnuna bir uyarı mektubu dayamıştı. Yeni bir darbenin ayak sesleriydi bu.
Başbakan Demirel ertesi günü en yakın kurmaylarını toplar.
İlk sözü Nuri Bayar alır:
“Derhal iki kararname hazırlayalım. Biri, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının emekliliğini, diğeri yeni komutanların atanmasını yapan iki kararname... İkisi de eşzamanlı olarak onay için Çankaya Köşkü’ne gönderilirken, yeni komutanlara da durum telefonla bildirilsin.”
Bakışlar Demirel’e döner, ama o susma hakkını kullanır.
Nuri Bayar’ın canı çok sıkkındır, akşam evine geldiğinde şöyle der:
“Bu iş bitti!”
(Ayrıntısı: Hasan Cemal, Türkiye’nin Asker Sorunu, sayfa 25)
12 Mart gibi 12 Eylül'de de direnmedi
12 Eylül 1980 sabahı tank sesiyle uyandık.
Darbe bu kez yalnız Demirel’e değil, onunla birlikte tüm liderlere siyaset yasağı koyacak, parlamentoyla birlikte partileri de kapatacak ve demokrasinin canına okuyan bir anayasa yapacaktı.
Demirel’e gelince...
O, ne yazık ki yine 12 Mart’ta olduğu gibi, 12 Eylül’de de şapkasını alıp Başbakanlık koltuğundan gidecekti.
Darbe sabahı Güniz Sokak’taki evinde kendisini almaya geldiklerinde, “Demirel teslim olma, direnişe geç!” diyen gözleri yaşlı Nazmiye Hanım’ı, sevgili eşini dinlemeyecekti. (HC,Türkiye’nin Asker Sorunu, sayfa 24)
Demirel değişmemişti.
12 Mart gibi 12 Eylül’de de direnmemişti.
Askeri darbelerle koyduğu ‘kırmızı çizgiler’e her seferinde boyun eğmiş, sadece seçim sandığından çıkmayı demokrasi sanmıştı.
Demirel’in bu tutumu, “Altı kere gittim, yedi kere geldim” sözüyle özdeş kılınmıştı.
Oysa asıl mesele, ‘altı kere gidip yedi kere geri gelirken’, oyunun kurallarını demokrasiye göre değiştirmekti.
Demirel’n göremediği, siyasal hayatı boyunca yapmadığı ya da yapamadığı buydu.
Gidip gelmek, hiç kuşkusuz kendi demokratik hakkını elde etmeye dönük bir demokrasi mücadelesiydi.
Elbette takdire değerdi.
Ama tek boyutlu bir kavgaydı bu.
Türkiye’de demokrasiye küme atlatacak, Amerika’daki, Avrupa’daki gibi demokrasiyi birinci sınıf yapacak bir mücadele olmadığı, olamadığı için de ‘tek boyutlu’ydu Demirel’in kavgası...
Demirel ile mesleki balayı
ve değişmeyen zihniyet
Öyleydi ama ben 1980’de, 12 Eylül’le birlikte Demirel’in demokrasi mücadelesine destek vermeye başladım.
Çünkü askeri darbe, Demirel’e siyaset yasağı koyarak da demokrasiyi çiğnemişti.
Böylece Demirel’le meslek hayatımın balayı dönemibaşlayacaktı.
Heyecanlı, güzel yıllardı.
12 Mart öncesi askerle birlik olup Demirel’i devirmek isteyen HC, bu sefer 12 Eylül’de askere karşı Demirel’le saf tutacak, bunudemokratik bir görev sayacaktı.
Aslında bir noktanın farkındaydım.
Demirel, başlangıçta, 12 Eylül’ün getirmek istediği anayasal düzene, siyasal rejime pek öyle itiraz içinde değildi.
Sonunda nasıl olsa meydanlara seçim sandığı konacak ve o sandıktan yine kendisi çıkacaktı.
Bu nedenle de sanıyorum, 12 Mart’taki gibi demokratik hak ve özgürlükleri budayacak bir anayasa varsın gelsin diye düşünüyordu Demirel.
‘Siyaset yasakları’yla partilerin kapatılması henüz gündemde değilken, bir gün Güniz Sokak’ta Demirel’i ziyaret etmiş, kendisine sormuştum:
“Referandumda anayasaya direnmeyecek misiniz?”
Yanıt Demirel’den değil, orada bulunan, her zaman en yakınında tuttuğu, yıllar yılı Dışişleri Bakanlığı'nı yapmış olan İhsan Sabri Çağlayangil’den gelmişti:
“Önemli olan anayasa referandumu değil sonraki genel seçimler. Sandıklar konacak meydanlara... Sandıkların içine giremeyeceklerine göre, millet oyunu istediği gibi kullanacaktır.”
Susmuştum.
Askerin koyduğu ‘kırmızı çizgiler’e ses etmeyen, sadece seçim sandığından çıkmayı demokrasi sanan zihniyet ne yazık ki değişmemişti.
İyi bir gaz ustasıydı
Ama Demirel, partisi kapatılınca, kendisine siyaset yasağı konup, kurdurduğu partinin seçime girmesi de engellenince, darbeye karşı mücadele bayrağını ciddi olarak açacaktı.
Demirel’le demokrasi kavgası döneminde çok yakınlaşmış, kendisini tanımaya başlamıştım.
Demirel de, Ecevit gibi siyasetin önde gelen oyuncuları gibi iyi bir ‘gaz ustası’ydı.
Bu ‘gaz’ı ben dahil ara sıra yemeyen Ankara gazetecisisanmıyorum ki olsun.
Rahmetli meslek büyüğüm Metin Toker bir keresinde bana şöyle demişti:
“Demirel’le Ecevit arasında birçok fark vardır, biri de şudur: Demirel’le daha konuşurken anlarsın, bak bak nasıl da gaz veriyor diye... Ecevit’in farkına gelince, onun verdiği gazı fark etmen biraz daha zaman alır, belki merdivenlerden inerken uyanırsın.”
Demirel'i desteklerken
Cumhuriyet'te vazoyu kırmıştık
Demirel’le iyi ilişkilerim 1987’de siyaset yasaklarına ilişkin referandumla doruğuna çıkmıştı.
ANAP lideri ve Başbakan Özal, tüm basını ve güç odaklarını arkasına alıp 12 Eylül’ün yasaklarını savunurken, sanıyorum bir tek, o tarihlerde genel yayın yönetmenliğini yaptığım Cumhuriyetgazetesi askeri yönetimin siyaset yasağının kaldırılmasını açıkça savunmuştu.
Demirel, 11 yıl aradan sonra 1991’de yedinci kez gelip başbakan olurken, Cumhuriyet olarak kendisini desteklemiş, ama biraz da bu yüzden vazoyu da kırmıştık gazetede...
Demirel, Erdal İnönü’yle koalisyon ortağı olarak iktidar olduğunda, ben de Sabah’ta köşe yazarlığına başlamıştım.
Aramız yine çok iyiydi Demirel’le.
Kürt meselesinde askerci olmuştu
DYP-SHP koalisyonu, Demirel-İnönü ikilisi demokrasi, Avrupa Birliği ve Kürt sorunu gibi temel konularda umut verici bir başlangıç yapmıştı.
Ama sonra her şey değişmeye başladı.
Demirel’in gözü erken seçimdeydi, kafayı iş yapmaktan çok seçim sandığından tek başına çıkmaya takmıştı.
O günlerde, Demirel’i uzun yıllar yakın markajda tutmuş Batılı bir büyükelçi bana şöyle demişti:
“Özal iktidarı bir şeyler yapmak için, Demirel ise kendisi için ister.”
Geçen yıllar bu sözdeki gerçek payını gösterdi diyebilirim.
1993’te Cumhurbaşkanı Özal’ın ölümü ve Demirel’in Çankaya’ya çıkışıyla birlikte, benim Demirel’e dönük desteğimin eleştirel niteliği daha ön plana çıkmaya başladı.
Demirel, Kürt meselesinde askerci olmuştu. Demokratikleşmeyiönce terörle mücadele diyerek bilinmez bir geleceğe erteleyen bir çizgiyi benimsemişti.
1991 sonundaki AB’ye ilişkin Paris Şart’ları, ‘Kürt realite’leri unutulmuştu.
Ben de eleştirmeye başlamıştım kendisini.
Onun için de Demirel beni, 1995 ve 1996’da bir buçuk yıl boyuncacezaya koydu, ilişkimiz koptu.
‘Kara liste’den çıkışım 28 Şubat öncesine rastlar. Erbakan Hoca’yı -Çiller’in el verişiyle- çıktığı Başbakanlık yolculuğunda hedef alan eleştirilerimle birlikte Çankaya Köşkü’yle trafikyeniden açıldı.
28 Şubat'ta artıları da var
Cumhurbaşkanı Demirel’in bu dönemde medya desteğine ihtiyacı vardı.
Özellikle üç nedenden dolayı:
Hiç olmazsa Fransa’dakine benzer bir yarı-başkanlık sistemine kapıyı açmak...
Cumhurbaşkanlığı'ndaki görev süresini bir dönem daha uzatmak...
Bunun için de askere yakın durmak...
Cumhurbaşkanı Demirel’in 28 Şubat öncesinde başlayan ‘askerle dansı’nın arka planında, benim katılmadığım bu başkanlık hesapları özellikle yatıyordu.
28 Şubat’ta Demirel’in demokrasi açısından yalnız günahları yoktur.
Artıları da vardır.
Bunun başında da, parlamento kapısının açık tutulması, yani 28 Şubat’ın açık darbeye dönüşmemesindeki rolü gelir.
İnatçı çizgisi saygıdeğer 'Baba'yı sevdim
2000 yılında Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan sonra benim görmek istediğim Demirel, ‘âkil insan Demirel’di.
Avrupa Birliği yolunda, birinci sınıf demokrasi yolunda ilerleyen bir Türkiye’ye, geçmiş birikimleriyle, kritik dönemeçlerde yaptığı konuşmalar, yazdığı makale ve kitaplarla ışık tutan, yardımcı olan bir Demirel, bir âkil adam...
Benim dileğim buydu.
Gerçekleşmedi.
Ama ben mesleğimin çok uzun yıllarını acı tatlı birlikte geçirdiğim, siyasetteki inatçı çizgisini saygıdeğer bulduğum, siyah fötr şapkalı ‘Baba’yı sevdim.
Kendisine daha nice mutlu, sağlıklı yıllar diliyorum.
İyi pazarlar!
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSüveyde’den sonra: Eski çamlar bardak olurken… 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUYKU “ÖLÜMÜN OYUNBOZAN” KARDEŞİ. 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkan‘III. Dünya Savaşı ihtimali 50/50’ 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya değişiyor, Suriye’nin Türkiye politikası da mı değişiyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHüseyin için matem, Gazze için ağıt 25.07.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Boraİhtiyatlı İyimserlik 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayReel sosyalizm neden çöktü? 24.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt açılımının toplumsal meşruiyeti nasıl artar? 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENKürtler, Türkler ve Araplar 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kahveciİşsizlik Vergisi… 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanPKK silahları yaktı acaba şehre de demokrasi gelir mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANMuhalefetsiz muhalefet; medyasız medya!... 7.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.03.2025
28.02.2025
20.02.2025
13.02.2025
28.11.2024
12.11.2024
24.10.2024
27.08.2024
20.04.2024
9.04.2024