Kemal CAN
Totalitarizm, bireyin bağımsız varoluşunu yok eden ve bütün özgürlük alanlarını kapatmaya yönelen bir yönetim biçimi. Bireysel varoluşun, aileden başlayarak devlete kadar uzanan iktidar alanlarının tamamı için geçerli olan en önemli göstergelerinden biri de itiraz hakkı. Bir kimlikle ve o kimliğin belirlediği görevlerle tanımlı olmayı reddetme veya bu gerekçelerle maruz bırakıldıklarından şikâyet etme hakkı. Şimdi gelinen noktada, krizden dolayı yaşananları bırakın protesto etmeyi, mızmızlanmanın bile yasaklanmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Türkiye, içinde sürüklendiği ve ne kadar süreceği belirsiz, çok ciddi bir kriz atmosferinde. Çok boyutlu, sarsıcı ve ağır sonuçları olacak tehlikelerin belirginleştiği, yenilerinin ortaya çıktığı günleri yaşıyoruz. Bu durumun yarattığı kaygılar ve tepkiler de durumun belirsizliğine koşut biçimde son derece dengesiz. Krizin yaşanma alanı dolayısıyla kaygıların başında ekonomik meseleler geliyor. Hepimizin aynı gemide olup olmadığı tartışması da büyük ölçüde herkesi kuşatacak ekonomik sonuçlarla ilişkilendiriliyor. Fakat bu acil ve sert gündemin biraz gerisinde olgunlaşmaya başlayan çok önemli başka bir meseleyi görmeyi ertelememek gerek: İktidarın krizle ilişkilenme ve toplumu ilişkilendirme biçiminin işaret ettiği totaliter eğilimler. Çünkü, kriz vesilesiyle bu eğilimin yerleşikleşme imkanları, anayasa değişikliği ve seçim sonuçlarının yarattığı koşulların yarattığından daha fazla, tabanı da daha geniş.
İktidar ve özellikle de Erdoğan, ilk şok geçer geçmez, daha öncekilerde olduğu gibi bir kriz karşılama stratejisini devreye soktu: Yaşananlarla ilgili sorumsuzluk ilanı, saldırı altında olma argümanı ve kendi etrafında kenetlenmeyenlere dönük peşin suçlamalar. Yıllardır seçimler kazandıran bu basit strateji, tıpkı seçimler gibi “geçilecek” bir eşik olarak görülüp, ertelenen ve fırsata çevrilen krizler karşısında da işliyor. İşin tuhaf tarafı, bu stratejinin seçimlerde nasıl olup da her sefer işlediğine şaşırmaya doyamayanların büyük çoğunluğunun, krizlerde aynı stratejinin parçası haline gelmekte bir sakınca görmüyor olması. “Bu kadar şey oluyor hâlâ nasıl oy veriyorlar” cümlesini kolayca kuranlar, bizzat iktidarın parçası olduğu krizlerde “birlik olmak lazım” diyerek işaret edilen sıraya girmekte tereddüt göstermiyorlar. “Gerisi teferruat” sınırı her krizde iktidar lehine genişliyor, destek gönüllüleri artıyor.
KRİZDEN VAZİFE ÇIKARTMAK
Kapsamı ve sonuçları açısından çok boyutlu ve derin bir krizde -belki de böyle olmasından dolayı- strateji Erdoğan’ı bile şaşırtacak kadar kolay işledi. En azından kolay işlemesini durduracak hiçbir şey olmadı. Sorunları çözme yeterliliği tartışmalı birinin karşısında patronlar sıraya girdi, yetmedi söz söyleme mecburiyetine katıldı. Muhalefet partileri, ABD başkanın tweet atmasından incinen milli gurur ile, bir tweetle oluşabilen krizin alt yapısından bahsetmek yerine destek açıklamaları yaptı. Kalabalıklar da, belki talimata uyup dolarlarıyla bankalara koşmasa da, endişelerini içlerine, suçu da “Reisin” gösterdiklerine atmayı tercih etti. Pozitif bir hikâye kurarak ya da büyük bir baskı oluşturarak üretemediği rızayı Allah’ın lütfu yeni bir krizle önünde bulan Erdoğan da vites büyüttü. Albayrak “ekonomik yapısal reform” talepleriyle dalga geçerken, Erdoğan başka yapısal adımlar atmaya başladı.
Bu yaklaşımın en belirgin ifadesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe’deki Büyükelçiler Konferansı’nda söylediği “Herkes tam bir koordinasyon içinde büyük ve güçlü Türkiye ideali için çalışmak, üretmek ve mücadele etmek zorundadır” sözleri. Çünkü totaliter tahakküm eğilimleri, ait olmanın (hatta var olmanın) koşulu olan ve dışında kalınamayacak bir görevi bütün topluma dayatır. Görev belirtir, görevin sınırlarını tarif eder, uymayanları cezalandırır. Erdoğan’ın cümlesini takip ettiğimizde seçilen kelimelerin hiç de rastlantısal olmadığını görüyoruz. Önce “herkes”, sonra “tam bir koordinasyon içinde”. Herkes -yani dışında kimsenin kalamayacağı bütün ülke- kiminle tam koordinasyon içinde olacak: “Büyük ve güçlü Türkiye idealini” tarif eden, çerçevesini çizen ve siyasi programı yapan iktidarla. Ayrıca, “çalışmak, üretmek ve mücadele etmek zorunda”. Bu, “Rabia”ya “tek görev” maddesinin de ekleyen KHK demek.
DESTEK Mİ İTAAT Mİ?
Kendi tabanı için yarattığı iktidarını savunma mecburiyetini bütün topluma yaymanın mümkün olabileceğini gören Erdoğan’ı ilk destekleyenler de ekonomik elitler oldu. İş çevreleri şahsen ve kurumsal olarak bağlılık ve güven bildirirken, TÜRSAB Başkanı, topluma “siyasetçilerin yükünü alma” görevini yükledi. İş Bankası Genel Müdürü ise sadece refahın paylaşılmayacağını belirterek sürekli borçlandırdıkları yoksulları hadsizlikle suçlamaya kalktı. Totalitarizmin Kaynakları kitabında Hannah Arendt, öne çıkmış ve güç gösteren totalitarizmin otomatik destekçilerinin en üsttekiler ile en alttakiler olduğunu boşuna söylemiyor. Diğerleri için gerekli olan propagandada da muhalefette olduklarını söyleyenlerin iştirak ettiği geniş bir koro rol alıyor. Bu konuda da yine Arendt’ e başvurursak, “Siyasette itaat ile destek aynı şeydir.”
Totalitarizm, bireyin bağımsız varoluşunu yok eden ve bütün özgürlük alanlarını kapatmaya yönelen bir yönetim biçimi. Bireysel varoluşun, aileden başlayarak devlete kadar uzanan iktidar alanlarının tamamı için geçerli olan en önemli göstergelerinden biri de itiraz hakkı. Bir kimlikle ve o kimliğin belirlediği görevlerle tanımlı olmayı reddetme veya bu gerekçelerle maruz bırakıldıklarından şikâyet etme hakkı. Şimdi gelinen noktada, krizden dolayı yaşananları bırakın protesto etmeyi, mızmızlanmanın bile yasaklanmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Endişe beyanları panik yaratmak, üzerine fikir kurmak komplo olarak soruşturuluyor. Türkiye’de kur artıran spekülatif eylemler soruşturulacaksa, altı yıllık çabaları dolayısıyla en başta Erdoğan’ın ifadeye çağrılması gerekir. Bu olmayacağı gibi, önümüzdeki günlerde, ekonominin gerekleriyle açıklanamayacak yeni ekonomik suçlar da ihdas olunacak gibi.
KRİZ KRİZE ÇARE OLMAYABİLİR
Ekonominin gereklerinden hızla arındırılarak siyasetin ihtiyaçları için kullanışlı hale getirilen kriz, iktidarın totaliter hevesleri için bir ışık yaratmış olabilir. Hatta çok katılmadığım bazı tezlere göre, bile isteye yaratılmış bir kriz intibası veriyor da olabilir. 24 Haziran sonuçlarının üzerine, olup bitene karşı devam eden uysallığın verdiği cesaret, krizi fırsata çevirme alışkanlığını tetiklemiş de olabilir. Ancak “totalitarizmin kaynaklarına” uyumlu göstergelere ve elverişli sonuçlar alan hamlelere rağmen, durum iktidar için o kadar da rahat görünmüyor. Tamamen imkansız görünmese bile, mevcut krizin yapısal özellikleri, totaliter tahakküm imkanlarını genişletmeye çok uygun gibi değil. Ve galiba en önemlisi, ilk defa iktidardan duyulan korku, krizi büyütmekten duyulan korkunun gerisine düştü. Dolayısıyla, iktidarın itaat diye algıladığı, tam ihtiyaç duyduğu şey olmayabilir.
Yine tekrar edelim, aksi mümkün olmakla birlikte verili koşullar, hevesler ile gerçekler arasındaki açıyı iktidar aleyhine bozuyor. Birincisi, bu kriz kontrollü başlatılsa bile kontrollü devam ettirebilecek lokal bir kriz değil. İkincisi, savunma hattına çekilirken yenebileceğin düşmanlar iddiası, pozitif beklenti yaratmadan aksiyon enerjisi üretmek kolay değil. Üçüncüsü, geçici olarak desteğini tedarik ettiğin hakim sınıflar ve dış denge alternatifleri, ortak çıkarlar bakımından hızla ayrışıyor. Dördüncüsü, iktidarın üzerinde durduğu siyasi denge, hadisenin ekonomik veçhesini biraz dışında durmaya çalışan Bahçeli’nin tavrından da anlaşılacağı üzere hiç de kararlı değil. Beşincisi, bir siyasi kilitlenme yaşıyor olsa da, Türkiye tek kimliğe, tek göreve indirgenebilecek bir toplumsal vasata sahip değil. Son olarak da, muhalefet için, ya emperyalizm ya Erdoğan ikileminden çok daha geniş bir hareket alanı yaratmak mümkün.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025