Kemal CAN
Hafta başında Medyascope’daki 5 Soru 10 Cevap yayınında, “birlikte yaşamak şöyle dursun yan yana bile duramayan çok toplumlu bir ülke” haline geldiğimizden bahsetmiştim. Hemen her gün bunu doğrulayan örneklerle karşılaşıyoruz. Birbirlerinin sevinçlerine, acılarına, ihtiyaçlarına, şikayetlerine bigane, ilişki ve temas kuramayan kapalı havzalar oluşuyor. Bu kopma ve kapanma haliyle de yetinilmeyip, karşılıklı saldırganlığı teşvik ve tahrik eden tutumlar aleniyet kazanıyor. Kötülüğün “tabana yayılmasına”, bu suça ortak olanların, iştirak edenlerin çoğaltılmasına özel çaba harcanıyor.
Kutuplaştırmanın “başarılı” toplumsal, siyasal sonuçlar elde etmesi, gerilimin seçmen davranışlarına etkisinden ibaret değil. Yani kutuplaştırma için özel çaba harcayanlar, bunu kışkırtanlar, bu sayede kendi etraflarında biriken kalabalıkları tutabilmekle, kendilerine desteği gözü kara bir taraftarlık üretmekle yetinmiyorlar. Çünkü bu geçici hezeyanların uzun süreli güvenilirliği olmadığını çok iyi biliyorlar. Bu yüzden kendi destekçilerinin de pasif destekçiler olmak yanında yürüttükleri kötülük politikalarının doğrudan suç ortağı olmasını, bunu taşımalarını, tekrar ederek büyütmelerini istiyorlar.
Suç, kötülük ve günah ortaklığı ile sağlanan yapışkanlık, kutuplaştırma politikalarının keşfettiği bir pratik değil aslında. Bütün suç örgütleri, meşru olmayan her türlü örgütlenme, her türden gizli cemaat yapılanması, mensup ve taraftarlarını “bağlamak” için onları “suça” bulaştırır. Mafyaya kabul prosedürlerinde, gizli cemaat inisiyasyon süreçlerinde, örgüt hiyerarşisinde, en kuvvetli bağlayıcı hep “suç ortaklığı”. Çok yüksek bir amaç veya çok kârlı bir beklenti için, bilerek ve isteyerek kötülüğü seçmek, ona ortak olmak, sessiz kalarak katılmaktan çok daha etkili bir mensubiyet.
Adalet arayışından linç kampanyalarına, destek-dayanışma ağlarından siyasal sürek avlarına kadar hemen her şeyin ana mecrası haline gelen sosyal medyada, bu çok daha net takip edilebiliyor. “Troller”, sadece gürültü yaratmak, ortalığı bulandırmak veya gündem saptırmakla ilgili değiller. Asıl işlevleri, bir fikrin, bir hissiyatın, bir hezeyanın tohumunu atmak, kışkırtmak ve onu bir yöne doğru sürmek. Bu öyle gerekli ve etkili bir rol ki, adı sanı açık siyasiler, belediye başkanları bu göreve talip oluyorlar, bundan hicap değil gurur duyuyorlar.
2015 yılında 7 Haziran 1 Kasım arasındaki atmosferde Prof. Dr. Necmi Erdoğan şu satırları yazıyordu: “Türkiye toplumunu”nu bir arada tutan pozitif bir etiko-politik içerik yoksa, bir arada durduran şey ne peki? Bence buna verilebilecek tek değilse de ana cevap ‘suç ortaklığı’dır”. Yaşanan depremin ardından Kürt vatandaşlara “oh olsun” diyerek taş dolu paket gönderilmesi veya bombalı saldırıda ölenlere gösterilen saygısızlıklardan örnekler sıralıyordu. Şimdi linçten her türden suçu övmeye kadar geniş bir repertuvarın sosyal medyada sahne alışını izliyoruz.
Çok yakın bir örnek: Avukat Ebru Timtik adalet istediği, adil yargılanma talep ettiği için hayatını kaybetti. Pek çok hukukçunun birleştiği gibi, uyduruk tanık ifadeleri ve delillere yargılamayı sündüren mahkemeler, kendi verdiği tahliye kararını aynı gün değiştiren hakimler, davayı acil biçimde görüşmeyen yüksek yargı, süreci seyreden bütün yargı sistemi, kulaklarını tıkayan, gözlerini kapayan herkes, bu ölüme katkıda bulundu. Ancak hep birlikte ölümüne engel olamadığımız genç bir avukatın kaybından duyulacak acıyı, utancı, sonrasında yaşananların çirkinliği, kötülüğü fazlasıyla bastırdı.
Bu haberin altına yapılan yorumlarda, bu haber dolayısıyla açılan etiketlerde, kutuplaştırma veya kontrolsüz nefret sınırlarını çok aşan barbarlık örnekleri gördük. Ölüm karşısında açıkça sergilenmesi bir yana iması bile büyük günah sayılacak kötücül hezeyanlar doluştu sosyal medyaya. Oysa bütün inançlarda ve evrensel hukukta (hatta TCK’da), ölüye dönük nefret suçu ve şiddet gösterileri, ağırlaştırıcı unsur sayılır ve daha yüksek ceza öngörülür. Acılı anneleri meydanlarda yuhalatmakla başlayan süreçte cenazelere, mezarlara saldırmak, “yeni normal”, sosyal medya bunun sergilendiği arena oldu.
Geçtiğimiz günlerde Kadıköy’de polis şiddetine maruz kalan kadın konusunda da benzer durumu görmüştük. Anlamsız şiddet gösterileri nedeniyle görevden el çektirilen polisler, karşı sosyal medya atağıyla göreve geri döndüler. Tecavüz sanığının tutuklatılması ve tekrar salıverilmesinde aynı süreci izledik. Sosyal medyanın geleneksel medyanın alternatifi olacağı iddiasını ve sadece “iyiyi” zorlayacağı iyimserliğini zayıflatan örneklerin sayısı giderek artıyor. Zaten toplumun (kalabalığın) ve hakim vasatın tamamen dışında olması için hiçbir gerekçe yoktu. Birileri önemini geç fark edip, biraz yavaş girdi hepsi o kadar.
Sosyal medyanın daha geniş kesimleri “suç ortaklığına” zorlama mekanizması, “faşizmdeki söz söyleme mecburiyetine” çok benziyor. Baskılarını kalabalıkların onay ve talebine bağlayarak meşrulaştıranlar, sadece sessizlikle yetinemiyorlar. Yaptıklarının önemli bir itirazla karşılaşmaması veya itiraz edebileceklerin susturulmasına onay verilmesi yeterli olmuyor. Yaptıkları için yüksek alkış, hatta daha fazlasını zorlayan kuvvetli bir gürültüye ihtiyaç duyuyorlar. Söz söyleme mecburiyetine gönüllü uyanlar, “Allah’ın affedeceği” bir kandırılmanın değil, açık bir ortaklığın sorumlusu oluyorlar.
Dünyada ve Türkiye’deki önemli bazı gelişmelerde oynadığı rol dolayısıyla, “kendiliğinden” bir pozitif özellik kazandığına inanılan sosyal medya, geçici üstünlük ve alınmış olumlu sonuçlar sayesinde bambaşka bir dünya kurmadı. Her yer ne kadar kötüyse orası da o kadar kötü, herkes ne kadar iyiyse buradakiler de o kadar iyi. Hatta gerçekliğin çok daha kolay eğilip bükülebildiği, geçiciliğin meziyet sayıldığı bir yer olduğu için çok daha tehlikeli sayılabilir. Bu yüzden, sahici dinamikleri etkileyebildiği ve desteklediği ölçüde değerli olabilen sosyal medyaya olduğundan daha yüksek bir misyon yüklemek saçma.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTürkiye’nin Kürt Sorununu çözecek yaklaşım neden Suriye’de uygulanmasın? 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'nin umudu eğitim: Cumhuriyet’in en önemli başarısı, bugün sınav usulsüzlüğü ve fırsat eşitsi 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞGürsel Tekin konusunun pek konuşulmayan tarafı 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025