Yıldıray OĞUR
UFO, İngilizce “Tanımlanamayan Uçan Cisim”in kısaltması.
Bu kelimenin Türkçe’de bir karşılığı yok. Ama işlevi açısından en iyi karşılayan hangi kelime diye sorulsa hiç düşünmeden “Provokasyon” derim.
Türkiye’de bir olaya “provokasyon” denince aslında o olayın tanımlanamayan bir cisim olduğunu söylemiş olursunuz.
Ama burada gerçekten üzerinde kafa yorup, düşünüp, yine de tanımlayamamaktan bahsetmiyoruz.
Hatta genelde bir tanımlama çabası ve niyeti bile yoktur ortada.
Hiç düşünmeden, hemen gelişine kullanılan bir kavramdır provokasyon.
Bir olaya “provokasyon” diyorsanız aslında o olaydan hızlıca uzaklaşmak, kaçmak, yüzleşmemek, üzerine düşünmemek, sebeplerine ve sonuçlarına kafa yormamak, next next deyip geçmek istediğiniz sonucu çıkarılabilir.
Bir tür ağrı kesicidir bu kavram. O anki ağrıdan, sıkıntıdan sizi kurtarır.
Yani tanımlanamayandan çok, açıklanamayan, açıklanmak istenmeyen, açıklamaya çalışmak işinize gelmeyen cisimlere ülkemizde “provokasyon” denir.
Öyle bir hayat kurtarıcı, el freni, hava yastığıdır ki acil durumlarda üzerinizden yükü, sorumluluğu, hesap verme yükümlüğünü atar.
Bazen “provokasyon” demek bir uzlaşma zemini de olabilir.
Kimsenin yüzleşmek istemediği hakikatlerden, toplumu geren meselelerden, çatışma potansiyeli olan konulardan topluca kaçmak gerektiğinde imdada provokasyon yetişir.
Bir tür milli mutabakat zemini kurulur, bu sayede hayat hiç bir şey olmamış gibi devam edebilir.
O yüzden Türkiye’de provokasyon kavramı bir boş gösterendir.
Ama bir taraftan da bir telaşı, hatta bir tür suçluluk psikolojisini de ele verir.
Provokasyon kavramının aptallaştırıcı bir tarafı da vardır.
Elinizin altında böyle bir kavram varken hiçbir konuyu uzun boylu düşünmenize, herhangi bir meseleyi sahiden dert yapmanıza ve tabii ki çözmek gibi büyük sorumlulukların, risklerin altına girmenize gerek kalmaz.
Suç belirsiz odaklara, asla yetenekleri ve güçleriyle baş edemeyeceğimiz, ancak oyunlarına gelmeyerek onları alt edebileceğimiz elle tutulamayan aktörlere atılır. Böylece provokasyon sayesinde pek çok olay fail-i meçhul olmaktan kurtulur.
Ama aslında provokasyon kavramı bir fail-i meçhul makinesidir. O derin çukura atılan her olayın fail-i hem bellidir, hem belli değildir.
Suçlanacak biri bulunur ama bir suçlu bulunamaz.
O yüzden Türkiye’de pek çok olay “provokasyon” denerek hem çözülmüş hem de çözülmemiştir.
Bir tür plasebo etkisi yapar.
Çok büyük oyunların deşifre edildiği, esas emir verenlerin yakalandığu hissine neden olur ama günün sonunda elinizde çoğunlukla her tarafı dökülen bir komplo teorisinden başka bir şey yoktur.
O yüzden her kesimin kendi favori provokasyonları vardır.
Şimdi onları sıralayıp, aynı anda herkesi kızdırmaya gerek yok.
Çünkü failin tanıdık olduğu, bu hesaplaşmayı yapmaya hazır olmadığınız her olay provokasyondur, karşı tarafın faili olduğu her olay ise provokasyon denerek geçiştirilemez.
Bu bakış yüzünden Türkiye’nin dönüm noktalarındaki pek çok olay provokasyon denerek faili meçhulleştirilmiş, gerçek kimsenin umurunda olmamıştır.
Bugün ise artık kendisinden izinsiz uçan kuşları bile provokasyonla suçlayabilecek bir iktidar var.
Evet, Türkiye’nin şeffaf olmayan bir devleti var. Karanlık yapılar, çeteler, mafya hep hayatımızda oldu. Bu yapılar büyük suçlar da işlediler. Kaba şiddette hiç kötü değiller.
Ama toplumu germek, birbirine düşürmek, tansiyonu artırmak için provokasyon örgütlemek kaba şiddetten fazla bir akıl, planlama gerektiriyor.
Bu kudretli devletin ne kadar beceriksiz olabildiği her vatandaşın malumu iken, ona provokasyon örgütleyecek akıl atfetmek pek akıl karı gibi görünmüyor.
Zaten bugüne kadar provokasyon denen olayların çoğunda sonuç provokasyonu örgütleyenlerin istediği gibi de olmadı.
Günün sonunda o kadar zahmete girip provokasyon örgütleyenler değil, esneme rahatlığında “provokasyonlara gelmeyelim” diyenler, sağduyu çağrısı yapanlar kazanıyor.
Halk istenen provokasyona pek gelmiyor.
Ama anlaşılan her seferinde bin bir zahmetle örgütledikleri ‘provokasyonları’, anında “provokasyon bu” diye teşhir edilmesine rağmen provokatörler ısrarla ve inatla yeni provokasyonlar örgütlemeye, şanslarını denemeye devam ediyorlar.
Provokasyon kavramının Türkiye’deki kullanımı üzerine bu kadar uzun bir girizgahın sebebi, bu kavramın artık gerçeğin üzerini örten, bizi gerçek sorunlarımızdan uzaklaştıran bir perdeye dönmesi.
Son örnek İzmir HDP İl binasına yapılan silahlı bir saldırı.
Türkiye’nin üçüncü en büyük şehrinde, Meclis’teki en büyük üçüncü partisinin binasına giren saldırgan etrafa ateş açtı ve Deniz Poyraz’ın öldürdü.
Saldırıdan sonra bir süre sessiz kalan iktidar cephesinden kısa bir süre sonra kınama mesajları gelmeye başladı.
Mesajların tamamında o kelime yankılandı: Provokasyon.
Böylece yıllardır HDP’ye karşı edilmiş onca ağır sözle oluşan iklimde birinin durumdan vazife çıkarıp bu saldırıyı yapma ihtimaliden provokasyonun güvenli limanlarına kaçıldı.
Böylece milyonlarca insanın oy verdiği, bütün Türkiye’de örgütlü bir parti için bu kadar ağır konuşmanın olası tehlikeli sonuçları hakkında bir muhasebe yapmaktan hızla uzaklaşıldı.
Sadece iktidar değil, muhalefetin bir kısmı da olayı provokasyon kelimesiyle ifade edip, geçti.
Muhaliflerin daha kalabalık bölümü ise ortaya çıkan silahlı Suriye fotoğraflarından hareketle ilk andan itibaren bu olayın örgütlü, planlı karanlık bir saldırı olduğunu iddia etti.
Tabii ki soruşturma sürüyor.
Ama Suriye’de çekilmiş o silahlı fotoğrafların zannedildiği gibi Suriye’de silahlı bir grubun, örgütün, para-militer grubun militanlığı yüzünden çekilmediği, saldırganın Suriye’de görev yapmış bir sağlık çalışanı olduğu ortaya çıktı.
Zaten fotoğraflar da gizli arşivlerden çıkarılmadı, saldırganın herkese açık Instagram, Facebook sayfalarından bulundu.
Tabii ki saldırgan bu saldırı için bir yerden talimat almış, teşvik edilmiş olabilir.
Sokaklarda aylarca ard arda siyasetçi, gazeteci dövenlerin bile örgütlü suçlara sokulmadığı, emri verenin bulunmadığı bir ülkede bu soruşturmalara güvenmemekte tabii ki herkes haklı.
Peki ya bu saldırı bir provokasyon, örgütlü, planlı bir saldırı, karanlık odakların bir tertibi değilse?
Ya gerçekten Türkiye’nin iklimi artık böyle durumdan vazife çıkaran, vatan millet için intikam planları yapan, eline silah alıp düşman olarak gördüğü bir yerdeki herkesi öldürmeye giden saldırganlar yaratabiliyorsa?
Norveç’teki Breivik, Yeni Zelanda’daki Tarrant gibi, ABD’de eline ağır silahları alıp ulvi amaçlar için okulları, kiliseleri, sinagogları basanlar gibi Türkiye’de de artık kendi ulvi davası, vatan, millet için düşman olarak gördüklerine karşı planlı saldırılar düzenleyebilecek genç insan profilleri yetişmeye başladıysa?
Gelir adaletsizliği makasının açıldığı şehirlerde, işsiz gençlerin öfkesinin kabardığı bir zaman diliminde, internetten üzerimize her türlü yalan, propaganda, komplo teorisi, radikal fikir yağarken, yeni neslin dinlediği müzikten oynadığı oyuna kadar şiddete eğilimi artarken iklim ve saha şartları yalnız kurtlar için uygun hale geliyorsa?
Ülkedeki sert siyasi iklim, antidemokratik hava, terörist lafının bu kadar rahat kullanılması, 6.5 milyon insanın oy verdiği meşru bir partinin bu kadar rahatça düşmanlaştırılması, psikolojileri, siyaset bilgileri ve algıları bu siyasi çekişmeleri kaldıramayacak düzeyde olan, şiddet eğilimli birilerine yeşil ışık gibi görünüyorsa?
Cevapları insanı tedirgin edecek sorular bunlar.
Ama provokasyon kelimesi bütün bu sorular ve sorunlar üzerine düşünmeyi erteliyor, üzerlerini kapatıyor, analizleri aptallaştırıyor ve faili meçhulleştiriyor.
Üstelik bunu yaparken bu soruları sormayı, analiz etmeyi de kriminalleştiriyor, sanki bu analizlerle gerçek karanlık failler örtbas edilmeye çalışılıyormuş suçlamasına neden oluyor.
Halbuki saldırı karanlık bir kumpas, planlı bir saldırı ya da provokasyon değilse çok daha ciddi bir sorunumuz var demektir.
İzmir’de HDP binasını basan saldırganın olay yerine taksiyle gelmesi, elinde silah çantasıyla taksiden rahatça indiği o görüntü, militarist kıyafeti, öldürdüğü kadının fotoğrafını leş-1 diyerek Whatsapp’ında durum fotoğrafı yapması, yakalandıktan sonraki rahatlığı, verdiği ifadede anlattığı intikam hayali, yanlış bir şey yapmadığını düşünmesi çok kötü ve korkutucu sinyaller veriyor.
Bütün bunlar şunu söylüyor.
Türkiye’nin PKK terörü, IŞİD terörü, aşırı sol terör örgütleri dışında artık bir aşırı sağ terör sorunu olabilir.
Örgütlü, kurumsal emir komuta zinciri içinde olmaması bunu daha az tehlikeli yapmıyor.
Öldürme listesi yapmakla övünen televizyoncu, internette bir spor haline gelen intikam çağrıları, Peker’in videolarında anlattığı türden mafyanın paramiliter güç gibi kullanılması, sokak ortasında fikirleri beğenilmeyen gazeteci, siyasetçi dövmenin rahatlığı ve cezasızlığı, internette bol silahlı, büyük pazulu fotoğrafların, ırkçı söylemlerin gırla gitmesi bu aşırı sağcı, milliyetçi radikalizmin başka dışavurumları….
Nasıl haklı olarak PKK terörüne karşı HDP, devrimci şiddete karşı sol gruplar, IŞİD ve benzeri grupların şiddetine karşı İslami çevreler bunları açıkça kınamaya, meşrulaştırıcı söylemlerden uzak durmaya çağrılıyorsa bu aşırı sağ radikalizme karşı da benzer bir görev muhafazakar ve milliyetçi çevrelere düşüyor.
Net bir tavır alınmalı, bunu bir vatan görevi, kahramanlık olarak görenlere kapı aralayacak en ufak bir sinyal verilmemeli, vatan ve devlet için suç işlemenin cezasızlığı fikri ortadan kaldırılmalı, bundan sonra benzer işlere kalkışacaklar bu yaptıkları için lanetleneceklerini, cezalandırılacaklarını bilmeli.
Siyaset sahnesinde bir söz söylerken, bu sözlerin sadece bir performans olmadığı, bütün bu ağır sözlerin bin bir çeşit insanın, duygunun, karakterin olduğu 84 milyon insanın kulağına ulaştığı ve onlar için başka anlamlara, sinyallere dönüştüğü hiç unutulmalı.
Ve tabii her olaya “provokasyon” diyerek gerçek meseleleri halının altına süpürme adetinden de vazgeçilmeli.
Çünkü ya provokasyon değilse…
Yazarlar
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUOtoriterliğe dair bir hukuk manifestosu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Enflasyon düşüyor, müsterih olun’ 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUNe de çabuk unutuluyor… Hatırlatıyorum… 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet, nasıl “devletimiz” olur? 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANDavalar, mahkemeler ve siyasi dizayn 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluTonlarca hurdanın akıbeti belirsiz, ihaleler tartışmalı, işlem yok: Karayolları kimleri zengin ediyo 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.06.2025
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025