Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Duvara toslayan politika
28.01.2012
3743

Başkonsolos’un özel arabasıyla Décines’deki Soykırım Anıtı’nı görmeye gittiğimizde yıl 1983’tü. Tehcirin 50. yıldönümü vesilesiyle temeli atılan ve 1972 yılında tamamlanan anıt ağır yük altında ezilmiş insanları simgeleyen bir heykeli barındırıyor. Merkezdeki Kurtuluş (Libération) Meydanı’nda bulunan anıtın üzerinde “1915 Ermeni Soykırımı kurbanlarının anısına” dikildiği yazıyor. O yıllarda Lyon bölgesindeki tek “Soykırım Anıtı” olarak önem taşıyordu. Ermeni sorunu ise, görevimizle doğrudan ilintili değildi ama o dönem içerdiği şiddet (1979’da Kançılarya’ya düzenlenen saldırıda bir görevli ağır yaralanmıştı) ve bize yönelik sosyal nefret boyutuyla yaşamımızın önemli bir kısmını işgal ediyordu.


Lyon’a 2001 yılında bu kez Başkonsolos olarak döndüğümde, Fransa’nın “1915 Ermeni soykırımını tanıdığına” ilişkin bir maddelik yasa çıkmıştı. Décines’deki anıt artık önemini yitirmişti çünkü Lyon’un merkezine anıt dikilmesi
 (2006’da açılışı yapıldı)gündemdeydi. Fransa’da başta Paris ve Marsilya olmak üzere birçok yerde zaten benzeri anıtlar vardı. Ermeni toplumuna kollarını açan ilk kentlerden biri olan Lyon’a da bir anıt dikilmesi için uzun yıllardan sonra anakent belediyesini alan Sosyalist Parti (PS) yeşil ışık yakmıştı.

Aslında Helsinki’den bu yana Fransız politikacıların Türkiye’nin öncelikli politikalarına yaklaşımlarında çelişkili bir durum var; ya da bize öyle geliyor. Türkiye’nin AB sürecine destek veren Sosyalist Parti (PS) Ermeni davasına da sahip çıkıyor. Sosyalistler açısından bunda bir çelişki yok zira AB üyesi Türkiye’nin “soykırımı” tanıyacağını düşünüyorlar. Bu düşünceyi haliyle olumsuz bir cümle içinde dile getiren ve yüzünüze çarpan politikacılar da olmuyor değil. Diasporanın da bir yerde “tarihle yüzleşmeyi” Kopenhag siyasi ölçütlerine dâhil edebilmek için çaba harcadığı dikkate alınırsa, iki konunun birbirine bağlanması çelişkili görülmüyor ama Türkiye’yi çok rahatsız ediyor.

Buna karşılık eski Cumhurbaşkanı Chirac’ın kendi başkanlığını desteklemek üzere sağda oluşturduğu çoğunluk UMP (Union pour la majorité présidentielle) Helsinki sürecimize destek vermiş olduğu halde, Sarkozy’nin önlenemez yükselişiyle birlikte 2003’ten sonra süreci baltalamaya başlıyor. Sarkozy’nin Türkiye’yi AB’den dışlayan bu politikası rahatsız edici ama UMP, Sosyalist Parti’den farklı olarak, Ermeni konusunda alçak profil izliyor. Hatta Hollande’ın partisinin 2006 yılında Milli Meclis’ten geçirdiği soykırımın inkârını cezalandıran yasa önerisi, UMP’li senatörler sayesinde uzun süre Senato gündemine alınmıyor ve geçen mayısta da düşüyor.

Bununla birlikte, UMP’nin bu konuda bir tutum değişikliğine gideceğinin ilk işaretlerini daha yedi yıl önce vermeye başlamış olduğunu kabul etmek gerekiyor. Zira partinin bazı Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri ve yerel politikacıları daha o dönemde Ermeni davasını destekliyordu. Görev bölgemde Saint Etienne Belediye Başkan Yardımcısı ve AP üyesi olan ve o dönem PPE grubu Başkan Yardımcılığına kadar yükselen Françoise Grossetête bu konuda başı çekenlerdendi. Bayan Grossetête, Ermeni davası dâhil Türkiye’ye karşı olan her girişimin içinde yer almaktan duyduğu gururu açıkça dile getiriyordu. Bütün bunları, hatta çok daha fazlasını Ankara’nın bilmesi ve buna göre önlem alması gerekiyordu ama anlaşılan o ki devlet politikasına dokunmak yasak.


Fransız Senatosu’ndan geçen Boyer Yasası, tehcirin 100. yıldönümü olan 2015’e kadar Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmasına ve “soykırımı” tanımaya zorlanmasına yönelik karşı politikanın başarıyla yürütüldüğünü gösteriyor.
 Buna karşılık, 1915 tehcirini soykırım kabul edecek ülkeleri, ilişkileri askıya almakla tehdide dayalı “dokunulmaz” politikamızın artık duvara tosladığını söylemek mümkün. Zira soykırımı tanıyan ülkelerin sayısı giderek artıyor. CHP ve MHP’nin destekleye geldiği, AK Parti hükümetinin de benimsemiş olduğu görülen bu devlet politikası amacına ulaşamadığı gibi, sürdürülebilir olmaktan da çıkıyor. 2015’e kadar birçok ülke Fransa’nın yolundan giderse bu politikayı fiilen kaç ülkeye karşı uygulama imkânı var acaba?


Konunun özüne, “soykırımın inkârının cezalandırılmasına” dönersek,
 altı çizilecek iki nokta var. İlki, “Nefret suçları ve inkârcılık” başlıklı yazımda belirttiğim gibi, demokratik hukuk devletinde nefret suçlarının savunulması ve mazur gösterilmesinin ifade özgürlüğü kapsamına girmemesi. Dolayısıyla yasanın, önüne gelmesi halinde, Anayasa Konseyince (Conseil Constitutionnel) iptal edileceğini öngörmek o kadar kolay değil. AİHM süreci için de ihtiyatlı olmak ve Remer kararını akılda tutmak gerekiyor. İkincisi, Türkiye gibi ifade özgürlüğü açısından sorunu olan ve TCK 301. Madde’yi tam da tehcirin soykırım olduğunu dile getirenlere karşı uygulamış bulunan bir ülkenin bu konuda kimseye ders verecek hali yok.

Dedelerimizin Ermenilere soykırım uyguladığı iddiaları ağırımıza gidiyor. Peki, ama tehcir çok mu insancıl, savunulabilir bir politika? Değilse, İttihat ve Terakki’nin bu politikasını eleştirmek, bundan zarar görmüş olanlardan özür dilemek ya da insan odaklı yeni bir politika üretmek neden aklımıza gelmiyor? Politika üretmeyi, akla ve bilgiye değil de, Ankara’da oturup Eskişehir yoluna bakarak, Avrupa kentlerinde sokaklara, meydanlara Talat Paşa adının verilmesini hayal eden –hatta bu yönde talimat da vermiş olan– zihniyete bırakırsak daha çok duvara toslarız.


[email protected]

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar