Markar ESAYAN

Özgün olan ‘bir şey’
15.08.2011
4395

Aylar evvel “Modern olmayan bir şey” başlıklı bir yazı yazdım. Müslümanlık ve Müslümanlar üzerine birkaç yazıdır düşünmeye devam eder ve dün de Prof. Sadettin Ökten’in Emeti Saruhan ile Yeni Şafak’ta yaptığı röportajı okurken, aklıma bu yazı geldi. Orada “modern olmayan” özgün bir paradigmanın -özellikle Doğu ve Müslümanlar tarafından- kurulup kurulamayacağını irdelemiştim. Bunu düşünebilmenin bile, insanın evrenin sınırlarının ötesini hayal edememesi gibi, zor bir tarafı var. Modernite içinde doğmuş, onda şekillenmişiz. Hele bizim gibi Batı-Doğu arası kalmış hibrid halklar olarak, olayın kapsayıcılığından kurtulmak çok zor. Yani içinde olduğun şeye dışarıdan bakmak... Ama insan bu zorluğu aşacak bir yaratıcılığa sahip. Yoksa uygarlığın yarattığı ilk değerler sisteminin içinde sıkışıp, kurur giderdik değil mi?

Ökten Hoca, modernitenin bittiğini savunuyor. Bu kestirme tesbiti, biraz da Batı’ya olan kızgınlığı ile yapıyor sanki. Evet, post-modern ve post-postmodern süreçler, modernitenin bir krizidir. Ökten’in iddiasının aksine, ben modernitenin yok olduğunu düşünmüyorum. Batı’nın, içine inanç, ruh ve maneviyatı yeniden katmaya çalıştığı bir krize tutulduğunu gözlemliyorum. Yani modern insan birleşiyor, diğer yarımı -akıl ve ruh- ile kucaklaşmaya çalışıyor. Lakin, Batı Hümanizmi Hıristiyanlığı ve insanın tinsel yönünü o kadar acımasızca linç etti ki, geriye dönüp baktıklarında elle tutulur bir şey bulmakta zorlanıyorlar şimdi. Daha uzun süre bu amneziden kurtulmak için bir tür arkeoloji çalışması içinde olacaklar. Her şeyin bir bedeli var tabii.

İşte tam da bu güç kaybı, modernitenin tahakkümünden görece kurtulan Doğu halkları, Doğu Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı için bir soluk alma imkânı veriyor. Doğu’nun Batı karşısında 14. yüzyılda yitirmeye başladığı üstünlük bu evrede bir eşitlik haline gelebilir. Yeniden Doğu’nun üstünlüğü ele alması hem çok olası, hem de doğru değil. Bence, dünyanın yönetimi ve medeniyet üretmede Batı ve Doğu’nun eşit oyuncular haline gelmesi, dünyanın yaşanır bir yer olması açısından daha iyimser bir gelecek vaat ediyor. Yani bu sürecin sonunda Batı’nın yerle bir olacağını, Doğu’nun bin yıllık saltanatının başlayacağını düşünenler, yanılıyorlar.

Dünkü yazımda eksik “bir şey”den bahsederken, Türkiye özelinden tam da bu noktaya dikkati çekmek istiyordum. Türkiye’de Müslümanlar önemli “bir şey” yaptılar. O “bir şey”, Müslümanların bu ülkede radikal modernizmin sekter bir varyantı olan kemalizmin tahakkümüne ve adaletsizliğine isyan duygusundan neşet etti. Mağduriyet, ortalama bir Müslüman’ın Kürt’ü, Ermeni’yi, Alevi’yi anlamasını sağladı. Kendi kabuğunu kırmasını sağlayan bu mağduriyet ortaklığı, İslam’ın özünde ve merkezinde olan “insan” ve onun mukaddesatına götürdü Müslümanları.

Buna bir çeşit evrensellik diyebiliriz.

AK Parti, her ne kadar zenginleşme ve sınıfsal değişim iştahı içinde olan bir tabanın ürünü olsa da, insan hakları ve dış dünyaya daha kompleksiz bakışı ima eden bir rolü oldu. Başbakan’ın, tüm çelişkilerine rağmen, Meclis’te Kürt faili meçhulleri, Dersim soykırımını telaffuz edebilmesi, Kürt, Alevi ve Ermeni açılımlarına tevessül etmesi, dünya ile barışık, özgüvenli dindarlığıyla mümkün oldu. Taban da bu paradigma değişimine gönülden destek verdi.

Türkiye, Doğu’nun ve İslam’ın Batı’yı yakalamasında, belki de dünya çapında en önemli öznelerden biri. Ben de, dünkü “Eksik olan bir şey” yazımda, bunun devamının nasıl geleceğini sorguluyorum. Çünkü değişim, zenginleşme, pragmatizm ve dindar değerlerin sürekli harman edildiği günübirlik hallerle taşınamaz uzun süre.

Ökten Hoca, AK Parti ve tabanının içi boş bir dindarlık sergilediğini, Müslümanlar olarak bu çağda medeniyet telakkisine sahip olunmadığını, Batı medeniyetinin İslam’a yamanmaya çalışıldığını, özgün bir duruş ve programın olmadığını iddia ediyor. Onun tavsiye ettiği ise yeni değil, İslam’ın geçmişteki parlak günlerini iyi irdelemek, sonuç çıkarmak. Bunu yaparken de Batı’nın çok iyi araştırılması vs.

Bu, İslam’da tarihselcilikgelenekselcilik tartışmasına bağlanıyor aslında. Gelenekselcilerin haklı endişesi, İslam’a suni ve maksatlı roller biçilmesi ve dinin sulandırılması olabilir. Ama bugünün Müslüman’ını anlamak için, bu bakışın ve muğlak önerinin yeterli olmadığı da bir gerçek.

Bugün acaba, Batı’dan, onun uygarlığından etkilenmemiş bir Doğu, Doğu’dan bağımsız gelişmesi mümkün olan bir Batı’dan bahsedebilir miyiz? Türkiyeli Müslümanlar olarak, bir projenin, yani kemalizmin ürünü olmadığımızı kim iddia edebilir? Peki, bunu İslam’ın içine sızan bir Truva atı olarak değerlendirmek, ne kadar doğru? Belki burada çıkışı, İslam’ın temel, zamansız, evrensel değerleri ile, tarihsellik içeren önerileri üzerinde düşünerek, temel değerleri Müslüman’ın kendi özel alanında, farklı inanç ve kültürler ile barışık yaşamasında bulabiliriz.

Ökten Hoca bir konuda çok haklı. Müslümanlar kendi içlerinden bu önemli konularda topluma yön verecek filozoflar çıkarmalı. Emek verilmeli. Derin ve düzeyli entelektüel bir tartışmanın başlaması lazım.

O eksik olan bir şey ancak böyle giderilebilir.

Bugünden itibaren yıllık iznimi kullanmaya başlıyorum. Genelde hareket halinde olacağım için düzenli yazamayabilirim. Okurlarımdan, vereceğim rahatsızlık için şimdiden özür dilerim.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar