Murat Sevinç
Zor zamanlarda en sık işittiğim ‘sitem’ cümlelerinden biri, “Biz bunlara layık değiliz!” Bir gün ABD’nin ırkçı ve dengesiz başkanının Türkiye’ye ilişkin bir açıklaması, diğer gün bir iktidar mensubunun ifadesi ya da idarenin akıl almaz bir uygulaması, berbat bir yargı kararı, çocuklara ve kadınlara yönelik saldırılar ardından kabaran kızgınlık dalgaları… Genellikle ‘sözün bitti yer” tespitini takip ediyor, ‘layık olmama’ serzenişini. Fakat ne söz bitiyor ne de hak edilmeyenin sonu geliyor!
İnsanın, bir ‘duruma’ layık olmadığına inanması, üzerine düşünülmeyi hak ediyor sanırım. Bu varsayımı dile getirenin zihninde hem kendisiyle, hem de olup bitenlerin müsebbipleri ile ilgili bazı ön kabuller var. İşlerin ‘ters’ gittiği yönündeki bir tespit, kaçınılmaz biçimde o işin ‘doğru/düzgün’ haline dair kanaate sahip olmayı gerektirir. Kendisinin bu ülkede tanık olduklarına layık olmadığını düşünen biri de, doğal olarak layık olduğu her neyse onun bilgisini içinde barındırıyor.
İşin ilginç yanı, birbirinden hayli farklı siyasi eğilime sahip yurttaşların, yönetimin aynı ve farklı niteliklerine bakıp ‘bunu hak etmedikleri’ duygusuna kapılmaları. Halihazırdaki Türkiye’de Atatürkçüler, hızlı Kemalistler, liberaller, sosyalistler, sosyal demokratlar, muhafazakârların bir kesimi, Kürtler vs. iktidardan rahatsız ve mevcut muhalefet partilerinin seçmeni tanık olduklarından şikâyetçi, mutsuz, hatta umutsuz. Buna mukabil tahmin edilebilir ki, söz konusu şikâyetçi milyonların üzerinde ortaklaşabilecekleri demokratik ilkelerin sayısı da pek az. Haliyle bir ‘uzlaşma’ noktasından doğmuyor bu toplu şikâyet hali.
Klasik burjuva demokrasilerini ayakta tutan en önemli etmenlerden birinin, ‘oyunun kuralları’ üzerindeki uzlaşma olduğu söylenebilir. Birbirinden farklı ideolojiler ve siyasetçiler, kendilerinden çok önce çizilmiş çizgiler ve belirlenmiş kurallar/ilkelere uyarak oynamayı kabul ederek çıkar sahaya. Siz bakmayın ABD’deki münasebetsizin afra tafrasına; tek hakimli mahkeme pat diye iptal edebiliyor çok önem verdiği bir kararnameyi. Her istediğini gönlünce yapabilecek gücü yok. Ayrıca tepesinde bir de ‘görevden alınma’ kılıcı sallanıyor bir süredir. Şu aralar baş ağrısı yaşayan çoğu Batı demokrasisi için bunu söylemek mümkün. Son olarak İngiltere’de Başbakan’ın kararı Supreme Court tarafından hukuka aykırı bulundu ve parlamento zamanında açıldı biliyorsunuz.
Tabii demokrasilerin iyi kötü işleyebilmesi ve oyun sürerken oyun kurallarının olmadık yollarla değiştirilmesinin engellenmesi, bu ülkelerdeki yurttaşlık bilinciyle de ilgili. Örneğin ABD’de filanca eyaletin falanca beldesinde yaşayan ve dünyadan habersiz biri, kendi başkanının adını dahi bilmiyor ve ilgilenmiyor olabilir; ancak filmlerden hatırlarsınız, bir yerde aracı durdurulup da polis tarafından tartaklanırsa, “Hey dostum, ben vergisini ödeyen bir yurttaşım,” deyiverir! Bu üçüncü sınıf film repliği, aslında sistemin harcı hakkında çok şey anlatıyor.
Tarihsel süreçte, sınırlı haklara sahip ‘uyruktan,’ devlet karşısında haklarla donanmış ve insan hakları ilkeleriyle güçlendirilmiş demokrasinin ‘yurttaşına’ dönüşmüştür Batılı insan. İnsan denilen varlık her yerde vardır var olmasına da, ‘insan hakları’ ve ‘demokrasi’ kavramları, Batı tarihinden türemiştir. İlkel formları Eski Yunan’a dek götürülebilir, fakat ‘modern’ hali, burjuva sınıfının ortaya çıkıp birkaç yüzyıl verdiği mücadele ile doğdu. O insan hakları ve demokrasinin yetiştiği topraklarda, Rönesans, Reform oldu. Din savaşları ve Aydınlanma. İşçi sınıfı ve mücadelesi, devrimler de o kültürde çıktı.
Osmanlı, kaçmakta olan treni yaklaşık iki yüz yıl önce yakalamak için büyük bir çaba içine girdi. Öyle az buz yol da alınmadı doğrusu ancak güçlü bir demokrasinin yaratıcısı olan sınıf, rahmetli Çetin Altan’ın bir ömür dillendirdiği gibi, hakkıyla oluşamadı buralarda. Her şey biraz eksik, kurumlar ise daha kırılgan oldu tabii. Yurttaşlık bilinci de çağdaşı demokrasiler kadar gelişip güçlenmedi. Hiç yok denilemez ama henüz “Hey dostum…!” diyebileceklerin sayısı hayli sınırlı.
Türkiye’de yurttaş ortalaması, kendisini ne diğer yurttaşlarla ne de iktidar sahipleriyle eşit görüyor. Tüm kamu hizmetlerinin kendi vergisi, emeği sayesinde sağlanabildiğini, örneğin vergi vermeyip olup bitene rıza göstermediği takdirde afra-tafra tabakasının ‘don gömlek’ ortada kalacağını henüz tam anlamıyla idrak edebilmiş değil. Tüm sistem, yukarıdan aşağıya, yurttaş kendini bulamasın ve ömrünü, iktidar olan her kimse onlara minnet duygusuyla geçirsin diye kurgulanmış durumda. Eğitim, aile, mahalle, din, işyeri…
Hepimiz koşullarımızın, toplumsallığımızın ürünüysek ki öyleyiz; ne biliyorsak, yıllar boyunca kime dönüşmüşsek o kadar davranabiliyoruz, o ölçüde mücadele verebiliyoruz. Dolayısıyla, yaşanan her acıda, her kötülükte, topluma dönüp, hemen hiçbir şeyde doğrudan payı olmayan, pek çok gelişmenin gerçek nedenini kavrama, bilme, öğrenme şansı bulunmayan milyonlarca insanı ‘itham’ etmenin pek değeri ve anlamı yok. Ezcümle, “Her toplum layığınca yönetilir,” klişesi belki biraz haklılık payı olsa da, kulağa geldiği kadar hoş ve doğru değil aslında. Çünkü öncelikle o toplumun niteliklerini ve ardından gerçekte ‘layık’ olunanın ne olduğunu anlamak zorundayız.
Ancak bunu söyler söylemez, bir de ek yapmak ve her koşulda yurttaş (o yurttaş yarım bir yurttaş da olsa) sorumluluğunu bir kez hatırlatmak gerekiyor. Kuşkusuz tek başına ya da bir araya gelindiğinde çok şey değiştirme şansı olmayabilir; buna mukabil her kötülüğe boyun eğmek, her kötülüğü görmezden gelmek, her kötülüğe ortak olmak, yalnızca koşullar ile açıklanamaz.
Bir toplumda yaşayan ve o toplumda yaşamanın muhtelif avantajlarından yararlanan herkesin yapabileceği bir ‘asgari’ olmalı. Bu asgari çaba, tek bir sözcük sarf etmek olabilir, yalnızca farkına varmak olabilir, ortada farkına varılması gereken bir şeyler olduğunu itiraf etmek olabilir, yalnızca bir kişiyi ikna etmeyi kendisine uğraş edinmek olabilir, vesaire…
İşte o ‘asgari,’ yukarıda adını andığım ‘oyunun kurallarının’ iyi kötü belirlenmiş olmasıyla mümkün biraz da. Herkesin herkese her şeyi yapabileceğini düşündüğü, bir arada yaşama ilkelerinin az çok kabul gördüğü bir yerde.
Türkiye’de, herhalde oyunun temel kuralları anlamını büyük ölçüde yitirdiği için, bir yandan insanların güzünde o asgari çaba dahi giderek değersizleşti, diğer yandan birbirine benzemez ideolojiler iktidar karşıtlığında birleşti. Fakat sorun şu ki, o iktidar karşıtlığı herkes için geçerli ve gerekli kabul edilen ‘ilkeler,’ yani ‘oyunun kuralları’ haline getirilmedi. İşin en vahim yanı, yönetenlerin, muhaliflerin bu halinden haberdar olmaları! Sıklıkla “İktidar muhaliflerin kumaşını çok iyi biliyor,” derken anlatmak istediğim bu.
Sayısız örnek vermek mümkün tabii, ama şu son kayyım atama ve tutuklama rezaleti yeter herhalde! Burada sorun yalnızca kayyım vs. değil, bunu yaparken ki rahatlıkları. Onca oy alarak seçilmiş belediye başkanları, büyük rahatlıkla görevden alındı. Ardından tutuklandılar. Bu kadar. Evet, bu kadar. Bu rahatlığın nedeni son derece basit: O belediye başkanları görevden alındığında muhaliflerin bir kısmının da çok sevineceğini, açık ya da zımni onay vereceğini, umursamayacağını vs. çok iyi biliyorlar. Bu yüzden İstanbul, Ankara ve İzmir için yapmadıklarını ve yapmayacaklarını, Güneydoğu’da gönül rahatlığıyla yaşama geçiriveriyorlar.
Tutuklanan insanlar, iş insanları, siyasetçiler; işlerinden atılan memur ve akademisyenler; göze sokulan ihaleler… Hepsi için aynı zımni kural geçerli: Muhalefet, asgari bir ilkeden yoksun. Oyunun kuralsızlığını içselleştirmiş durumda. İktidar ise, muhalefetin yoksunluklarını çok iyi biliyor!
Hal böyleyken, “Biz bu yaşadıklarımıza layık değiliz,” klişesini her işittiğimde bir kez daha düşünüyorum; bu ifadeyi teatral bir efkâr ve kibirle dillendirenin, neye layık olduğunu. Neden kendisini başka ve daha iyi bir şeylere değer gördüğünü.
Ve her seferinde, yanıt veremiyor, boş gözlerle bakıyorum. Yalan olmasın, böyle konuşanlardan çok da sıkılıyorum aslında.
Siz her şeyin en iyisine layıksınız, desek, rahatlarlar mı ki?!
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları






































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025