Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları

Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Tüm Yazıları
Demokrasiyi birlikte anlamlandırmak
9.06.2011
1986

Günümüzde demokratik bir siyaset hiç kimsenin tek başına kurduğu değer yargıları üstüne oturamaz, çünkü ne demokrasi ne özgürlükler değişmez sabitelerdir. Bu yüzden “AKP demokrat mı”, “BDP demokrat mı”, “solcular demokrat mı” gibi genelleme sorular özcü sorulardır ve de yanlıştır. Çünkü ne AKP’nin ne BDP’nin değişmez bir özü vardır. Yani ne kişiler ne kurumlar ne de sınıflar, apriori, kendinden menkul demokrat, ilerici, özgürlükçüdürler. Hiç kuşkusuz demokrat olmanın, özgürlükçü olmanın üstüne oturduğu değer yargıları vardır. Örneğin insanı unutan hiçbir yargı özgürlükçü, demokrat olamaz.


Bu nedenle demokrasi farklı ilişkilerin birarada yaşamasına imkân sağlayan çoğulcu mekânların yaratılmasından başka bir şey değildir. Bu toplumsal ilişkiler ise durmaksızın farklılaşır, kesişir, çatışır. Bu nedenle demokrasi bir durumun adı değil hareketin adıdır.

Kurumsal anlamından çok zihinsel değişim anlamında demokrasi kavrayışında Türkiye son on yılda hayli yol aldı. Nasıl oldu bu? 2003’ten itibaren keskin bir rejim tartışması başladı. Bu tartışmayı AK Parti’nin varlığı tetikledi. AK Parti demokrasi konusunda hiçbir adım atmamış olsaydı bile sırf varlığı ve iktidar oluşuyla keskin bir statüko savunusu doğurmaya yetecekti ve yetti de. Devlet, rejim, laiklik, Kemalizm, İslam, asker hemen her şey didik didik tartışıldı. Artık “vesayet rejimi” kavramı sokaktaki insanın günlük konuşma literatürüne girdi.

Bunun anlamı çatışan ilişkilerin ötesinde ve üstünde bir “rıza” oluşumunun gerçekleştiğidir. Bu çatışan ilişkilerden biri mutlak galip gelmiş olsaydı böyle bir rıza oluşmuş olmayacaktı. Nitekim bugün AK Parti içki, başörtüsü gibi konularda yumuşarken, CHP de değişmek zorunda kaldı ve Baykalcı stratejiyi bıraktı. Seçim söylemlerinde “irtica tehlikesinden” hiç söz etmedi. Her iki taraf da zihniyet açısından köklü bir değişime mi uğradı? Hayır. Henüz değil. Sadece karşılıklı bağımlılık ilişkisi devreye girerek orada bir demokrasi mekânı yaratmış oldu.

Türkiye bugün demokratik rejim sorununu aşmış, derin devletin, Ergenekon’un tasallutundan kurtulmuş değildir. Fakat buna rağmen 2007’nin koşullarında da değiliz. Eğer öyle olsaydı sivil bir hükümeti askerî müdahaleye karşı korumak demokrasinin vazgeçilmezi, olmazsa olmazı olur ve bu seçimlerde AK Parti koşulsuz desteklenirdi.

2007 ve ardından 2010 halkoylamasıyla demokraside göreceli belirli bir stabilite yaratıldı. Sanıyorum, bu stabiliteyi korumak kaygısı hepimizde etkili oldu. Oysa yanlıştı bu. Kazanılan demokratik konumlar korumacılıkla stabilize edilemezdi. Çünkü önümüzde yeni anayasa ve Kürt meselesi vardı. Bunlarda yol alınmadan tekrar geriye düşülebilirdi.

Yeni anayasa konusunda ilk üstünde durduğum noktalardan biri halk oylamasında kazanılan yüzde 58’in yeni bir anayasa yapmaya yetmeyeceği olmuştu. Yetmezlik niceliksel bir mesele değildi. Yeni bir anayasa için yüzde 58, yüzde 42’ye doğru genişlemelidir demiştim ve hâlâ öyle düşünüyorum. Yani yeni anayasa için halkoylamasında “hayır” demiş olanların en azından bir kısmına, BDP’ye ve kendini yenileme çabasında olan sola açılmak gerekirdi.


Böyle bir açılım halkoylamasındaki söylemden farklı bir söylem kurmakla mümkün olabilirdi. Birinci etabın demokrasiyi anlamlandırma açısından üst belirleyicisi askerî vesayetin kırılması iken sonraki karşılıklı ilişkiler düzleminin üst belirleyicisi demokrasi dâhil hiçbir ön şarta bağlamadan “birlikte yaşama koşulları” olmalıydı. Eğer kendinizi kandırmayacaksanız Kürt meselesinin geldiği nokta da buydu. Böyle bir müzakere masa başında değil siyasetin içinde olabilirdi ki bu da Kürt özgürlük hareketinin siyaset yapmasının önündeki engelleri kaldırmak demekti. Başka deyişle dağın önüne siyaseti koymak. Silahtan değil de ilişkiden söz ediyorsak bunun siyasetten başka bir yolunu ben bilmiyorum.

 Kürtlerin siyaset yapma koşulları Türklerle eşit değilken daha en başta zaten demokratik siyasetten söz etmiyoruz demektir. Hâl böyleyken Kürt meselesinin çözümünde demokrasiyi önşart olarak sürmek totoloji oluyor. Demokrasi ancak bu çözüm sürecinde karşılıklı ilişkiler içinde yaratılacaktır.

Dün TBMM’nin demokratik bir mekân olabilmesi için üzerindeki askerî vesayeti kaldırmak koşuldu. Bugün TBMM’nin demokratik bir mekânı temsil edebilmesi için bu yetmez, Kürtlerin, BDP’nin Meclis’te temsili şarttır. BDP Meclis’e ne ölçüde etkili katılırsa karşılıklı bağımlılık ilişkisi o derecede işlerlik kazanır ve işte o zaman özerklik tartışması bir anlam ifade eder. Daha siyaset yapmada eşitlik sağlanmış değilken özerklik taleplerini değerlendirmek, eleştirmek bana anlamlı gelmiyor.


Kısacası, 13 haziranda yeni bir demokrasi anlayışı üstüne tartışmaya başlayacağız. Eğer 16 haziran kıyamet gününün başlangıcı olmazsa.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar