Ümit KIVANÇ
Bizde devletin çok iyi bildiği ve becerdiği işlerden biri, katmerli şok yaratmaktır. Önce büyük bir acı ve üzüntü yaşatır size. Bunu, aklın almayacağı, yüreğin şişeceği, insan olanın kabullenemeyeceği bir hainlikle, gaddarlıkla yapılan -ve genellikle mâkûl sebebi de bulunmayan- bir hamle izler.
İlkine örnek, barış mitingi için toplanmış insanlardan onlarcasının bombalarla parçalanarak ölmesine meydan vermek, ikincisi, yaralıların ve onlara yardımcı olmaya çalışanların üzerine gaz sıkmaktır. İlkinde hedef alınanların başlangıçta yaşadığı şaşkınlık ve acı, ikinci beş-on dakikada yerini patlamaya hazır öfkeye bırakır, zihin azıcık kendini toparladığında bu duygu bilinçli bir öfkeye dönüşecektir. Dönüşemez. Çünkü bilinçli kalmanıza izin vermezler. Öyle şeyler yaparlar ki, inanamazsınız. “Nasıl olur!” diye haykırırsınız, “Bu kadarını nasıl yapabilirler!” diye çökersiniz olduğunuz yere. Ambulansları yollamazlar, geldiğinde geçirmezler, polisler ölülerinize bakarken güler.
Bunu iyi başarırlar.
Fakat bilinir ki, insan baştan sorsanız “asla yapamam” diyeceği pek çok şeyi yapabilir, “asla durmam” dediği pek çok duruma katlanabilir, uyum sağlayabilir. Hele kurbanlar, Türkiye gibi bir ülkede doğup büyümüş ve devletle ilgili bazı bilgiler doğuştan genetik yapılarına işlenmişse, kısa sürede olan biteni kavrar, neyle karşı karşıya olduklarını bilir, kimleri sorumlu tutacaklarına dair çoğunlukla isabetli öngörülere ulaşırlar.
Tam bu aşamada, yine bu bilinçli hali bozacak, benim diyeni sendeletecek gerçekler ortaya dökülmeye başlar. Diyelim bombacıların aylardır bilinen, tanınan, izlenen kişiler olduğu anlaşılır. Katliam için bir şehirden ötekine gelişleri neredeyse anbean izlenmiştir, vesaire...
Yine olduğunuz yere çökersiniz. Çünkü insan bir ülkede, bir devletin yurttaşı olarak yaşamak zorundaysa, devlet için haliyle, “bu kadarını yapamaz” diye bir varsayıma sahip olmak zorundadır. Aksi imkânsızdır.
Fakat bizim devlet her vakit “o kadarını” ve daha fazlasını yapabileceği gibi, bizler de, tıbben imkânsız olan bu durumda yaşayabilme özelliği geliştirmiş canlılarızdır. Sınır Tanımayan Gaddarlar devletinin hışmı altında, yurttaş gibi yapma, hattâ bazen yurttaş gibi davranma özelliğimiz var. Evrimin hangi aşamasında, hangi koşullar bize böyle bir olağandışı hassa kazandırdı, bilemiyorum. Genetik araştırmalarıyla Nobel alan fena halde Türk bilimadamından ümitliydim, fakat kendisi, umalım ki uzakta yaşamak yüzünden olsun, Türkiye devleti ve toplumu hakkında ilkokul düzeyinde dahi bilgi sahibi değil.
Bu yurttaşlık yanılsaması -veya özlemi- nedeniyle, zaman zaman sağlıklı öfke duyabiliyor, sağlıklı, medenî beklentiler içerisine girebiliyoruz. Ve, bakın ruh sağlığımızı bütünüyle yitirmediğimizi gösteren en müthiş işaret bu: Utanabiliyoruz.
Öldürülmüş gençlerin hayat doluyken çekilmiş, gülümseyen fotoğraflarına bakınca, hayatta kalmış olmaktan ötürü benim yaşımdakilerin duyduğu utançtan bahsetmiyorum. Devlet adına yapılan icraattan utanmaktan bahsediyorum.
Devlet 80 binlik Kürt şehrini abluka altına alıp, günlerce süren sokağa çıkma yasağıyla insanları bunaltırken keskin nişancılarına çatılardaki su depolarını deldirdiğinde utanmıyor musunuz? Kızıyor olabilirsiniz, sorduğum o değil. Sorumluluk da demiyorum. Hele bunlar olmasın diye uğraşan bir insansanız, niye sorumluluğu üstleneceksiniz? Yine de, derinlerde, belli belirsiz bir utanç hissetmiyor musunuz? Bir devlet adamı, üstelik başbakan, çıkıp “beyaz Toros” gibi güçlü bir simgeyi ortaya sürdüğünde, uç veren karışık duygularınız arasında, biryerlerde, utanca benzer bir şey yok mu?
Vardır, emin olun. Başkası adına utanmak diye bir şey var. Çok kötü bir duygu. Kendi yediğiniz halttan utanmaktan daha beter. İnsanı kıvrandırır. Birini karşınızda pek kolay açığa çıkabilecek bir yalan söylerken izlemek, meselâ, bu hissi yaratan başlıca durumlardan biridir. Son on yılın İslâmcı yazar-çizerinin hiçbir zaman anlayamayacağı duygulardan.
Başbakanın beyaz Toros muhabbeti yapabilmesi nasıl mümkün oldu? Gerisinde ne var? Birkaç açıdan bakabiliriz.
İhtimal bir: Dolaylı tehdit. “Biz gidersek onlar yine gelir” derken, niyeti sadece kendilerini insancıl göstermekti. Şunu soracaksınız muhtemelen: Polisi yerde sürüklediği cenazeye ana avrat küfreden bir hükümetin başı artık kendini kime nasıl insancıl gösterebilir? Lâkin Ahmet Davutoğlu, kendi yarattığı hayal dünyasında yaşayan bir kimse; o dünyada olgular, hakikatler yok; onun inançları, varsayımları, fantezileri var. O kendi faraziyeler dünyasında minare şerefesinde dolaştığını sanıyor, attığı adım sahici dünyada uçuruma doğru atılmış olabiliyor. Bu yüzden, birilerinin beyaz Toros'larını hatırlatarak kendisinin kendi farazî dünyasındaki insancıllığını vurgulamaya kalkışmış olabilir.
İki: Düpedüz tehdit etti. “Valla karışmam, bizi seçin yoksa beyaz Toros'ları işe çıkarırız” dedi. Olabilir elbette. Beyaz Toros da, İsveç'te üretilip bize millî diye sokuşturulan araba da, Ford Ranger da, kısacası dört tekerlekli karayolu araçları Davutoğlu'nun yaratmak istediği İslâm medeniyetiyle çelişmiyor bildiğim kadarıyla.
Üç: Ne dediğinin farkında değil. Şahıs sözkonusu olduğunda artık ben bunu hep ihtimallerden biri sayıyorum. “Solcu panelinde kalkıp on dakika Çanakkale şiiri okudum, sonra dövdüler” fantezisi bir alarm çanı niteliğindeydi.
Yalnız ilk iki ihtimalle ilgili bazı pürüzler var.
İlkinde, şöyle bir hakikatle karşı karşıya kalıyoruz: Demek beyaz Toros'lar eskisi gibi, hizmete hazır duruyorlar biryerlerde. E, o vakit AKP'nin 13 yıllık iktidarı devletin bu tür derin mekanizmalarına ilişmemiş mi oluyor? Gerekirse kullanılmak üzere bunlar kenarda aynı güçleriyle tutulmuş mu oluyor?
Sanırım Davutoğlu, AKP iktidarının meşruiyet iddiasının kalan son dayanağını yerle bir ettiğinin farkında değil, eğer demek istediği buysa. Bu, iyi ihtimalle, devletin karanlık, derin, suça bulaşan kısmına dokunmadık, demek. Birarada varolduk, demek.
Bu ihtimal, ister istemez, kendilerini dahi sanan işgüzar polisler ve sahteci savcılar tarafından cılkı çıkarılıp mındar edilen davaları akla getiriyor. Ergenekon yoktu, Balyoz yoktu, Poyrazköy yoktu, hepsi palavraydı, JİTEM'i kuran şahane adam, MİT süper, Genelkurmay bitane!.. Beyaz Toros'lar duruyor ama ne hikmetse!
İkinci ihtimalse, AKP'nin devletin beyaz Toros'lu kısmıyla zaten birlikte olduğunu, isterse onu sahaya sürebileceği iddiasını içeriyor. Bu da, 7 Haziran seçim sonucunu fiilen ortadan kaldırmalarının zaten kanıtladığı gibi, bu partinin seçilmişliğe dayalı meşruiyet iddiasının geçersizleştiğini gösteriyor.
Öfkeyle, vaziyeti abartarak söylemiyorum. Bunlar ciddî tartışma konularıdır. Hattâ buradan, Türk sağ siyasetinin, bütün tantanasına rağmen “millî irade” kavramıyla sahici -ve sapıkça- ilişkisine tutacak ışık da temin edilebilir. (“Sanki solun bu ilişkisi düzgün mü?” denecektir; değil elbette. Yalnız şu anda konumuz bu değil.)
Başbakanın söylediği lafı beş yaşından büyük her Kürt gayet iyi anladı: Sizi yine kaçırır, öldürür, yol kenarlarına, asit kuyularına atarız. Beyaz Toros, bu demektir. Cumartesi Anneleri 550 küsur haftadır hâlâ toplanıyor, devletin “kayıp” ettiği insanlar hâlâ ortada yok.
Beyaz Toros lafı, abluka-sokağa çıkma yasağı-keskin nişancılar ve... ve!.. siyah Ford Ranger'lar dönemi henüz sürüyorken söylendi. Beş yaşından büyük her Kürt, o lafı aldı, haftalardır yaşadıklarının üzerine ekledi.
Tam bu esnada!.. Türkiye'nin en önemli şehirlerinden birinin baro başkanı, “ulaşılamıyor, kaçabilir” yalanıyla hakkında çıkarılmış yakalama kararının uygulanmasını bekliyordu. Diyarbakır Baro Başkanı'nı yaka paça getirtmek gibi bir fantezi geliştirmişti birileri. Beş yaşından büyük Kürtler bunu da manzaraya ekledi; “şuraya da mevcut zulümle yetinmeyen birkaç kifayetsiz muhteris çizelim” dediler. Beyaz Toros'un yanına pek yakıştı.
AKP kendine özgü bir “kültür” yarattı. Kültür genel olarak yaşama tarzıdır, diyeceksek, böyle, yarattı. İnançlı-inançsız herhangi bir dürüst insanın azıcık geri çekilip baktığında tiksineceği bir şekilsiz kütle, imal edebildikleri. Etrafa zehir saçıyor. Davutoğlu buna kendi gözüne parlak görünen bir cila vurmaya çalışıyor. Cilalamaya çalıştığı şeyin başkasının gözüne nasıl göründüğünün farkında değil. Sürdüğü cila da şeffaf değil, kan kırmızı.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Vatandaş olamama yangını
31.01.2025 - Öcalan’ın mesajı ve 'bişey çıkmaz' tavrı
30.12.2024 - Faşist enternasyonal yolunda Elon Musk...
24.12.2024 - El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ… /2
15.12.2024 - Yine mi “82 Halep” meselesi?
1.12.2024 - ABD seçiminden siyaset tüyoları
15.11.2024 - Sinvar’ın sopası, faşistlerin kibiri
21.10.2024 - Be hey melunlar!
7.10.2024 - Kirli işler dünyasına açılan ufak pencere
22.09.2024 - …ortaya atılan iddialar hk.
5.07.2024
Yazarlar
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
Ad Soyad Giriniz...
"Varlığımızı inkâr eden, kimliğimizi bile tanımayan bir kurum,. (Devlet te)" bize insanligi öretemez.. olur herhalde.!