Halil BERKTAY
![]() |
TONY JUDT * / Hobsbawm sadece başka tarihçilerden daha çok şey bilmekle kalmıyor. Daha da iyi yazıyor üstelik. (ÇEVİREN: HALİL BERKTAY) |
Eric Hobsbawm dünyanın en tanınmış tarihçisi. 1994’te yayınlanan Age of Extremes [Aşırılıklar Çağı] Çinceden Çekçeye kadar düzinelerle dile çevrildi. Anıları Yeni Delhi’de çoksatan oldu; Latin Amerika’nın özellikle Brezilya gibi bazı köşelerinde, kültürel bir halk kahramanı mertebesinde. Ününü fazlasıyla hak ediyor. Uçsuz bucaksız bilgi kıtalarına rahat bir özgüvenle hükmediyor Cambridge’te mensup olduğu kolejdeki danışmanı, bir gün bana, Eric Hobsbawm’ın karşısına çıkan ve ders verdiği gelmiş geçmiş en zeki lisans öğrencisi olduğunu söyledikten sonra şöyle devam etmişti: “Tabii, öğrettiğim söylenemez aslında öğretmesi mümkün olmayan biriydi. Eric zaten her şeyi biliyordu.”
Hobsbawm sadece başka tarihçilerden daha çok şey bilmekle kalmıyor. Daha da iyi yazıyor üstelik: nisbeten genç bazı İngiliz meslekdaşlarının “teorik” vıdı vıdıcılığına ya da kantarın topuzunu kaçıran narsist belâgat gösterilerine zerrece yer vermeksizin (ve kalabalık lisansüstü araştırmacı gruplarına da itibar etmeksizin bütün okumalarını kendisi yapıyor). Üslûbu net ve tertemiz. Bir zamanlar İngiliz Komünist Tarihçiler Grubu’ndan arkadaşı olan E. P. Thompson, Raymond Williams ve Christopher Hill gibi, Hobsbawm da İngiliz nesrinin ustalarından. Okumuş okuyucular için, anlaşılır bir tarih yazıyor.
Otobiyografisinin(1) başları, belki de Hobsbawm’ın yazdığı en güzel sayfalar. Hiç değilse, en yüksek dozda kişisel sayfaları olduğu kesin. Biri Londra’nın East End’inden [şehrin görece aşağı sınıf Doğu Ucu’ndan – ç.n.], diğeri Habsburg Avusturya’sından olan babası ve annesi, Birinci Dünya Savaşı sırasında tarafsız Zürich’de tanışıp evlenmişlerdi. İki çocuklarından büyüğü olan Eric, 1917’de İskenderiye’de doğduysa da, ilk anıları ailenin savaş sonrasında yerleştiği Viyana’da başlıyor. Habsburg-sonrasının yoksul, güdükleşmiş Avusturya’sında, iki yakalarını zar zor bir araya getirmeye çalışıyorlar. Eric on birindeyken, “ya para kazanmak veya ödünç almak uğruna şehirde attığı giderek daha umutsuz turlardan birinden” dönen babası, 1929’un kaskatı donmuş bir Şubat gecesi kapı eşiğine yığılıp ölüyor. Bir yıl geçmeden annesine akciğerlerinden hasta olduğu teşhisi konacak; aylar boyu hastane ve sanatoryumlarda tedavi görecek ama nafile; 1931 Temmuz’unda o da vefat edecek. Oğlu on dördüne yeni girmiş, o sırada.
Eric Berlin’e, teyzelerinden birinin yanına gönderiliyor. Alman demokrasisinin can çekişmesini anlatışı büyülüyor insanı “Titanik’teydik ve buzdağına çarpmakta olduğumuzu herkes biliyordu.” Genç Hobsbawm, Weimar Cumhuriyeti’nin umutsuz siyaset girdabına yakalanmış bir Yahudi yetimi. Gittiği lisede (Gymnasium’da) Alman Komünist Partisi’ne (KPD) katılıyor. Stalin’in KPD’ye empoze ettiği, Nazilere değil Sosyal Demokratlara saldırmak biçimindeki bölücü intihar stratejisine birinci elden tanık oluyor. Berlin Komünistlerinin cesur hayalleri ve ümitsiz yürüyüşlerine katılıyor. Ocak 1933’te, kızkardeşini okuldan alıp eve getirirken Hitler’in şansölyeliğe atandığını gazete tezgâhlarından öğreniyor. Viyana’daki çocukluğunun anlatımı gibi Berlin öyküleri de, insanın içine işleyen kişisel anıları ile bir tarihçinin iki savaş arasında Orta Avrupa’da yaşam üzerine düşüncelerini, hiçbir kopukluğa yol açmaksızın birbirine örüyor, iç içe geçiriyor: “Yirminci yüzyılın Orta Avrupa’daki ‘Felâketler Çağı’nı yaşamamış olanlar için, asla sürmesi beklenmeyen bir dünyada, hattâ bir dünya bile denemeyecek, ancak ölmüş bir geçmiş ile henüz doğmamış bir gelecek arasında yer alan geçici bir istasyon diye tarif edilebilecek bir şeyin içinde varolmanın ne demek olduğunu anlamak, kolay olmasa gerek.” Sırf bu ilk yüz sayfa bile, kitabın fiyatına rahatlıkla değer.
Hobsbawm ailesinin çocukları İngiltere’ye gönderiliyor (Britanya pasaportları ve Londra’da akrabaları var). Olağanüstü yetenekli ve yaşına göre çok ileri olan Eric, iki yıl içinde İngilizce öğrenime geçişin üstesinden geliyor ve Cambridge Üniversitesi’nin King’s College’ında tarih okumak için Herkese Açık Burs’lardan birini kazanıyor. İngiliz seçkinler zümresine ömür boyu sürecek yükselişi de orada, lisans sınavlarındaki çarpıcı başarıları ve Apostles’a seçilmesiyle [Havariler - ç.n.] başlıyor (üyelerini kendisi seçerek varlığını sürdüren bu Cambridge “gizli derneği”nin Hobsbawm’dan önceki üyeleri arasında, Wittgenstein, Moore, Whitehead, Russell, Keynes, E. M. Forster ve “Cambridge casusları” Guy Burgess ile Anthony Blunt da yer alıyordu). King’s College’da Hobsbawm’ın çağdaşı olan Noel Annan, lisans öğrenciliği yıllarındaki Hobsbawm’ı “hayret verici derecede olgun, tepeden tırnağa Parti’nin güncel siyaset yorumuyla donanmış, âlim [erudite - ç.n.] olduğu kadar fasih [fluent - ç.n.], akranlarından herhangi biri hangi kıyıda köşede kalmış konuda bir seminer ödevi yazmaya kalkacak olursa olsun, o mesele hakkında bir görüşü olacak kadar donanımlı” diye anlatıyor.(2)
Savaştan sonra, Hobsbawm’ın siyasî görüşleri İngiliz akademik kariyerinin formel basamaklarını birer birer çıkmasını yavaşlattı; eğer Komünist Partisi’ne üye olmasaydı, muhtemelen daha genç bir yaşta seçkin bir kürsü sahibi olurdu. Gene de Primitive Rebels’dan [İlkel İsyancılar] The Age of Capital’a [Sermaye Çağı], Industry and Empire’dan [Sanayi ve İmparatorluk] The Invention of Tradition’a [Geleneğin İcadı] her yeni kitabıyla ulusal ve uluslar arası ünü büyümeye devam etti. Emekliliğinde, kariyeri şan ve şerefle taçlandırıldı: Her yerde konuşma verdi; yığınla onur doktorası aldı; İngiltere Kraliçesinin Şeref Refakatçileri’nden [Companion of Honor - ç.n.] biri oldu.
Yıllar boyu yaptığı yolculuklar sayesinde Hobsbawm kendini çok ilginç bazı durumlarda buldu: Halk Cephesi’nin doruğunda olduğu Paris’teki 1936 Bastille Günü kutlamaları sırasında, Sosyalist Parti’ye ait bir haber kamerası kamyonunun üstüne çıktı (öyle bir fotoğrafı var, neredeyse yetmiş yıl ötede, ama inanılmaz derecede tanıdık). İspanya İç Savaşı’nın ilk başlarında, kısa süreyle Katalonya’ya geçti. Bir seferinde Havana’da Che Guevara’nın irticalen tercümanlığını yaptı. Otobiyografisinde, Latin Amerika, İspanya, Fransa ve özellikle İtalya’daki seyahat ve dostluklarından, zorlama olmayan bir coşkuyla söz ediyor. İngiliz tarihçilerinin ve ilk başta aralarında yer aldığı İngiltere tarihçilerinin çoğunun aksine, Hobsbawm sadece çok-dilli değil aynı zamanda referans noktaları bakımından içgüdüsel olarak kozmopolit oldu. Anıları, yakın ailesi ve aşkları hakkında insana hoş bir tazelik hissi verecek derecede ketum; buna karşılık kamusal dünyasını meydana getiren erkek ve kadınlarla dolu. Uzun ve verimli bir yirminci yüzyıl yaşantısına tanıklık ediyorlar.
Ama eksik olan bir şey var. Eric Hobsbawm sadece Komünist olmuş değildi öylesinden İngiltere’de bile çok var. Altmış [öldüğünde yetmiş – ç.n.] yıl süreyle Komünist kaldı. Britanya’nın küçücük Komünist Parti’sindeki üyeliğinin, ancak Tarih temsil etmiş olduğu dâvâyı kesinlikle gömdükten sonra, kadük olmasına izin verdi. Ve bir ara Komünizmin büyüsüne kapılmış olan hemen bütün diğer aydınlardan farklı olarak Hobsbawm’da hiç pişmanlık belirtisi yok. Hattâ öyle ki, bir yandan Komünizmde somutlanan her şeyin toptan yenilgisini teslim ettiği halde, diğer yandan, 80’inden 90’ına giderken hiç gözünü kırpmadan “Ekim Devrimi’nin rüyası benim içimde bir yerde hâlâ yaşıyor” diyor; bunda israr edebiliyor.
Tahmin edilebileceği gibi, ömrünü adadığı Komünizmden “dönmeme” konusundaki bu tâvizsiz inattır ki kamuoyunda pek çok yoruma konu oluyor. Niçin arkadaşlarınızın büyük çoğunluğu gibi partiden 1956’da, Sovyet tankları Macar ayaklanmalarını ezdiğinde ayrılmadınız, diye soruluyor Hobsbawm’a sayısız mülâkat sırasında. 1968’de Kızıl Ordu Prag’a girdiğinde niçin ayrılmadınız ? Niçin (Hobsbawm’ın son yıllarda birkaç kere öne sürdüğü gibi) eğer sonuç biraz daha iyi olsaydı Stalin döneminin insan hayatları ve acılarıyla ölçülen bedelinin ödemeye değer olmuş olacağına inanmaya devam ediyorsunuz ?
Hobsbawm bu tür bütün sorgulamalara muntazaman ama azıcık bezgin bir tavırla cevap verirken, bazen, insanların Komünist geçmişine bu kadar takması karşısında yukarıdan bakan bir sabırsızlığı da hafifçe hissettirmekten geri durmadı. Ne ki, bu soruya kendisi çanak tutuyor. Kendi anlatımıyla, hayatının büyük bölümünü Komünizme vermiş. Otobiyografisinde o kadar sürükleyici bir şekilde söz ettiği insanların çoğu Komünist. Onyıllar boyu Komünist yayınlar için yazmış ve parti toplantılarına katılmış. Başkaları partiyi terk etmiş ama o kalmış. Sadakatini uzun uzadıya tasvir ediyor, ama hiç açıklamıyor.
Hobsbawm’ın Komünizme bağlılığının Marksizmle pek bir ilgisi yok. Onun için “Marksist bir tarihçi” olmak, “tarihsel” veya yorumlayıcı dediği bir yaklaşımı olmaktan ibaret. Hobsbawm’ın gençliğinde, siyasal olayların anlatımına kıyasla daha geniş açıklamalara yönelmek, ekonomik nedenleri ve toplumsal sonuçları vurgulamak radikal ve ikonoklastik bir tavırdı Marc Bloch’un Annales grubu da Fransız tarihçiliğine benzer değişimleri dayatıyordu. Günümüzünhistoriyografi tablosu öyle ki, bu tür kaygılar aşikâr, hattâ muhafazakâr kaçıyor. Üstelik, New Left Review’daki Gramsci epigonlarından farklı olarak Hobsbawm, Avrupa anakarasına özgü Marksizm-içi tartışmalara ve teori denemelerine de hep tipik bir İngiliz ilgisizliği içinde oldu; eserlerinde bunları hemen hiç yansıtmıyor.
Hobsbawm versiyonunda, bizzat Komünizmi bile belirli bir yere raptetmek hiç kolay değil. Anlatımından, Komünist olmanın nasıl bir his olduğu hemen hiç çıkmıyor. Hemen her yerde olduğu gibi İngiltere’de de Komünistler vakitlerinin büyük bölümünü ajit-prop’la parti yayınlarını satmakla, seçimlerde parti adayları için halkla bire bir konuşmakla, gerek hücre toplantılarında gerekse kamuya açık tartışmalarda “genel çizgi”yi yaymakla, toplantı organize etmekle, miting ve gösteri planlamakla, grev kışkırtmakla (veya önlemekle), cephe örgütlerini manipüle etmekle vesaire geçiriyordu. Sıradan, rutin, çoğunlukla sıkıcı ve bıktırıcı işlerdi bunlar; vefa ve görev duygularıyla yapılıyordu. Şimdi aklıma gelen neredeyse istisnasız bütün Komünist ve eski Komünist anılarında bu gibi meseleler çok geniş yer tutar kaldı ki, böyle kitapların en ilginç yanı da bunlardır genellikle, çünkü bu rutinler çok zaman alıyordu ve çünkü eninde sonunda bunlar parti hayatının ta kendisiydi.(3)
Ama kendisinin de açık seçik belirttiği gibi, Eric Hobsbawm hiç hoşlanmamış bu tür yerel örgüt çalışmalarından. Bunun tek istisnası, lise öğrenciliği yıllarında SA kahverengi gömleklilerine meydan okumak pahasına 1933 Mart seçimlerinde halkın arasına girip (aslında ölüme mahkûm olan) KPD’ye oy çağrısında bulunmak gibi gerçekten tehlikeli bir işe girmiş olması. Buna karşılık sonraki yıllarda kendini tamamen “akademik veya entellektüel çevreler” içinde çalışmaya hasrettiğini görüyoruz. 1956’dan sonra ise, “Parti’nin, kendi içinde reform yapamadığı için artık ülkede uzun vâdeli bir siyasî geleceği olamayacağına kanaat getiren” Hobsbawm, (bizatihî partiyi değilse de) Komünist aktivizmi bırakıyor. Dolayısıyla anılarından, bir yaşam tarzı ve hattâ bir siyaset tarzı olarak dahi Komünizm hakkında hiçbir şey öğrenemiyoruz.
Ne ki, bir mikro-toplum olarak partiden bu uzaklık, Hobsbawm’ın karakterine son derece uygun. Her ne kadar gene kendisi “o karanlık yılların duygusal yaralarını benim de üzerimde taşıdığıma hiç kuşkum yok diyorsa da, gençlik travmaları ile yetişkin duruşları arasında ne tür bağlantılar olduğuna ilişkin spekülasyon biraz boş kaçar. Ama açık ki Hobsbawm dünya ile arasına hep belirli bir mesafe koymuş; kendi ifadesiyle, “entellektüalizmi[m] ve insanlarâlemiyle pek ilgilenmeyişi[m]” ona trajediler karşısında kalkan olmuş. Bu, Eric Hobsbawm’ın çok iyi bir sohbet arkadaşı olmasını ve bundankeyif almasını engellememiş. Ama galiba belirli bir empati yoksunluğunu açıklıyor: Eski yoldaşlarının ne coşkusu ne de suçları pek etkilemiyor Hobsbawm’ı. Başkaları partiyi umutsuzluk içinde terk etmiş çünkü parti onlara çok şey ifade edegelmiş. Hobsbawm ise partide kalabilmiş çünkü en azından günlük hayatı açısından hemen hiçbir şey fark etmemiş.
Lâkin bambaşka bir açıdan baktığımızda Eric Hobsbawm, kendilerini [dâvâya] çok daha canıgönülden adayan pek çok çağdaşına kıyasla Komünist kalıba çok daha iyi oturuyor. Modern Avrupa Solunun tarihinde, her şeyi içine çekip soğuran birçok mikro-toplum oldu. Sadece İngiltere’de, Büyük Britanya Sosyalist Partisi’ni, Bağımsız İşçi Partisi’ni, Fabiancıları, çeşit çeşit Sosyal Demokrat ve anarşist federasyonları ile tabii Troçkistleri ve sair çağdaş “Eski Mümin”leri sayabiliriz.(4) Ne ki, başka yerlerde olduğu gibi İngiltere’de de Komünist Partisi bütün bunlardan, otorite ilkesiyle, hiyerarşiyi kabullenişle ve düzen tutkusuyla ayrılıyordu.
Eric Hobsbawm kesinlikle bir düzen adamı, kendi ifadesiyle “Tory bir komünist.” Komünist entellektüeller asla “kültürel aykırı”lar [cultural dissidents - ç.n.] olmadılar ve Hobsbawm’ın da sırf kendisi için varolan post-şu veya post-bu “solcu”luğu küçümseyişi uzun bir Leninist soykütüğüne dayanıyor. Ama gene Hobsbawm söz konusu olduğunda, bir başka gelenek de devreye giriyor. Hobsbawm Thatchercılıktan büyük bir horlamayla “aşağı orta sınıf anarşizmi” diye söz ettiğinde, bir çırpıda iki büyük lânetlemeyi birleştiriveriyor: Marksizmin düzensiz, başına buyruk bir kendi kendine düşkünlük haline eskiden beri duyduğu nefret ile, İngiliz yönetici elitinin ilim irfan görmemiş, toplumsal konumu açısından özgüvensiz ama ekonomik bakımdan hırslı kâtip ve satış elemanlarının oluşturduğu, geçmişte Mr. Pooter ve şimdi Essex İnsanı tarafından simgelenen(5) hizmet sınıfına karşı, daha da eskilere giden aşağılama duygusu. Özetle, Eric Hobsbawm bir mandarin, Komünist bir mandarin ait olduğu kastın bütün özgüven ve önyargılarını taşıyor.
Bunda şaşılacak bir şey yok: Hobsbawm’ın 1939’da yükselip Apostles grubuna dahil oluşunu anlatırken söylediği gibi, “devrimciler dahi münasip bir geleneğe mensup olmaktan hoşlanırlar.” Gerek üniversitelerde ve gerekse sivil devlet hizmetindeki İngiliz mandarin sınıfı, (uzaktan uzağa da olsa) sık sık Sovyetler Birliği’nin cazibesine kapılıyordu. Orada görüp beğendikleri şey, çok tanıdık bir kalıptı işin en doğrusunu bilenlerin toplumu yukarıdan aşağı iyileştirmesi. Özellikle Fabiancılar (Shaw, Wells, karı-koca Webb’ler) Komünizmi böyle anlıyorlardı ve bunda yalnız da değillerdi. Bence Hobsbawm’ın İngiliz tanıtımcılarının, Komünizminin ileri geri eleştirilmesini çoğu zaman biraz hayretle izlemesinin nedeni bu: sadece bir adamın kişisel görüşlerinin didik didik edilmesini kabalık saydıklarından değil; ya da Sovyet Komünizmini çok uzaklardaki (ve çok uzak geçmişteki) başka bazı insanların başına gelmiş olup buraların yerel hayat tecrübesi ve tarihinde hiç yankı bulmayan bir şey gibi düşündüklerinden de değil; insan ruhunun mühendisliğine girişmek ne tür olursa olsun bütün elitlere çekici geldiği için, söz konusu sorgulamayı hafifseyebiliyorlar.
Ama Eric Hobsbawm, sadece (kendi sözleriyle) “resmî İngiliz kültür müessesesi”nin çok kıdemli ve bundan hayli de gurur duyan “bir üyesi” değil; eğer öyle olsaydı, kurumsal bir cesede olan bağlılığını herhalde çoktan rafa kaldırmış olurdu. Hobsbawm aynı zamanda bir romantik. Örneğin, sanayi proleterlerinin ahlâkî ağırlığını ne kadar parlak olursa olsun çok da ikna edici olmayan bir şekilde kırsal eşkiyaya aktararak onları romantize etmiş bulunuyor. Keza, Palmiro Togliatti önderliğindeki İtalyan Komünist Partisi’ni de öyle romantize ediyor ki, yeni açığa çıkan gerçekler karşısında bu, Hobsbawm’ın “hayatta en değer verdiği şeyler veya kişiler hakkında bile kendi kendini aldatmama” vurgusuna pek uymuyor.(6)
Eric Hobsbawm Sovyetler Birliği’ni romantize etmeyi de hâlâ sürdürüyor: “Zaafları ne olursa olsun, bizatihî varlığıyla, sosyalizmin bir hayalden ibaret olmadığını ispatladı.” Bu öyle bir iddia ki, günümüzde ancak çok acı bir ironi niyetine alındığında anlam taşıyabilir; oysa Hobsbawm’ın kastı herhalde bu değil. Dahası, Hobsbawm Komünistlerin o kadar çok övündükleri “sertliği”ni, siyasî gerçekleri güya çok net bir şekilde görmelerini bile romantize ediyor. En hafif deyimiyle bu, Lenin’in, Stalin’in ve tek tek haleflerinden her birinin işlediği felâketli stratejik hatâlar kataloguyla da çelişiyor. Hobsbawm’ın kederli nostaljisi yer yer, Koestler’in Gün Ortasında Karanlık romanındaki Rubaşev’in sözleriyle tuhaf bir benzerlik gösteriyor: “Kırk yılda bir Tarihin önü açılmış ve nihayet insanlığa onurlu bir hayat vaat ederken, şimdi bu da bitmiş bulunuyordu.”
Interesting Times’da [Tuhaf Zamanlar] Hobsbawm, Alman Demokratik Cumhuriyeti konusunda belirgin bir zaafı, yufka yürekliliği olduğunu ortaya koyuyor; birkaç defa, Batı’nın deniz kızlarının çağrısına kapılıp ADC’yi terk eden aydınların belkemiği olmadığını imâ ediyor (“Hararete dayanamayanlar mutfaktan çıkıp gittiler”). ADC’nin döküntü otoritarizmini Weimar Berlin’inin büyüsünden hatırında kalanlar ile karıştırdığını tahmin ediyorum. Bu da bizi, Hobsbawm’ın Komünizme ömür boyu adanmışlığının romantik çekirdeğine: hem tarihin benzersiz bir ânına (Weimar Cumhuriyeti’nin son aylarındaki Berlin’e), hem de bu âna rastlayan uyanık, duyarlı delikanlıya olan sarsılmaz sadakatine götürüyor. Yakın zamanda yapılan bir röportajda aşağı yukarı bunu söyledi zaten: “Hayatımı oluşturan gelenekten ve bu geleneğe ilk katıldığımda ne düşündüğümden kopmak istemedim.”(7)
Anılarında çok net: “Berlin’e 1931 yaz sonunda, dünya ekonomisi çökerken geldim… [Bu] hem yirminci yüzyılın hem de kendi hayatımın şeklini belirleyen tarihî ândı.” Eric Hobsbawm’ın bu ayları anlatışının, yazmış olduğu en yoğun, en yüklü hattâ cinsellik yüklü sayfalar olması tesadüf değil. Ayrıca, tek duyarlı gözlemci de değildi, neyin söz konusu olduğunu derhal kavrayan. Öğrenim görmekte olduğu Köln’den evine yazdığı mektuplarda, yirmi altı yaşındaki Raymond Aron da Almanya’nın yuvarlanmakta olduğu “uçurum”u betimliyor; o da Titanik’in buz dağına çarptığını ve Avrupa’nın geleceğinin, artık bu belirleyici ândan ne gibi siyasal dersler çıkarılacağına bağlı olduğunu kavrıyordu. Aron’un 1931-1933 arasında Almanya’da gördükleri de, kalan bütün hayatı ve eserlerinin temel ahlâkî ve siyasî referans noktası olacaktı.(8)
Hobsbawm’ın, yirminci yüzyılın karanlık kalbinde yapayalnız yolunu bulmaya çalışan kendi ergenlik haline sadık kalmak konusundaki tâvizsiz kararlılığını takdir etmemek mümkün değil. Öte yandan bu sadakat için yüksek bir bedel ödüyor sandığından çok daha yüksek. “Üyesi olmak istemediğim bazı kulüpler var” demişti geçmişte.(9) Kastettiği, eski Komünistler. Ne ki, çağımızın dehşetine ilişkin en iyi anlatımlardan bazılarını, Jorge Semprun, Wolfgang Leonhard, Margarete Buber-Neumann, Claude Roy, Albert Camus, Ignazio Silone, Manès Sperber ve Arthur Koestler gibi eski Komünistler yazdı.(10)Hobsbawm’ın adlarını hiç anmaması dikkat çekici olan Soljenitsin, Sakharov ve Havel’le birlikte,yirminci yüzyılın Okuryazar Aydın Cumhuriyeti’ni bunlar oluşturuyor. Kendini böyle bir topluluktan dışlamakla, üstelik de Eric Hobsbawm gibi biri, sonuçta kendi kendini taşralılaştırmış oluyor.
Bunun yarattığı tahribat, önce ve en aşikâr şekilde kendini yazım tarzında belli etmekte. Hobsbawm ne zaman siyasî bakımdan hassas bir alana girse, derhal üstü kapalı, kılıflı, tahtalaşmış, “Parti-konuş”u andıran bir dile sığınıyor. Örneğin Age of Extremes’de [Aşırılıklar Çağı ç.n.], “Diktatörlük olasılığı, tek ve değiştirilmesi imkânsız bir partiye dayalı her rejimde zımnen mevcuttur” diye yazıyor.(11) “Olasılık” ? “Zımnen mevcut” ? Rosa Luxemburg da pekâlâ ona söyleyebilirdi ki, tek ve değiştirilmesi imkânsız bir parti esasen diktatörlüğün ta kendisidir. Anılarında, Komintern’in 1932’de Alman Komünistlerini Sosyalistlere karşı savaşıp Nazileri görmezden gelmeye zorlamasını anlatırken Hobsbawm, “bugün artık bunun… intihar derecesinde aptalca bir politika olduğu kabul ediliyor” diye yazıyor.(12) Bugün mü? Daha o zaman herkes bunu caniyâne bir ahmaklık olarak görüyordu ve öyle görmeye devam etti Komünistler dışında herkesi kastediyorum.
Hobsbawm bu gibi meselelerde o kadar nota sağırı ki, Bertolt Brecht’in “Bizden Sonra Doğanlara” şiirindeki şu mide bulandırıcı duyguları hâlâ övgüyle zikredebiliyor: Bizler, ki merhametin temellerini atmak istedik; / Bizim merhamet göstermemiz olanaksızdı. Artık bundan da sonra Hobsbawm’ın, Kruşçev’in 1956’daki ünlü “gizli konuşma”sını “Stalin’in yanlışlarına yönelik hoyrat ve amansız bir suçlama” diye tarif etmesindeki tuhaflığa o kadar şaşmamak gerek. Dikkat edin ki burada “hoyrat” ve “amansız” sıfatları Stalin’in “yanlışları”nı değil, Stalin’in suçlanmasını niteliyor. Wroclaw’dan Vladivostok’a kadar uzanan isimsiz mezarların simgelediği milyonlarca kırık yumurtanın, Komünizm omletine doyamayan Hobsbawm’ın uykularını kaçırmadığı çok açık. Kendi ifadesiyle, Tarih dökülmüş süte ağlamaz.
En fazlası, Komünistlerin Komünistlere yaptığı haksızlıklara hayıflanıyor: Trayko Kostov’un 1949’da Sofya’da yargılanmasının kendisinde uyandırdığı “mutsuzluk hissi”ni hatırlarken, bunu “Stalin’in son yıllarını çirkinleştiren düzmece duruşmaların ilki” diye niteliyor. Değildi oysa. Bizzat Bulgaristan’da bundan önce de bir düzmece duruşma olmuş; Çiftçi Partisi lideri Nikola Petkov Eylül 1947’de yargılanıp idam edilmişti. Ne ki, Petkov’un hiçadını anmıyor. Onun maruz kaldığı adlî infaz Stalin’e leke sürmüş sayılmıyor.
Hobsbawm’ın da yarı yarıya itiraf ettiği gibi, “yirminci yüzyıla ilişkin resmî Parti ve Sovyet görüşlerinin gücü karşısında” belki de kendini ondokuzuncu yüzyılla sınırlaması daha iyi olurmuş.(13) Hâlâ görünmez bir sansürcünün gölgesinde yazmaya devam ettiği izlenimini uyandırıyor. Habsburg dönemine ilişkin bağlantıların, bağımsız Avusturya ile bağımsız Çekoslovakya arasında nasıl 1920’lere kadar sürdüğüne dair anlatımını şöyle noktalıyor: “Sınırlar henüz, savaşın Tuna üzerindeki tramvay hattını tahrip etmesinden sonra olacakları gibi aşılmaz değildi.” Görece genç okuyucular bundan pekâlâ, 1948’den sonra Avusturya’yı ziyaret etmek isteyebilecek Çek ve Slovakları sadece harap bir tramvay hattının engellediği sonucunu çıkarabilir. Hobsbawm başka hiçbir engelden söz etmiyor.
Bunlar uykusu gelen Homer’in kafasının düşmesini andıran basit dalgınlık hatâları veya dikkatsiz kalem kaymaları değil. Yazarın büyük eserlerine duydukları saygı yüzünden bunların etrafından kibarca, ayaklarının ucuna basar gibi dolanan İngiliz yorumcular, aslında eski bir dostlarına çocuk muamelesi çekmiş oluyor. Hobsbawm çok daha iyisine lâyık. François Furet bir zamanlar, Sovyetlerin Macaristan’ı işgalini protesto amacıyla Fransız Komünist Partisi’nden ayrılmasını “hayatımda yaptığım en akıllı şey” diye nitelemişti. Hobsbawm’ın kalmayı tercih etmesi, tarihçilik sezgilerini köreltmiş bulunuyor. Tek tek hatâlarını kolayca kabulleniyor kuşkusuz örneğin altmışları küçümsemesini, Avrokomünizmin yetmişlerin ortalarından sonra hızla gerileyip çökeceğini tahmin edememesini, ya da “şimdi biliyorum ki başarısızlığa mahkûmdu” dediği Sovyetler Birliği’ne bağladığı umutların yüksekliğini.
Ne ki, neden bu gibi hatâlara düştüğünü anlamamışa benziyor öyle ki, Sovyetler Birliği’nin başarısızlığa “mahkûm” olduğuna ilişkin tâvizi bile, kazanmasının “kaçınılmaz” olduğuna dair eski varsayımın tersyüz edilmesinden ibaret. Her iki halde de, sorumluluk insanlara değil Tarihe ait olmuş oluyor ve bu, eski Komünistlerin rahat uyku uyuyabileceği anlamına geliyor. Geçmişe dönük bu determinizm, Whig Tarihçiliğine(14) diyalektiği eklemekten başka bir şey değil ve diyalektik de, Buchenwald toplama kampında kıdemli bir Komünistin genç Jorge Semprun’a izah ettiği gibi, “daima dört ayak üstüne düşme tekniği ve sanatı” olarak tanımlanıyor.(15) Hobsbawm dört ayak üstüne düşmüş gerçi; ama onun durduğu yerden, dünyanın kalanı baş aşağı duruyora benziyor. 1989’un [Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Doğu Avrupa’nın dönüşümünün ç.n.] anlamı bile hayli müphem. “Hür dünya”nın (korkutucu tırnaklar, kendisine ait) Sovyetler Birliği’ne karşı zaferi hakkında bütün söyleyebildiği şu uyarıdan ibaret: “Gelecekte dünyanın, Rosa Luxemburg’un ya sosyalizm ya barbarlık alternatifiyle yüz yüze geldiğinde barbarlığı seçtiğine pişman olması hâlâ mümkündür.”
Ne ki, Kızıl Rosa bu satırları yazalı neredeyse yüz yıl oluyor. Eric Hobsbawm’ın rüyasını gördüğü sosyalizm artık bir seçenek olmaktan çıktı ve bunun sorumluluğunu, çok büyük ölçüde, hayatını adadığı o barbarca diktatörlük çarpıklığı taşıyor. Radikalizm mirasını Komünizm bozdu ve kirletti. Eğer bugün herhangi bir toplumsal ilerleme büyük anlatısının, siyasî bakımdan ikna edici bir sosyal adalet projesinin olmadığı bir dünyada yaşıyorsak, bunun nedeni Lenin ve mirasçılarının kuyuyu zehirlemiş olması.
Hobsbawm anılarına coşkulu bir final pasajıyla son veriyor: “Bu tatsız zamanlarda bile silâhsızlanmayalım. Sosyal adaletsizliğe karşı çıkmak ve savaşmak hâlâ gerekli. Dünyanın kendi kendine iyileşmesi olanaksız.”(16) Her bir noktada yerden göğe haklı. Ama yeni yüzyılda iyi şeyler yapabilmek için, işe eskisi hakkında gerçeği söyleyerek başlamamız lâzım. Hobsbawm kötülüğün gözlerinin içine bakmayı ve adını koymayı reddediyor; Stalin’in ve eserlerinin gerek siyasî ve gerekse ahlâkî mirasıyla yüz yüze gelmeyi reddediyor. Eğer gerçekten gelecek nesillere radikal bir bayrak aktarmak istiyorsa, tutacağı yol bu olmamalı.
Sol, aile dolabındaki Komünizm şeytanıyla yüzleşmekten nicedir kaçındı, kaçınıyor. Anti-anti-komünizm diye bir şey var 1989 öncesinde soğuk savaşçılara, o günden beriTarihin Sonu muzafferiyetine yardım ve destek vermekten kaçınma arzusu. İşte bu anti-anti-komünizmdir ki, İşçi ve Sosyal Demokrat akımlarda siyasî düşünceyi onyıllardır kötürüm etti ve bazı çevrelerde hâlâ da ediyor. Ama Arthur Koestler’in Mart 1948’de Carnegie Hall konuşmasında belirttiği gibi, “İnsanların yanlış nedenlerle doğru şeyler söylemesinin önüne geçemezsiniz… Kendini kötü arkadaşlar arasında bulma korkusu, siyasî bakımdan pirüpak olmanın ifadesi değildir; belirli bir özgüven eksikliğini yansıtır.”(17)
Eğer Sol o özgüveni tekrar kazanacak ve diz çöktüğü yerden doğrulacaksa, geçmişe dair teskin edici masallar anlatmaya son vermek zorundayız. Hobsbawm’a olanca saygımla birlikte, kendisi bu fikri ne kadar yüzeysel ve basmakalıp bir şekilde reddederse etsin, yirminci yüzyılın sağ ve sol aşırılıkları arasında “temel bir akrabalık” vardı ve bu, söz konusu tecrübeden geçmiş olanlar için son derece aşikârdır. Milyonlarca iyi niyetli Batılı ilerici, ruhunu gidip bir şark despotuna sattı “Şaşırtıcı zırvalık şudur ki,” diyordu Raymond Aron 1950’de, “Avrupa Solu bir piramit yapımcısını Tanrı bellemiş bulunuyor.”(18) Kanun önünde eşitlikten tutun da kamusal hizmetlerden yararlanma hakkına kadar, Sol için önemli olan (ve bugün saldırıya uğrayan) değer ve kurumlar, Komünizme hiçbir şey borçlu değildir. Yetmiş yıllık “gerçekten mevcut Sosyalizm”, insanlığın refahına sıfır katkıda bulundu. Sıfır.
Belki Hobsbawm da anlıyor bunu. Belki, Britanya Komünist Partisi’nin “eviçi tarihçisi” James Klugmann hakkında dediği gibi, [o da] “neyin doğru olduğunu biliyor ama herkesin önünde söylemekten kaçınıyor.” Doğruysa, bu da pek gurur duyulacak bir kitabe olamaz. Yirminci yüzyıl hakkında az çok bir şeyler bilen Evgenia Ginzburg(19), Moskova’nın Butyrki hapishanesindeki işkence hücrelerinden yükselen çığlıkları, Michelangelo’nun şiirini ezberden tekrar tekrar okuyarak bastırmaya çalıştığını anlatıyor:
Uyku çok tatlı, daha bile tatlı taş kesilmek.
Bu korkunç dehşet ve utanç çağında,
Üç kere mutlu, ne gören ne hisseden.
Öyleyse bırak beni dinleneyim, huzurumu bölme.(20)
Eric Hobsbawm çağımızın doğuştan en yetenekli tarihçisi. Ne ki, olanca huzuru ve dinlenmişliği içinde, her nasılsa çağın dehşet ve utancını uykuda geçirmiş bulunuyor.
ÇEVİREN: HALİL BERKTAY
Dipnotlar
(1) Interesting Times: A Twentieth-Century Life (New York: Pantheon, 2004). Türkçesi için bkz Tuhaf Zamanlar, çev. Saliha Nilüfer (İletişim Yayınları, 2006). [Orijinal dipnotu genişleten: Halil Berktay.]
(2) Noel Annan, Our Age: English Intellectuals Between the World Wars A Group Portrait (New York: Random House, 1991), 189. [Başlığın Türkçesi: Çağımız: İki Dünya Savaşı Arasında İngiliz Aydınları Bir Grup Portresi. Ekleyen HB.]
(3) Örneğin bkz Raphael Samuel, “The Lost World of British Communism (Part I)” [İngiliz Komünizminin Yitik Dünyası, Bölüm I], New Left Review, no 154 (Kasım-Aralık 1985): 3-53. Samuel burada “kuşatma altında bir örgüt[ün]… yabancı etkilerden kendini yalıtmış, dışarıdakilere karşı saldırgan, içeridekiler içinse koruyucu, komple bir toplum görüntüsü[nü korumasının]” enfes bir portresini çiziyor; “gözle görünür, elle tutulur bir kilise,” diyor Samuel “kurucu babalarından bu yana kesintisiz bir soy kütüğüyle süre gelen, politikalarımız için kutsal kitaplardan sure ve âyet gösteren, aforoz ettiklerimiz için İlk Hıristiyanların dilini kullanan” bir kilise.
(4) Doktrin pirüpaklığı ile siyasî bakımdan esamesi okunmaz olmuşluğun mutlu evliliği sayesinde yüz yıldır ayakta kalan bir partinin iç hayatına ilişkin bir anlatım için, bkz Robert Baltrop, The Monument: The Story of the Socialist Party of Great Britain [Abide: Büyük Britanya Sosyalist Partisi’nin Öyküsü] (Londra: Pluto Press, 1975).
(5)Bkz George ve Weedon Grossmith, Diary of a Nobody [Sıradan Birinin Günlüğü] (Londra, 1892). [Ek bilgi: 19. yüzyıl sonlarında Grossmith kardeşler tarafından kaleme alınan bu komik roman, orta yaşlı, aşağı orta sınıftan kâtip Mr. Charles Pooter’ın hayatından on beş aylık bir dilim üzerine kuruludur. Güldürü unsurları Victoria döneminin sosyal kuralları, Mr. Pooter’ın gafları ve kendi kendine şişinmesi, buna karşılık kendi üstlerinden maruz kaldığı aşağılamalardan kaynaklanır. “Essex İnsanı” ise 1990’lar İngiltere’sinin stereotiplerindendir. Margaret Thatcher’a oy veren “ortalama seçmen” anlatan bir yanı vardır. – Halil Berktay.]
(6) Nisan 1963’te, yani ölümünden kısa bir süre önce Togliatti, Çekoslovak Komünist Partisi genel sekreteri Antonin Novotny’ye yazdığı mektupta, Aralık 1952’deki Rudolf Slansky dâvâsının kurbanlarının kamuoyu önünde “itibarlarının iade edilmesi”nin ertelenmesi için ricacı oldu. Böyle bir açıklama, diyordu Togliatti, “bize karşı azgın bir kampanyanın tetiklenmesine yol açar, bütün o en aptalca ve provokatif anti-Komünist temaları [i temi più stupidi e provocatori dell’anticommunismo] öne çıkarır ve yaklaşan seçimlerde bize zarar verir.” Bu, Togliatti’nin 1950’lerin başlarındaki düzmece duruşmaları savunmada PCI’nin [İtalyan Komünist Partisi’nin] sorumluluğunu örtük olarak kabullenmesi demekti. Bkz Karel Bartosek, Les Aveux des Archives: Prague-Paris-Prague, 1948-1968[Arşivlerin Tanıklığı] (Paris: Seuil, 1996), 372, Ek 28. Daha da genel olarak, bkz Elena Aga-Rossi ve Victor Zaslavsky, Togliatti e Stalin: Il PCI e la politica estera staliniana negli archivi di Mosca[Togliatti ve Stalin: Moskova Arşivlerinde İtalyan Komünist Partisi ve Stalinist Dış Politika] (Bologna: Il Mulino, 1997), özellikle 263 vd.
(7)Sarah Lyall, “A Communist Life with No Apology” [Özürsüz Bir Komünist Yaşam], New York Times, 23 Ağustos 2003.
(8) Bkz benim The Burden of Responsibility: Blum, Camus, Aron, and the French Twentieth Century[Sorumluluğun Yükü: Blum, Camus, Aron ve Fransa’nın Yirminci Yüzyılı] (Chicag University of Chicago Press, 1998) kitabımda, 137-183: “The Peripheral Insider: Raymond Aron and the Wages of Reason” [İçeride ama Kenarda: Raymond Aron ve Aklın Bedeli] bölümü.
(9) Bkz Neal Ascherson, “The Age of Hobsbawm” [Hobsbawm’ın Çağı], The Independent on Sunday, 2 Ekim 1994.
(10)Örneğin bkz Jorge Semprun, The Autobiography of Federico Sanchez and the Communist Underground in Spain [Federico Sanchez’in Otobiyografisi ve İspanya’daki Komünist Yeraltı Faaliyeti] (New York: Karz, 1979): ilk yayınlanışı Autobiografia de Federico Sanchez, Barcelona 1977. Wolfgang Leonhard, Child of the Revolution [Devrimin Çocuğu] (New York: Pathfinder Press, 1979): ilk yayınlanışı Die Revolution entlasst ihre Kinder, Köln 1955. Claude Roy, Nous [Biz] (Paris: Gallimard, 1972). Margarete Buber-Neumann, Von Potsdam nach Moskau: Stationen eines Irrweges[Potsdam’dan Moskova’ya: Yanlış Yoldaki İstasyonlar] (Stuttgart: Deutsche Verlags-Anstalt, 1957).
(11) Kitabın Sarmal ve Everest yayınevlerinden çıkan Türkçe çevirisiyle karşılaştıracak zamanım olmadığı için okurlardan özür dilerim. H.B.
(12) Keza, kitabın İletişim’den çıkan Türkçe çevirisiyle karşılaştıracak zamanım olmadığı için de okurlardan özür dilerim. H.B.
(13) Burada dikkat edilmesi gereken nokta, “Sovyet” ile ”Parti” arasındaki ayırım ki, yerel Komünistlerin Moskova’dakilerden çok farklı olduğunu (ve dolayısıyla Moskova’dakilerin günahlarından sorumlu olmadıklarını) imâ ediyor. Ama Eric Hobsbawm’ın herkesten daha iyi bildiği gibi, bu tam bir palavra. Lenin’in eski Sosyalist Enternasyonal’den kopmasının temel nedeni, bütün devrimci örgütleri Bolşevik modeline uygun ve Moskova’dan talimat alan tek bir birime dönüştürmekti. Lenin’in 1919-1922 yıllarında Avrupa’nın Sosyalist partilerini bölmek için kullandığı, Komintern üyeliğinin ünlü “Yirmi Bir Şart”ının amacı buydu. Tabii Fransız Sosyalist lideri Paul Faure’ye göre, bunların yanı sıra bir de yazılı olmayan Yirmi İkinci Şart söz konusuydu: Bolşevikler işlerine geldiğinde diğer yirmi bir şartı yok sayabilirler.
(14) Liberalizmin bir alt-varyantı olarak, insanlık tarihinin sürekli ve tedricî bir şekilde daha fazla aydınlanma, özgürlük ve demokrasiye doğru yol aldığı şeklindeki iyimser-kaçınılmazcı yaklaşım, Herbert Butterfield’in 1931’de icat ettiği bir terimle, Historiyografide “Whig Tarihçiliği” olarak anılır [Halil Berktay].
(15)“Mais c’est quoi, la dialectique?”[Peki bu diyalektik nedir ki?] “C’est l’art et la manière de toujours tomber sur ses pattes, mon vieux!” [Dostum, daima dört ayak üstüne düşme tekniği ve sanatıdır!] Jorge Semprun, Quel Beau Dimanche [Ne Güzel Bir Pazar] (Paris: Grasset, 1980), 100.
(16) Bir kere daha, kitabın İletişim’den çıkan Türkçe çevirisiyle karşılaştıracak zamanım olmadığı için okurlardan özür dilerim. H.B.
(17)Arthur Koestler, The Trail of the Dinosaur and Other Essays [Dinozorun İzi ve Diğer Denemeler] (New York: Macmillan, 1955) içinde, “The Seven Deadly Fallacies” [On Ölümcül Mantık Hatâsı], 50.
(18)Raymond Aron, Polémiques [Polemikler] (Paris: Gallimard, 1955), 81.
(19) (Y)evgenia Ginzburg (1906-1977): Kazan Devlet Üniversitesi’nde Leninizm Tarihi doçenti ve bölüm başkanıyken, 1934’te Kirov’un katlini izleyen Stalinist terör dalgası sırasında tutukladı ve NKVD’nin üç yıl süren baskılarına rağmen, “Parti içinde Troçkist gizli örgüt” vb suçlamaları asla kabullenmedi. 1937’de yedi dakika süren gizli bir duruşmayla mahkûm edilip Sibirya’ya postalandı. Stalin’in ölümünden sonra, 1955’te serbest kaldığı ve itibarı iade edildiğinde, Gulag’da 18 yıl geçirmişti. 1967’de bitirdiği hatıraları, ancak Sovyetler Birliği dışında yayınlanabildi [Halil Berktay].
(20)Evgenia Ginzburg, Journey into the Whirlwind [Hortumun Gözüne Yolculuk] (New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1967), 162.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtTüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024