Mehmet TIRAŞ

BU ÇAĞI NASIL OKUMALIYIZ!..
5.02.2013
3153

 Sanayi toplumu bin yıldan fazla tarihi olan feodaliteyi reddederek ortaya çıktı ve çokta sancılı kan revan bir süreçten geçti.En önemlisi de Fransız ihtilalı bunun somut örneğidir.Fransız ihtilalıyla yazılı ve kurallı bir düzen olan ulus-devlet kavramıyla tanışır olduk ve insanlık yerleşik bir düzen kurdu.Sanayi toplumu toplumsal yaşamımızda üç asırlık  bir süreci yaşattı.

Sanayi toplumunun içinden çıkan ve çıktığı çağı tersyüz eden adın da bilgi çağı,küresel  çağ,sanayi ötesi toplum,diye adlandırdığımız ve yaşadığımız süreci analiz etmekte çok zorlanıyoruz.Bu çağı sanayi toplumunun üzerinden okuyarak değil de; bu çağın argümanlarıyla sanayi toplumunu karşılaştırdığımızda farkına varabiliriz.

Sanayi devrimiyle köylülüğün başına gelen bilişim teknolojisiyle işçi sınıfının başına geldi..

Sanayi toplumunda toplumların zenginliğinin ölçüsü ”Çelik üretimiydi”bilgi toplumunda ise toplumların zenginliğinin kriteri “AR-GE” oldu.Sanayi toplumunda fabrikalarda makinelerin bakımını yapan; bakım onarım elemanlarını yerini kol gücünün yerini robotlar alınca “bilgi işlem elemanları” aldı.Bilgi çağında bilginin üretimde payı yüzde 75 olurken,diğer yüzde 25’ni ise teknoloji,iş gücü ve hammadde almakta.

Sanayi toplumuyla bilgi çağının üretim biçimi ve teknolojisinin ne kadar farklı olduğu siyah-beyaz kadar görünmüyor mu?

Sanayi devrimini tamamlamayan toplumlar küresel çağa hazırlıksız yakalandılar ve savruluyorlar; bu çağı algılasalar bile alt yapıları yok;buna bizim gibi az gelişmiş ülkelerde dahil.Bizim toplumsal kültürümüzde her beş kişiden biri köylü kültürünün etkisiyle yaşama tutunuyor,bizim ortalama toplumsal eğitimimiz altı yıl.Ama bu çağa yön veren ve hazırlıklı olan ABD,AB üyesi ülkeler ve Japonya sıkıntıları olsa da; zaman içinde üstesinden geliyorlar.Bu çağın alt yapısını silikon vadisine yaptığınız yatırımla  karşılıyorsunuz.

Sanayi toplumunun üretim biçimi kol gücüne dayalı olduğu gibi makinesi mekanikti ve üretimin içinde bilginin payı yok gibi bir şeydi,iş gücü ise kol gücüne dayanıyordu.İşçinin tanımı ise, gücünden başka satacak bir şeyi olmayan kişiydi.Bu makineleri kullanan işçinin okur-yazar olmasına gerek yoktu; renk ve işaretlerle makineyi kullanabiliyordu.Kurumları devasal tesislerden oluşan fabrikalar ve yüzlerce binlerce işçilerden,memurlardan oluşan toplu işyerleriydi.

Sanayi toplumunda arabası olan  ve evinde telefonu bulunan parmakla gösteriliyor,evinde televizyonu,çamaşır makinesi,buz dolabı olanlar yoksulluk ve zenginlikle kıyaslanıyordu.İnsanların iletişimi telefon ve mektuba dayalı sürüyordu ve uzun bir sürelerini alıyordu. Günlük etkileyici bilgi ise radyo ve yazılı basına dayalıydı, televizyon da yaygın değildi.Sanayi çağı yanlış bir çağ,diye de algılanmamalı bu çağın argümanları ve kurumları ancak bu kadar karşılıyordu insanların arz ve taleplerini,tarım toplumuyla karşılaştırdığımızda  ise çok ileri bir dönemdi.

Sanayi toplumun üretimi stoka dayalıydı, bu insanların tüketimine de yansıyordu,hepimiz günlük tükettiklerimizi  de stokluyorduk,çuval ile patates-soğan-un,tenekeyle yağlar,peynirler, kolilerle margarin,zeytin,tonla kömür alıyorduk…Ve bir malın üretim tarihiyle tüketim tarihinden habersizdik her şeyin taze ve yeni olduğunu bilirdik.Arabaların son modeli,kıyafetin ve beyaz eşyanın yeni olduğunu söylerdik.Bilinçli bir tüketici de değildik.Bilgi çağının üretimi ise sıfır stoktu.

Bilgi çağının işretini fişekliyen ne oldu da, sanayi toplumundan  farklı bir çağa geçildi.

1946 yılında bilgisayarın bulunması ve uzun bir çalışma sürecinden sonra 1969 yılında Newyork’ta beton bir binaya vinçle otuz ton ağırlıkta devreye sokulmasıyla,bugün üzerinde algılamakta ve okumakta zorlandığımı çağa geçilmiş oluyordu ama nasıl bir süreçten geçeceğine de kimse öngörüde bulunamıyordu.Bilgisayarın günden güne daha donanımlı ve çok fonksiyonlu bir teknoloji olarak gelişmesi üretim biçimine ve iletişime yansıması dünyayı küçük global bir köy haline getirdi.

Bir otomobilin üretimi için sanayi döneminde ayların almasının yerini, dijital teknolojiyle 55 saniyede otomobil, 45 saniyede ise televizyon üretilir oldu,saatlerce görüşmek için postanede görüşmenin yerini birkaç saniyede dünyanın dört bir yanına ulaşır olduk cep telefonlarıyla ve bilgisayar üstünden çetleşmelerle.Bu çağ sınırları delen ülkelerin içişlerini değiştiren üç kavramı ortaya çıkardı;bilgi,sermaye ve teknolojinin vatanı olmadığı gibi tüm insanlığın sosyal hayatını yeniden formatlarken, siyasal değişimlerde yol açıyor,bu çağa ömür biçilemez oldu; çünkü bu çağın teknolojisi olan bilgisayarın son sisteminin olmayışı ve ucunun açık olması birey ve toplum olarak hayatımızı yeniden formatlamaya zorluyordu.Allın teri olan sanayi emeğinin yerini,bilgi teknolojisiyle akıl teri alıyordu.

İnternetin arama motoru olarak  kullandığımız adına da internetin ansiklopedisi diye, adlandıran Google’nin piyasa değeri 125 milyar  dolar olduğunu da belirtmeden geçemeyiz,sanayi toplumunun böyle bir kurumu var mıydı?

Adına küreselleşme çağı dediğimiz çağ fark yaratma çağı olarak karşımıza çıktı,tabi ki kavrayanlar bunun farkına vardı,kavramayanlar ise değişim karşısında savruluyordu.Artık bu çağda kaç kişi çalıştırdığın değil, kişinin yarattığı katma değer öne çıkıyor,yeryüzüyle ürettiklerini kıyaslamak zorunda kalıyorsunuz,ihraç ettiğiniz üründen yaptığınız ihracatın kilo başına ne kadar dolar kazandığınız hesaplar olduk.Bir  Alman ve Malezya bir kilo ihracattan 6 dolar kazanırken Türkiye 2 dolar,Bir ABD’li ülkesine bir saat çalışmasıyla  40 dolar katma değer yaratırken,AB ülkeleri ise 25-30 dolar arasında değişirken,Türkiye de bir saat çalışanın yarattığı katma değer ise 4 dolar da kalıyordu..Verdiğimiz rakamlar karşısında tavşan ile kaplumbağa yarışı düzeyinde olduğunu görür olduk.Bu çağı eğitimi doğumdan ölüme kadar zorunlu hale getirirken,kalem ve defterle eğitim döneminin de son neslinin sonunu da getirmiş oldu,bunu da belirmeden geçemeyiz.Okulsuz bir topluma ve öğretmensiz bir eğitiminde sürecinin başlatmış oldu.

Bu hızlı üretim sıfır stoksuz bir üretime geçişi sağlıyor,hayal bile edemeyeceğimiz bir hayata geçiriyordu ve bu gelişme araba sahibi olmak ve her türlü beyaz eşya sahibi olmak sıradan lüks olmaktan çıktı ve sıradan bir hal aldı bu gelişme; tüketim alışkanlıklarımızı da değiştirdi, stoklamaktan temel gıdalarımızı gram üzerinden günlük tüketeceğimiz kadar alışveriş yapmaya başladık. Paranın plastik,anahtarın şifre,güvenliğin yerini kameraların aldığı,kablosuz antensiz bir teknoloji hayatımıza yön verir,vermekten öte zorunlu bir hal aldı.Kullandığımız teknoloji hem denetlettiriyor hem de denetleyen oldu.Kredi kartı ne peşin para aratıyor,ne kefil ne de senet verdirmediğimiz gibi bir alışveriş yapar olduk, tabi ki kullanmasını bilirseniz.

Bu çağın siyasal etkileri üzerinde kısa başlıklarla duralım:

Küreselleşme ile üç yüz yıllık ulus-devlet modelinin çemberi parçalanırken farklı devlet paradigmalarını tartışmaya başladık;E devlet,teknik devlet,site devlet gibi yeni devlet kavramlarını da tartışmaya başladık.

Ulus-devlet tek dilli,tek dinli çoğunluğa dayalı ama çoğulculuğu yok sayan, devlet bürokrasisine hizmet eden, bireyi dışlayan,temel hak ve özgürlükleri önemsemeyen, bir ideolojinin ve sınıfın eseri olduğu gibi;bir sınıfın güçlü olanın güçsüze hükmettiği, başka bir sınıfın baskı aracıydı..Bilgi çağı bunu tersyüz etti;çoğulculuğu öne çıkartırken,bireyin özgürlüğünün ve insanların öz kimlikleriyle de buluşturuyordu..

Çoğunluk karşısında yok sayılan azınlıkların varlığını kültürel zenginliğin yok edilmesinin de önüne geçmiş oldu.Sanayi toplumunda belirleyici olan iki güç burjuvazi ve işçi sınıfı yeryüzüne yön veren potansiyel ve sermaye gücünün etkisi de belirleyici olmaktan çıktı,çoğulculuk ve birey çevreden merkeze gelmeye başladı.Çoğunluk değilim ama bireyim ben de varım demeye başladık.Bunda da internetin ve cep telefonun,sosyal paylaşım sitelerinin etkisini ve gücünü kısa sürede fark edilmiyor mu?.

Hiçbir ülkenin interneti devre dışı bırakma lüksü var ne de gücü;internet kesildiği anda bankalar işlem yapamıyor,uçaklar kalkmıyor,tren hareket  etmiyor ve borsa çöküyor.

‘E’ gazeteciliğin yani internet gazeteciliğinin ne kadar etkileyici olduğunu anlatmaya gerek bile yok.Eğer bu çağın bir inevesyon çağı olduğunu kavrardıysanız,düşünsel,sanatsal ve tasarım konusunda bir şey yaratabiliyorsanız sizi çoğunluk ile kıyaslamaları artık imkansızlaştı.

Bilgi,artık bir azgın nehir gibi akarken kimse bunun önüne set çekmesi mümkün olmadığı gibi; ulaşmak içinde bir tuş ötesi karşınıza çıkarken, kıtlığı çekilmeyen kullandıkça ve ürettikçe bereketi artan bir güç olarak yaşamın her alanına serayet etmeye başladı.

İnternette sörf yapıp eğer bir de evrensel dil olan İngilizceyi biliyorsanız,ulaşmayacağınız ve ulaştıramayacağınız hiç bir engel yok gibi.. Örnek olarak bir olayı cep telefonuyla görüntüleyin ve internet ortamına atın,bir olay,kavram veya sorun üzerine düşüncenizi kalem alın ve google üzerinden yollayın pıtrak gibi her yerde engellenemeyecek şekilde, tüm internet kullanıcılarının karşısına çıkacaktır..

Çağ dönüşümlerini,üretim biçimindeki değişiklikler kırılma noktası olarak toplumların önüne çıkmaktadır..Üretim biçiminin  değiştiği yerde örgütlenme biçimi de kaçınılmaz olarak değişmek zorunda..Bu çağın en etkili sektörü “hizmet sektörü” olduğu gibi mesleği de “tasarımcılık” olarak kendini her alanda ve her ülkede kendini gösteriyor.Ama bu çağın hastalığını da bilmeliyiz o da “stres”bu sorunda psikolojik bir travma yaratıyor hepimize, bunun da farkında olalım.

Bu çağı değişim çağı; çoğunluktan çoğulculuğa,çoğulculuk içinde bireyin özgürlüğünü yaratırken;doğanın kanunları gibi yok sayılmayacak kadar etkili bir şekilde her alanda kendini göstermeye başladı. Artık bu çağ ile insan hakları bir ülkenin içişleri sorunu olmaktan çıktı ve tüm insanlığın ortak sorunu olarak,yeryüzünde rejimi ne olursa olsun insanlığın “lirik bir duygusu” haline geldi.

Fransız ihtilalının üç ilkesi olan “eşitlik,özgürlük ve kardeşlik” sloganına bilgi çağı üç kavram daha ekledi buna;”saydamlık,değişim ve güvenlik” öne çıkarken;çoğulcu, katılımcı,çağdaş,evrensel hukukla örtüşen demokrasi, toplumların ortak sistemi olarak benimsendi.

Tabi ki bu çağı her şeye ilaç olmadı ama çok büyük umutlar yarattığını da görmeliyiz.

Dünyanın önünde duran en büyük üç sorundan biri;” barış, doğanın hor kullanılması ve diğer ise gelir dağılımındaki adaletsizlik” olarak daha önümüzde uzun ve meşeğatlı zor bir yol olduğunun da farkında olalım.

Not:Bu çağı anlamak için dört kitabı hararetle öneriyorum okurlarıma;benim “Küreselleşen Dünyada Özgür Birey Zengin Toplum”,Alvin Tofler’in “Üçüncü Dalga” sı,Peter Drucker’in “Kapitalizm Ötesi Toplum” ve Mehmet Altan’ın” Küresel Vicdan”, yer yüzünün ve çağın yol haritasının büyük resminden kareler göstermektedir.

 

                                                                                                                                             

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Hrac Madooglu

    Hrac Madooglu

    11.02.2014 17:37

    Azinlik mallarinin geri verilmesi konusunda es gectiginiz birsey var. Bu karar ABD kongresinde tartisilip, Turkiyeye "gasp ettiginiz mallari iade edin" mesaji gonderildikten sonra gerceklesti. iktidarda CHP de olsa fark etmezdi. Sam Amca emretti, mallarin iadesi hakkinda karar cikti ve zaten bundan kacis da yoktu. 2 milyarlik mal da iade edilmis degil henuz. Basbakanin abartili rakkamlarina aldanmayin. Rum ve Ermeni Vakiflarinin yoneticilerine sorun, gercek rakkami bilmek istiyorsaniz. Bu tur rakkamlari 10la carpip abartan bir basbakanimiz var. "Turkiyede 100 bin kacak Ermenistanli var" sozunu hatirlatmak isterim.

Yazarlar