Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
İslâmî renkler: Fırsat mı, tuzak mı?
16.12.2025
209
“Müslüman Türkiye”, “İslâmcılık” ve “Hilafet” başlıkları, siyasî gündemde ilk sıralara doğru hızla tırmanacak. Bilin ki hiçbirinin saf ve samimi bir inanç ve mensubiyetle yakından uzaktan alâkası olmayacak.

Müslümanlar din konuşmaya bayılıyor. Bu tutkunun dindarlık ile yakından uzaktan alâkası yok. Elinize basit bir harita veriyor, yanlışı hemen bulmanızı ve çözüme giden kestirme hükme ulaşmanızı sağlıyor. Dine müracaat etmek en kestirme ve hızlı şekilde önümüzde duran sorunu dinin eksikliğine veya yanlış yorumlarına dayandırma inancını ve gücünü bir maymuncuk gibi elinize veriyor. Sonunda, dinden uzaklaşmanın veya sapkın yorumlara kapılmanın tehlikeleri konusunda basit bir uyarı cümlesi ile her türlü mesele kökünden halloluyor.

Çok yönlü işlevleri var.

Şöyle dine ve dindarlığa dair basit bir yoklama, karşınızdakinin ne yiyip ne içtiğini, nasıl yaşadığını en basit yoldan öğrenmenizi sağlıyor. Grup dinamiğinin temel eksenini veriyor. Herkesin istikametini gösteriyor. Herkesin bildiği, hiç olmazsa bir kanaat sahibi olduğu konuların kenarında dolaşırken sosyal hayat kolaylaşıyor. İnanmasanız bile aynı dil, aynı kültür, aynı dünya. Ayrıcalıklarını yaşamak için şöyle bir “esselamün aleyküm” girişi yetiyor.

Müslümanların üstünlük arayışı:

Son iki asırda dünya halkları ile mukayese ettiklerinde Müslümanların kendilerini üstün hissettikleri tek alan dinleri oldu. Bilimde-teknolojide, askerî alanda, siyasî kurumlarda, kültür-medeniyet iddialarında hep geride kaldılar. Ancak dinleri ekmel dindi. Onlara ayrıcalık ve üstünlük veriyordu. Böylece din, öbür dünyanın kurtuluş kapısı olmaktan çıktı, bugünün sorunlarının tamamına, eksiksiz ve mükemmel cevaplar veren bir ideolojiye dönüştü.

Önce milliyetçilik, sonra da sol-sosyalist ideolojiler karşısında din, İslâmcılık adıyla her konuda rekabet eden ve üstünlük taslayan kapsamlı bir referans halinde genel kabul gördü. Geleneksel din anlayışından kopuşu ifade eden bu ideolojik yorum, diğer ideolojiler gibi bu dünyada bir cennet arayışına girişti. Bu arada açılan kapıdan cehennemi de bu dünyaya taşımış oldu.

İleri Batı ülkelerinin teknolojik-askerî-siyasî baskısı altında İslâmcılık en geniş direniş hattını oluşturdu. O kadar ki İslâm toplumlarının siyasî kutuplaşmaları bu hat üzerinde kuruldu ve son iki yüzyılın siyasî tarihi, bu ideolojinin başat-tayin edici konumda olduğu istikamette seyretti.

Batı ülkeleri, bir sömürge aracı olarak durumu hemen farketti.

Büyük Güçlerin İslâm’ın siyasî potansiyelini keşfi:

Birinci Dünya Savaşına giden yolda, Avrupa’nın büyük güçlerinin kendi aralarındaki sömürge rekabetinde İslâmcılık kullanışlı bir araç olarak keşfedildi ve hemen devreye sokuldu. Güneş Batmayan İmparatorluk’un kalabalık Müslüman halklarını etkilemek üzere İslâmcılık, Almanya’nın müracaat ettiği ve müttefiki Osmanlı Devleti’nin de “Cihad-ı Mukaddes” ilan ederek katkıda bulunduğu bir savaş enstrümanı olarak kullanılmıştır. Soğuk Savaş boyunca İslâmcılık, anti-komünizm kılıfına büründü. Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, sonra ABD desteğinde Mücahitlerin cihadı, nihayetinde bu sürecin Taliban’ı yaratması laboratuvarda didiklenmesi gereken bir vak’adır.

Sovyetler Birliği dağıldığı zaman, ABD en değerli hazinesini, yani düşmanını kaybedince, yıldırım hızıyla İslamcılık, Medeniyetler Çatışması tezi ile bir tehdit ve düşman olarak ilan edildi. Aşağılık kompleksi ile malul Müslüman aydınlar, muhatap alınmanın cazibesi ile bu tuzağa balıklama atladılar. Sonra, Arap Baharı denilen bildiğiniz süreçler yaşandı ve hüsranla noktalandı. 9/11’in travması, sonrasında gelen İŞİD kâbusu, Batı’yı kendi elleriyle büyüttükleri bu canavara karşı daha dikkatli olmaya zorladı.

Şimdilerde, din faktörünü merkeze alan global politikalara teostrateji deniyor. Yahudi seçkinleri genel kural olarak ateisttir, Yahudi inancını sadece bir kültür ve ortak bağ olarak görürler. Batı-Hristiyan dünyasının dinle hiç işi olmaz. Teostratejinin yegâne malzemesi İslâm’dır. İbrahim Anlaşmalarındaki “İbrahim” sadece Müslümanları, daha kesin ifadeyle Sünni dünyayı muhatap alıyor.

Türkiye başrolde:

Bugün, Suriye üzerinden İslâmiyet’in, bilhassa Sünni İslam’ın bir stratejik manivela olarak kullanıldığı yepyeni bir evreye giriyoruz.

Senaryo bize ait değil, ama başrolde Türkiye var.

CHP, harici şartların, üzerindeki olağanüstü baskının belirlediği yolda, somut bir iktidar hedefi dışında hangi istikamete doğru gittiğini bilmeden yürüyor. Bu yüzden hikâyenin de tartışmanın da dışında.

Duruma, son zamanlarda AK Parti iktidarında, Erdoğan sonrası için girişilen şiddetli iç rekabetin taraflarına Türkiye’ye verilen rolün ışığında bakmayı deneyin.

İktidar içi rekabetin tarafları kendiliğinden bir ideolojik duruş ve kimlik ediniyor. Bir tarafta, büyük oyunda rol kapmaya çalışan göstermelik bir Müslümanlık, öbür tarafta kimliğini henüz oluşturmamış olsa da bölge gerçeklerine ve Türkiye’nin etnik-dinî yapısına daha dengeli yaklaşan, ama biçilen rolleri de ihmal etmeyen bir rakip var.

Açıkça söyleyelim: AK Parti içinde yükselen Erdoğan sonrası rekabetin iki tarafı, patlamaya hazır cin mısırı gibi, teostratejinin kızdırdığı tencerede yuvarlanıp duruyor. Kim daha önce ap ak bir patlamış mısıra dönecek?

“Müslüman Türkiye”, “İslâmcılık” ve “Hilafet” başlıkları, siyasî gündemde ilk sıralara doğru hızla tırmanacak. Bilin ki hiçbirinin saf ve samimi bir inanç ve mensubiyetle yakından uzaktan alâkası olmayacak. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar