Münir AKTOLGA
Pozitivizm, dinin yerine bilimi koyarak yapılan bütün o yukardan aşağıya doğru toplum mühendisliği faaliyetlerinin felsefi-ideolojik zeminidir..
O, toplumsal gelişme yasası olduğuna inanılan belirli bilgi kalıplarını kullanarak mevcut sistemi muhafaza edebilme-sistemi kontrol altında tutma- anlayışı olduğu kadar, aynı zamanda, bu bilgi kalıplarını kullanarak varolan sistemi, niteliğini değiştirmeksizin “değiştirerek” yeni bir görünümle yeniden inşa etme anlamına gelen “devrim” teorilerinin de kaynağı olur!...
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ..1
GENEL OLARAK KONTROL BİLİMİ VE YÖNETME MEKANİZMASI..5
POZİTİVİZM HANGİ TARİHSEL DÖNEMİN ÜRÜNÜDÜR, NASIL VE NEDEN ORTAYA ÇIKMIŞTIR..12
SADECE BURJUVA POZİTİVİZMİ YOKTUR, BİR DE İŞÇİ SINIFI POZİTİVİZMİ VARDIR..17
YUKARDAN AŞAĞIYA DOĞRU ULUS YARATMA ÇABASI OLARAK POZİTİVİZM..19
GİRİŞ
Hangi biçim altında olursa olsun (yani, ister idealist ya da materyalist felsefi bir zeminden kaynaklansın, ister burjuva ya da işçi sınıfı ideolojisine yamanmış olsun), her durumda, pozitivizmin özü, toplumsal gelişmenin yasal temeli olduğuna inanılan belirli bilgi kalıplarına dayanılarak, toplumsal mühendislik faaliyeti yoluyla, varolan sistemi korumaya-muhafaza etmeye yöneliktir. Bu ifade o kadar doğrudur ki, onun, bir toplumu “toplumsal yasalar” adı verilen belirli bilgilere göre yukardan aşağıya doğru “değiştirerek” “yeni bir toplum” (örneğin “sosyalist bir toplum”, ya da, bizim İttihatçıların, Kemalistlerin yapmaya çalıştıkları gibi “kapitalist” bir toplum) yaratmak çabası bile mevcut sistemin sınırları içinde gerçekleştirilen onu restore etmeye yönelik bir mühendislik faaliyetinden ibarettir!
Burada denilebilir ki, “ne yani, 1917 “işçi sınıfı devrimini” yapanlar da mı mevcut sistemin içinde hareket ediyorlardı, onlar da mı mevcut sistemi muhafaza etmeyi düşünüyorlardı”? Bakın, onlar elbette ki öyle düşünmüyorlardı! Bırakınız varolan sistemi muhafaza etmeyi bir yana, adam-Lenin-varolan devleti, sistemi “parçalamanın, yok etmenin”, “onun yerine başka bir sistemi inşanın” teorisini bile yapmıştı! Ama, düşünmek ve düşündüklerini gerçekleştirmek için birşeyler-bu “devrim” bile olsa-yapmak ayrıdır, bütün bu eylemlerin sonunda ortaya çıkan sonuç ayrıdır! Peki, aradan bunca yıl geçtikten sonra soruyorum ben size şimdi, 1917 “devrimiyle” birlikte gerçekleşen toplum-“üretim araçlarının mülkiyetinin devlete ait olduğu” o “yeni” “sosyalist toplum”-niteliksel anlamda yeni bir sistem miydi?
Hayır mı diyorsunuz, peki ne idi o zaman o? Onun için hayatını veren, onu yaratan devrimciler ne düşünmüş olurlarsa olsunlar, o, son tahlilde, ne kapitalist, ne de, teoride tanımlandığı anlamda “sosyalist” bir toplumdu-sistemdi. Bir tek gerçek vardı ortada; işçi sınıfı adına devlete sahip olan bir devlet sınıfı ve devletçi bir yapı; öyle değil mi?.
Bakın, öyle kolayına kaçarak “devlet kapitalizmi” falan demiyorum! Alakası yok; kapitalizm olmadan devlet kapitalizmi olur mu! Bizdeki Kemalist yapıya benzer devletçi bir yapıydı varolan!.Bizdeki Devlet ne kadar kapitalist devlet idiyse, oradaki de o kadar sosyalist ya da kapitalist idi, o kadar!. Burada, kendini nerede gördüğün, ne olduğunu hayal ettiğin değil, ne olduğun, nerede durduğun önemli oluyor! O yapı, “kapitalizmi, kapitalist üretim ilişkilerini yok eden” o yapı “yıkıldıktan” sonra (gerçekten yıkıldı mı acab!!) niteliksel bir değişim mi yaşadı ki toplum birden, şapkadan tavşan çıkarır gibi bir burjuva toplum-burjuva devlet haline geliverdi? Hayır! Bakın açık söylüyorum: O, daha önce ne kadar “kapitalizmden daha ileri bir toplum biçimi olarak sosyalist bir toplum” idi ise, “sosyalist toplum” ve “sosyalist devlet” “yıkıldıktan” sonra ortaya çıkan devlet ve toplum da o kadar klasik anlamda “kapitalist” bir toplumdur!!.Osmanlı toplumu ve Devleti, daha sonra 1923’te Cumhuriyet olarak yeniden kurulunca öyle hemen birden bire kapitalist bir devlet ve toplum mu oluvermişti!!. Bugün Rusya’da ortada halâ niteliksel olarak bir değişim yaşamayan kadim bir devlet var, bir de bu devlete bağlı, (mafya yöntemleriyle) onun yarattığı devletçi bir “kapitalizm”(!), o kadar!..Yani, Rusya daha halâ 1917’lerde yarım kalan burjuva demokratik devrimini tamamlayamadı; baksanıza, Türkiye bile onu daha yeni yeni tamamlamaya çalışıyor! Çin’i ele alalım; orada da durum aynı değil midir!. O da halâ daha kendi burjuva devrimini tamamlama aşamasında!. Ne yani, Çin’deki devlet sınıfı Çin burjuvazisini mi temsil ediyor? Alâkası yok! Üretim araçlarının mülkiyetinin büyük ölçüde devlete-dolayısıyla da devlet sınıfına-ait olduğu bir rejim burjuva demokratik anlamda kapitalist bir sistem olarak tanımlanabilir mi?
Sorarım size, devlet erkini ele geçirdikten sonra, yukarıdan aşağıya doğru müdahale yoluyla kapitalist bir toplum yaratmaya çalışan bizim o “burjuva devrimcisi” ittihatçılarımız-veya Kemalistlerimiz-hangi üretim ilişkilerinin-sınıfın-içinden çıkıp geliyorlardı, kimi neyi temsil ediyorlardı, ne alâkası vardı bunların burjuvaziyle? Yani, ne öyle, “iktidarı işçi sınıfı adına ele alıp burjuvaziyi yok ediyoruz”, “üretim araçlarını devletin-dolayısıyla da toplumun- mülkü haline getiriyoruz” demekle oluyor bu iş, ne de, bizde olduğu gibi, toplum mühendisliği yaparak “kapitalist bir toplum” yaratma çabasıyla! Pozitivizm, her ne kadar “kendi dışımızdaki objektif mutlak gerçekliği-“ona ait, bizden bağımsız objektif bigileri” temel aldığını” söyleyerek materyalist bir zeminden yola çıkarsa da, ama bakın görüyorsunuz, vardığı yer sübjektif idealizm oluyor! Vakti zamanı gelipte aşağıdan yukarıya doğru bir deprem ortaya çıkınca da yaratılan bütün o kâğıttan şatolar yerle bir olup gidiyor!..
Ne yani, ne yapmaya çalışıyor şu anda bütün o Arap halkları-ülkeleri? Adına “Arap Baharı” dediğimiz devrim süreci nasıl bir devrimdir ki? Kendine özgü bir burjuva devrimi değil midir bu? E peki, öyleyse eğer, iktidardaki o Baas’çılar nedir-ne idi- o zaman? Sovyetlere bağlı, “kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçmeye” çalışan “ilerici-solcu” iktidarlar değil miydi bunlar?!.Bizim solcular bugün bile halâ boşuna desteklemiyorlar Esad’ı! Ellerinde, Batı toplumlarının gelişme süreci içinde ortaya çıkan bir şablom var: “Köleci toplum, Feodal toplum, Kapitalist toplum..Sosyalist toplum” diye gidiyor!..Bakıyorlar, “bu”, diyorlar, “feodal değil”, o zaman ne(?); ne kalıyor ki geriye(!) ya kapitalist, ya da sosyalist olacak? Daha önce-Sovyetler Birliği dağılmadan önce- “kapitalist olmayan yoldan sosyalizme geçmeye çalışan solcu bir iktidar-devlet” falan diyorlardı zaten; sonra, Sovyetler çökünce ortalık biraz karıştı ya, ondan sonra bazıları artık bütün o olup bitenlerden dersler çıkarmış-gerçeği öğrenmiş olacaklar ki (!) artık bu rejimlere “burjuva-kapitalist” falan demeye başladılar!!.Bir Esed, bir Mubarak burjuva, onların temsil ettikleri rejimler de kapitalist oluyorlar öyle mi!! O zaman neyin mücadelesini veriyor Arap halkları bugün?
Aynen, bizim Cumhuriyetimizin öyle kurulur kurulmaz birden bir “burjuva-kapitalist” Cumhuriyet olup çıkması gibi! “Osmanlı yıkılmıştı”, “yok olmuştu” ya, e, yeni kurulan Cumhuriyet Sovyetlerdeki gibi Sosyalist bir cumhuriyet de olmadığına göre, ne kalıyordu başka geriye; “feodal” değildin, sosyalist de değildin, demek ki kapitalisttin!!.Pozitivist kafa yapısı böyle çalışıyor işte!..Kafanda Batı toplumları temel alınarak çıkarılmış bir şablom olduğu için herşeyi buna göre değerlendirmeye, buna uydurmaya çalışıyorsun!..
Şimdi, Sovyet devrimcilerini, ya da Kemalistleri falan bir yana bırakalım da, bakın ben size kendimi anlatayım!. Aşağıdaki satırlar benim sitenin (aktolga.de) girişinden:
“Evet, nereden çıkmıştık yola? Dünyayı ve Türkiye’yi kurtarmak için, işçi sınıfını koordinat sistemimizin merkezi olarak alıp, herşeyi ona göre açıklayarak başlamamış mıydık yolculuğa? Aynen öyle! Üretici güçlerin gelişme seviyesine uygun yeni bir üretim ilişkileri sistemini kurarak, insanlığı sömürüden, baskıdan kurtaracak olan sınıf o değil miydi! Evet! Dünyanın başka ülkelerinde de bu böyle olmamış mıydı! 1917 ile açılan süreç, insanlığın kurtuluşu süreci değil miydi! Okuduğumuz o kitaplar böyle demiyorlar mıydı? “İşçi sınıfı bilimi” bunu emretmiyor muydu? Referans noktalarımız bunlardı! “Sınıf mücadelesi” veriyorduk biz (peki, “biz” kimdik ki(?) işte hiç aklımıza gelmeyen soru bu idi! Nasıl gelsindi ki, “biz, daha önce burjuvazi adına burjuva devrimini yapan, bu kez de, işçi sınıfı adına sosyalist devrim yapmak için yola çıkan o pozitivist jöntürk devrimcileriyiz” diyebilir miydik?!.) “Kapitalizme karşıydık”! “Karşımızdaki düşman, baskının, sömürünün, toplumdaki bütün kötülüklerin nedeni olan burjuvaziydi”! Hiç bir uzlaşmaya, ara yola da yanaşmıyorduk! “Her türlü cuntaya karşıydık” (en azından ben öyleydim!). “Sol cunta” heveslilerinin bile baş belası haline gelmiştik! “İşçi sınıfı hareketi” diyorduk! “Bağımsız örgütlenme” diyorduk! Bu düşüncelerle yola çıkmıştık, bir avuç genç insandık. Sonra?.. Sonra bir de baktık ki (burada aslında “baktım ki” demem lazım!), Türkiye’de, burjuvazi falan takmayan, klasiklerdeki tanımlara uymayan apayrı bir Devlet var!! Biz, “işçi sınıfı adına, ‘burjuva devlete karşı mücadele ediyoruz” derken, o “Devlet” de burjuvaziye karşı mücadele halinde!! Bir anda, kendimizi onunla yanyana bulmuştuk! Çık işin içinden çıkabilirsen!”..
Nedir şimdi bütün bunların anlamı? İradi kararlılıksa kararlıydık, ölümlere gitmekse gittik, hani ben de ölebilirdim, neyimiz eksikti? Ama görüyorsunuz, olay bu değil!. Yani, “bilimi”-“işçi sınıfı bilimini” öne koyarak, “bilimsel sosyalist” tezlere göre “devrim yapmaya” çalışmak falan değil!. Sen ne kadar inançlı olursan ol, olay, “bilimin önderliğinde”de olsa, sübjektif iradi bir çabayla yukardan aşağıya doğru toplumu değiştirme faaliyetinin sakatlığıyla ilgili! Sen istersen kendine “profesyonel devrimci” de, ne dersen de, bu durumda en fazla pozitivist bir toplum mühendisi olmaktan daha ileriye gidemiyorsun!.
Onun-pozitivizmin- bu farklı paradoksal görünümleri sakın sizi şaşırtmasın! Çünkü, daha sonra göreceğimiz gibi, bütün o, yukardan aşağıya müdahale yoluyla “yeni bir toplum yaratma” çabaları hep, toplumsal DNA’larını değiştirmeden (çünkü bu öyle sadece istemeyle olacak bir iş değildir!) bir toplumu yeni bir görünüm altında yeniden yaratma çabasından ibarettir. Eğer “devrim” denilen şey, her durumda, eski sistemin içinde gelişen yeni üretim ilişkilerini temsil eden bir sivil toplum-sınıflar- tarafından yapılıyorsa, “sosyalist devrimi yapan” o “devrimci işçi sınıfı” kapitalist toplumun içinde gelişen hangi sivil toplumu-hangi komünal üretim ilişkilerini temsil ediyordu acaba? Ya da o, yukardan aşağıya doğru “ulus yaratma” hedefine yönelik “milli kurtuluşcu”-“antiemperyalist devrimler”, onları yapan “devrimci” elitler, hangi kapitalist üretim ilişkilerini-ve sivil toplumu temsil ediyorlardı (sakın “burjuvaziyi” demeyin bana!)? Belirleyici olan bu sorulara verilecek cevaplardır.
Dikkat ederseniz bütün bu örneklerde başrollerde oynayan “devlet” adı verilen bir instanz var hep ortada! “Devrimi” yapan, devleti ele geçiren de mevcut sisteme ait bir güç-devletçi bir insiyatif hep! Halbuki biz, gerçek anlamda devrimin, devletin dışında, ona bağlı olmaksızın gelişen bir sivil toplumun-onun temsil ettiği yeni üretim ilişkilerinin-ürünü olduğunu biliyoruz, öyle değil mi!
Daha sonra ayrıntılı olarak göreceğimiz gibi, bütün bu örneklerde ortaya çıkan pozitivist devrim anlayışı toplum mühendisliği harikası olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu aslında. Ama, 19 ve 20.yy’ lara özgü o skolastik kafa yapılarıyla minareyi kılıfına uydurmaya çalıştık hep!. Yok efendim, bunlara “siyasi devrimler” denirmiş de, “önce varolan iktidarı devirerek siyasi devrim yapmak” gerekirmiş, “sosyal devrim de bunun arkasından” gelecekmiş!..Uydur babam uydur!.. Ne olacak ki, şabloma uymayan durumlar da “kendine özgü” denilerek açıklanıyordu hep, ve olup bitiyordu! “Kapitalist toplum, feodal toplumun içinde gelişebiliyordu, ama, sosyalist toplum kapitalizmin içinde gelişemezdi”, bu yüzden de, “önce ‘siyasi bir devrim’ yapılarak işçi sınıfının iktidarı ele alması sağlanmalıydı ki, daha sonra bu “geçiş iktidarı” üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini gerçekleştirerek sosyalist devrimin yolunu açabilsindi”!.Bunların hepsi pozitivist safsatalardır!.
Peki, nasıl yani, hepsi uydurma mıydı bunların!. Eğer öyleyse, nasıl oldu da bunca yıllar insanlar inanabildi bu masallara!. Az buz değil, milyonlarca insan öldü gitti bu arada?..
Böyle düşünmek işin kolayına kaçmak olur! Hem sonra nasıl bir üstün irade-insiyatifti ki bu, bu türden hikâyeler uydurarak insanları avutabiliyordu! İşin özü bu kadar basit değildir, çok daha derinlere dayanıyor olay. Tarihsel toplumsal gelişme sürecinin belirli bir momentine-işçi
sınıfı ve burjuvaziyle birlikte kapitalist toplumun gelişme sürecinin ergenlik çağı özellliklerine dayanıyor.
Yukarda pozitivizmin farklı felsefi görünümlerinden, idealist ve materyalist pozitivizmlerden, onun sübjektif idealist özünden bahsettik. Bunların ne anlama geldiğini daha sonra göreceğiz. Ama şimdi ben bunlara bir de burjuva ve işçi sınıfı ideolojilerine dayanan pozitivizmleri ilave ediyorum. Çünkü, pozitivizm deyince şimdiye kadar anlaşılan hep birincisi olmuştur; yani, başrollerde hep burjuvazinin, ya da, burjuva ideolojisini benimseyerek kendisine “burjuva devrimcisi” diyenlerin yer aldığı bir dünya görüşü-bakış açısı anlaşılmıştır. Pozitivizm denilen çocukluk hastalığının işçi sınıfına özgü biçimi üzerinde pek o kadar durulmamıştır. Çalışma boyunca olayın bu tarafının da altını çizmeye çalışacağız. Aslında bu konu o kadar önemli ki, bu işin altında bütün bir yakın tarihle-20.yy’ la hesaplaşma yatıyor. Bu hesap görülmeden, yani 20.yy’ da olup bitenler anlaşılmadan 21.yy’ı anlamak mümkün müdür sizce!.
Pozitivizm hangi tarihsel koşulların ürünü olarak ortaya çıkmıştır; daha sonra nasıl, kapitalizmin gelişmekte olan ülkelere kültür ihracının (ve buna bağlı olarak da, yukardan aşağıya doğru bir toplum mühendisliği olayı olarak hayata ğeçirilen kültür ihtilalinin) zemini-aracı ideolojik bir virüs haline gelmiştir; onun ideolojik felsefi temelleri nelerdir; bu zihinsel virüs gelişmekte olan ülkelerde kendisine nasıl zemin bulmuştur, bu çalışmada bütün bunları ele alarak incelemeye çalışacağız. Pozitivizmin ontolojik-varlık bilimsel- ve epistemolojik-bilgi teorisi- temelleri ise başka bir çalışmanın konusu olacak..
İsterseniz önce, pozitivizmin toplum mühendisliği özünden yola çıkarak, onun pratikte nasıl varolan bir sistemi kontrol-yönetme mekanizması haline geldiğini göstermeye çalışalım!..
GENEL OLARAK KONTROL BİLİMİ VE YÖNETME MEKANİZMASI
Pozitivizmin çıkış noktasından başlayalım: Nasıl ki, doğada geçerli olan yasalara dayanarak, fizikten kimyaya, astronomiye kadar bütün bu alanlarda sahip olduğumuz bilgileri-yani doğa bilimlerini- kullanmak suretiyle yürütülen mühendislik faaliyetleri sonucunda doğal sistemleri kontrol altına alabiliyorsak, aynı şekilde, eğer toplumsal düzeyde geçerli olan yasaları da bilirsek, bu bilgiler aracılığıyla yürütülecek toplumsal mühendislik faaliyetiyle de toplumsal alanda mutlak bir kontrole sahip olabiliriz (onun üzerinde istenilen değişiklikleri, düzenlemeleri yapabiliriz)!..Pozitivist dünya görüşünün özeti budur!..
Önce, doğal sistemlerden örnekler vererek başlayalım: İki atom hidrojenle bir atom oksijenden oluşan basit bir su molekülünü ele alıyoruz. Sisteme ait bu bilgiye sahip olmamız bize laboratuar ortamında hidrojen ve oksijen atomlarını biraraya getirerek bir su molekülü elde etme olanağını verecektir..Daha başka bir örnek mi?: Dünyanın Güneş etrafında neden-nasıl döndüğüne ilişkin bilgilere sahip olduğumuz taktirde, bu bilgileri kullanarak uzaya uydular gönderme olanağına da sahip olabiliyoruz!...Bunlara benzer sayısız örnekler verilebilir. Bütün bir yapay zeka-ve medeniyetimiz- bu zemin üzerine oturmaktadır. Bütün mühendislik faaliyetlerinin-ve “yapay zekanın”- özü, doğada geçerli olan yasaları bilmeye, sonra da bu bilgileri kullanarak yapay sistemler yaratmaya dayanıyor. Elektromagnetizmden tutun da, optikten kimyaya, ya da kuantum fiziğine kadar her alanda geçerli olan mühendislik faaliyetlerinin esası budur. Doğal sistemlere ilişkin bilgileri elde ederek bunları doğayı kontrol-değiştirme yolunda kullanmak..
Buraya kadar bir sorun yok. Bütün bunların (ilk bakışta) pozitivizmle bir ilişkisi de yok . Ama siz tutarda buradan yola çıkarak derseniz ki, “madem ki, toplum da, son
tahlilde, “objektif bir gerçeklik” olarak doğal bir sistemdir, o halde, aynı şekilde, eğer toplumsal yasaları da bulup çıkarabilirsek, bu bilgileri kullanarak yürütülecek mühendislik faaliyetiyle başka toplumsal sistemleri de kontrol altına alabiliriz”!
İşte tam bu noktada işler değişiyor! Peki neden değişiyor, bu mantığın-analojinin çıkış noktası doğru değil midir, yani, toplum da son tahlilde “objektif bir gerçeklik” olarak doğal bir sistem değil midir? Ne fark var arada? Madem ki, genel sistem yasaları evrenseldir, yani bunlar bütün sistemler için geçerli olan yasalardır, o halde, yukardaki mantık toplumsal sistemler için neden geçerli olmuyor? Daha açık konuşmak gerekirse, bir atomla bir toplum arasındaki fark nereden kaynaklanıyor? Neden bunlardan biri için geçerli olan diğeri için geçerli olmasın? Bakın bu konuda daha önceki bir makalede neler yazmışız:
İNSAN BEYNİ İLE KOMPÜTER ARASINDAKİ BENZERLİK VE FARKLILIKLAR..YAPAY ZEKÂNIN SINIRLARI ...
“Bu evrende yer alan bütün varlıklar-varolan herşey-son tahlilde, dışardan-çevreden-gelen informasyonları kendi içlerinde kayıt altında olan-“sahip oldukları”- bilgiyle (“bilgi temeliyle”) değerlendirerek işleyen, sonra da, ortaya çıkan sonuçlarla-çıktılarla- çevreyi etkileyen bir informasyon işleme sistemidir . Bu nedenle, basit bir atomdan bir moleküle, astronomik sistemlerden tek bir hücreye ve de çok hücreli bir organizmaya, hatta, daha da öteye bir topluma kadar “herşey”-ve de bütün bir evren-son tahlilde, belirli bir “programla” işleyen bir informasyon işleme sistemi olarak düşünülebilir. Bu noktada, yani, her ikisinin de son tahlilde bir informasyon işleme sistemi olması açısından, insan beyniyle bir kompüter arasında prensipte hiçbir fark yoktur. Zaten, adına “yapay zekâ” dediğimiz teknoloji de, bu ilkeden-insan beyninin de bir informasyon işleme sistemi olması ilkesinden- yola çıkılarak, bu, örnek alınarak geliştirilmiştir”..
Evet, “herşey”, son tahlilde, belirli bir programa göre işleyen bir informasyon işleme sistemi olarak bir kompüter gibidir; ama, organizmanın-insan beyninin- (ve de tabi bir toplumun da) buna ek olarak bir de, yaşamı devam ettirme mücadelesi içinde yeni bilgiler üretirken, yeni davranışların temelini oluşturacak yeni programlar yapabilme-kendini yeniden programlayabilme-, mevcut programlarını genişletip-değiştirme yeteneği de vardır. İşte, yaşamı devam ettirme-çevreye uyum mücadelesi içinde sürekli yeni programlar yaparak kendini yeniden üretebilen organizmayla-insan beyniyle- (ve de bir toplumla) yapay zeka zemininde işleyen bir kompüter arasındaki fark burada ortaya çıkıyor. Yani evet, herşey, bir informasyon işleme sistemi olarak son tahlilde bir kompüterdir, ama, her kompüter KENDİNİ-kendi programını- üretme yeteneğine sahip değildir!.Değildir, çünkü, yapay zeka ürünü bir kompüterin benliği, kimliği-selbst, self-diye birşeyi yoktur!!..
Buna itiraz olarak denilebilir ki, “ne yani, yapay zekâ zemininde geliştirilen bir kompüter de “öğrenebilir”, o da, “bilgi temelini” genişleterek mevcut programına ilâveler yapabilir”!. Evet ama, yapay zekâda bu da gene en başta yapılan programa uygun bir şekilde gerçekleşiyor! Yani, bir kompüter-yapay zekâda-hiçbir şekilde mevcut programının dışına çıkamaz, çevreden gelen “YENİ VE ÖNEMLİ” informasyonları değerlendirerek yeni bilgiler üretip, üretilen bu yeni bilgiler zemininde KENDİNE yeni programlar yapamaz. Çünkü o, yaşamı devam ettirme mücadelesi içinde her an yeniden üretilen bir kimliğe-selbst, self- sahip değildir! Burada kimlik-selbst, self-olarak ifade ettiğimiz şey, yeni bilgiler üreterek varolurken bir programa sahip olma yeteneğidir.
DEVAM EDECEK
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023