Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Gigantomani
13.06.2013
2563

 “Gigant” Almanca “dev” demek; “gigantomanie” de, ‘devlik’ kompleksi, “deliliği”.

Bu kavram, Gezi olaylarının neden yaşandığını ve “gücü elinde tutan” bazı insanlarca neden bu olayların bir türlü anlaşılamadığını tek kelimede özetliyor.

Bana “gigantomani” sözcüğünü öğreten, neredeyse yarım asırdır Münih’te yaşayan Ali Galip Poyraz oldu.

Poyraz, tercüman, işletmeci, tiyatrocu ve insan hakları savunucusu; bir de başka bir kimliği var, göçmen...

Tam bir İstanbul çocuğu olarak, şehrin en kozmopolit zamanlarının sonunu yaşamış. 6-7 Eylül olaylarına tanık olmuş, örgütlenen, kışkırtılan toplumsal nefretin bedellerini iyi biliyor.

Ve tabii, bir göçmen olarak, “dışarıda” bırakılmanın ne demek olduğunu da.

Göçmenlerin kaderi, her ne sebeple göçerlerse göçsünler böyledir; kendi topraklarında da, bir şekilde“dışarıda” bırakılmışlardır, “yeni topraklarında” da bir şekilde hep dışarıda kalırlar.


Gezi’den Türkiye’ye yayılan başkaldırıda da, böyle bir yan var; kendi ülkesinde 
“göçmen ruhuna” mahkûm edilen insanlardan bahsediyoruz.


Bugün, sadece Başbakan Erdoğan’ı sorunun merkezinde, meselenin 
“sebebi” ve “sonucu”olarak görüyoruz.

Ama “Başbakanlık” makamının çevresinde öbeklenen “siyasetçi”“danışman”“gazeteci”,“aydın”“iş insanı” gibi insanların, Erdoğan’dan daha militan tavırlarının varlığı da sözkonusu.

AKP, sandık yoluyla elde ettiği gücü, demokrasiyi yeşertmek için seferber etmedi. Birçok olumlu iş yapıldı, ancak bunların birçoğu, “demokrasi”“hak ve özgürlükler” uğruna değil, dev bir gökdelen gibi yükselen iktidar yapısına daha derin bir temel kazmak için gerçekleştirildi.


“Devlet”
 ve “hükümet” ikiliği, Genelkurmay ve o makamın çevresinde öbeklenen rant ağına karşı verilen “savaş”, AKP’nin içinde gelişebilecek demokratik düşünce iklimini de kırdı, kıraçlaştırdı.

Bu nedenle, aslında 28 Şubat’tan 27 Nisan Muhtırası dönemine darbe yanlısı cephe, AKP ve AKP’yi destekleyen birçok “yeni elit” üyesine en büyük kötülüğü yaptı bile. Kendilerine benzettiler; bundan daha fena da ne olabilir?


Şimdi, yeni bir 
“derin devlet” sorunumuz var; devlete olan “derin güvensizlik”.

Yolsuzluğu, kayırmacılığı yasallaştıran bir bürokrasi ve yönetimin, gözlere bakarak yalan söyleyen bir devletin, din veya milliyetçilik duygularını işine geldiği zaman kullanan siyasetçilerin futbol topu gibi istediği yere tekmelediği gençler; işte klasik “devlet-millet el ele” Türkiye manzarası.

En bel bağlanan “sihirli değnek” eğitimin bile, işsiz-güçsüzlük ve az ya da çok, hiçbir miktarda paranın “yoksunluktan” kurtaramadığı gençlere, Malazgirt’in bindönümü 2071’e kadar da vaat edilen de nedir?

Bugün yaşadığımız sosyal buhran da bundan kaynaklanıyor aslında.

Sadece bir kesim için değil, herkes için “eşitlik, adalet, saygı, haysiyet, hak ve özgürlükler” nasıl mümkün olabilir?

Soru aslında bu kadar basit.

Önce Almanya’da, sonra da, İtalya’da olduğum bugünlerde, Türkiye ile de kıyaslayınca açıkça ortada olan şu; Avrupa Birliği geneli, tüm ekonomik ve siyasi krizine rağmen, bu açıdan hâlâ insanı afallatan bir yaşam düzeyi sunuyor.

Bu da, “Avrupa coğrafyası” kusursuz bir dünya harikası olduğu için değil; eksik ve fazlalıklarıyla, hata ve doğrularıyla, insan hakları odağı son derece kuvvetli bir proje oluşturduğu için mümkün olabiliyor.

 
Liderinden havaalanına, “adalet sarayından” alışveriş merkezine, her şeyin en büyüğünün hayaline düşen bir “gigantomani”, birkaç ağacın yaprakları arasından kopup da esmeye başlayan usul usul bir rüzgârla da sarsılabilir.

Her şeyin “en büyüğü” peşinde olan Sovyetler de birkaç ayda çöktü gitti; Türkiye’nin bu Sovyetik devlet yapısı, kafası da aynı kaderi paylaşacak, er veya geç.

Türkiye gibi kurumsallaşmamış, kendini eleştirme yetisinden yoksun bir “sandıktan sandığa”demokrasi düzeni kurulursa, en ufak bir krizin “devleşmesi” de kaçınılmaz olur.

Avrupa’dan bakınca, Türkiye’deki sadece hak ve özgürlüklerin değil, sosyal güvenlik, yaşam düzeyi ve kalitesi, devletin insanca hayat koşulları yaratmak için sunduğu olanakların, Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırılır yanları yok.

AKP, kendine ve Türkiye’ye bu polis şiddeti tablosunu yaşattıysa, böyle bir öfke patlamasına yol açan emirlerin verilmesi mümkün olduysa, bunun ardında biraz da, “Avrupa idealinin” ölümü var; çünkü bu ideal, bir ayna gibiydi.

Avrupa, “mükemmel” olduğu için değil, bir ayna gibi Türkiye’de siyasete hatalarını gösterdiği, bir güç dengesi sunduğu için önemliydi. Kaldı ki, binlerce yıllık, tarihî bağlardan, insanlar, kültürler arası oluşmuş can damarlarından bahsediyoruz.

Oysa AB’yi gerektiğinde akılcı ve yapıcı eleştirerek, gerektiğinde katkı sunmaya çalışarak, AB’nin bir parçası hâline gelinmeye çalışılsaydı, bugün nasıl bir noktada olurdu acaba Türkiye?

İslamofobi ve yabancı düşmanlığının anlamsızlığını, dehşetini düşünce ve siyaset gücüyle yenmeyi bilen, Avrupa’ya böyle bir katkı sunmayı başaran bir Türkiye, acaba Ortadoğu, Kafkaslar, Afrika ve ötesi için ne anlam ifade ederdi?

Ve tabii, nasıl bir ülke olurdu?


[email protected]

http://www.taraf.com.tr/sezin-oney/makale-gigantomani.htm

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar