Ahmet İlhan

Kiminin ütopyası, bir diğerinin distopyasına dönüşebilir. Kendisi için mutlu ve müreffeh bir gelecek tasavvurunda bulunan birileri, başkalarının kabusuna dönüşen ve dolayısıyla bir distopiye yol açan bir ütopyaya sahip olabilir. Yazarlar, bu çeşit çağdaş iktidar pratiklerini/ideolojilerini romanlarda işleyerek okurlarını, toplumu bu pratiklerin olası zararlarına karşı uyarmayı amaçlayabilirler. Bu anlamda ütopya ve distopya arasında gerçekleşen farkın, yazarın tutumundan, meseleye bakışından kaynaklandığını, içerikle çok ilgili olmayabileceğini de biliriz. Okurlar, distopyayı genellikle belirli, verili /somut bir siyasi ve ideolojik sistemin eleştirisi gibi algılasa da distopik romanlara bakıldığında genelinin bu kadraja girmediği de görülür. Örneğin Jack London “Demir Ökçe”de kapitalist oligarşinin sınıf karşıtlığını ve işçi sınıfını ezişini verili bir durumdan çıkarmaktan çok, Bolşevik Devrimi’nden de önce distopik bir gelecek okuması yaparak kurguyu oluşturur. Eugene Zamiatin’in “Biz” romanında da verili bir sistem eleştirisinden çok geleceğin isabetli bir apocalyptic okuması vardır. Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya“sında ise her şeyin katı, duygusuz bir rasyonelliğe kurban edildiği bilim kurgusal bir ütopya söz konusudur. Bu bilim kurgusal ütopyanın bir distopyaya tercüme edilerek okunması yazarın ve okurların tutumuyla ilgilidir. Ancak distopik romanlarda 20. yüzyılın en etkili romanı şüphesiz Georges Orwell ‘in “1984” adlı bilim kurgusal romanıdır. Romanın bu etkiyi yaratmasında Orwell’in günümüz dünyasının birey ve toplum özgürlüğünü ihlal eden, yok eden; düşünme fiilinin bizatihi kendisini kriminalize ederek fail ve fiilini takibe alan, düşünmeyi ve ifadeyi cezai müeyyidelerle karşılayan; toplumu bölerek, korkutarak, ona şiddet uygulayarak baskılayan post modern totaliterliğin pratik fiillerini çok iyi tahmin etmesi ve betimlemesinin rolü olmalıdır: “İnsanların zihinleriyle oynanarak kıyaslama ölçüleri ellerinden alınır....içtenlikle, inanarak, bile bile yalan söylemek, artık uygun görülmeyen her türlü gerçeği unutmak, sonra yeniden ve gerekli olduğu kadarını hatırlamak, nesnel gerçekliğin varlığını yadsımak ve bütün bunları yaparken yadsıdığın gerçeği göz önünde bulundurmak...(234)....akıllılık çoğunlukla ölçülmez... ....şiddetin amacı şiddet, kötülüğün amacı kötülük, iktidarın amacı iktidar olmak...”(237)* Ayrıca üsteki alıntılarda da görüleceği üzere bu distopinin aktüel dünyamızın somut pratiğiyle paralelliği de dehşet duygusu yaratır. Bu tür kasvetli gelecek tasavvurlarıyla dolu roman örneklerini çoğaltmak mümkün elbette...
Bir tür olumsuzlamayı/anomali veya hatayı belirten distopya, Yunanca "dis" ön ekinden ve "yer" anlamına gelen "topos" kökünden oluşur. Dolayısıyla etimolojik olarak, distopya ürkütücü dünyalara/ kötülükle dolu, korkunç yerlere karşılık gelir. Barış, huzur, adalet, refah ve eşit bir ideal dünya/gelecek tasarısının (ütopya) tam tersidir, dis-topya. Bu tür eserler, her zaman belirli, somut sistem/ideolojik düzen fiillerinin eleştirileri üzerine kurgulanmasa da yine de verili bir “şimdi”den yola çıkarak kötü bir geleceğe dair derin endişelerin yer aldığı sezgi ve öngörülerini dile getirir, önbildirici olurlar. Sonuç olarak denebilir ki bu tür eserler, totaliter devlet idarelerince yaratılan sosyal çöküntüler, politik baskılar, çevresel felaketler, kitlesel kısırlık (infertilization), insansızlaştırma, nükleer kirlilik gibi olumsuz fiilleri apokaliptik veya anlatı zamanıyla özdeş bir dönem içinde verirler. Distopik bir anlatıdan beklenen de bu anlamda diğer eserlerden beklenenlerle aynı olmaz. Başarıya dair beklenti, eserin üstün/yetkin bir estetik niteliğe sahip olmasından çok; söz konusu ettiği ideolojilerin/ müstakbel sistemlerin/ bilim kurgusal projelerin tehlikelerini başarılı, isabetli ve çarpıcı bir biçimde tasvir edip etmediği üzerinden şekillenir. Genel olarak insanlığı veya özel olarak o toplumu, ulusu tehlikelere karşı başarılı bir biçimde uyarıp uyaramadığıdır, asıl olan. Tam da burada sözü bu yazının da konusu olan Tahsin Yücel’in “Gökdelen” romanına getirmek gerekir.
Roman geleneğimiz içinde gerek bilim kurgu ve gerek distopik romanlar olsun, bunlara çok yer vermediğimizi; yazarlarımızın bu türlere çok fazla teveccüh etmediğini biliriz. Bu durum, türe yabancı kalışımızla, bilimsel tahayyülümüzün güdüklüğüyle veya “şimdi”lerimizin distopyalara ihtiyaç bırakmayacak denli acıtıcı, korkunç fiillerle dolu oluşuyla ilgili olabilir. Tartışmaya açık bir konu, şüphesiz. Fakat istisnai olarak çok başarılı örneklerin de olabileceğini gösteren bir romandan bahsedeceksek bu kanımca Tahsin Yücel’in “Gökdelen” romanı olmalıdır.
Anlatı, roman kahramanı Avukat Can Tezcan’ın birden fazla “Smerdiakof” tarafından işkence gördüğü dehşet sahneleriyle başlar: “Aynı anda, nasıl ve ne zaman yaklaştığını hiç mi hiç ayrımsayamadığı bir sarkık bıyıklı yumruğu göğsüne indiriverdi. Can Tezcan tutunacak bir yer aradı…”(s.11)* Fakat Yücel bu sahneleri, okurunu bir sonraki sahneye hazırlamak için kurmuştur, çünkü işkencede ısrarla sorulan soru hangi yıl ve ayda olduklarıdır. Can Tezcan’ın bir türlü hatırlayamadığı tarih, okur için ilk muammaya dönüşerek ilgiyi çeker. Yücel’in amacı da budur. Sonunda bu sahnenin bir rüyada geçtiğini, içinde olunan zamanın da 17 Şubat 2073 olduğunu öğreniriz. Yücel anlatısında birçok simgesel işaret bırakarak ilerlemek ister ki bu işaretlerden biri de Karamazov Kardeşler romanının bir kahramanı olan Smerdiakof isminin işkencecileri temsilen kullanılmasıdır. Smerdiakof'a yakıştırılan “hem sıkı bir salak hem dört dörtlük bir üç kağıtçı” sıfatı, bu anlatıda da hem 2070’li yılların başbakanı Mevlüt Doğan’ı hem de dönem rejiminin tüm adamlarını ima eder. Çünkü ülkeyi içine soktukları durum, ancak sıkı bir salaklıkla ve bencilce hırslarla dolu düşkün bir üçkâğıtçılıkla açıklanabilir. Zira ülke ve toplum gotik bir dünyanın korkunç, tekinsiz, karanlık atmosferi içinde kalmış gibidir. Roman yer yer bilim kurgusal özellikler (örneğin zenginlerin evlerine mekiklerle gidip gelmesi), yer yer distopik özellikler ( yılkı adamlar), yer yer de yayımlandığı 2006 yılı için bir çeşit ironi özelliği taşır. Bu yıllar, özelleştirmelerin kutsandığı, tüm kamu varlıklarının satıldığı bir dönemi temsil eder. Ve elbette 2073’te bütün bunları yapan iktidar erki de İslami/ dini duyarlılıkları yüksek bir elitten oluşmaktadır ki bu noktada Yücel’in hem bir ironide bulunduğunu hem de ilerisi için kötümser bir gelecek projeksiyonuna sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Yazımızın başlığı içinde geçen soruya gelirsek; soru şudur: Tahsin Yücel, 2000’li yılların başında yazdığı söz konusu romanında, gerçekte bilgisine sahip olamayacağımız 2070’li yıllar için bir düzen hayal etse de bunlar, 2023’ün eşiğinde olduğumuz bugünler için ne anlam taşır, bugünün hangi gerçekliklerine isabet eder? Bu yönüyle Gökdelen isabetli, başarılı öngörüler sunan bir distopik roman mı, yoksa dikkatli ve ayrıntılı realist gözlemlerle günceli iyi analiz etmiş bir roman mıdır?.. Yücel’in 2073 vizyonu içinde öngördüğü distopik tahayyül ögelerinden bahsederek bunların hangisinin günümüz gerçekliğiyle örtüştüğü, hangisinin kötü bir gelecek tasarısı olduğu konusunda yorumlar yapabiliriz. Yücel, hikâye mekânı olarak İstanbul’u seçmiştir. Kanımca bu seçim, ilk isabet noktasıdır. Zira günümüz Türkiye’sinde İstanbul’un tek başına mevcut rejimin hem ideolojik hem toplumsal/sosyal hem ekonomik hem de inşaata dayalı rantçı ekonomik işleyişinin ruhunu temsil ettiğini biliyoruz. Bu noktada daha iyi bir mekân seçimi olamazdı. Bir başka isabet noktası da İstanbul’u baştan sona betona boğup büyük gökdelenlerle doldurmak isteyen, onu bir Newyork yapmak için çırpınan müteahhit Temel Diker şahsında, bir çeşit Karadenizlilerin baskın olduğu bir iktidarın kurulmuş olmasıdır. Bu öyle bir gökdelen dikme hırsıdır ki Temel Diker hikâye boyunca bütün çabasını sahibi (Emekli Hikmet baba) tarafından bir türlü satılmak istenmeyen bahçeli bir gecekonduyu ele geçirmeye ayırır. Tahsin Yücel, müteahhit Temel Diker ve avukatı Can Tezcan’ın bu evi ele geçirme hırsını işlerken faillerin hukukla, kanunlarla ilişkisindeki çarpıklığı da bugünün realizmine uygun bir şeklide verir ki bu da bir isabet noktasıdır. Nitekim kanun ve hukuk yoluyla halledilemeyen işlerin şimdilerde pek çoğumuza tanıdık gelen yol ve yöntemlerle halledildiğine de tanık oluruz: “ Ancak, tüm İstanbul yeni biçimini ve yeni kimliğini üstlenmek için Hikmet babanın öldürülüp evinin yerle bir edilmesini bekliyormuş gibi, en gözdeleri başta olmak üzere, hiçbir semt, hiçbir cadde, hiçbir sokak, hiçbir yapı Niyorklu’nun dört bir yana yayılarak ortalığı toza ve gürültüye boğan dev makineleri karşısında direnemez oldu…” (242,243) Şehrin yapısı ve sosyal düzeni işlenirken Yücel, güncele ait realist gözlemlerle desteklenen distopik ögelere de başvurmuş görünüyor. Yazarın mekân olarak seçtiği İstanbul, korkunç bir ekonomik eşitsizliğin olduğu, tam anlamıyla yönetsel keyfiliğin sürdüğü, yüksek güvenlikli gökdelenlerine mekiklerle gidip gelen-neredeyse yere ayak basmayan- ultra zengin elitlerin yaşadığı, yeşil alanların yok edildiği-alabildiğine betonlaşmış, sokaklarına yoksul insanların giremediği ve yılkı adamları olarak kırsala kovalandıkları bir kenttir.
Tahsin Yücel’in alışıldık distopyalardan farklı olarak anlatısını, okuru için daha bilindik-tanıdık ögelerle kurması, hikâyenin gerçeklik algısını-hakikatle ilişkisini güçlendiren bir özellik katıyor. Öyle ki adını andığımız birçok distopik romanda baskı failleri/iktidar ve rejim güçleri hep bir gizem içinde, bir çeşit simgesel varlık olarak karanlık, dumanlı, kaotik bir atmosfer içinde betimlenirdi. Bu durum söz konusu romanlar için sonu gelmez analizlerin konusu da olur ve iktidar gücünün neyi/kimi temsil ettiği konusu spekülatif alana taşınırdı. Oysa Yücel, bu faillerin adını ve kimliğini, net olarak bildirir. Hikâyede, 2073’te İslamcı bir partinin iktidarında, ekonomik sistemi Karadenizli müteahhitlerin kontrolünde yapılanmış son derece güvenlikçi bir sistemdir söz konusu olan. Bu noktada bir muamma yoktur. Gökdelen romanı bu yönüyle klasik distopyalardan ayrılır ve belki bildiğimiz anlamda distopya da sayılmayabilir ancak yazıldığı dönemin fotoğrafından çok, 2073’ü bilemesek de yirmi yıl sonrasının fotoğrafını yansıtan ögeler taşıması distopik yönünü güçlendirir. Dönemin başbakanı (bu arada 2073’te başbakanlık makamı ve parlamenter sistem vardır.) Mevlüt Doğan ve iktidar eliti, bir taraftan söylem düzeyinde İslami’dir, dini vecibelere uygun yaşarlar ancak diğer taraftan tam bir katı, sekmez anamalcı iktidar pratiği uygularlar. Maddi güç dışında başka bir değer yok gibidir. Bu uğurda yapılamayacak şey, aşılamayacak eşik de yok gibidir. Zira ne toplumsal, etik değerler-teamüller ne hukuk ne de evrensel değer ölçüleri geçerlidir. Yücel, Gökdelen’de 2073 Türkiye’si için kaotik, otokratik, acımasız bir oligark düzen öngörmüş olmalı ki bunu da güncelin bazı sembolik işaretleri üzerinden yapılandırmış görünüyor. Bu düzenin temeli, araçsallaştırılmış-şahsileşmiş keyfi bir hukuksal/yargısal yapı; G. Orwell’in 1984 romanındakine benzer tekçi, dayatmacı bir düşünsel ortam; belli bir gruba (Karadenizli müteahhitler) bağlı gözü kara, rantçı bir ekonomik işleyiş; çok az ultra zengine karşı büyük çoğunluğun (yılkı adamlar) insan olmaklığını askıya alan, onları insani yaşam alanlarından dışlayan bir sosyal ve ekonomik durumdan oluşmaktadır. Tahsin Yücel’in bu karamsar tahayyül ögelerini iki binli yılların hemen başında kurduğuna bakıldığında, bunlar ilerisi için distopik bir kurguya denk düşer, demek yanlış olmasa gerek. Ancak distopik tahayyül ürünleri ile günümüz şartları karşılaştırıldığında, Gökdelen’de klasik distopyaların zamansal olarak daha uzakları işaret eden irrasyonel, gizemli yapısıyla karşılaşmayız. Bu yüzden Gökdelen’de roman olayları, birçok okur için, dış gerçeklikte tam da bunların çoğu olurken ele alınmış duygusu verecektir.
Gökdelen romanında Yücel’in distopik öngörüsünün en çarpıcı izleklerinden biri de 2073 Türkiye’sinin hukuki/yargısal düzenidir. Hikâyenin başlarında başkarakter Can Tezcan’ın avukatlığını yaptığı tutuklu bir arkadaşı (Varol Korkmaz)için üzüntü ve serzenişlerini okuruz. Orada resmedilen durumun, yakın zamanın pratikleriyle uyumlu olup olmadığı da değerlendirme konusu olacaktır. Nitekim Can Tezcan durumu şöyle tarif eder: “…Ama o on iki yıldır içeride, biz özgürüz. Bizi bırak, bugün bu ülkenin en özgür insanları suçlular, hırsızlar, halk düşmanları…” (16) Varol Korkmaz’ın onu içeri atanlarca da bilinen suçsuzluğu ama yine de içeride tutulması Can Tezcan için “suçsuzluk suçu” olarak tanımlanır. Bütün bu 2073 manzarasına, suçu ve suçluyu övmelerin, özendirmelerin; cezasızlık pratiklerinin, bir taraftan keyfi salıvermelerin, takipsizliklerin ve bir taraftan da muhalifler üzerinde yargı ve hukukun Demokles’in kılıcı gibi sallandırılmasının da eklendiğini okuduğumuzda, daha realist görüntülerle karşılaşırız. Tahsin Yücel’in kahramanına şu serimlemeyi yaptırması da oldukça dikkat çekicidir. (Ki Yücel’in bu serimlemeleri yaptığı dönemde Türkiye birçokları için, AB’ye girme iradesi gösteren, kadim toplumsal sorunlarla yüzleşen, hukuka ve yasalara bağlılığını teyit eden, bağımsız yargıyla adalet ve düzeltilmiş gelir dağılımıyla da refah vaat eden, gelişmiş demokrasiler arasına katılmak isteyen iyimser bir görünüm arz ediyordu.) Yine Can Tezcan konuşur: “ Bu dava çıldırtacak beni…Böylesini ne gördüm ne duydum. Nasıl olsa, el koymuşlar adamların her şeyine, ne olduğu, nereden kaynaklandığı bilinmeyen bir açık gerekçesiyle banka, fabrika, ev, çiftlik, araba, her şeylerini almışlar ellerinden, arabalarına kendileri biniyor, köşklerinde kendileri oturuyor, şaraplarını kendileri içiyor, bankalarından da dostlarına bol bol kredi veriyorlar.” (20) Bu serimlemenin devamında Yücel, kahramanını konuşturarak kimisi için “cezasızlık”, kimileri için de peşin peşin “suçluluk” uygulamasının keyfiliğine; el konulan kurum ve kuruluşların başına devletçe görevlilerin (kayyum) atanmasına ve bu görevlilerin kurum ve kuruluşların maddi imkânlarını gönüllerince harcamalarına, yüksek maaşlarla görev yapmalarına değinir. Yanı sıra başkahramanı bütün bu uygulamalar için özel mahkemelerin icat edildiğine ve hukuka bağlılık duymayan özel görevli hâkim ve savcıların görevlendirildiğine değinir. Bu betimlemelere, Can Tezcan ile hâkimler arasında gerçekleşen diyaloglarda ve mahkeme süreçlerinde rastlarız. Bu bölümlerde, Tahsin Yücel’in 2073 Türkiye’sinin distopik yapısıyla mı yoksa güncel gözlemlerle mi karşılaştığımız konusunda bir çeşit kafa karışıklığı yaşayacağımız bir durum ortaya çıkar.
Tahsin Yücel hikâyeyi 2073’te geçiyor gibi kurgulasa da bir taraftan da olgusal bir anakronizme başvuruyor izlenimi verir. Nitekim başkarakter Can Tezcan eski bir solcudur, eylemden eyleme, cepheden cepheye koşmuş, polislerle çatışmış türlü tehlikeler atlatmıştır. Ancak bu olaylar 2050’li yıllarda geçiyordur. Nitekim geldiği noktada o artık bütün bunlardan vazgeçmiş, çok zengin ve ünlü bir avukattır artık. Can Tezcan şahsında belli bir konfor uğruna ideallerinden vazgeçmiş, düzenle işbirliği içinde bir liberal aydın portresi çizmiş gibidir, Yücel. Can Tezcan, bazen solcu geçmişini anarak ve Marksist kurama ait kavramları tartışarak bir nostalji yaşasa da genel olarak o geçmişi ergen, saf, hayalci bularak küçümser bir tavır içindedir. Yine de 2073’ün neredeyse tek komünisti olarak mücadeleye devam eden eski dava arkadaşı Rıza Koç ile iyi geçinir, onu tehlikelere karşı uyarır, (zira hep polislerce aranıyor, sık sık içeri girip işkence görüyordur.) arada da devrimci mücadelesinde kullanması için ekonomik yardımda bulunur. Bu noktada Yücel’in başvurduğu anakronizmin, 2006 öncesi Türkiye panoramasına uygun gerçekleri, 2050’li yıllar Türkiye’si için kurgulaması olduğunu düşünüyorum. Zira devrimci mücadeleyi bırakmış, düzenle uyumlu, refah içinde yaşayan liberal aydın ve sayıları epey azalmış, kendini davasına korkusuzca adayan sol/devrimci tipi 2050’ye göre daha arkaik tipler olsa gerek. Ancak yine de Yücel’in Rıza Koç’a söylettiği şu sözler: “ …dedim ya, 2070’lerde bile Türkiye’de Marksçıların bulunduğunu kanıtlıyorum millete.”(27) geleceğe dair distopik öngörüsünün, çok zayıf bir ihtimal de olsa bir sol/devrimci ütopyaya da evrilebileceği türündeki bir iyimserliğe de işaret ediyor denebilir. Fakat bu ütopyanın inandırıcılığı, tek başına bırakılmış bir komünist Rıza Koç ile geçersiz kılındığından, son yine distopiktir, denebilir. Yücel bu durumu, sol/protest geleneğin iyice zayıfladığı-ideallerinin söndüğü, yorulup, yılıp içlerine çekildiği bir ortamda idrak ettiğinden bir gelecek tasavvuru niteliği taşımadığını, bunun içerik olarak “ütopik veya distopik” olmadığını da söyleyebiliriz. Geçmiş’in ve şimdi’nin gerçekliği, bir çeşit anakronizm yoluyla geleceğe transfer edilmiş, demek daha doğru olur, sanırım.
Yücel’in Gökdelen’de distopik tahayyülün en çarpıcısını, hukuki yapının/işleyişin betimlenişinde yakaladığını belirtmiştik. Bu noktadaki en hayret verici buluşu da “yargının/mahkemelerin/hukuki düzenin” özelleştirilmesidir. Her ne kadar iktidar erki ve mevcut patronaj düzeni domine eden kapitalist elit, ülkede her istediğini yapabiliyor/yaptırabiliyor ise de yine de biçimsel anlamda ve görünüşte bir hukuk ve yargı sisteminin olması, işlerini yer yer yavaşlatıp yer yer engelleyebiliyor. Yücel her ne kadar bu durum için pek inandırıcı bir örnek geliştiremese de (örneğin, her yerin gökdelenlerle doldurulduğu İstanbul’un ortasında ne hikmetse bir gecekondu sahibi bir türlü ikna edilip gecekondusu elinden alınamadığı için, oraya bina dikilememektedir.) somut durumu böyle kurgular. Karadenizli müteahit Temel Diker ne kadar azmetse de binayı yıktıramamıştır. Çareyi ise avukatı eski solcu Can Tezcan bulur. Çare yargıyı özelleştirmektir. Şöyle der, Can Tezcan: “Her şeyin özelleştirilmiş olduğu bir ülkede devletin yargıyı hala kendi tekelinde tutmasının aykırılığından…Evet, aykırılığından! Biliyorsun, geçen yüzyılın sonlarından beri her şey özelleştirildi bu ülkede, özellikle yabancılara, yabancı alıcı çıkmayınca da yerli kodamanlara, yani onların taşeronlarına satıldı, dağlar, taşlar, ırmaklar, denizler, limanlar, havaalanları, gemiler, uçaklar, trenler, yollar, köprüler, fabrikalar, çöpler, okullar, üniversiteler, stadyumlar…”(52)…” Öyleyse her şey özel kurumların elindeyse, yargı neden özelleştirilmesin ki? Evet, neden özelleştirilmesin? Yargının neyi eksik?...gerekçem de düzenin tutarlılığı olacak!” (53) Yargının özeleştirilmesi, düzenin tutarlılığı için gereklidir, ne demektir? Bunu biraz açarsak; birinci gerekçe stratejik kurumlar ve kuruluşlar dâhil her şeyin özelleştirildiği bir düzende yargı neden özelleştirilmesin, ikincisi de bütün yönetsel kararların keyfilik, boşluk ve kişisel yarar üzerinden şekillendiği bir düzende yargı da neden bu düzenin tam bir parçası olmasın, üçüncüsü ise yeni Türkiye (2073) düzeninde yargı neden bir engel olarak düzenin işleyişini aksatsın’dır. Çünkü bu durum, düzenin tutarlılığıyla çelişmektedir. Can Tezcan bu öneriyi Niyorklu Temel Diker’in sorunlarını ve başkaca bu tür sorunları kolayca, hiçbir engelle karşılaşmadan çözebilmek için sunmuştur. Ancak Can Tezcan yargının bir patronu olacaksa, bu durumun ileride bir başka patronun işleri büsbütün karıştırmasının da önünü açacağından da korkar ki nitekim de öyle olur, yargı özelleştiğinde de farklı güç gruplarının, yargıyı kendi kontrollerine almak için başvurdukları mafyatik mücadele başlar. Yücel’in bu betimlemesini güncel gerçekliğinin hukuksal pratikleriyle birlikte düşündüğümüzde, Gökdelen’in estetik kurgusunun uzak bir geleceğe ilişkin distopik bir tahayyülle mi, yoksa yakın gelecek için realist öngörülerle mi kurulduğu tartışma konusu olacaktır. Bu realist gözlemlere, Can Tezcan’ın dilinden ifade edildiği gibi yargının güç odaklarınca birbirlerine karşı bir silah olarak kullanılma durumunu da eklediğimizde, bütün bunlara ister Yücel’in distopik tahayyülü diyelim, ister realist öngörüleri diyelim, sonuçta bunların günümüzün başat tartışma konuları olduğu gerçeği yadsınamaz. Gökdelen’de serimlenen bu örtüşmelere, siyasi elitin, devletin ve kapitalist güç odaklarının tümüyle güdümünde, onların istisnasız destekçisi bir medyayı; çıkarcı politikacıları, halktan tümüyle kopuk zengin zümreyi de kattığımızda kötümser öngörü ya da distopik kurgu daha bir dikkat çekiyor, diyebiliriz.
Tahsin Yücel’in Gökdelen’de kurguladığı izleklerden biri de “yılkı adamları”dır. Artık ekonomik getirisi olmayan doğaya salınarak başıboş bırakılan, doğada tümüyle vahşi bir yaşam süren at sürüleri için kullanılan yılkı sözcüğünü Yücel, 2073 Türkiye’sinde geniş bir halk kesimini tanımlamak için kullanmıştır. Düzenin bizzat üretiminde/ işleyişinde hiçbir rol alamayacak olan insanların İstanbul dışına/ ya da tüm mega kentlerin dışına hiçbir yaşamsal güvence olmadan salıverilip yaşamak zorunda bırakıldığı bir durumu anlatır “yılkı adamları”. Bunların insan ile hayvan arası bir kategoride değerlendirildiği, insan oluşlarının askıya alındığı, kentlerin bırakın konforundan yararlanmayı, sokaklarına dahi sokulmadığı, yer yer sürek avlarıyla avlandıkları, kovalandıkları türünde bir distopik tahayyüldür, söz konuş olan: “…Diyeceğim, söylediğim gerçek: insanlar gözlerden uzak yerlere, dağlara, tepelere çekilmek zorunda kalıyor nicedir, yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk, sürülerle, evet, sürülerle, yalınayak, yarı çıplak, pislik içinde, tarihöncesinden kalma hayaletler gibi dolaşıp duruyorlar öyle, solucan, kurbağa, sıçan, çekirge, ot, kabuk, yosun, daha ne bileyim, ne bulurlarsa yiyor, bir karga ölüsü için birbirlerine saldırıyorlar. Çiftliklere yaklaşmaları bile yasak, buraları insan azmanları ellerinde tüfeklerle bekliyor, öldürdükleri de ölüden sayılmıyor, tıpkı dirilerinin de dirilerden sayılmadığı gibi…” (113) Yücel, bu izlekte doğrudan bir 2073 Türkiye’si öngörüsü sergilememiştir kanımca. Bu durum, daha genel, dünya post-kapitalizminin türlü despotik rejimler maharetiyle insanı gereksizleştirmesi, değersizleştirmesi, yer yer hukuki varlığını ortadan kaldırması, araçsallaştırması ve geniş yığınları en temel yaşamsal ihtiyaçlardan uzak bir ortamda yaşamaya mahkûm etmesi gerçekliğiyle ilgili bir simgeleştirme anlamı taşıyor gibidir. Yücel’in bu izlekte, günümüz dünyasında az sayıda dünya eliti ile geniş halk yığınları arasında hayal edilemeyecek denli büyük gelir uçurumunun, bilinçli şekilde çıkarılan bölgesel savaşlardan dolayı vatansızlaşmış, mültecileşmiş geniş toplulukların, bunların tüm insani, hukuki, yaşamsal haklardan mahrum bırakılışının gelecekte “yılkı adamları” gibi tümüyle dış doğaya salınmış, vahşileşmiş insan yığınları yaratacağını düşünüyor olduğu ortaya çıkıyor. Bu izleğin yakın zamanda çeşitli gerekçelerle işlerinden atılmış ve bütün yaşam olanakları elinden alınarak tarihdışılaştırılmaya çalışılan insanların durumunu da çağrıştırdığı, söylenebilir. Kısacası daha genel olarak Yücel’in “yılkı adamları” imgesini, hem dünya kapitalizminin insanı sürüklediği nihai durumu hem de bu sistemi en kontrolsüz, agresif, katı biçimde taklit eden Türkiye tipi kapitalizmlerin yaratacağı sonuçlar için işaret olarak kullandığı söylenebilir. Bu noktada Yücel “önceden neyi göre/bildi?” diye sorulduğunda, romanın hem “şimdi” için hem de “gelecek” için önemli imalar taşıdığını söylemek mümkün.
Sonuç olarak 2000’li yılların başında yazılan ve 2006’da Can yayınlarınca yayımlanan Gökdelen romanında Tahsin Yücel’in gerek Türkiye özelinde gerek dünya için distopik tahayyülünün birçok noktada günceli de yansıtan dikkat çekici, isabetli öngörülerle dolu olduğunu söyleyebiliriz. Yücel’in, bütün bunların gerçekleşeceğini tahayyül ettiği 2073 Türkiye’si için şimdiden kesin bir şey söylememiz elbette mümkün değildir. Yücel’in tam olarak öngördüğü gibi olmamasını, ufkunda belirenin tümüyle gerçekleşmemesini ummak dışında…
George Orwell, 1984, Can yayınları, İstanbul, 2016, çev. Celal Üster
Tahsin Yücel, Can yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2015
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.05.2022
15.04.2022
5.04.2022
24.03.2022