Akın ÖZÇER
Demokrasi üzerine bugüne kadar söylenmiş söz ve yapılmış tanımlar o kadar çok ki hepsini bir köşe yazısına sığdırmak mümkün değil. Bu konuda ayrıca birbiriyle çelişen, hatta özünde demokrasiyle bağdaşmayan sözler de var siyasetçiler ve devlet adamlarınca söylenmiş. Bunlar üzerine inşa edilmiş makale ve yazılar da. Ama genelde ABD’nin hukukçu Başkanı Abraham Lincoln’un demokrasi için yaptığı klasik “halkın, halk tarafından, halk için idaresi” tanımına itibar ediliyor.
Bu tanımın geçerliliği her bireyin eşit olarak yönetenleri seçme hakkına sahip olmasına bağlı. “Genel oy” veya “evrensel oy” olarak adlandırılan bu temel hakkın yaş (18 yaş) veuyrukluk (yabancılar) gibi makul ölçütler dışında kısıtlanmaması gerekir. Oysa demokrasi tarihine göz attığımızda bu noktaya gelinmesi için on yıllar, hatta yüz yılı aşkın bir süre geçtiği görülür. Demokrasi tanımı kabul gören Lincoln’ün Başkan olduğu dönemde ABD’de ancak köleliği kaldırabildiğini (1863) siyahlara ve kadınlara seçme hakkını daha tanınmadan bir suikasta kurban gittiğini unutmamak gerekir. ABD’de siyah erkeklere 1870’de, kadınlara ise ancak 1920’de seçme hakkı tanındığını not edelim.
Dünyanın evrensel oy hakkını tanıyan ilk ülkesi Fransa’da (1848) da durum pek farklı değildi. 1793 anayasası bu ilkeyi ilk kez tanımış ama uygulanmamıştı. Egemenliğin millete ait olduğu kabul ediliyor ancak oy hakkı sadece 25 yaşını geçmiş vergi ödeyen erkeklere tanınıyordu. Bu durum genel oy ilkesinin benimsenmesinden sonra da değişmedi ve Fransız kadınları seçme hakkına sahip olabilmek için 1944’e kadar beklemek zorunda kaldı.
Genel oy ilkesine yönelik benzeri (okuma, yazma bilmeyenlerin oy kullanmamaları gibi) kısıtlamaların tarihçesini anımsatmamın nedeni, teoride mevcut olsa bile millet egemenliği ilkesinin, dolayısıyla demokrasinin uzun süre dünyada tam anlamıyla uygulanmadığını ortaya koymak. Ama genel oy ilkesinin kabulü, millet egemenliğinin demokrasilerde hiç sınırlamaya tabi tutulamayacağı anlamına gelmiyor.
Milli egemenliğin sınırlanması
Kabul etmek gerekir ki milli egemenlik genel oy ilkesi uyarınca seçilen yasama ve çoğunluğa sahip yürütmenin her şeyi yapabileceği bir rejim değil. Seçilenler öncelikle ülkede geçerli olması gereken evrensel demokrasi ilkelerine ve temel hak ve özgürlüklere dayalı bir anayasa çerçevesinde hareket etmek durumunda. Anayasalar da basit çoğunluklarla değiştirilebilen metinler olmadığı için seçilenler öncelikle sayısal olarak getirilmiş olan sınırlar çerçevesinde hareket edebiliyor. Ayrıca demokrasi giderek gelişen bir kavram olduğu için yeterli çoğunluk bulunsa dahi demokratik ilkeleri ve temel hak ve özgürlükleri daha geri götürecek anayasa değişiklikleri yapılmasının da tartışmalı bir durum yaratacağına kuşku yok.
Antik Roma’dan Locke ve Montesquieu’nün katkılarıyla günümüze kadar gelişerek gelen“erkler ayrılığı” ilkesinin esas itibariyle demokrasinin ve temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ihtiyacından doğduğunu söylemek mümkün. Yasama ve yürütmeden bağımsız yargı erkinin başta anayasa (Anayasa Mahkemesi) olmak üzere yasaların uygulanmasını denetlediği dikkate alınacak olursa böyle bir işlevi olduğu ortada. Ancak tam demokratik olmayan bir anayasaya uygunluğun denetlenmesi, bunun tam tersi bir sonucu da doğurabilir. Örneğin temel bir bireysel hak olan ana dilde eğitim konusunda Türkiye’de yasal bir düzenleme yapılsa, 82 Anayasası’na aykırılığı (42. madde) gerekçesiyle iptali söz konusu olur. Oysa ana dilde eğitim temel hak ve özgürlükler açısından daha ileri bir düzenlemedir.
Bir diğer önemli konu, üçüncü erk olan yargının bağımsız olmasından kaynaklanan milli egemenliğin sınırlanmasıdır. Yargının bağımsızlığı aslında çift yönlü anlaşılması gereken bir durumdur. Yasamanın görülmekte olan bir davanın seyrini değiştirmek için geriye dönük hukuki sonuçları olan yeni bir yasa çıkarması ne kadar sakıncalı ise, bir yargıcın da kendini yasamanın ya da yürütmenin yerine koyarak karar alması da o kadar sakıncalıdır. Böyle bir durumda, milli egemenliğin genelde (ABD, İsviçre ve Japonya dışında) halk tarafından seçilmemiş bir erk tarafından sınırlandığından söz edilebilir. Yargının siyasallaştığı ülkelerde bu sınırlama çok daha ciddi boyutlara ulaşabilir elbette.
Yargının siyasallaşması
Yargı ve özellikle yüksek yargının siyasallaşması, özellikle kendini bilinçli olarak iktidara karşı çıkma arzusuyla yasama ya da yürütmenin yerine koyması, yukarıda altını çizdiğim gibi milli egemenliği sadece sınırlamak değil ayrıca ortadan kaldırmak için girişimde bulunmak anlamına da geliyor. Osman Can, Türkiye’de yargının 27 Mayıs darbesiyle siyasallaştığına dikkat çekiyor. Gerekçesi de 61 anayasası ile (82 anayasanın 6. maddesinde de görüldüğü gibi) “milletin kayıtsız şartsız egemenliğini” yargının ve diğer anayasal kurumların kontrolü altına alarak sınırlamış olması. Can’a göre, “27 Mayıs düzeninin temeli atanmışların, özellikle de askeri bürokrasi ile yargının, yürütme ve yasama üzerindeki vesayetine dayanmakta (…) yani seçilmişler, askeri bürokrasi ile yargı tarafından sürekli olarak gözetlenmekte, statükonun dışına çıkılması durumunda doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale edilmektedir.”
TBB Dergisi 88. sayısında (2010) yayımlanan Cumhuriyet Savcısı Fahri Mutlu Tosun’un“Yargı ve demokratik meşruiyet” başlıklı makalesi (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-88-600) Osman Can’ın bu görüşlerini doğruluyor. Yazar makalesinde demokratik meşruiyetin “yönetenlerin seçimler aracılığıyla iş başına gelmesi, yönetenlerin eylem ve işlemlerini demokratik ilkelere uygun ve halkın rızasına göre yerine getirmeleri” olarak tanımlıyor. Ama siyasi iktidarın meşruiyeti ile “kanuniliği” arasında fark gözetiyor ve “kanuni bir iktidar”denildiğinde, mevcut anayasa kurallarına bağlı olarak oluşan bir iktidarın söz konusu olduğunu vurguluyor. Buradan hareketle meşruiyetin iktidarın kaynağıyla (millet) olduğu kadar iktidarın kullanışıyla da ilgili olduğunu ileri sürüyor. Buna dayanarak şu hususun altını çiziyor: “Bütün ülkelerde devlet kurumları meşruluğu ülkenin kuruluş ilkelerinden alırlar, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olduğundan, devletimizin kurumlarının meşruiyeti açısından bu ilkelere uygunluk olmazsa olmaz şarttır. Bir devlette kuruluş ilkelerine karşı geliniyorsa, artık durum meşruiyet sorunundan ziyade rejim sorununa dönüşür.”
Yukarıda dile getirilen yaklaşım aslında bu ülkede demokratik bir anayasa yapmanın ne kadar zor olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü anayasa için üçte iki çoğunluk da yeterli değil anlaşılan; ayrıca “devletin kuruluş ilkelerine” uygunluk da gerekiyor. Bu ilkeler ise ne tesadüf ki mevcut anayasanın 2. maddesinde, yani “değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez” maddeler arasında yer alıyor. O zaman akla birçok soru geliyor ama herhalde en önemlisi şu: devletin kuruluş ilkelerini darbe yapan generallerin iradesi mi, yoksa millet mi belirler? Birinci şık doğru diyorsanız, o zaman yüzyıllar geçse bile 82 anayasasının değiştirilemez maddeleri hiç dokunulmadan sonsuza değin aynen muhafaza edilecek (!) demektir. Ama bu, en azından “bütün ülkeler” için doğru olmadığına, çünkü bütün ülkelerde anayasaları ve kuruluş ilkelerini darbe yapanlar belirlemediğine göre, ikinci şıkkın doğru olduğunu kabul etmek gerekir.
Makalenin içerdiği kanımca demokrasiyle hiç bağdaşmayan ama demokratik olduğu öne sürülen bir görüş var aslında. Mesela şu cümlenin ana fikri pek anlaşılmıyor:“Demokratik yollardan seçilmiş hükümetlerle seçimlerden sonra demokrasinin gereklerine uyan ve hukuk devleti ilkesini gözeten hükümetler birbirinden çok farklıdır.”Çünkü ardından gelen cümle şöyle: “Demokratik devletlerde yürütme ve yasama gücünün hukuk devleti ilkesine ve demokratik toplum gereklerine uygun hareket edip etmediği nihai olarak yargıçlar tarafından denetlenir (…) Yargıcın rolü kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvencesi olmak, halka yol gösterici öğretmen olmak, (…) Anayasayı ve demokrasiyi korumaktır.” Dile getirilen bu rejim demokrasiden çok “yargıçlar devletini”(juristocracy/juristocracia) tarif ediyor doğrusu.
Siyasete müdahale
Yargının diğer erklere üstünlüğüne dayanan, bu nedenle demokratik olmayan bu yaklaşım bitirdiğimiz yıl içinde Brezilya’da da gündemdeydi. Federal Yüksek Mahkeme’nin anayasa ile ilintili olduğu gerekçesiyle yasamanın ele aldığı birçok konuda karar alması ve plebisitle alınan kararları bozması sık, sık eleştiri konusu yapılıyor. Brezilya’nın siyasete müdahale eden bir yüksek yargıya ihtiyacı olmadığının altı çiziliyor.
Yüksek yargı uzun süredir Türkiye’de de siyasete müdahale ediyor. Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı, AK Parti hakkında açılan kapatma davası bu müdahalelerin yakın geçmişteki çarpıcı örneklerini oluşturuyor. Bu tür müdahaleler bir yerde millet egemenliğine müdahale anlamı taşıyor. Yeterli çoğunluğu bulunan bir siyasi partiye Cumhurbaşkanı seçtirmemek, salt çoğunluğu olan bir partiyi kapatmaya kalkışmak ve daha az oy alması için siyasi müdahaleler yapmak başka türlü değerlendirilebilir mi?
AK Parti çevreleri yargının 17 Aralık “yolsuzluk operasyonu” ile de siyasete müdahale ettiği, hatta resmen “darbe girişiminde” bulunduğunu savunuyor. Ortaya atılan çeşitli iddialarda doğruluk payı bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir. Çünkü bugüne kadar televizyon ekranlarından gördüğümüz kadarıyla bu operasyon, yerel seçimlere gidilirken en azından ana muhalefet partisinin lehine bir siyasi müdahale izlenimi yaratıyor.
Buna karşılık, seçmende daha önce laikliğe karşı faaliyetlerin odağı ilan edilen AK Parti’ye şimdi de yolsuzluk yaftasının yapıştırılarak haksızlık yapılmakta olduğu görüşü de var. Hem de sadece kendi seçmen tabanında değil gözlemleyebildiğim kadarıyla.
Kabul etmek gerekir ki seçmenin belirli nedenlerle yeterli oy vermediği partilere, siyasetlerini değiştirmedikleri, kendilerine çeki düzen vermedikleri halde, sadece rakipleri yıpratılarak oy verdirtmek o kadar kolay değil. Doğru da değil aslında. Siyasi partiler seçmenden oy almak için değişim geçirmek, kendini kamuoyunu dikkate alarak yenilemek durumunda. Seçmene dönüp “bak oy verdiğin partinin durumu ortada, sen geçen sefer hata yapmıştın” diyerek oy istemek milli iradeye bir tür baskı, sonuçta siyasete müdahale anlamı taşıyor çünkü.
Yazarlar
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.09.2025
8.09.2025
3.09.2025
29.08.2025
18.08.2025
1.08.2025
1.08.2025
1.08.2025
26.06.2025
6.05.2023