Alper GÖRMÜŞ
Duygu Asena’nın yalnız hayatı başlamıştı artık. Aslında buradan itibaren yaklaşık bir on yılı atlayıp, olgunlaşma ve ‘kendi’ olma sürecini yaşadığı Kadınca yıllarına uzanabiliriz. Zaten Duygu Asena’nın kadın mücadelesindeki önemi ve anlamı da oradan itibaren başlar. Fakat yine de, yirmilerinin ilk yıllarını verdiği Hürriyet-Kelebek’teki gazetecilik serüvenine, daha doğrusu orada yaşadığı tatsız maceraya bir göz atmamız isabetli olacaktır. Çünkü bu tecrübe, toplumda geçerli geleneksel ahlâk anlayışının ikiyüzlülüğü konusunda onun için bir öğretmen işlevi görecek, mücadele yıllarının bir bölümünü bu ikiyüzlülükle mücadeleye adayacaktır.
Yirmili yıllarının başında, Kelebek’te ‘Şirin’ imzasıyla yazılar yazmaktadır Duygu Asena. Format, sıradan insanların gündelik hayatlarında ne yaşanıyorsa, ‘Şirin’ olarak onları yaşamak ve sonra oturup yazmaktır. Türkiye’nin en büyük gazetesinin ekinde sürekli olarak fotoğrafları yayımlanan genç bir kız... Bir süre sonra sokakta ‘Şirin’ adıyla çağrılacaktır.
Duygu Asena evlidir ama, gazetede tıpkı kendisi gibi evli olan Murat adlı bir başka gazeteciye âşık olmuştur. Çocukluğunun evinde yaptığı gibi yalan söylemez ama. Bir süre sonra durumu kocasına açar ve ayrılmak istediğini söyler. Murat da aynı şeyi yapar. Yani aslında ahlaken kınanacak değil, takdir edilecek bir durum vardır ortada. Fakat ikilinin dürüstlüğü değil, ‘ahlaksızlığı’ öne çıkar gazetede, herkes onlara karşı cephe alır:
“Gizli, yasak bir ilişki ama her şey de ortada! Neredeyse herkesin gözü üstümüzde. Nezih Demirkent (dönemin Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni –A. G.) ikide bir çağırıyor beni, ‘bırakacaksın’ diye masaya yumruğunu vuruyor.
“Bendeyse şöyle bir şey var. Hangi konuda, kim olursa olsun, birisi bana ‘yapma’ derse, ben ısrar ederim; yapacağım! Bana bunu yasaklayamazsın. Kötü bir şey yapmıyorum. Aşk yüce bir şey ve seviyorum. Yalancılık da yapmıyorum, söylemişim her şeyi açıkça... O zaman sen bana neden karışıyorsun (...) Sadece Nezih Bey değil, çalışma arkadaşlarım, özellikle kadınlar bana tavır almaya başlamıştı. Bu daha kırıcı ve öfkelendiriciydi.”
Bu hikâye, Duygu Asena’nın işten çıkartılmasıyla sonuçlandı ve sonradan yazdıklarından da anlaşılabileceği gibi zihninde yeni sorgulamalara yol açtı.
Arada, yani 1978 sonbaharına gelinceye kadar biraz gazetecilik biraz da önceden sözünü ettiğim reklamcılık var. Ercan Arıklı’nın “Kadınca adında bir dergi çıkartıyorum, yazıişleri müdürüm ol!” teklifi işte o sonbaharda, Duygu Asena 32 yaşındayken gelir.
‘Çok ciddi, tutmaz bu!’
Derginin yayın yönetmeni, Vakko’nun stilisti olan bir modacıydı (Necla Seyhun). Onun ‘kadınca’dan anladığıyla Duygu Asena’nın anladığı arasında dağlar kadar fark vardı. Hoş, Asena da henüz bir arayış, tanıma, anlama, öğrenme dönemindeydi ama Türkiye’deki kadınların hiç değilse Necla Seyhun’un sınırlarını çizdiğinden daha geniş bir ilgilerinin olduğunu sezebiliyordu:
“Elbise patronları, kalıplar, moda haberleri, yazıları falan getiriyor. Dergiye neredeyse hiç uğramıyordu. Her iş benim üstümde. Ama birkaç ay sonra Necla Hanım benim yaptığım dergiyi ‘bayağı’ buldu ve bırakıp gitti. Neymiş, seks meks yazıları koyuyormuşum. ‘Ercan, bu bayağılaşıyor’ dedi ve ayrıldı.”
12 Eylül 1980 darbesinin gerçekleştiği döremde, Duygu Asena kendi deyişiyle ‘el yordamıyla’ Türkiye’deki kadın sorununa dair bir şeyler koyuyordu dergiye. 12 Eylül, “hayatın her alanına sirayet ettiği, başka hiçbir alana izin ve imkân vermediği için ‘siyaset’ olmaktan çıkmış siyaset”e son vererek, başka birçok şey gibi kadın hareketinin doğuşunun da yolunu açmıştı. Duygu Asena da aynı görüşteydi:
“Şunu söylemek lazım: 12 Eylül darbesi etkili olmuştur kadın hareketinin doğuşunda. Darbe sonrasında her türlü politik faaliyet yasaklandı. Muhalefet yasak, siyaset yasak. Solcu, entelektüel kadınlar biraz da bu yasak döneminde kendi kimliklerini sorguladılar ve tartıştılar. Biz de o dönemde el yordamıyla bir şeyler yapıyorduk, kadın hakları, eşitliği, özgürlüğü için ve bu tuttu.”
Oysa Ercan Arıklı ‘tutmayacağını’ düşünüyordu:
“Başlangıçta, 1980-1981’de daha feminizm lafı bile etmeden, ‘Çalışan Kadınlar Kendinizi Sömürtmeyin’ lafını kapağa çıkarttığım için kızdı, karşı çıktı. ‘kadın özgürlüğü falan, ciddi şeyler bunlar, Batı’da az satar, burada hiç tutmaz, yapma böyle şeyler’ dedi. Ama baktı ki, biz o tarz gittikçe satışlar 17-18 binden 50-60 binlere tırmanıyor, sürekli tiraj alıyoruz, bir daha karışmadı.”
Kadınca’nın başlarında feminizmle ilgili hemen hemen hiçbir şey bilmiyordu. Bu bir anlamda avantajdı onun için; ‘topraktan, hayattan’ öğrendikleriyle yürüyor, böylece kadınların hakiki sorunlarının alanıyla temas kurabiliyordu.
Onun bu yanını en iyi takdir edenlerden biri de, feminist hareketin önde gelen isimlerinden Ayşe Düzkan’dı. Ölümünün hemen ardından şöyle yazmıştı:
“Duygu, O dönem için çok radikal olan bir fikrin popülerleşmesini sağladı. Kendisi bir mitinge bile gelmemiştir ama ondan çok daha önemli bir şey yaptı; feminizmi her kadının hayatına soktu. (...) En önemlisi de Duygu bu gerçekleri el yordamıyla bulmuştu. Akademik ya da sol mücadele içinden gelen kadınlardan bu yönüyle ayrılıyordu. Çok doğaldı. Duygu, kadın hareketi içinde bir tür kalkan gibiydi. Feminizmin kamuya en açık yüzüydü. İlk saldırılar önce ona yapılırdı. (...) Duygu Asena, geçtiğimiz yüzyılda Türkiye’nin çehresini değiştiren kadınlardan biri oldu.”
Feministlerden epeyce farklı bir yerde duruyordu, fakat birileri hiç gecikmeden, o dönemde pejoratif bir anlamla yaygınlaştırılan ‘feminist’ etiketini vurmuştu Duygu Asena’ya; hatta feminizmin lideriydi!
O günleri, “Feminizm nedir bilmiyorsun ama birileri senin feminist olduğunu biliyor” diye anlatıyor.
Feministlerin mücadele yöntemlerinin, kendi temasta olduğu dertli kadınları kadın mücadelesinin içine çekebileceğine inanmıyordu:
“O dönem yükselen bir feminist akım vardı. İşte mor iğneler, sarkıntılığa karşı eylemler, kahvehane basmalar, ‘Geceler Bizimdir’ sloganıyla toplu kadın gezmeleri falan. Biz hiçbir zaman onların içinde yer almadık ama haberlerini yaptık.”
Bir ‘siyasi yayın’ olarak Kadınca dergisi
Asena, o ilk yıllarda kendisinin de ilk kez öğrenip çok şaşırdığı yasa maddeleriyle uğraşmanın daha doğru olacağını düşünüyordu:
“Türk Ceza Kanunu’nun bugün tartışılan bütün maddelerini yirmi beş yıl önce biliyordum ben. Bu konularla ilgilenen kadınlar geliyor, Medeni Kanun’dan söz ediyorlar. Birbakıyorsun ki kadınlara her şey yasak... Medeni Kanun’un önceki haline göre çocuk aldırmak bile kocanın iznine bağlı. Kadının bedeni kendine ait değil! Kadınca’da çalışırken öğreniyorum bunları...
(...)
“Türk Ceza Kanunu’nu alıp o ‘cinsel’ suç maddelerini okudum mesela. Yirmi beş yıl öncesinden söz ediyorum. Tecavüz suçlarının nasıl tarif edildiğini görüyorsun, şaşırıyorsun.Tecavüzcüsüyle evlenme var orada, yazıyor... Okuyorsun, şaşırıyorsun. İsyan ediyorsun. Bunları o dönemlerde yazdım. Bir Allah’ın kulu ilgilenmiyordu. Hiç ama hiç kimse...”
Haklıydı; bunlar ancak on beş sene, yirmi sene sonra gündem olacak, bütün gazeteciler konuyu tartışmaya açacaklardı.
O zamanlar, ne yazık ki ‘kadınların güzellik problemleriyle’ (de) uğraşıyor diye Kadıncakınanmış, kadınların hakiki sorunlarını gündemleştirme çabaları da böylece güme gitmişti; çoğu diyelim...
Sol-feminizm Kadınca’yı küçümsemeye devam etsin, derginin gerçek hayatta yarattığı etki büyümeye devam ediyordu. İş, erkeklerin evde Kadınca’yı yasaklama noktasına bile gelmişti:
“Dergiye gelen mektuplardan biliyor, öğreniyorduk ki, birçok evde Kadınca dergisi yasaklanmıştı. Babalar kızlarına, abiler bacılarına, kocalar karılarına yasakladılar Kadınca’yı. Yasal ve evet, ticari bir yayın yapıyorduk. Ama Anadolu’da çoğu evde, hatta büyük şehirlerde bile siyasi yayın muamelesi görüyorduk. Sansürleniyor, yasaklanıyorduk.”
Aslında bunda şaşıracak bir şey yoktu. Kadınca, erkek dünyası açısından tabii ki siyasi bir dergiydi ve doğal olarak öyle muamele görüyordu. Üstelik kadınlara ‘siyasi bilinç taşıma’ işini onlara hiç yabancı gelmeyecek bir tarzda, onların hayatının içinden ve onların diliyle yürütüyordu. Belki de Ayşe Düzkan’ın “Duygu, feminizmin kamuya en açık yüzüydü. İlk saldırılar önce ona yapılırdı” değerlendirmesi asıl anlamını burada buluyordu.
Kadınca: Öğrenen ve paylaşan bir dergi
Kadınca ile dönemin feminist edebiyatı arasındaki tevazu farkını görmemek mümkün değildi. Kadınca’da, bir şeyleri yeni öğrenenlerin sevincini ve bunu başkalarıyla paylaşmanın mutluluğunu yansıtan bir hava vardı, dönemin feminist yayınlarında ise racon kesen bir hava... Birincisi ‘öğreniyorum, gel birlikte öğrenelim’, ikincisi, ‘biliyorum ve sana öğreteceğim’ der gibiydi.
Kadınca’yı kadınlar nezdinde ‘sıcak’ ve ‘içine girilebilir’ kılan bir başka nokta, onların gündelik hayatlarıyla uyum içinde olması, hayatlarını sorgulamaması ve sorunlarını küçümsememesiydi. Siyaset alanından bir benzetme yapmak gerekirse, Kadınca’nın tavrıyla dönemin feminist tavrı arasında, ‘halkçı’ muhafazakâr siyasetçiler ile ‘devletçi’ sol-sosyal demokrat siyasetçiler arasındakine benzer bir fark vardı.
‘Elite’ parantezi
Tam burada bir parantez açmak, Duygu Asena ve ekibinin, Ercan Arıklı’nın Gelişim Yayınları’nı satmasından sonra geçtikleri (1992) Milliyet grubundaki Elite dergisi macerasına bir göz atmak iyi olacak.
Asena ve ekibi Elite’ten önce Kim adlı bir kadın dergisi, sonra da Negatif adlı bir gençlik dergisi çıkardılar. Kim, Kadınca kadar olmasa da başarılı bir dergiydi, Negatif de öyle. Fakat Elite tam anlamıyla yere çakılan bir dergi olmuştu:
“Kim’in hemen peşinden mevsimlik, üç ayda bir çıkarmayı planladığımız Elite diye bir dergi yayımladık. (...) Kadınca’daki ortalama okurumuzdan sofistike, biraz daha üst sınıftan bir kadın tipi vardı. Daha entelektüel, daha Batılı, kariyeri, düzeni yerinde, her bakımdan daha az dertli, daha az sorunlu. Şimdiki moda deyişle, trendy... Onları düşünerek hazırlamıştık Elite’i.
“Ya biz onları yeterince tanımıyorduk ya da daha klas, daha soft bir dergi talep eden o farklı kadınlar sözlerinde, taleplerinde samimi değillerdi, ya da başka bir şey. Elite hiç ama hiç tutmadı. Gerçi ben de dergiyi yaparken tedirgindim. Bildiğim ama çok da tanımadığım bir kesime seslendiğimin farkındaydım.”
Bu derginin neden ‘tutmadığında’ bence anlaşılmayacak bir şey yok. Bunun içinKadınca’nın neden ‘tuttuğuna’ bakmak yeter. Kadınca ‘doğal’dı, toplumda gerçek bir ihtiyaca karşılık geliyordu, Elite ise bir ‘proje’ydi. Biri ne kadar samimi ise öbürü o kadar samimiyetsizdi.
Kadının Adı Yok: Aynı kader
Kadınca’nın en parlak yıllarına denk düşen Kadının Adı Yok, iki açıdan Kadınca ile aynı kaderi paylaştı: Kitap, gerçek dertleri olan gerçek kadınlar tarafından selamlanırken, o dertlerle uğraşmayı seviye düşürücü bir şeymiş gibi algılayanlar tarafından küçümsendi:
“Kadın edebiyatçıların, yazarların yüzde doksanı, hakarete varan ifadeler kullandılar benim için, kitabım için. Dost olduklarım bile selamı kestiler. Kelebek’ten kovuluşumdaki ‘iffetsizlik’ suçlamasını bir kere daha yaşıyordum adeta. Karşılaştığımız her yerde vebalıymışım gibi yüzlerini çeviriyorlardı.
“Kokteyllere gidiyorum mesela, karşıdan gelen gazeteci, edebiyatçı yazarlar beni görünce yollarını değiştiriyorlardı. Böyle bir düşmanlık. Düşük, kötü kadın muamelesi. (Burada iki kadın yazardan, adlarını anarak söz ediyor -A. G.). “Erkekleri ve gazeteleri anlatmaya gerek yok zaten. Türkiye’de gerek basın, gerek edebiyat çevresinde değil kadınların, hiç kimsenin böyle bir tavırla karşılaştığını sanmıyorum. Benim yerimde başkası olsa, bu defteri kapatır, köşesine çekilirdi.”
Bu ağır, neredeyse nefrete varan tepkide, toplumun sadece ‘dinî gericiiğin etkisi altındaki, bilinçlenmemiş, aydınlanmamış’ kesimlerinin sorunu olarak görülmek istenen kimi geleneksel sorunların (mesela kadına şiddet) aslında ‘modern-laik’ kesimlerin de sorunu olduğunu fâş etmesinin de payı olabilir mi?
Kadın’ın Adı Yok’u hangi sâiklerle kalame aldığını anlatırken şöyle yazmıştı:
“Biliyordum ki, tüm kadınlar babalarından, kocalarından, analarından yana dertli... Patronlar, doktorlar, sevgililer, işte ya da hayatın herhangi bir sahasında, herhangi bir anında karşılaştığın insanlarla da sorun yaşanıyor. Modern çevrelerin içinde de gelenek baskısı var.”
2004’te kaleme aldığı “Özgür kadın dayak yer mi?” başlıklı makaleyi, bu konudaki yaklaşımının kristalize olduğu bir yazı olarak kabul edebiliriz.
Yazı, Bekir Coşkun’un, ‘dayak yemenin, aşağılanmanın, itilip kakılmanın’ toplumun bir kesiminin meselesi olduğunu öne süren bir yazısıyla polemik amacıyla kaleme alınmıştı. Bekir Coşkun, mesela “kirli çorapları, kokan ayakları, traşsız yüzü, gülyağından parfümü olan erkeği yatağına sokmayan özgür kadın”ların eşlerinden, sevgililerinden dayak yemek gibi bir sorunlarının olmadığını öne sürüyordu yazısında.
Duygu Asena ise tahmin edebileceğiniz gibi hiç aynı fikirde değildi: “İlerici, tertemiz, çok hoş görünüşlü bir adam da, çok hoş görünüşlü özgür karısını dövüyor işte...”
Duygu Asena’nın ömrü, işte böyle her sınıftan kadının şu veya bu örtü altında, şu ya da bu ölçüde ‘köleleştirilmesine’ karşı çıkmakla, bu amaçla kadınları isyana çağırmakla geçti. Bu mücadeleyi ‘sınıf mücadelesi’nin ya da ‘gericiliğe karşı laiklik’ mücadelesinin talepleri doğrultusunda araçsallaştırma girişimlerine hiç pabuç bırakmadı.
Karşısında her kesimden, her ideolojiden geniş bir cephe bulmasının yegâne nedeni işte buydu.
Keza Kadının Adı Yok’u, Şirin Tekeli’nin deyişiyle bir ‘manifesto’ haline getiren şey de, yazarının, ayrıştırıcı tavırları bir kenara bırakarak haksızlığa uğrayan bütün kadınları samimiyetle kucaklayan tavrıydı:
“Bence bu kitap, salt bir kadın öyküsü olmanın ötesinde, giderek kadınları asgari bir kadınlık bilincinde buluşmaya davet eden bir çağrı, Türkiye’de yazılmış ilk özgün feminist manifestodur.”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025