Alper GÖRMÜŞ
Duygu Asena’nın yalnız hayatı başlamıştı artık. Aslında buradan itibaren yaklaşık bir on yılı atlayıp, olgunlaşma ve ‘kendi’ olma sürecini yaşadığı Kadınca yıllarına uzanabiliriz. Zaten Duygu Asena’nın kadın mücadelesindeki önemi ve anlamı da oradan itibaren başlar. Fakat yine de, yirmilerinin ilk yıllarını verdiği Hürriyet-Kelebek’teki gazetecilik serüvenine, daha doğrusu orada yaşadığı tatsız maceraya bir göz atmamız isabetli olacaktır. Çünkü bu tecrübe, toplumda geçerli geleneksel ahlâk anlayışının ikiyüzlülüğü konusunda onun için bir öğretmen işlevi görecek, mücadele yıllarının bir bölümünü bu ikiyüzlülükle mücadeleye adayacaktır.
Yirmili yıllarının başında, Kelebek’te ‘Şirin’ imzasıyla yazılar yazmaktadır Duygu Asena. Format, sıradan insanların gündelik hayatlarında ne yaşanıyorsa, ‘Şirin’ olarak onları yaşamak ve sonra oturup yazmaktır. Türkiye’nin en büyük gazetesinin ekinde sürekli olarak fotoğrafları yayımlanan genç bir kız... Bir süre sonra sokakta ‘Şirin’ adıyla çağrılacaktır.
Duygu Asena evlidir ama, gazetede tıpkı kendisi gibi evli olan Murat adlı bir başka gazeteciye âşık olmuştur. Çocukluğunun evinde yaptığı gibi yalan söylemez ama. Bir süre sonra durumu kocasına açar ve ayrılmak istediğini söyler. Murat da aynı şeyi yapar. Yani aslında ahlaken kınanacak değil, takdir edilecek bir durum vardır ortada. Fakat ikilinin dürüstlüğü değil, ‘ahlaksızlığı’ öne çıkar gazetede, herkes onlara karşı cephe alır:
“Gizli, yasak bir ilişki ama her şey de ortada! Neredeyse herkesin gözü üstümüzde. Nezih Demirkent (dönemin Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni –A. G.) ikide bir çağırıyor beni, ‘bırakacaksın’ diye masaya yumruğunu vuruyor.
“Bendeyse şöyle bir şey var. Hangi konuda, kim olursa olsun, birisi bana ‘yapma’ derse, ben ısrar ederim; yapacağım! Bana bunu yasaklayamazsın. Kötü bir şey yapmıyorum. Aşk yüce bir şey ve seviyorum. Yalancılık da yapmıyorum, söylemişim her şeyi açıkça... O zaman sen bana neden karışıyorsun (...) Sadece Nezih Bey değil, çalışma arkadaşlarım, özellikle kadınlar bana tavır almaya başlamıştı. Bu daha kırıcı ve öfkelendiriciydi.”
Bu hikâye, Duygu Asena’nın işten çıkartılmasıyla sonuçlandı ve sonradan yazdıklarından da anlaşılabileceği gibi zihninde yeni sorgulamalara yol açtı.
Arada, yani 1978 sonbaharına gelinceye kadar biraz gazetecilik biraz da önceden sözünü ettiğim reklamcılık var. Ercan Arıklı’nın “Kadınca adında bir dergi çıkartıyorum, yazıişleri müdürüm ol!” teklifi işte o sonbaharda, Duygu Asena 32 yaşındayken gelir.
‘Çok ciddi, tutmaz bu!’
Derginin yayın yönetmeni, Vakko’nun stilisti olan bir modacıydı (Necla Seyhun). Onun ‘kadınca’dan anladığıyla Duygu Asena’nın anladığı arasında dağlar kadar fark vardı. Hoş, Asena da henüz bir arayış, tanıma, anlama, öğrenme dönemindeydi ama Türkiye’deki kadınların hiç değilse Necla Seyhun’un sınırlarını çizdiğinden daha geniş bir ilgilerinin olduğunu sezebiliyordu:
“Elbise patronları, kalıplar, moda haberleri, yazıları falan getiriyor. Dergiye neredeyse hiç uğramıyordu. Her iş benim üstümde. Ama birkaç ay sonra Necla Hanım benim yaptığım dergiyi ‘bayağı’ buldu ve bırakıp gitti. Neymiş, seks meks yazıları koyuyormuşum. ‘Ercan, bu bayağılaşıyor’ dedi ve ayrıldı.”
12 Eylül 1980 darbesinin gerçekleştiği döremde, Duygu Asena kendi deyişiyle ‘el yordamıyla’ Türkiye’deki kadın sorununa dair bir şeyler koyuyordu dergiye. 12 Eylül, “hayatın her alanına sirayet ettiği, başka hiçbir alana izin ve imkân vermediği için ‘siyaset’ olmaktan çıkmış siyaset”e son vererek, başka birçok şey gibi kadın hareketinin doğuşunun da yolunu açmıştı. Duygu Asena da aynı görüşteydi:
“Şunu söylemek lazım: 12 Eylül darbesi etkili olmuştur kadın hareketinin doğuşunda. Darbe sonrasında her türlü politik faaliyet yasaklandı. Muhalefet yasak, siyaset yasak. Solcu, entelektüel kadınlar biraz da bu yasak döneminde kendi kimliklerini sorguladılar ve tartıştılar. Biz de o dönemde el yordamıyla bir şeyler yapıyorduk, kadın hakları, eşitliği, özgürlüğü için ve bu tuttu.”
Oysa Ercan Arıklı ‘tutmayacağını’ düşünüyordu:
“Başlangıçta, 1980-1981’de daha feminizm lafı bile etmeden, ‘Çalışan Kadınlar Kendinizi Sömürtmeyin’ lafını kapağa çıkarttığım için kızdı, karşı çıktı. ‘kadın özgürlüğü falan, ciddi şeyler bunlar, Batı’da az satar, burada hiç tutmaz, yapma böyle şeyler’ dedi. Ama baktı ki, biz o tarz gittikçe satışlar 17-18 binden 50-60 binlere tırmanıyor, sürekli tiraj alıyoruz, bir daha karışmadı.”
Kadınca’nın başlarında feminizmle ilgili hemen hemen hiçbir şey bilmiyordu. Bu bir anlamda avantajdı onun için; ‘topraktan, hayattan’ öğrendikleriyle yürüyor, böylece kadınların hakiki sorunlarının alanıyla temas kurabiliyordu.
Onun bu yanını en iyi takdir edenlerden biri de, feminist hareketin önde gelen isimlerinden Ayşe Düzkan’dı. Ölümünün hemen ardından şöyle yazmıştı:
“Duygu, O dönem için çok radikal olan bir fikrin popülerleşmesini sağladı. Kendisi bir mitinge bile gelmemiştir ama ondan çok daha önemli bir şey yaptı; feminizmi her kadının hayatına soktu. (...) En önemlisi de Duygu bu gerçekleri el yordamıyla bulmuştu. Akademik ya da sol mücadele içinden gelen kadınlardan bu yönüyle ayrılıyordu. Çok doğaldı. Duygu, kadın hareketi içinde bir tür kalkan gibiydi. Feminizmin kamuya en açık yüzüydü. İlk saldırılar önce ona yapılırdı. (...) Duygu Asena, geçtiğimiz yüzyılda Türkiye’nin çehresini değiştiren kadınlardan biri oldu.”
Feministlerden epeyce farklı bir yerde duruyordu, fakat birileri hiç gecikmeden, o dönemde pejoratif bir anlamla yaygınlaştırılan ‘feminist’ etiketini vurmuştu Duygu Asena’ya; hatta feminizmin lideriydi!
O günleri, “Feminizm nedir bilmiyorsun ama birileri senin feminist olduğunu biliyor” diye anlatıyor.
Feministlerin mücadele yöntemlerinin, kendi temasta olduğu dertli kadınları kadın mücadelesinin içine çekebileceğine inanmıyordu:
“O dönem yükselen bir feminist akım vardı. İşte mor iğneler, sarkıntılığa karşı eylemler, kahvehane basmalar, ‘Geceler Bizimdir’ sloganıyla toplu kadın gezmeleri falan. Biz hiçbir zaman onların içinde yer almadık ama haberlerini yaptık.”
Bir ‘siyasi yayın’ olarak Kadınca dergisi
Asena, o ilk yıllarda kendisinin de ilk kez öğrenip çok şaşırdığı yasa maddeleriyle uğraşmanın daha doğru olacağını düşünüyordu:
“Türk Ceza Kanunu’nun bugün tartışılan bütün maddelerini yirmi beş yıl önce biliyordum ben. Bu konularla ilgilenen kadınlar geliyor, Medeni Kanun’dan söz ediyorlar. Birbakıyorsun ki kadınlara her şey yasak... Medeni Kanun’un önceki haline göre çocuk aldırmak bile kocanın iznine bağlı. Kadının bedeni kendine ait değil! Kadınca’da çalışırken öğreniyorum bunları...
(...)
“Türk Ceza Kanunu’nu alıp o ‘cinsel’ suç maddelerini okudum mesela. Yirmi beş yıl öncesinden söz ediyorum. Tecavüz suçlarının nasıl tarif edildiğini görüyorsun, şaşırıyorsun.Tecavüzcüsüyle evlenme var orada, yazıyor... Okuyorsun, şaşırıyorsun. İsyan ediyorsun. Bunları o dönemlerde yazdım. Bir Allah’ın kulu ilgilenmiyordu. Hiç ama hiç kimse...”
Haklıydı; bunlar ancak on beş sene, yirmi sene sonra gündem olacak, bütün gazeteciler konuyu tartışmaya açacaklardı.
O zamanlar, ne yazık ki ‘kadınların güzellik problemleriyle’ (de) uğraşıyor diye Kadıncakınanmış, kadınların hakiki sorunlarını gündemleştirme çabaları da böylece güme gitmişti; çoğu diyelim...
Sol-feminizm Kadınca’yı küçümsemeye devam etsin, derginin gerçek hayatta yarattığı etki büyümeye devam ediyordu. İş, erkeklerin evde Kadınca’yı yasaklama noktasına bile gelmişti:
“Dergiye gelen mektuplardan biliyor, öğreniyorduk ki, birçok evde Kadınca dergisi yasaklanmıştı. Babalar kızlarına, abiler bacılarına, kocalar karılarına yasakladılar Kadınca’yı. Yasal ve evet, ticari bir yayın yapıyorduk. Ama Anadolu’da çoğu evde, hatta büyük şehirlerde bile siyasi yayın muamelesi görüyorduk. Sansürleniyor, yasaklanıyorduk.”
Aslında bunda şaşıracak bir şey yoktu. Kadınca, erkek dünyası açısından tabii ki siyasi bir dergiydi ve doğal olarak öyle muamele görüyordu. Üstelik kadınlara ‘siyasi bilinç taşıma’ işini onlara hiç yabancı gelmeyecek bir tarzda, onların hayatının içinden ve onların diliyle yürütüyordu. Belki de Ayşe Düzkan’ın “Duygu, feminizmin kamuya en açık yüzüydü. İlk saldırılar önce ona yapılırdı” değerlendirmesi asıl anlamını burada buluyordu.
Kadınca: Öğrenen ve paylaşan bir dergi
Kadınca ile dönemin feminist edebiyatı arasındaki tevazu farkını görmemek mümkün değildi. Kadınca’da, bir şeyleri yeni öğrenenlerin sevincini ve bunu başkalarıyla paylaşmanın mutluluğunu yansıtan bir hava vardı, dönemin feminist yayınlarında ise racon kesen bir hava... Birincisi ‘öğreniyorum, gel birlikte öğrenelim’, ikincisi, ‘biliyorum ve sana öğreteceğim’ der gibiydi.
Kadınca’yı kadınlar nezdinde ‘sıcak’ ve ‘içine girilebilir’ kılan bir başka nokta, onların gündelik hayatlarıyla uyum içinde olması, hayatlarını sorgulamaması ve sorunlarını küçümsememesiydi. Siyaset alanından bir benzetme yapmak gerekirse, Kadınca’nın tavrıyla dönemin feminist tavrı arasında, ‘halkçı’ muhafazakâr siyasetçiler ile ‘devletçi’ sol-sosyal demokrat siyasetçiler arasındakine benzer bir fark vardı.
‘Elite’ parantezi
Tam burada bir parantez açmak, Duygu Asena ve ekibinin, Ercan Arıklı’nın Gelişim Yayınları’nı satmasından sonra geçtikleri (1992) Milliyet grubundaki Elite dergisi macerasına bir göz atmak iyi olacak.
Asena ve ekibi Elite’ten önce Kim adlı bir kadın dergisi, sonra da Negatif adlı bir gençlik dergisi çıkardılar. Kim, Kadınca kadar olmasa da başarılı bir dergiydi, Negatif de öyle. Fakat Elite tam anlamıyla yere çakılan bir dergi olmuştu:
“Kim’in hemen peşinden mevsimlik, üç ayda bir çıkarmayı planladığımız Elite diye bir dergi yayımladık. (...) Kadınca’daki ortalama okurumuzdan sofistike, biraz daha üst sınıftan bir kadın tipi vardı. Daha entelektüel, daha Batılı, kariyeri, düzeni yerinde, her bakımdan daha az dertli, daha az sorunlu. Şimdiki moda deyişle, trendy... Onları düşünerek hazırlamıştık Elite’i.
“Ya biz onları yeterince tanımıyorduk ya da daha klas, daha soft bir dergi talep eden o farklı kadınlar sözlerinde, taleplerinde samimi değillerdi, ya da başka bir şey. Elite hiç ama hiç tutmadı. Gerçi ben de dergiyi yaparken tedirgindim. Bildiğim ama çok da tanımadığım bir kesime seslendiğimin farkındaydım.”
Bu derginin neden ‘tutmadığında’ bence anlaşılmayacak bir şey yok. Bunun içinKadınca’nın neden ‘tuttuğuna’ bakmak yeter. Kadınca ‘doğal’dı, toplumda gerçek bir ihtiyaca karşılık geliyordu, Elite ise bir ‘proje’ydi. Biri ne kadar samimi ise öbürü o kadar samimiyetsizdi.
Kadının Adı Yok: Aynı kader
Kadınca’nın en parlak yıllarına denk düşen Kadının Adı Yok, iki açıdan Kadınca ile aynı kaderi paylaştı: Kitap, gerçek dertleri olan gerçek kadınlar tarafından selamlanırken, o dertlerle uğraşmayı seviye düşürücü bir şeymiş gibi algılayanlar tarafından küçümsendi:
“Kadın edebiyatçıların, yazarların yüzde doksanı, hakarete varan ifadeler kullandılar benim için, kitabım için. Dost olduklarım bile selamı kestiler. Kelebek’ten kovuluşumdaki ‘iffetsizlik’ suçlamasını bir kere daha yaşıyordum adeta. Karşılaştığımız her yerde vebalıymışım gibi yüzlerini çeviriyorlardı.
“Kokteyllere gidiyorum mesela, karşıdan gelen gazeteci, edebiyatçı yazarlar beni görünce yollarını değiştiriyorlardı. Böyle bir düşmanlık. Düşük, kötü kadın muamelesi. (Burada iki kadın yazardan, adlarını anarak söz ediyor -A. G.). “Erkekleri ve gazeteleri anlatmaya gerek yok zaten. Türkiye’de gerek basın, gerek edebiyat çevresinde değil kadınların, hiç kimsenin böyle bir tavırla karşılaştığını sanmıyorum. Benim yerimde başkası olsa, bu defteri kapatır, köşesine çekilirdi.”
Bu ağır, neredeyse nefrete varan tepkide, toplumun sadece ‘dinî gericiiğin etkisi altındaki, bilinçlenmemiş, aydınlanmamış’ kesimlerinin sorunu olarak görülmek istenen kimi geleneksel sorunların (mesela kadına şiddet) aslında ‘modern-laik’ kesimlerin de sorunu olduğunu fâş etmesinin de payı olabilir mi?
Kadın’ın Adı Yok’u hangi sâiklerle kalame aldığını anlatırken şöyle yazmıştı:
“Biliyordum ki, tüm kadınlar babalarından, kocalarından, analarından yana dertli... Patronlar, doktorlar, sevgililer, işte ya da hayatın herhangi bir sahasında, herhangi bir anında karşılaştığın insanlarla da sorun yaşanıyor. Modern çevrelerin içinde de gelenek baskısı var.”
2004’te kaleme aldığı “Özgür kadın dayak yer mi?” başlıklı makaleyi, bu konudaki yaklaşımının kristalize olduğu bir yazı olarak kabul edebiliriz.
Yazı, Bekir Coşkun’un, ‘dayak yemenin, aşağılanmanın, itilip kakılmanın’ toplumun bir kesiminin meselesi olduğunu öne süren bir yazısıyla polemik amacıyla kaleme alınmıştı. Bekir Coşkun, mesela “kirli çorapları, kokan ayakları, traşsız yüzü, gülyağından parfümü olan erkeği yatağına sokmayan özgür kadın”ların eşlerinden, sevgililerinden dayak yemek gibi bir sorunlarının olmadığını öne sürüyordu yazısında.
Duygu Asena ise tahmin edebileceğiniz gibi hiç aynı fikirde değildi: “İlerici, tertemiz, çok hoş görünüşlü bir adam da, çok hoş görünüşlü özgür karısını dövüyor işte...”
Duygu Asena’nın ömrü, işte böyle her sınıftan kadının şu veya bu örtü altında, şu ya da bu ölçüde ‘köleleştirilmesine’ karşı çıkmakla, bu amaçla kadınları isyana çağırmakla geçti. Bu mücadeleyi ‘sınıf mücadelesi’nin ya da ‘gericiliğe karşı laiklik’ mücadelesinin talepleri doğrultusunda araçsallaştırma girişimlerine hiç pabuç bırakmadı.
Karşısında her kesimden, her ideolojiden geniş bir cephe bulmasının yegâne nedeni işte buydu.
Keza Kadının Adı Yok’u, Şirin Tekeli’nin deyişiyle bir ‘manifesto’ haline getiren şey de, yazarının, ayrıştırıcı tavırları bir kenara bırakarak haksızlığa uğrayan bütün kadınları samimiyetle kucaklayan tavrıydı:
“Bence bu kitap, salt bir kadın öyküsü olmanın ötesinde, giderek kadınları asgari bir kadınlık bilincinde buluşmaya davet eden bir çağrı, Türkiye’de yazılmış ilk özgün feminist manifestodur.”
Yazarlar
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları


































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025