Celal BAŞLANGIÇ
Zırhlı araçlar; Polis Özel Harekatı, Jandarma Özel Harekatı'yla ablukaya almıştı Nusaybin'in Abdulkadirpaşa Mahallesi'ni.
Tam Seyitler Camisi'nin hemen bitişiğinde bulunan ablasının evinin önünde vuruldu 50 yaşındaki Dilşah Ak. Oracıkta yitirdi yaşamını. Yanında elinden tuttuğu kızı Sevgi vardı. O da yaralandı.
Ablası Hafife Yıldırım gözlerinin önünde öldürülen kardeşi Gülşah'ın hemen evlerinin önündeki zırhlı araçlardan açılan ateşle katledildiğini haykırıyordu.
Ama dinleyen kim! Hemen "yandaş medya" çözüvermişti olayı; "Yolda yürürken nereden geldiği belli olmayan bir kurşun isabet etti" diye.
Belli ki Mardin Valiliği "yandaş medya" kadar profesyonel yalancı değildi, durumu bir "mazeret"le açıklayıverdi:
“Nusaybin ilçemizde güvenlik tedbiri görevini icra eden bir zırhlı aracımızda oluşan teknik bir arızadan dolayı ateşleme mekanizması harekete geçmiş, olay sonucunda bir vatandaşımız hayatını kaybetmiş, bir vatandaşımız da yaralanmıştır."
Bu da 16 Ağustos'tan bu yana yedi kentte, 20 ilçede 300 günden fazla süren abluka ve sokağa çıkma yasağında yaşamını yitiren 300'den fazla sivilin devletin valileri tarafından "resmi kurşunla" öldürüldüğü kabul edilen ilk ve tek örnekti. Bu kabulde de "teknik arıza" vardı ama katledilen Dilşah Ak'ın adı bile yoktu.
Aslında sadece Nusaybin'de değil, Türkiye'de 90 yıldan bu yana yapılan "teknik arıza"nın kanlı bir yansımasıydı bugün bu ülkede yaşananlar.
Sur'da sokağa çıkma yasağı 80 günü aşmıştı. İlçenin ayakta kalan son binaları da havaya uçuruluyordu tanklarla, toplarla. Zırhlı araçlardan "Teslim olun yoksa havadan bombalayacağız" anonsları yapılıyordu. Çocuğuyla, kadınıyla, yaşlısıyla, yaralısıyla 200'e yakın insan evlerin bodrumunda yaşamla ölüm arasında incecik bir çizgideydi ve bugün yaşıyorlarsa hala daha da o noktadaydılar.
Bugünden yarına Sur'da yeni bir Cizre katliamı yaşanacağının sinyalleri geliyordu.
Cizre'nin bodrumlarından 160'tan fazla öldürülmüş, yakılmış insan bedeni çıkmıştı. Çatışmalar bitmişti ama Cizre'de ilan edilen sokağa çıkma yasağı 70 gündür sürüyordu. Çünkü bir katliamın izleri silinmeye çalışılıyordu Cizre'de. İnsanların katledildiği bombalanmış, yıkılmış bodrum katlarının molozları, insan vücutlarından arta kalan parçalarla birlikte Dicle Nehri'ne dökülüyordu. Kovanlar toplanıyor, belki de kullanılan "kimyasalların" külleri ortadan kaldırılıyordu.
Hala daha Cizre'nin sokaklarında "kimliği belirsiz" insanlara ait ölü bedenler toplanıyordu.
Cizre'deki bodrumlarda katledilenlerin tanınmayacak halde cenazeleri Gaziantep'in Şanlıurfa'nın, Mardin'in, Şırnak'ın Cizre'nin morglarına dağıtılmıştı. Aileler bedenleri tanınmayacak durumdaki cenazelerine ulaşabilmek için kentler arasında koşuşturuyor, DNA örnekleriyle bir mezar sahibi yapmak istiyorlardı çocuklarını.
Bu çağda, çocuklarının bir mezarı olsun diye ailelerin bu kadar çaba gösterdiği kaç ülke varki günümüzün yer yuvarlağında!
Devletin güvenlik güçleri "ele geçirdikleri" sokaklarda ayakta kalmayı başarmış binalara "fetih"in simgesi olarak Türk bayrakları asıyor, görgü tanıklarının anlatımına göre terkedilmiş evlerde sağlam kalan değerli eşyalar Ortaçağ'dan kalma bir refleks olarak korucular tarafından yağmalanıyordu. Elbette "fetih" varsa "yağma"da olacaktı.
İşte bir "teknik arıza", Türkiye Cumhuriyeti'ni kendi "egemenliğindeki" kentleri yeniden "fetheden", sonrasında da "yağmalayan" bir devlet olma anlayışına düşürmüştü 21. yüzyılda. Yaşadığımız durum bu coğrafyada hoyrat bir egemen olma biçimine yakışsa da çağımıza hiç yakışmıyordu.
Bir ülkenin tarihinde utanç verici sayfalar yazılıyordu peş peşe.
Ankara'da, "devletin kalbinde" intihar saldırısı yapan, 28 insanın ölümüne yol açan kişinin Kuzey Suriye'deki Amuda'da 1992'de doğan Salih Neccar olduğu açıklanmıştı.
Bunun üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Başbakan Davutoğlu'na kadar Türkiye'nin bir ve iki numarası Kuzey Suriye Kürtlerinin en örgütlü partisi PYD'yi "terörist" ilan edip bu anlayışı başta ABD olmak üzere bütün dünyaya kabul ettirmeye çalışıyordu.
Ancak TAK öyle bir açıklama yaptı ki, Türkiye'yi yönetenleri, deyim yerindeyse tam "ters köşe"ye yatırdı.
Çünkü açıklamaya göre intihar saldırısını gerçekleştiren Van'ın Gürpınar ilçesinden 1989 doğumlu Abdulbaki Sömer'di.
Bu açıklama birden iktidar kanadında derin bir suskunluğa yolaçtı. Çünkü TAK'ın intihar saldırısı yapan kişi olarak açıkladığı Abdulbaki'nin babası Musa Sömer bir tür gözaltına alınmış, 23 saat Van Emniyeti'nde tutulduktan sonra DNA testi için Ankara'ya götürülmüş ve AKP iktidarının değil, TAK'ın yaptığı açıklama doğru çıkmıştı test sonucunda.
Gerçi bazı "yandaş medya" iktidarın "teknik arıza"sı üzerinde tepinmeye devam etti ama büyük kısmı bu konuda büyük bir suskunluğa gömüldü.
Belki de bu ülkenin geleceği açısından en endişe verici gelişme herkesin sadece kendi cenazesine ağlamasıydı.
Ülkenin bir yanı Sur'daki, Cizre'deki, İdil'deki asker ve polis "şehitleri"ne ağlıyordu; diğer yarısı da, Cizre'de katledilen canlarına, Ankara'da 28 kişinin ölümüne yol açan "canlı bomba"nın yaşamını yitirmesine...
Van'ın Gürpınar ilçesine bağlı Sıcaksu Mahallesi'nde intihar saldırısını gerçekleştiren Abdulbaki Sömer için taziye kurulmuştu. Halk Nuda Kültür Merkezi önünde toplanmış, taziye evine doğru, Öcalan'ın ve Sömer'in posterleriyle, Kürtçe "Şehitler Ölmez", "Yaşasın Başkan Apo" sloganlarıyla yürüyüşe geçmişti.
Yani 28 insanı katleden kişi bu ülkenin bir bölümündekilere göre "şehit"ti.
Yine aynı ülkenin diğer yanında yaşayan insanlara göre de yüzlerce sivili katledenler "şehit"ti.
Herkes kendi "katledilen insanlarına" ve de herkes "şehidine" ağlıyordu.
İşte aslında bu ülkenin "teknik arıza"sı sadece Nusaybin'de bir zırhlı araçtan açılan ateş sonucu bir kadını öldürmesi ve çocuğunu yaralamasından kaynaklanmıyordu.
Esas "teknik arıza" Türkiye Cumhuriyeti'nin 90 yıllık geçmişinde aranmalıydı. AKP sadece bu kanlı "teknik arıza"ya, heves ettikleri ataları gibi "tuğ" değil, ancak olsa olsa daha kanlı bir "tüy" dikmişti.
CELAL BAŞLANGIÇ | HABERDAR
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
23.03.2023
17.03.2023
1.01.2023
17.11.2022
9.09.2022
10.07.2021
26.06.2021
22.06.2021
8.06.2021
4.06.2021