Halil BERKTAY
[11 Nisan 2015] Hayır, bugünkü barış ve çözüm süreciyle ilgili değil bu cümle. Çok farklı bir döneme, elli altmış yıl öncesine ait.
Yaşlandıkça ve yaşlandığımı hissettikçe gitgide daha otobiyografik yazıyor; çünkü her şeyi, bütün yaşadıklarım ve bildiklerimi, geçmiş inançlarımı, 20. yüzyıl tarihinin tümünü gözden geçirmek ihtiyacını duyuyorum. Dolayısıyla hayatımda babamın ne kadar büyük bir yer tuttuğu da sır olmaktan çıktı. Defalarca anlattım. Özel bir ikiliydik. Yirmi küsur yıl süreyle, baba-oğul ilişkisinin ötesinde, en iyi arkadaşım, fikrî ve ahlakî yol göstericim, pirim ve şeyhimdi bir bakıma. İçime, ruhuma girdi; benim bir parçam oldu. Yüzde yüz de kabullenmiyorum tabii. Büyük doğruları ve büyük yanlışları vardı. Doğrularını -- muazzam dürüstlüğü, bilim ve özgürlük ahlâkını -- korumaya çalışıyorum. Yanlışları(mız) konusunda ise, doğrudan onunla hesaplaşıyor değilim. Böyle bir derdim yok. Ama kendi kendimle hesaplaşırken, ister istemez onunla ve onun kuşağıyla, onların bana, bize bıraktığı ideolojik ve politik mirasla da hesaplaşmış oluyorum. Diyelim şimdi, şu anda, güncel bir şeyler yaşanıyor. Yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor. Ben de tam o konuda düşünmeye başlıyorum ki, birden babamla aramda geçmiş bir sohbet geçmişin külleri içinden çıkageliyor. Hafızam güçlü; dolayısıyla çok da var böyle anekdot. Başlıyorum anıların izinden gitmeye. Beri yandan, tarihçiliğin icapları da var. Nihilist olmamalı, anakronik düşünmemeli, her şeyi o çağın koşulları ve bağlamına oturtmalıyım.
3 Nisan akşamı Cine-5’te, ardından 7 Nisan akşamı Uzay TV’de, dünyada ve Türkiye’de gerek milliyetçiliğin, gerekse solun “amaç uğruna her şey mübahtır”cılığından söz ediyordum da, o sırada gelmediydi aklıma. Ancak dün, henüz Venedik’ten solun kendi karanlığı, kendi bebeklerinden nasıl katiller ürettiği, sonra da kendi yalancılığı üzerine bir şeyler döşenirken, kafama böyle bıçak gibi bir şey saplandı. Lise I veya II’deydim, 14-15 yaşlarımda, Robert’te yatılı. Belki Machiavelli okuduğumuzdan, kitabın kendisinden değilse de Floyd Couch’un amfi derslerinden ve/ya sonraki küçük tartışma gruplarından (discussion section’lardan), “amaç uğruna her şey mübahtır”a takılıp kalmıştım. The end justifies the means. Bir kere, biliyor musunuz, Machiavelli hiç de böyle ucuz ve basit bir şey söylemiyor aslında. Buna biraz benzer bir pasajı var ama ancak hayli zorlamayla böyle özetlenebilir, çünkü çok daha karmaşık ve sübtil. Kaldı ki, benimsiyor mu, yoksa satır aralarında inceden inceye yeriyor mu, o da çok kesin değil. Il Principe’nin (The Prince, Hükümdar) XVIII. Bölümünün İngilizcesinden kendim aktarıyorum:
“… bütün insanların ve özellikle hükümdarların, karşı çıkılması ihtiyatla bağdaşmayan eylemleri, sonuçlarıyla yargılanır. Onun için bırakın, devletini ele geçirmiş ve sürdürmüş olmak şu veya bu hükümdarın hanesine yazılsın; kullandığı araçlar daima iyi ve dürüst sayılacak ve şahsı herkesçe övülecektir, çünkü vülger [adi, bayağı, ya da sıradan] kişiler sadece herhangi bir şeyin nasıl [neymiş gibi] göründüğüne ve neye yol açtığına bakarlar; ve yeryüzünde sadece böyle vülgerler vardır…”
Doğrusu tekrar okuduğumda, bana da burada pozitif ile normatif arasında bir ayırım varmış; Machiavelli, Rönesansın İtalyan hükümdarlarının reel politikada “amaç uğruna her şey mübahtır” ilkesine göre davranıyor olmasını objektif olarak betimlemiş, ama sadece “vülgerler” buna kanar ve onaylar gibi ek açıklamalarıyla aynı zamanda altını oymuş ve ahlâken reddetmiş gibi geliyor. Fakat her neyse; Machiavelli’nin tam ne dediği değil, benim babama sorduğum ve onun verdiği cevap, anlatmak istediğim. Bahar tatili olmalı; iki haftalığına İzmir’e dönmüşüm; hasret gideriyoruz. Ne dersin, diyorum, sence de böyle midir, does the end justify the means; amaç, uğrunda kullanılan bütün araçları haklı ve meşru kılar mı? Yanıtı hızlı ve net: “Evet, amaç barış olduğunda, kullanılan bütün araçlar haklı ve meşrudur.”
Kritik sözcüklerin altını çizdim. İlginç olan şu: amaç sosyalizm veya komünizm olduğunda, ya da devrim olduğunda, ya da insanların eşitliği olduğunda, ya da kapitalizmin ve emperyalizmin yenilgisi olduğunda… demediydi babam. Ki hepsini diyebilirdi; böyle bir paradigmatik vokabülerle söyleşirdik zaten. Hayır, bütün araçları meşru kılacak en yüksek, en yüce amacı sadece “barış” diye tarif ettiydi. Neden acaba? Sözünü ettiği barış hangi barıştı? En önemlisi -- bu barış uğruna başvurulabilecek, belki tek tek alındığında karanlık ve ahlâksız, ama son tahlilde meşru yöntem ve araçlar diye ne geçiyordu kafasından?
Bunu hiç açıkça konuşmadık ama, başka küçük ipuçlarından da hareketle bir tahminim var. Yıl 62-63, belki 63-64 olabilir. Soğuk Savaş. Marksistler için, sosyalizmin anavatanı Sovyetler Birliği, nükleer silâhlanma açısından daha ileride olan ABD’nin atom ve hidrojen bombalarının tehdidi altında. Nitekim dönemin solcu barış hareketi, hemen tamamen buna odaklı. 1949’dan itibaren Uluslararası Barış Kongreleri toplanıyor; Barış Madalyası (1959’dan itibaren, Joliot-Curie Barış madalyası) ihdas ediliyor (en prestijli 1950 yılında, zamanın en ünlü komünist aydın ve sanatçıları Pablo Picasso, Pablo Neruda, Paul Robeson ve Nâzım Hikmet’e verilecek); eski Stalin Ödülünün dahi adı önce Stalin Barış Ödülü ve sonra Lenin Barış Ödülü oluyor; zamanla bunlara Ho Şi Minh Ödülü ve Amilcar Cabral ödülü de ekleniyor.
Bu çerçevede, Sovyetleri Amerikan emperyalizmine karşı savunmaya yarayacak her şey haklı ve meşru. Ve buna, nükleer silâh dengesini sağlayacak, ya da NATO’ya karşı SSCB’yi ve Varşova Paktı’nın en yalın ve çıplak askeri anlamıyla güçlendirecek şeyler de dahil. Çok çirkin ama, daha bile spesifik olursak işin içine casusluk da giriyor; ABD’ye karşı Sovyetlerin kendi nükleer silâh yapım ve konuşlandırma girişimleri de giriyor. 1949 Çin Devrimi; 1950-53 Kore Savaşı; ABD’de McCarthycilik rüzgarı. İngiliz istihbarat servislerinden Donald Maclean ve Guy Burgess, 1951’de kaçıp Sovyetlere sığınmış. Gene Amerika’da, 1950’de tutuklanan Julius ve Ethel Rosenberg, uzun bir yargılama sonucu suçlu bulunup 1953’te idam edilmiş (bkz aşağıda). 1962’de Kruşçev’in Küba’da ABD’nin her köşesini hem de önlem alınamayacak kadar kısa sürede vurabilecek orta menzilli balistik füze (IRBM) üsleri kurmaya kalkışması, ABD hava fotoğraflarıyla saptanmış; Kennedy Küba’yı abluka altına almış, henüz Atlantik ortasındaki Sovyet konvoylarını gerekirse zorla durduracağını açıklamış ve Ekim 1963’te 13 gün boyunca dünyayı gerçekten nükleer savaş olasılığıyla yüz yüze getiren “Küba füze bunalımı” Kruşçev’in geri adım atmasıyla noktalanmış. Hemen ardından, “Cambridge Beşlisi” diye bilinen grubun üçüncü ve en ünlü mensubu Kim Philby de, Sovyet casusu olarak deşifre edilmesi an meselesiyken kaçıp Sovyetlere sığınmayı başarmış (hepsi 1930’ların solcu, antifaşist ortamında genç Cambridge öğrencileriyken Sovyet istihbaratına angaje olan bu Beşliden son ikisi, sanat tarihçisi Sir Anthony Blunt ve iktisatçı John Cairncross, ancak 1970’lerin sonlarında, Sovyetler çökerken açığa çıkacak).
Benim babamla sohbetim işte böyle bir ortamda cereyan ediyor; “amaç uğruna her şey mübah mıdır?” soruma, bu çerçevede barış uğrunaysa evet diye cevap veriyor. Sanırım kafası, belki bilinçaltı, Sovyetler Birliği uğruna casus da olunabilir mi sorusuyla meşgul. Kesin değil ama mümkün; uzun suskunluklarında bununla boğuşuyor. Olanca kişiliğine son derece ters; ne ki, “Sovyetler uğruna”yı “barış uğruna”ya dönüştürüyor ve bu sayede evet diyebiliyor. İroni şu ki, kendisi ve yoldaşları, 1951-52 TKP tevkifatında yargılanırken, haklarında “Sovyetlere radyo ve telsizle haber veriyorlardı” tezviratı yayılmış (ilk ve ortaokulda bizzat muhatap oldum). Nefretle reddederdi; hattâ bir keresinde “olur mu, casusluk ahlâksızlıktır, kabul edilemez” dediydi. Öte yandan Rosenbergler için “onlar kahramandır” ifadesini de kullanmıştı -- suçsuz kurbanlar oldukları değil; atom bombasının sırrını gerçekten Sovyetlere verdilerse, ABD’nin nükleer tekeli ve şantajının kırılmasını sağlamış olabilecekleri anlamında!
Son olarak, Rosenbergler hakkında bir not. Haklarındaki iddialar ve yargılanmaları dünya çapında tepki yarattı; özellikle Fransız aydınlarınca “Amerika’nın Dreyfus vakası” diye anılır oldu. Jean-Paul Sartre “hukukî kılıf giydirilmiş bir linç”ten, ortaçağ tarzı cadı avcılığından ve bütün Amerikan toplumunun “korkudan hasta”lanmışlığından söz etti. Dâvâ ve Eisenhower yönetiminin tavrı, Bertolt Brecht, Dashiell Hammett, Frida Kahlo ve Diego Rivera gibi komünistlerin yanı sıra, Albert Einstein, Jean Cocteau ve 1934 Nobel Kimya Ödülü sahibi Harold Urey gibi ünlülerce de protesto edildi. Picasso, üye olduğu ve kültür-sanat vitrininde yer aldığı Fransız Komünist Partisi’nin organı günlük L’Humanité gazetesine yazdığı bir yazıda “insanlığa karşı işlenmekte olan bir suç” deyimini kullandı. Papa XII. Pius idam edilmemeleri için şahsen Eisenhower’a başvurdu.
Melih Cevdet, Türk edebiyatının en güzel, en duygulu şiirlerinden birini, 19 Haziran 1953’te elektrikli iskemlede can veren Rosenbergler için kaleme aldı: Bir çift güvercin havalansa / Yanık yanık koksa karanfil / Değil bu anılacak şey değil / Apansız geliyor aklıma // Nerdeyse gün doğacaktı / Herkes gibi kalkacaktınız / Belki daha uykunuz da vardı / Geceniz geliyor aklıma // Sevdiğim çiçek adları gibi / Sevdiğim sokak adları gibi / Bütün sevdiklerimin adları gibi / Adınız geliyor aklıma // Rahat döşeklerin utanması bundan / Öpüşürken o dalgınlık bundan / Tel örgünün deliğinde buluşan / Parmaklarınız geliyor aklıma // Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm / Kahramanlıklar okudum tarihte / Çağımıza yakışan vakur, sade / Davranışınız geliyor aklıma // Bir çift güvercin havalansa / Yanık yanık koksa karanfil / Değil, unutulur şey değil // Çaresiz geliyor aklıma.
Evet, iğrenç bir McCarthycilik dönemiydi. Evet, daha sonra McCarthy’nin baş danışmanlığını yapacak olan üst savcı Roy Cohn, iddia makamına özel olarak Irving Saypol’u getirmiş, yargıç olarak da Irving Kaufman’ı tayin ettirmiş; ayrıca illâ idam cezası çıkması için her ikisine sürekli baskı ve telkinde bulunmaktan geri durmamıştı. Evet, hükümet de işin içindeydi ve yargı bağımsızlığı diye bir şey kalmamıştı. Evet, en çok da nihaî hüküm ve infaz siyasiydi; yaratılmak istenen psikolojik terörün bir parçasıydı.
Öte yandan, maalesef gerçek şu ki, her ikisi de ABD Komünist Partisi’ne üye olan karı-koca Rosenberglerden Ethel değil ama Julius Rosenberg, gerçekten Sovyetlere casusluk yapmıştı. Olay Nazizmden kaçarak ABD’ye sığınmış bulunan ve Manhattan Projesi’ndeki İngiliz misyonunda yer alan Alman teorik fizikçi Klaus Fuchs’tan başlayarak çözüldü. Fuchs kuryesi olarak Harry Gold’u; Gold bir dönem Los Alamos’ta çalışan Çavuş David Greenglass’i; David ve karısı Ruth Greenglass ise, şebekenin başı olarak (David’in kızkardeşi Ethel’in kocası) Julius Rosenberg’i ele verdi. Tâ 2000’lere gelindiğinde, asıl Ruth’un casusluk şebekesine dahil olduğu ve Julius’a gelen bilgileri onun tape ettiği, Ethel’in ise işin dışında olduğu, ama David Greenglass’in karısı Ruth’u kurtarmak için kızkardeşi Ethel’i yaktığı, ABD yetkililerinin de Ethel’i mahkûm ettirip infaza yollarken, son ana kadar çöküp kendisini kurtarmak uğruna kocası Julius aleyhine tanıklık yapacağını umdukları, ne ki -- o sıradaki Adalet Bakan yardımcısı William Rogers’ın deyimiyle -- Ethel’in “blöflerini gördüğü” ortaya çıktı.
Bütün bunlar, ABD’nin ancak 1995’te kamuoyuna açıklanan VENONA deşifreleriyle; bir dönem Julius Rosenberg’in 1944’ten sonraki NKVD kontrolörü olan Alexander Feklisov’un (önceki Semyon Semyonov) 2001’de yayınlanan The Man behind the Rosenbergs kitabıyla; 1953-1964 arasının Sovyet lideri Nikita Kruşçev’in, ölümünden sonra yayınlanan hatıratında, “Rosenberglerin bize tam olarak nasıl bir yardımda bulunduğunu şahsen söyleyemeyecğini” ama “kendi atom bombamızı imal etmemizi hızlandıran çok büyük yardımları olduğunu” Stalin’den ve Molotov’dan öğrendiğini yazmasıyla, aşağı yukarı sabit. Ancak Julius Rosenberg’in asıl casusluğunun atom bombası değil başka teknik-elektronik konularda olduğunu ileri sürenler de mevcut. Casus değildi diyen yok; tartışma, idam kararının haksızlığı ve aşırılığı etrafında dönüyor.
İşte bu da geçmişte böyle zehir gibi acı bir gezinti oluverdi.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024