Hasan Bülent KAHRAMAN
Temel görüşümü hemen yazının girişinde zikredeyim: daha önce de çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi CHP kavramı onca telaffuzuna rağmen henüz yenileşmesini tamamlamış bir parti değil. Olmadığı gibi yeniliğin/yenileşmenin ne ifade ettiğine dair somut, elle tutulur bir tanımı da yok. Körün fili tanımlamasına benzer bir şekilde hareket ediyoruz ve galiba toplumda (?) kendisini gösteren değişim isteğinin serpintilerini gerçek bir yağmur sanarak ilerliyoruz. Ama bir hakikat var. Bugünkü CHP'ye daha fazla tarihinden gelen bazı özellikleri atfetmek olanaksız.
Bugünkü CHP'yi tarihsel CHP ile özdeşleştirmek veya o CHP sanmak da bir o kadar yanlış. O unsurlar CHP adını taşıyan bir partinin geçmişte kalmış ve tarihle bütünleşmiş gerçekleri. Bugün daha fazla tek-parti döneminin CHP'sini de Ecevit döneminin, 1980 öncesinin CHP'sini de hatta Baykal döneminin CHP'sini de mevcut CHP'yle bütünleştiremeyiz, iç içe düşünemeyiz. Hatta çok yakın bir tarih olmasına mukabil bugünkü CHP, Kılıçdaroğlu'nun CHP'sinden de (hiç değilse izlenim olarak) kopmuş görünüyor. Parti çok ani bir irade ve tutkuyla kabuk değiştirdi. Buradan ilerleyelim ve değişimin gerçek dinamiklerini ele alalım.
I
Ortada CHP'nin yenileşmesini ya da yeni CHP'yi isteyen bir kitle var. Bu kitle daha ziyade geleneksel CHP tabanıdır. Yani iyi eğitimli, yüksek gelirli, kentli, Batıcı ve laiktir. Hemen belirteyim laikçiliğin ('laikliğin' değil) dahi bir kutuplaşma ekseni olarak bugünkü CHP'de fazla bir karşılığı bulunmuyor. Anlaşılan 1990'ların, 28 Şubat'ların CHP'sinden bugüne toplum epey bir yol yürümüş. Kılıçdaroğlu'nun getirdiği 'helalleşme' açılımının etkilerini bugün daha iyi görmek mümkün.
Geriye kentli, Batıcı, 'modern' hatta bir zamanların AP'sini ANAP'ını arayan, özleyen bir kesim kalıyor. Doğal, çünkü, her zaman söylediğim gibi, CHP, o partilerin olmadığı koşullarda ve dönemlerde orta/merkez bir partidir ve geçmişte kalmış o partilerin 'kreması' yani üst yönetimleri ve demografik olarak CHP'nin kentli seçmeniyle benzerlikler gösteren kesimi bugün CHP'lidir. Süleyman Demirel'in dahi son oylarını CHP'ye atarak CHP'li olarak öldüğü bir politik arenada söylediklerim doğrudur.
Kent tarafının bu şekilde pozisyonlanmasına mukabil ve Anadolu'nun son seçimlerde ülkenin yüzde 65'ini CHP'ye teslim etmesine rağmen bugünkü CHP'den ne anladığı ve onu ne kadar desteklediği hâlâ bir meçhul. Eğer CHP başka açılımlar gerçekleştirmezse söz konusu belirsizlik kendisini koruyacak, giderek CHP'nin üstüne kapanacaktır. Bu değerlendirmenin somut bir dayanağı var elbette: nasıl cumhurbaşkanlığı seçimini Akparti kazanmadı CHP (veya Kılıçdaroğlu veya Altılı Masa garabeti) kaybettiyse aynı şekilde son seçimleri de CHP kazanmadı AK parti kaybetti. Partileri iç içe geçiren bu oluşumun son dönemlerde neredeyse evrensel bir norma dönüştüğünü de belirtelim: Biden'ın ayakta duracak hâli yok ama Trump kazanmasın diye onu destekleyelim, Macron ve Fransız solu iş yapamıyor ama aşırı sağ kazanmasın diye onları destekleyelim, Altılı Masa olmayacak bir iş ama Erdoğan kazanmasın diye onu destekleyelim anlayışı politik sınıfın ve genel anlamda politikanın neredeyse bir iflasa eriştiğini gösteriyor.[1]
Böylesi bir durumda, hazır son seçimlerde elde edilmiş muazzam güç de ortada dururken, CHP'nin nispi/rölatif kazanımını mutlak başarıya nasıl dönüştürebileceğine dair daha önceki yazılarımdan farklı birkaç noktaya değinmek istiyorum. Sınırları, koşulları belli, çözülmesi tüm sosyo-politik problemler gibi zor, zordan da öte zaman alacak bir problemden söz ediyorum. Problem CHP'nin tek parti döneminden beri çeşitli şekillerde taşıdığı, bazen sırtından indirmek istediği yüküyle ilgilidir. Bana göre CHP yenileşmesinin sırları da bu birikimde yatıyor.
II
Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak inşa edildi. Mustafa Kemal Atatürk'ün ana fikri kendisinden önceki ve birlikte hareket ettiği İttihatçılardan farklı olarak Osmanlı'yı kurtarmak değil ulusal bilinç ve kimlik üstüne bina edilmiş bir ulus-devlet kurmaktı. Hayatının en önemli safhası olan ve büyük bir askeri daha da büyük bir politik yetenekle idare ettiği Kurtuluş Savaşı boyunca o hareketi iki büyük kuvvete dayanarak gerçekleşirdi. Bunlar Kürtler ve Müslümanlardı. Her iki kesime de savaş yılları boyunca ödünler vermekten çekinmedi. Kürtlerle Amasya Tamimi döneminden başlayarak Müslümanlarla da tüm savaş boyunca tam bir ittifak içinde oldu. Savaşın padişahlığı, Hilafeti kurtarmak için yapılan 'mukaddes' bir savaş olduğunu baştan sona ilan eden ve bu uğruda söylenebilecek her şeyi kendi güçlü üslubuyla dile getiren Mustafa Kemal Paşanın savaşın hemen ertesinde cumhuriyetin ilanıyla başlayan dönemde yaptıkları her iki kesime birer parantez açtı ve o ayraçların içindekiler tarafların 100 yıldır unutmadığı bir bellek oluşturdu.
Müslümanların bu konudaki yaklaşımı çok açıktır. Geriye çekildiler, beklediler, toplumdaki büyük destekleriyle günü geldiğinde kendilerine ait olduğuna inandıkları iktidarı elde ettiler. Sonucu çok ciddi bir ekonomik ve sosyolojik dönüşüm üstünden sağladılar. Bugün 'muhafazakâr sermaye' denen olgu her şeyi açıklayacak güçtedir. O sermayenin bugün bankaları, medyası, uluslararası ilişkileri, çok büyük bir demografik nüfusu var. Süreç devam ediyor. Bundan sonrasını da bugüne kadar gelen tarih kaydedecek. Ayrıca unutmayalım ki, 1969'dan beri devam eden bu tarih içinde muhafazakârlar Türkiye'deki politik yapının dönüştürülmesinde, geleneksel iktidar olan ordu-bürokrasi-aydınlar ittifakının parçalanmasında da müdahil oldu. O çevrenin ulaştığı iktidar gücünün en büyük işareti 2016 yılında cereyan eden hadiselerdir.
"Kürtlerle yeni Cumhuriyet arasındaki karmaşık ilişki 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunun öngördüğü muhtariyet/özerklik meselesidir"
Diğer parantez yani Kürtler'in durumu bu kadar sarih değil. Son zamanlarda Sinan Hakan'ın kitapları[2], Kürtler-Kurtuluş Savaşı-Mustafa Kemal Paşa ilişkisini ele alır. İddiaların başlangıç noktası Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum Kongresinden sonra 12 Kürt aşiret reisine yazdığı mektuptur.[3] Gelişmeler bu mektuplarla başlar. Mektuplarda çok önemli bir husus vardır. Paşa, eğer mevcut durum değiştirilmezse düşmanların Kürtlerin yaşadığı toprakları da Ermenistan yapacağını bildirmekte ve muhataplarını ortak mücadeleye çağırmaktadır. Paşa daha sonra da yazışmalarına devam eder. Fakat asıl çok önemli dönüm noktası zaman zaman Amasya Tamimi (22 Haziran 1919) ile karıştırılan, oysa ondan çok sonra 21-22 Ekim 1919 günleri İstanbul Hükumetinin temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Hulusi Paşa arasında yapılan görüşmeler neticesinde akdedilen Amasya Protokolleri'dir, bu adla anılan bir/kaç protokoldür.[4] Çok çeşitli şekillerde yorumlanan bu metnin o günün koşullarında önemli bir unsuru içerdiği açıktır. Birincisi, Kürt bölgelerindeki mevcut ayaklanmaların ve beklenen ayaklanmaların dış güçler tarafından desteklendiği ve o bölgelerde yaşayan insanların Ermenilerin tarihine benzer bir tarihe sahip olacaklarına, yani kışkırtılarak Osmanlıya başkaldıracaklarına dönük uyarıdır. Buna karşılık Mustafa Kemal Paşanın Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak Kürtlerden apayrı bir ırk olarak söz ettiği başka bir gerçektir ki, 1925'e kadar bu yaklaşımını koruyacaktır.
Kürtlerle yeni Cumhuriyet arasındaki karmaşık ilişki 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunun (Anayasa) öngördüğü muhtariyet/özerklik meselesidir.[5] O anayasa çok incelenmiş ve bu konudaki yaklaşımı somutlaştırılmıştır. 1921 Anayasası bir muhtariyet öngörmektedir. Mustafa Kemal Paşa artık muzaffer bir Başkomutan olarak 1922'de İzmit'te gazetecilere verdiği malum ve meşhur, birkaç kere farklı edisyonlarda bugünün Türkçesiyle yayınlanan mülakatında da bu ilkeden söz etmekte, Kürtlere muhtariyet verilebileceğini söylemektedir.[6] Ama öncesindeki sözlerde Kürt nüfusu meselesini dikkatle izlemekte dile getirmekte ve bir hassasiyete sahip olduğunu belirtmektedir. Ama 1922-1925 arasında Meclis'te yapılan birçok çalışmada Kürtlerin desteğini aldığı/kazandığı çok kesindir.
"Kürtler, bölge ve sosyoloji olarak 'geri' yani feodal kabul edilmiş, devrimin taşıyıcı unsurları arasında görülmemiştir"
1925 Şeyh Sait isyanı bir dönüm noktasıdır. İki nedenden ötürü. Mustafa Kemal Paşa (artık Gazi diye anılmaktadır ve bu çok ilginçtir) artık Türkçü/milliyetçi, tek etnisteli (Türkler) ulus-devlet modeline dönmüştür, onu irdeleyecek her türlü modele kapılarını sıkı sıkıya kapamıştır. İkincisi, yayınlanan Takrir-i Sükun Kanunu ile Türkiye'de Tek-Parti iktidarını konsolide etmiştir.[7] Hemen ertesinde de sosyal görünümlü olmakla birlikte kesinlikle bir kültür devrimi olarak değerlendirilmesi gereken çalışmalarına başlamıştır. Bugün Atatürk devrimleri diye bilinen bütün Türk etnisitesi odaklı, özlü bir Batılılaşma projesidir. Kurucu ideolojinin Kürtlerle olan 1925 sonrası ilişkisinde bu anlayış içinde hazırlanmış ve biçimlendirilmiştir. Kürtler, bölge ve sosyoloji olarak 'geri' yani feodal kabul edilmiş, devrimin taşıyıcı unsurları arasında görülmemiştir. Literatürde Necmeddin Sahir Sılan'ın hazırladığı ve Doğu Raporları diye bilinen 1939-1953 arasındaki 13 rapor bu saptamamı sıkı sıkıya sıkıya pekiştirir.[8] Raporlar yine literatürde çok yaygın tabirle bölgedeki 'toplum mühendisliğinin' çerçevesini dile getirir. Fakat daha da önemlisi bizzat Atatürk'ün gezisi sırasında hükumete gönderdiği telgraflardaki gözlemleri ve nitelendirmeleridir.
Şimdi önemli bir başka noktaya değinelim. Tüm bu çerçevenin kırıldığı çok önemli bir başka nokta 1937 yılında ortaya çıkan Dersim isyanıdır. Trabzon'da öğrendiği ve alışkanlıklarına uygun şekilde sertlikle mukabele edilmesini istediği isyandan sonra Atatürk bölgeye gider. Daha önce birkaç kere gelmek istediğini bölgedeki eşrafa bildirmesine rağmen, ömrünün ancak son yılında, 1917'deki görevinden 20 sonra 1937'de yaptığı bu gezide Atatürk devlet yöneticilerine çektiği telgraflarda bölgeyi bambaşka bir gözle ele almaktadır. Dileyenler bu telgraf metinlerini çok çeşitli kaynaklardan okuyabilir. Metin, Atatürk'ün Türkler ve Kürtler konusuna 'ırk' kavramıyla yaklaştığını gösterdiği gibi, o bölgenin ayrı bir anlayışla ele alınması gerektiğini işaret eden satırlarla yüklüdür. Atatürk'ün yazdıkları bizzat başında bulunduğu devletin genel kabullerine dayanmaktadır ve o anlayış Cumhuriyet'ten önce İttihat ve Terakki döneminde teşekkül etmiştir.
Cumhuriyetin ilk raporu, Şark ıslahat planı adıyla 1925 yılında Şeyh Sait isyanından sonra Abdülhalik Renda tarafından hazırlanır. Renda, artık çok iyi bilinen ve devletin ve ordunun en üst düzey yetkililerinin üyesi olduğu Islahat Encümeni'nin bir üyesi olarak ve o encümenin raporu olarak hazırladığı metinde son derecede ürkütücü öneriler getirmiştir. Bazıları uygulanan bazıları ihmal edilen bu önerilerden sonra Prof. Zafer Toprak'ın belirttiği gibi 'Çankırı Mebusu ve TBMM Başkanı Abdülhalik Renda'nın raporu, Dahiliye Vekili Cemil [Uybadin] Bey'in raporu, Genel Müfettiş İbrahim Tali'nin raporları, Erkan-ı Harbiye Reisi Fevzi Çakmak'ın raporları, Halis Paşa'nın raporu, Birinci Umumî Müfettiş Avni Doğan'ın raporu' ardı ardına gelir.[9]. Arada da 1934 yılında hazırlanan ve hiç şüphesiz Şark Islahat Planının uzantısı olan İskân Kanunu yine çok özel bir anlayışı ve uygulamayı savunmakta ve öngörmektedir.
Daha fazla uzatmaya herhalde gerek yoktur. Kürtlere özerklik konusu Kurtuluş Savaşı döneminde hiçbir zaman çok berrak ve kesin ifadelere dile getirilmemiştir ama çok çeşitli nedenlerle sözü edilen bir kavramdır. Buna karşılık Kürtlerin yaklaşımı çok daha somuttur. Savaş dönemi bir dayanışma ve beklenti dönemi olarak yaşanmıştır. Fakat hemen ertesinde, belirttiğim gibi, etnisist bir yaklaşımla ulus-devlet inşası Kürt beklentilerini geriye itmiştir. Ardından gelen dönem daha da zorludur. Ankara çok daha ırkî bir anlayışa yönelir ve cumhuriyeti tüm halkçılık söylemine rağmen elitsit bir model olarak tasarlayıp İstanbul odaklı, Batı bölgelerinin desteğinde bir kültürel dönüşüm projesi olarak ele alınca Kürtlerle yaşanan gerilimin yoğunluğu arttıkça artıp bizi bugüne taşımıştır. Evet bugüne sadece 1930'ların köprüsüyle gelmedik. 1990'lardaki korkunç ve unutulmaz, yazarken bile irkiltici faili meçhuller (sanki bir hukuk devletinde sayısız cinayetle bütünleşmiş böylesi bir suç 'kategorisi' olabilirmiş gibi…) ortak hafızada daha da sarsıcı bir gerçektir.
III
"1572'de St Bartholomew katliamıyla mukayese edilebilecek olaylara rağmen Aleviler'in CHP'ye desteği devam etmiştir"
Öte yanda ayrıntısına hiç girmek istemediğim Aleviler var. Tarihteki mevcudiyetleri içinde daima hırpalanmış bu kesim 1925'te Bektaşi tekkelerinin kapatılmasıyla elbette başka bir çizgiye evrilmiştir. Ama daha yakın zamanlara kadar devam eden Çorum, Maraş, en son Madımak nihayet daha dün denecek bir zamanda İzmir olaylarıyla benliğini anımsıyor. Demokratik bir toplumda olması akla hayale gelmeyen ancak 1572'de St Bartholomew katliamıyla mukayese edilebilecek olaylara rağmen Aleviler'in CHP'ye desteği devam etmiştir.
Atatürk'ün 1919 yılında, Ankara'ya giderken Aralık günü Hacıbektaş'a gittiği malumdur. Geceyi orada geçirmesi bir yana, kendisini karşılayan Cemalettin Çelebi ve Dedebaba Postu Vekili Niyazi Salih Baba tarafından yanındaki heyetle karşılandıkları, geceyi orada geçirdikleri ve Çelebi'nin kendisine iltifat ettikten, mücadelesini desteklediğini belirttikten sonra ahiren yani savaşın ertesinde cumhuriyet ilan edip etmeyeceğini sorduğunu, o derecede 'açık fikirli ve ileri görüşlü' olduğunu tüm bu olayları Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber kitabında anlatan Mazhar Müfit Kansu yazıyor.[10] Alevi/Bektaşi kaynaklarında Atatürk'ün bu soruya 'evet' dediğinin zikredilmesine rağmen Kansu, Atatürk'ün soruyu müspet veya menfi cevaplamadığını yazmaktadır. Bu hadiseden evvel daha 26 Haziran 1919'da (yani Samsun'a çıkışından bir ay sonra) İkinci Orduya Alevilerin önemini anlattığını ve görüşlerini destekleyen birkaç kişinin Sivas'a gönderilmesini istediği telgraf da kayıtlardadır.[11]
O tarihlerden sonra da Alevilerin Kemal Paşaya ve CHP'ye bağlılığı sabittir. Fakat değindiğim tarih de ortadadır. O arada hemen belirteyim. 19-26 Aralık 1978'te cereyan eden Maraş olayları Ecevit hükumetine karşı düzenlenen üç büyük komplodan biridir. İlk komplo sokakta devam eden ve dozu gittikçe artan/artırılan şiddet olaylarıdır. İkincisi, İstanbul burjuvazisinin hükumetin 'solculuğundan' korkup üretimini kısması, durdurması ve ülkeyi ağır bir ekonomik krize sürüklemesidir. Üçüncüsü Maraş olaylarının patlatılması ve sıkıyönetimin ilan edilmesidir. İttihatçıların ve Cumhuriyetçilerin bu kesimle irtibatı ortadayken Türkiye'nin son 25 yılındaki iktidar gerçeğinin bu şekilde tecelli etmesi CHP-Aleviler ilişkisi bakımından ayrıca ele alınmalıdır.
Bu konuları ayrıntısıyla henüz yayınlanmayan kitabımda ele alırken bir kere daha gördüm ki, 1980'li yılların ikinci yarısından 1990'ların ortasına kadar özellikle Kürtlerle ve Alevilerle ilişkilerin toplumsal barış ve yeni bir toplum sözleşmesi çerçevesinde o dönemki SODEP-SHP bünyesinde çözülebileceği ortaya çıktıktan sonra o kirli ve kanlı dönem başlamıştır. Şunu bilmek ve hatta iman etmek gerekir ki, bu ülkede bir 'iyi saatte olsunlar'[12] kesimi vardır ve bu işler açık politik ortamdan ve aktörlerinden çok onlardan sorulur. Sorulmalıdır. Ama gerçek tartışma CHP bünyesinde cereyan etmelidir.
IV
"Unutmayalım ki, İnönü, Atatürk'ün nutku için, 'tarihsel değil politik bir metindir' diyordu"
Bu değerlendirmeyle başladığımız noktaya dönelim. İlk soru şudur: Bugünün, Özgür Özel'in başkanlığındaki ve altından çok suların akacağı kesin olan CHP anlattığım şu tarihin CHP'si midir?
Verdiğim cevabı yineleyeyim: Hayır değildir. Bugünkü CHP o tarihin mirasçısıdır ama muris yani mirasçı varisle aynı kişi değildir. Olamaz da. Bu bir doğal gerçek. Kültürel kodlar, görenek elbette bir süreklilik oluşturur ama imtidat yani devamlılık aynılık anlamına gelmez. Her miras ayıklanmaya muhtaçtır. Geçmişte yapılan her şeyin tartışmasız, eleştirisiz, mutlak doğrularla ve aynen benimsenmesi, kabul edilmesi anlamsızdır. Tarih ve toplum hafızalarının nasıl ayıklandığı, nasıl seçmece (selective) şekilde yeniden düzenlendiği malumdur. Kendi haline bırakılmış bir seyirden değil çok bilinçli bir tercih sistematiğinden söz ediyorum. Onun yolu da çok ciddi ve cesur tarih değerlendirmelerinden geçer. Tüm kurucu partilerin ve ideolojilerin bünyesinde benzeri sorunlar vardır. Çözüm bilince gömmek değil yüzleşmektir. O yüzleşmenin çok sert, kırıcı ve yıkıcı şekilde olması gerekmez. Ustaca, sükûnet içinde ama gerçekçi ve kararlı bir şekilde bir parti dönüştürülebilir.
CHP için şu söylediklerim henüz geçerli değildir. Aksine, CHP daima kavşaklarda kalan bir partidir. Haklı olarak kendi geçmişine verdiği her referans onu geçmişin 'bagajıyla' iç içe geçirmektedir. Oysa yanlış yanlıştır. Ciddi bir epistemoloji sorunundan söz ediyoruz, bilme biçimi. Ve onunla bitişmiş bir tarihyazımı sorunu duruyor karşımızda. Geçmişte yaşanmış bir tarihi seçmeci bir şekilde ele almak mümkün müdür? Bu soru biraz da geçmişin reddi, yadsınması, yok sayılması anlamlarına gelir mi? Esasen böyle bir olgu tarihte zaten mevcuttur. Revizyonist tarihçilik budur. Her şeyin olduğu gibi onun da iyi ve kötü örnekleri mevcuttur.[13]
Sol kültürde 'revizyonizm' kavramının ifade ettiği irkiltici anlam sabittir fakat bugünkü dünyanın olgularıyla geçmişteki olguları doğrulamak, haklılaştırmak ve meşrulaştırmak da özel bir duruma tekabül eder. Psikolojide daha çok karşımıza çıkan assertiveness yani dayatmacılık, iddiacılık kavramı tarih yazımı için de aynen geçerlidir. Bazen de tarih o anlayışla yazılır ve kendi içine ayrı bir gerçek kurgulamaya başlar. Önemli olan gerçekle yeniden kurgulanan gerçekliğin, gerçekle kurmacanın birbirinden ayrılmasıdır. Unutmayalım ki, İnönü, Atatürk'ün nutku için, 'tarihsel değil politik bir metindir' diyordu. CHP tarihi bugün bir yandan iddiacı bir anlayışla bir diğer yandan da apologetical yani savunmacı, doğrulamacı bir anlayışla ele alınıyor.
Nedeni çok basit: CHP'nin tarihselliği farklı dönemlerde, ona karşı çıkan farklı ideolojiler tarafından bile benimsenmiştir. Bu bir devlet geleneğidir. Kaldı ki, Mendereslerin, Bayarların CHP ile ne sorunu olacaktı? Demirel'in bir tek parti hassasiyeti vardı ama CHP'li olarak bu dünyadan ayrılması bir tesadüf müdür? CHP'lilik bir sınıfsal ideolojidir ve başta belirttiğim üzere, yüksek gelirli, iyi eğitimli, II. Mahmud'dan hatta III. Selim'den bu yana bir tarih ve toplum itkisiyle Batıyla belli düzeylerde temas kurmuş hemen herkesin bir yanıyla benimsediği karmaşık, eklektik bir dokudur. Mevcut tabloya bir de modern devletin kurucularına gösterilmesi gereken çok haklı ve zorunlu saygıyı eklersek CHP'ye dönük teveccühün önemli bir portresini çizmiş oluruz. Cumhuriyet tarihinde ilk ciddi ve sistematik (o arada 'sistemik') CHP eleştirisi son çeyrek yüzyılda Akparti iktidarında yaşanmıştır. Ama ana iş güçlü toplumbilimcilere ve tarihçilere düşer. Tamıtamına politikaya ait bir işlevden söz etmiyorum. Politika eldeki malzemeyi kullanır. O malzemenin sınanması başka süreçlere aittir.
"Sosyoloji değişim demektir, zamana bağlı olması ve zaman alması değişimin olmayacağı anlamına gelmez"
Buna rağmen politika süreklilik içindeki değişimdir. Hayat sadece devrimci sıçramalardan oluşmaz. Devrim tarihin sıkıştığı çok özgül anlara aittir. Toplumlar sürekliliğe çok daha yatkındır. Devrim o sürekliliği kendi şiddetiyle koparır. Edmund Burke'un Fransız Devrimine itirazı bu noktadaydı ve o itiraz kendi içinde bugün de canlıdır. O nedenle de muhfazakârlık diye sistematik bir ideolojinin doğmasına yol açmıştır. Kaldı ki, değişmeyen sosyoloji söz konusu değildir. Tersine, sosyoloji değişim demektir. Zamana bağlı olması ve zaman alması değişimin olmayacağı anlamına gelmez. Yeni demografiler ve özellikle de diyalektiğin muhteşem gücü her şeyi kendi zıddına dönüşmeye ayrıca zorlamaktadır. Politika o kendiliğinden ve doğallık sürecini hızlandırmak içindir.
V
Bu koşullarda CHP'nin üstüne düşen değişmeci çizgisini içinde bulunduğu nispeten durağan yapıdan çıkıp, tarihi boyunca hem barışık hem zıt olduğu aktörlerle yapısal ve politik açıdan çok bütüncül bir ilişkiye girmesidir. Bu yazıda belirttiğim Kürtler, Müslümanlar, Aleviler (buraya mutlaka eklenmesi gereken sosyalistler) CHP'nin tamamen sol, sosyal demokrat, çoğulcu, diyalojik bir anlayışla bütünleşmesi gereken unsurlardır. Önümüzde bir gerçek duruyor. CHP'nin yüklü şekilde oy aldığı bölgeler Batı ve sahillerdir. Bu bölgeler milli gelirden en yüksek payı alan çevrelerdir. Bu korelasyon birçok politik gerçeği içinde barındırıyor. Laiklikle ilişkili konuların gizi bu ilişkidedir. Çünkü sahiller başta olmak üzere bu bölgeler sürekli olarak CHP'ye oy vermiştir. Aynı şekilde Güneydoğu bölgesinin de en düşük gelire sahip olduğunu bilmek insana yepyeni unsurlar açıyor. Bu zincire Alevi kesiminin demografisini eklemek gerekir.
Son bir nokta: CHP'nin artık hiçbir ilişkisinin olmadığı, kalmadığı 1970'li yıllarda büyük tartışması bizzat Ecevit'in vurgusuyla 'devlet partisinden halk partisine' dönüşmekti. CHP, 1920 sonrası aristokrasisinin partisiydi. Buna başka yazılarda 'Cumhuriyet parvenu'sü' dedim. Atatürk, büyük dehasıyla savunduğu ideolojinin ve gerçekleştirdiği kültür devriminin ancak bugün de yapısal (ve 'geleneksel') olarak CHP'nin tabanını meydana getiren yüksek gelirli, eğitimli, Batıyla doğrudan temasta olan çevreler tarafından desteklenip savunulacağını görmüş ve hamlesini onlara emanet etmişti. O dönemde Türkiye'nin komprador burjuvazisini oluşturan Yahudi ticaret çevrelerinin Kemalist devrimi olanca gücüyle savunması, kendi içinden bir Munis Tekinalp (Moiz Kohen) çıkarması tesadüf değildir.[14] İş insanı İshak Alaton'un maalesef Varlık Vergisiyle hayatı mahvedilen babası Hayim Alaton'ın neredeyse tüm zamanını CHP'ye ve onun kültür devrimine adaması da bir başka olgudur.[15] Kısacası CHP, cumhuriyetin 'aristokratik' partisi olduğu da muhakkaktır ama bu bir 'nakıse' değildir. Türkiye'de cumhuriyet inkılaplarını benimsemiş, onu savunan bir eşraf sınıfı da söz konusudur ve değişen zamanlarda o sınıfın sosyolojik değişimine uygun olarak doğan sınıflar da kendilerini onlarla özdeşleştirmiştir. Ana mesele, onların dışında kalan, bu yazıda değindiğim aktörleri, CHP'nin yeni anlayışla kucaklayıp kucaklamayacağıdır. O çizgide yapacaklarının neler olduğudur.
"CHP'nin yenileşmesi bir toplumsal beklenti ve ihtiyaçtır"
Sonuca gelelim. CHP'nin yenileşmesi bir toplumsal beklenti ve ihtiyaçtır. Ortada tarihi olan yüz yıllık bir parti var. Bu partinin zaman zaman ülkenin en tutucu partisi olduğunu biliyoruz. Nedenini sınıfsal olarak yukarıda izah ettim. Ne yapalım ki, tarihsel ilericilik her zaman güncel ilericiliğe açılmıyor. İkisi birbiriyle çelişebiliyor. CHP bu gerçeği yaşadı. Bugün CHP'ye oy veren milyonların onunla örtüştüğünü, özdeşleştiğini söyleyemiyoruz. Negatif oy etkisiyle CHP'nin bugünkü oylarını sağladığını biliyoruz. Bu koşullarda sadece kendisi için değil, kutuplaşarak bölünmüş, yıpranmış Türkiye'nin sağaltım ihtiyacı nedeniyle de CHP'nin yeni bir tabanla bütünleşmesi gerekir. Başarıp başaramayacağını bilmem. O zaman bu işi yüklenecek, üstlenecek başka bir siyasal oluşuma Türkiye geçer. 2002 sonrasındaki Akparti çıkışı ve topladığı ilgi anımsanırsa beklentinin büklüğü de bir o kadar rahatlıkla kavranır. Türkiye, siyasetten daha büyük bir ülkedir ama siyaset de yaşadığımız sorunlardan çıkmakta kullanacağımız tek araçtır. Böyle bir hamle aynı zamanda Türkiye'nin sivilleşmesi ve devlet ötesi bir muhakeme ve pratik geliştirmesi bakımından da hayatidir.
21. yüzyılın Türkiye'sini başka türlü kurmanın imkanı yok.
yeniarayis.com'dan alınmıştır.
Dipnotlar
[1] Bu konuda yazılmış en ilgi çekici ve Amerika'nın son dönemdeki batak iç politikasını anlamak için en iyi kitaplardan biri Richard Lachmann'ındır: First Class Passengers on a Sinking Ship: Elite Politics and the Decline of Great Powers. London: Verso, 2022.
[2] Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916-1920) ve Cumhuriyete Giderken Kürtler (1920-1923). İstanbul: İletişim Yayınları, 2013 ve 2023.
[3] Atatürk'ün Bütün Eserleri. İstanbul: Kaynak Yayınları, 1999, s. 388-389
[4] Faik Reşit Unat, 'Amasya Protokolleri', Tarih Vesikaları, Yeni Seri Cilt I, Mart 1961, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, Sayı 3. '18' s. 361; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele 2. İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2021, s. 36-43.
[5] Murat Sevinç ve Dinçer Demirkent, Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası 1921 Anayasası ve Tutanakları. İstanbul: İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, S. 60.
[6] Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923 Eskişehir-İzmir Konuşmaları. Ankara: TTK Yayınları, 1996. Bu belgelerin ilgili arşivlerde 'Kürtlerle özerklik'le ilgili yanı nedeniyle 'sır gibi saklandığını' Doğu Perinçek mülakatın (basın toplantısının) ve o dönemdeki Eskişehir ve İzmit konuşmalarının yeni baskısının önsözünde dile getirir. Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları. İstanbul: Kaynak Yayınları, 1999, s. 9-11.
[7] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 1923-1931. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2010. Türk politik yaşamında bu çok tartışılan konunun ayrıntıları, kanunla ilgili görüşmelerin tutanaklarından izlenebilir: İsmail Göldaş, Takrir-i Sükun Görüşmeleri. İstanbul: Belge Yayınları, 1997.
[8] 'Doğu Sorunu': Necmeddin Sahir Sılan Raporları (1939-1953). Yay. Hz., T. Akekmekçi, M. Pervan. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010.
[9] Zafer Toprak, 'Doğu Raporları', Toplumsal Tarih, Mart 2010, s. 47-56. Konunun ayrıntısını dileyenler derginin belirttiğim sayısındaki yazılardan izleyebilir.
[10] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber. İki cilt. Ankara: TTK Yayınları, 2022.
[11] Atatürk Sivas Kongresini düzenlemekteydi. Erzurum Kongresini, Kazım Karabekir Paşa örgütlemişti. Mustafa Kemal Paşa'nın o kongreye katılması büyük ölçüde emr-i vakidir. Kaldı ki 7-8 Temmuz gecesi ordudan istifa etmiştir, rütbesizdir. Buna rağmen Kazım Paşa kendisine desteğini aynen sürdüreceğini bildirmiş, kongrede de başkan seçilmesini sağlamıştır. Telgrafta Sivas'a mümessil gönderilmesini istemesi aklında ve ortada Erzurum Kongresi olmadığını gösterir. Erzurum Kongresini tüm çok önemli kararlarına rağmen bir danışma kurulu olarak görmelidir. Gerçekten de büyük kongre Sivas'ta vücut bulmuştur.
[12] Tabiri Demirel aktarmıştı. Yeni Başbakan olduğunda (1966) bizzat kendisinin MİT Müsteşarı olarak atadığı ama Nazi İstihbarat Şefi , sonradan müttefiklere iltica eden, Soğuk Savaşta 'komünizmle mücadele faaliyetlerinin' planlayıcı Reinhard Gehlen'in öğrencisi Em. Korgnrl Fuat Doğu'nun kendisine geldiğini ve konulardan bahsederken sürekli olarak 'iyi saatte olsunlar' diyerek bir kesimi dile getirdiğini belirtir. 'Bu nedir, cihet-i askeriye mi?' diye sorduğunda 'Evet' dediğini söylemişti. (Doğu, kendisine bağlı olmasına rağmen 12 Mart muhtırasını önceden doğallıkla istihbar eder ama Başbakana bilgi vermez. Eski bir asker olan Cevdet Sunay da o sırada Başbakanın telefonuna çıkmamaktadır ve Fuat Doğu, Cumhurbaşkanının talimatına göre 'cihet-i askeriye' doğrultusunda hareket etmektedir.) Ben elbette 'cihet-i askeriye'yi değil çok genel bir anlayışla 'derin devlet'i kastediyorum.
[13] Bu konuda bknz., Sarah Maza, Thinking About History. Chicago: University of Chicago Press, 2017, özellikle s. 137-146.
[14] Moiz Kohen/Munis Tekinalp için bknz., Jacob Landau, Bir Türk Yurtseveri (883-1961). İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. Liz Behmoaras, Bir Kimlik Arayışının Hikayesi. İstanbul: Remzi Kitapevi, 2005.
[15] Bknz., Mehmet Gündem: Lüzumlu Adam: İshak Alaton. İstanbul: Alfa, 2012.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024
8.10.2024