Münir AKTOLGA
Bu kadar tekrar ve özetten sonra şimdi yavaş yavaş bıraktığımız yere -devlet nedir olayına- yaklaşıyoruz!..[1]
HER DURUMDA, “SİSTEM MERKEZİ”, SİSTEMİN İÇİNDEKİ “DOMİNANT” -BASKıN- UNSUR TARAFINDAN TEMSİL OLUNUR!..
Sistem gerçekliğinin kendi içinde örgütlü bir bütün olduğunu söylemiştik. Bu arada, “örgütlü olmaktan” ve “görev bölüşümünden” ne anlaşılması gerektiğinin de altını çizmiş bulunuyoruz. Şimdi, bu görev bölüşümü olayını biraz daha yakından ele alacağız.
Evet, bütün sistemler-örgütler “dışardan” gelen madde-enerjiyi-enformasyonu kendi içlerindeki bilgiyle değerlendirip işleyerek (“processing”) bir ürün-output-çıktı oluşturmaya çalışırken varoluyorlar, yani bir sistemin, ya da örgütün bütün fonksiyonlarının özü, sistemin içinde yapılan bütün işlerin esası bu... Önce, nasıl bir reaksiyon oluşturulacağı belirleniyor -bu konuda bir karar veriliyor- buna ilişkin bir model, bir plan oluşturuluyor, sonra da, motor sistem aracılığıyla bu planı -modeli- hayata geçirmek için çaba sarfediliyor…
Peki ama, sistemin içinde, “sen şu işi”, “sen de bunu yap” diye görev dağıtan bir instanz -“merkez”- (bu anlamda bir orkestra şefi) olmadığına göre, nasıl gerçekleşiyor bu görev bölüşümü? Kimin hangi görevi yapacağı nasıl belirleniyor?..
Cevap çok basit, ama basit olduğu kadar da çarpıcı! Çünkü, görev bölüşümünü belirleyen, enformasyon işleme-varoluş mekanizmasının kendisidir! Bu ise, nedeni niçini olmayan bir süreçtir! Evrensel oluşumun-varoluşun doğal mekanizmasıdır!
Biraz açalım:
Enformasyonu alıyor musun? Evet! Niye alıyorsun olur mu!? Etkileşme olayıdır bu! Karşı taraf dışardan geliyor, seni etkiliyor! Sen de, o ilk adımda kendi varlığını korumak-onu yeniden üretebilmek için bu etkiyi değerlendirerek ona karşı bir reaksiyon oluşturmak zorunda kalıyorsun. Yani, “hayır bütün bunlar beni ilgilendirmez” diyerek dış dünyayla arana mutlak bir sınır çizemezsin! Çünkü, her türlü etkiye kapalı bir şekilde, bütün diğer varlıklardan “bağımsız” olarak mutlak anlamda varolan “kendinde şey” varlıklara yer yoktur bu evrende!..[2]
Peki, nasıl yapacaksın bu işi, nasıl koruyacaksın içinde kendi varlığını da ürettiğin o denge durumunu? Ya da, bir üst denge durumuna nasıl ulaşacaksın? Bunun için neye ihtiyaç var? Bilgiye değil mi! Önce, dışardan gelen enformasyonun -etkinin- ne olup olmadığını anlayarak onu değerlendirmek için, sonra da, ona karşı bir eylem -reaksiyon, davranış- biçimi geliştirebilmek için bilgiye ihtiyaç vardır. İşte, bir sistemin içinde, sistemin içindeki bilgiyi kullanarak dışardan gelen enformasyonu değerlendirme işinde uzmanlaşan bir unsurun -instanzın- ortaya çıkmasına neden olan süreç budur. Sistemin içindeki ilişkilerle (toplum söz konusu olunca bu ilişkiler üretim ilişkileridir) kayıt altında tutulan bilgi, aslında sistemin bütününe ait olduğu halde, görevi gereği -yani varoluş fonksiyonu açısından- merkezde temsil edilen bütüne ait bu bilgiyi kullanarak sistem adına dışardan gelen enformasyonları değerlendirmek durumunda olan instanz-unsur, sistemin bütününe ait bilgiyi sürekli “tasarruf eder” konumda olduğu için, onunla -bilgiyle- adeta özdeşleşir; sahip olduğu fonksiyon onu adeta “bir bilen” konumuna sokar; bu da ona sistemin içindeki bütün etkinliklerde sanki belirleyici -karar verici- durumunda olan oymuş gibi bir görüntü kazandırır. İşte, “dominant” (baskın, belirleyici) olmanın, “sistem merkezinin sistemin içindeki dominant-baskın unsur tarafından temsil ediliyor olmasının” anlamı budur…
Bütün mesele, A ve B arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulan sisteme ait bilginin kollektif karakteriyle (yani bütüne ait olmasıyla), görevi -varoluş fonksiyonu- gereği, bu bilgiye adeta tek başına tasarruf etmek durumunda olan “değerlendirici” unsurun kendine özgü fonksiyonu arasındaki “çelişkide” yatıyor. Ve öyle oluyor ki, kollektif bir ürün olan bilgiye görevi gereği bireysel olarak tasarruf etme konumu, sistemin içindeki bu “değerlendirici”-“planlayıcı” kutbu, tasarrufu altındaki bilgiden dolayı sanki sistem merkezini de o temsil ediyormuş konumuna sokuyor; ve bu da onu ilişkilerde “dominant” durumuna getiriyor!..
Getiriyor, çünkü ilişkinin karşı tarafında yer alan “motor sistem” unsurlarının fonksiyonu, sistem adına hazırlanmış olan reaksiyon modelinin uygulanmasından, hayata geçirilmesinden ibarettir. Bunun da gene ayrıca bir nedeni yoktur! Ya, dışardan gelen etkinin bozduğu dengeyi yeniden kurabilmek için, ya da, bir üst düzeyde yeni bir denge içinde varlığını devam ettirebilmek için gerekli reaksiyonu -davranış biçimlerini- göstermek zorundasın!.. Bu da senin varoluşunun bir sonucu-gereği. Bu işi yaparken de, sisteme özgü reaksiyonu gerçekleştiren unsur -motor güç- olarak gerçekleşiyorsun… Olay bu kadar basittir…
Görüldüğü gibi, görev bölüşümünün altında yatan neden, enformasyon işleme mekanizmasının kendisi oluyor. Bütün sistemler, bu mekanizma işlerken (işlediği için) varolduğundan, tek bir hücrenin de, çok hücreli bir organizmanın da, bir toplumun da varoluş mekanizması aynıdır. Bütün sistemleri hareket ettiren ve sistemin içinde izafi bir varoluş diyalektiğine yol açan “çelişkinin” kaynağı budur: Sisteme -bütüne- ait bilgiye sistemin içindeki bir unsurun, görevi gereği de olsa, bireysel olarak tasarruf etme durumu, onu, sistem merkezini temsil eder konumuna sokarken, bu durum, sistemin içindeki çelişkinin ve bu çelişkiden kaynaklanan izafi varoluş hallerinin de (hatta, gelişmenin, ilerlemenin, bir durumdan bir başka duruma geçişin de) kaynağı olur.
Bir örnek olarak organizmayı düşünelim:
Organizmanın da bir A-B sistemi olduğunu, bir yanda “karar verici” konumunda olan beyin (A), diğer yanda da motor sistem unsurları olarak diğer organlardan (B) oluştuğunu söylemiştik. Bu neden böyledir peki? Beyinle diğer organlar arasında ne fark var ki, beyin de bir organ değil midir son tahlilde? Elbette öyledir; ama biz gene de, organizmayı, beyin ve diğer organlar arasındaki ilişkiden oluşan bir bütün olarak ele alırız. Çünkü beyin, sisteme-organizmaya ait olan bilgilerin kayıt altında tutulduğu yerdir-organdır. O, dışardan-çevreden gelen enformasyonları organizmaya ait olan bu bilgileri kullanarak değerlendirmekte ve buna bağlı olarak da organizma adına bir reaksiyon modeli oluşturmaktadır. Diğer organların gerçekleştirdikleri faaliyetler hep beyin tarafından hazırlanan bu nöronal reaksiyon modelinden onların kendi paylarına düşen kısmın hayata geçirilmesinden ibarettir. Yani -her biri aynı zamanda otonom bir unsur olan- bütün diğer organların ne yapacaklarını sisteme ait bilgiyi kullanarak beyin belirliyor; diğer organlar sadece beynin hazırladığı davranış biçimlerini hayata geçiriyorlar. İşte, beyinin bilgiyi yönetme ve ona tasarruf etme konumuna bağlı olarak gerçekleşen bu belirleyici fonksiyonudur ki, ona, diğer organlarla olan ilişkilerde “dominant-baskın” bir özellik -bir ayrıcalık- kazandıran da budur. Öyle olur ki, biz onu, organizmanın merkezi varoluş instanzı olarak, benliğimizi temsil eden unsur olarak görürüz! Aslında, elimiz, ayağımız, midemiz ne ise beynimiz de bunlar gibi bir organdır tabi. Bütün organların hepsi aynı orkestranın, aynı müziği çalan enstrümanları gibidir pratikte. Ama, bal tutan parmağını yalar hesabı, bilgiye tasarruf etme durumu beyini (bize göre!!) “ayrıcalıklı” (!) bir konuma sokuyor! Beyindeki sinapslarda kayıt altında tutulan bilgiler bütün bir sisteme -organizmaya- ait oldukları halde, görevi gereği bu bilgilere tasarruf ederek dışardan gelen enformasyonları değerlendirmekle, bunlara karşı organizma adına bir reaksiyon modeli oluşturmakla meşgul olan beyin, bu fonksiyonundan dolayı bütün bir organizmayı -sistem merkezini- temsil eden “dominant” unsur olarak ortaya çıkıyor! “Dominant” diyoruz, çünkü, bütün diğer organların yaptığı, beyinde hazırlanan nöronal reaksiyon modellerini hayata geçirmekten ibarettir…
Diyeceksiniz ki, “diğer organlar olmadan beyin de olamaz, bu nedenle, dominantlık neresinde bunun”! Bakın bu doğrudur aslında! Doğrudur, çünkü doğada SINIFLI TOPLUM İNSANLARI olarak bizim anladığımız gibi bir “dominantlık” söz konusu değildir!! Bütün mesele, bilgiye tasarrufu ona “sahip olmak”, “egemen olmak” şeklinde anlayan bizim sınıflı toplum bilincimizle ilgilidir. Yoksa gerçekte -doğada- arada bir üstünlük hiyerarşisi yoktur, doğal bir görev bölüşümüdür varolan...
İşin bir de, “mevcut durumu” -denge halini korumaktan- muhafaza etmekten kaynaklanan yanı var tabi…
Evet, denge, son tahlilde, A ve B tarafından birlikte oluşturuluyor. Bu yüzden de, mevcut durumun muhafazasından son tahlilde her ikisi de sorumludur bunların. Ama, dışardan gelen enformasyonla-etkiyle birlikte dengenin bozulması söz konusu olduğu zaman, sistem bir yandan mevcut halini-dengeyi-korumaya çalışırken, diğer yandan da, (bazı durumlarda) gelen enformasyonun niteliğine göre, zorunlu olarak, bir durumdan bir başka duruma geçilmeye çalışılır. Öyle ki, birbiriyle çelişen bu iki süreç, sistemin içinde, mevcut durumu -denge halini- temsil eden A ile, bir başka duruma geçişe önayak olan B arasında bir “çelişkinin” ortaya çıkmasına neden olacaktır. Ama dikkat edilirse, bu “çelişki”, motor sistem unsuru olarak B ’nin, sadece kendi görevini yaparak sistem adına belirli bir reaksiyon modelini hayata geçirmesinden kaynaklanmıyor (bu nokta çok önemli!). Dışardan gelen hammadde mevcut durumun içinde, B ’nin ana rahminde şekillendiği için, B, kendisinden dolayı değil, ana rahminde taşıdığı ürüne-“yeniye” ilişkin potansiyelden dolayı yeni bir duruma geçişin temsilcisi konumuna da girer. Görevi mevcut durumu korumaktan ibaret olan A ile, kendi içinde bir başka duruma geçişe ilişkin potansiyeli de barındırmak olan B arasında ortaya çıkan çelişkinin kaynağı buradan gelir. Bütün bu söylenilenleri hemen bir örnek üzerinde somutlaştıralım:
Tekrar bir sistem olarak toplumu ele alıyoruz!..
Toplumu bir sistem yapan ne idi? O toplumun neyi, nasıl ürettiği değil mi? Elbette!.. Peki, bir toplumda, üretim sürecine ve toplumsal yaşama ait bilgiler -yani toplumun bilgi temeli- nerede ve nasıl kayıt altında tutulmaktadır; insanlar arasında kurulan ilişkiler -üretim ilişkileri- değil midir bu bilgilerin kayıt altında tutulduğu yer? Evet!.. İşte bütün mesele burada yatıyor! Hangi toplum biçimi olursa olsun, o topluma ait temel yaşam bilgileri üretim ilişkileri tarafından temsil edilir. Bu nedenle, toplumsal üretim sürecinde bu ilişkileri, bu ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgiyi temsil eden, bu bilgileri kullanarak üretim sürecini planlayan, neyin nasıl üretileceğini belirleyen unsur -instanz- daima o toplumda toplumsal sistem merkezini de -bu noktada oluşan denge durumunu da- temsil ediyor olarak görünür. İşte, sisteme -bütün topluma- ait bilgilere toplumun içinde bir kesimin bu şekilde tasarruf etme -sahip çıkma- fonksiyonudur ki, bütün sınıflı toplum biçimlerinde, toplumsal planda temel çelişkinin kaynağını oluşturan bu olur. Toplumsal-tarihsel evrim sürecinin diyalektiğini harekete geçiren çelişki de işte bu çelişkidir…
İçinde yaşadığımız kapitalist toplumu ele alalım: Burjuvaziyle işçi sınıfı -çalışanlar- arasındaki ilişkiden kaynaklanmıyor mu bu sistem? Peki nedir bu ilişkinin adı, “kapitalist üretim ilişkisi” değil midir? Kapitalizme ait bilgiler de iki sınıf arasındaki bu ilişkilerle temsil edilmiyor mu? Kim temsil ediyor peki bu ilişkileri? Burjuvazi değil mi? Kapitalist üretim ilişkisi sermayeyle maddi bir gerçeklik haline gelmiyor mu; burjuvazi de, sermayeye-üretim araçlarına “sahip” olduğu için sistemin egemen-dominant unsuru değil mi? Burjuvazinin, mevcut durumu -sistemi- koruma, onu “muhafaza etme” görevi de buradan kaynaklanmıyor mu?..
İlkel komünal toplumu ele alalım…
Sistemi bir arada tutan bilgi temeli nedir burada, “kan anayasasındaki” bilgiler değil midir bunlar? Peki nerede ve nasıl kayıt altında tutulmaktadır bu bilgiler? Komünal ilişkiler değil midir bu bilgilerin temsil edildiği yer?..
Gelelim “komün üyeleriyle” “komün şefi” arasındaki ilişkiye: Bu durumda komün şefi bütün komün üyelerince seçilmektedir ve son tahlilde onlarla eşit haklara sahiptir. Aradaki ilişki, bir anlamda aynen beyinle organlar arasındaki ilişkiye benzer, yani şefin diğer insanlardan hiçbir üstünlüğü yoktur... Ama ne olur, komün üyelerinin kendi aralarından seçtikleri -sistem merkezini temsil eden- bu instanz, bu göreve geldiği zaman, görevi gereği, komüne ait bilgi temeli olan “kan anayasasını” da temsil eden unsur haline gelir… İşte, dışardan, çevreden gelen enformasyonların-etkilerin değerlendirildiği sisteme ait bilgilere -“bilgi temeline”- tasarruf etme, bu bilgileri toplum adına kullanma durumudur ki, sınıflı topluma geçiş sürecine paralel olarak onu -komün şefini- zamanla dominant unsur -instanz- haline getiren de budur. Daha sonra bütün sınıflı toplumlarda, bir sistem olarak toplumsal varlığın-benliğin (self, selbst) temsil edildiği, sistemin merkezi varoluş instanzı olan örgütün -devletin- ortaya çıkış diyalektiğinin altında yatan da budur…
Şimdi geldi sıra devlet olayına!...
MARKSİST-LENİNİST DEVLET ANLAYIŞININ SİSTEM BİLİMİ AÇISINDAN ELEŞTİRİSİ..
Devleti “sınıflı bir toplumda sistemin merkezi varoluş instanzı” olarak tanımlamıştık. Peki bu durumda onu, basit bir şekilde -Marksist literatürde olduğu gibi- “hakim sınıfın bir örgütü -baskı aracı”- olarak ele alabilir miyiz?..
Yukardaki şekil olayı apaçık ortaya koyuyor aslında. Bütün mesele, “mutlak gerçeklik” anlayışıyla (“kendinde şey” olarak varolmayı temel alan anlayışla, Newtoncu materyalist dünya görüşüyle!) “varoluşun objektif izafi gerçekliği”, ve bu zeminde yükselen modern “sistem anlayışı” arasındaki farktan kaynaklanıyor... Zaten, devlet olayına girmeden önce “sistem bilimine” ilişkin bir parantez açmamızın nedeni de bu olmuştur...
Başına “diyalektik” kavramı da eklendiği halde, materyalist bir zeminden yola çıkan -birbirlerinin “zıttı” da olsalar “her biri kendinde şey, objektif mutlak gerçeklik olan nesneler” anlayışından yola çıkan- Marksist-Leninist varoluş ve “sistem” anlayışının Newton Fiziğinin -Klasik Bilim’in- “varoluş ve sistem” anlayışına dayandığını söylemiştik. Buna göre, bütün nesneler, “önce”, “mutlak bir uzay-zamanın” içinde, “başka hiçbir nesneye, varlığa bağlı olmaksızın, kendinde şey” olarak varolan unsurlardır (aynen bir patates çuvalının içindeki patatesler gibi!.. Çuvalı “evren”, patatesleri de bunun içindeki “varlıklar” olarak düşünürseniz, klasik materyalist evren-varlık anlayışına ulaşırsınız!) Ancak daha sonradır ki, “kendinde şey” olarak varolan “mutlak gerçeklik” bu varlıklar kendi aralarında da etkileşmeye başlarlar...
Peki, “diyalektik materyalizmle” mekanik materyalizm arasında hiç mi fark yoktur?..
İşin özünde -yani varoluşun özüne ilişkin olarak- hiçbir fark yoktur!.. Bütün mesele, evrensel oluşumu ele alırken bakış açısını belirleyen koordinat sisteminin merkezinin durduğu yerle ilgilidir!..
Koordinat sisteminin merkezini işçi sınıfının üzerine koyan Marksist felsefe klasik materyalist zemine bir de “diyalektik” kavramını ekleyerek demek ister ki; evet şeyler -her şey- objektif mutlak gerçekliktir ama, onlar -“her biri “objektif mutlak gerçeklik olan nesneler”- aynı zamanda, gene kendileri gibi “mutlak gerçeklik” konumunda olan “kendi zıtlarını yaratarak, onlarla birlikte varolurlar ve sonra da, yarattıkları bu zıtları tarafından altedilerek ona dönüşürler”!.. “Doğada ve toplumda yer alan bütün süreçlerin özü esası budur” diye de ilave edilir tabi!!.. “Diyalektik materyalizmin “zıtların birliği ve mücadelesi anlayışının -şeylerin kendi zıtlarına dönüşerek evrimi anlayışının- özü, esası budur!..
Bir örnek olarak kapitalist toplumu ele alırsak…
Diyalektik materyalist felsefeye göre, buradaki sınıflar da -burjuvazi ve işçi sınıfı- gene her biri, özünde bir diğerinden bağımsız olan “objektif-mutlak gerçeklikleri” temsil ederler. Evet, kendi zıttı olan işçi sınıfını yaratan burjuvazidir, ama buna rağmen bunların her ikisi de son tahlilde (ontolojik anlamda) “objektif gerçeklikler” olarak birbirlerinden bağımsız bir şekilde varolan-varolabilen unsurlardır... Yani, varlık bilimi açısından bunların varoluşları özünde karşılıklı ilişkiye bağımlı değildir, bu anlamda izafi gerçeklik değildir bunlar...
Böyle olunca tabi ne oluyor; örneğin kapitalist toplum burjuvazinin temsil ettiği “objektif mutlak gerçeklik” bir sistem olarak ele alınırken, işçi sınıfı da, bu sistemin içinde, “özünde ondan bağımsız bir şekilde onun zıttı” olarak varolan ve gelişen gene “objektif mutlak gerçeklik” olan başka bir sistemi -“sosyalist sistemi”- temsil etmiş oluyor!!..
Bu durumda, sistemin -“kapitalist toplumun- bir bütün olarak merkezi varoluş instanzını” (yani onun kimliğini, benliğini) temsil eden örgüt olarak tanımladığımız DEVLET de tamamen sistemin hakim sınıfı olan “burjuvazinin örgütü” olarak anlam kazanıyor. Çünkü, bu durumda sistemin, “her biri diğerinden bağımsız kendinde şey” olan iki sınıfın toplamı olmanın ötesinde başka bir varlığı söz konusu değildir; devlet olayını tanımlarken artık onu, sistemin merkezini -sıfır noktasını- temsil eden instanz” diye tanımlamanın da bir anlamı kalmamıştır!.. Çünkü artık, tıpkı o patates çuvalının içindeki patatesler gibi, her biri “kendinde şey” olarak varolan iki sınıf ve bunların temsil ettiği iki ayrı sistem vardır ortada!.. Devlet de, “egemen sınıfın temsilcisi olan örgüttür” o kadar!.. Burjuvaziyle özdeş olan kapitalist sistemi “burjuva-kapitalist devlet” temsil ederken, işçi sınıfıyla özdeş olan “sosyalist sistemi” de daha sonra onun yerini alacak olan “sosyalist devlet” temsil edecektir, olay bundan ibarettir!!.
Peki burada kafa karışıklığına neden olan nokta nerede ve nasıl ortaya çıkıyor?
Marksist devlet anlayışını bir yana bırakıyoruz!.. Biz nasıl tanımlamıştık devleti; “devlet, sınıflı bir toplum söz konusu olduğu zaman, bir sistem olarak toplumsal varlığın merkezi varoluş instanzını temsil eden örgüttür”... Ama sonra, hemen buna ilave olarak da demiştik ki, “sisteme içerden bakınca sistemin içinde, öyle sıfır noktası diye varlığı kendinden menkul, uzay zaman içinde ayrıca temsil edilen bir nokta bulunmadığı için, bu merkez daima sistemin “yönetici” unsurunca, onun varoluş alanı içinde bir yerde temsil ediliyor görünür”!..
Denilebilir ki, “e, ne farkediyor, ha öyle demişsin ha böyle, pratikte farkeden bir şey var mıdır”?..
Vardır, hem de çok!.. Yoksa bu kadar kafa patlatmak ne için sanıyorsunuz!! Aradaki fark pratikte kendini “devrim anlayışında” ortaya koyuyor!.. E, bu da az şey olmasa gerek, öyle değil m!..
EVET, O HALDE ŞİMDİ “PRATİĞE” BAKALIM!.. BATI’DA VE BİZDE DEVLET…
Toplumu, “yönetenler” ve “yönetilenler”den oluşan bir sistem olarak tasavvur ettiğimiz zaman, ilk anda hemen klasik Batı toplumları geliyor gözümüzün önüne. Örneğin -batılı anlamda- kapitalist toplum. Ve hemen diyoruz ki, buradaki sınıflar burjuvazi ve işçi sınıfıdır... Bir de tabi, yukarda açıklamaya çalıştığımız gibi, sistem merkezinde gerçekleşen -bizim devlet adını verdiğimiz- merkezi varoluş instanzını düşünüyoruz...
Bu şema, feodal toplumdan kapitalist topluma kadar bütün Batı toplumları için geçerlidir. Örneğin, feodal bir toplum, “feodaller” adı verilen “yönetenlerle”, “serfler”-köylüler adı verilen “yönetilenlerden” oluşurken, feodal sistemi temsil eden devlet de gene sistem merkezinde “oturan” bir kral tarafından temsil olunur…
Ama dikkat edin, bütün bu toplumların hepsi de, “barbarlığın yukarı aşamasından” itibaren bir şekilde toprağa yerleşip tarımsal faaliyette bulunarak üretim faaliyetine başlayan ve bu süreç içinde kendilerini üretirken aşağıdan yukarıya doğru devletleşerek sınıflı toplum haline gelmiş olan toplumlardır. Yani, bu toplumlarda “yönetenler” ve “yönetilenler” daima üretim faaliyeti içinde gerçekleşirler. Devlet de, “sistemin merkezi varoluş instanzı” olarak, aşağıdan yukarıya doğru gelişen bu süreci -üretim faaliyeti içinde gerçekleşen sistemi- temsil eden örgüt olarak ortaya çıkar...
Bizim gibi “barbarlığın orta aşamasında” iken “tarihsel devrim” diyalektiğinin yönlendirdiği bir fetih dinamiğiyle başka ülkeleri fethederek bu süreç içinde yukardan aşağıya doğru devletleşen toplumlarda ise sınıflar ve devlet üretim faaliyeti içinde ortaya çıkmazlar...
Bu durumda devlet, fethedilen toprakları-ülkeleri yönetebilmek zorunluluğu içinde yukardan aşağıya doğru askeri-idari bürokratik bir örgüt olarak oluşmakta, fetihlerde elde edilen “ganimetin” beşte birine sahip olan fatih yöneticinin (etrafındaki silahlı-silahsız kişilerle birlikte) temsil ettiği (toplanan vergilere, haraçlara, “ganimetlere” el koyan) silahlı bir örgüt olarak ortaya çıkmaktadır. Öyle ki, bu “yönetici” instanz, aşiretten çıkma sistemin yapısı ve dünya görüşü gereği, daha sonra, otomatikman, “sistem merkezindeki sıfır noktasında oturduğu kabul edilen Tanrı adına bütün mülkün ve üretim araçlarının sahibi” durumunda olan bir instanz -“Sultan”- haline dönüşür. Dikkat edilirse, burada “yönetenler sınıfı”, feodaller ya da burjuvalar falan gibi öyle aşağıdan yukarıya doğru, üretim faaliyeti içinde, üretim araçlarıyla ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkmıyor! Burada, sürecin doğası gereği “Tanrı adına bütün mülkün sahibi durumunda olan” bir Devlet ve onu temsil eden “Sultan” ile, onun etrafında “Tanrıya ait olan” mülkiyete “tasarruf yetkisini” kullanan bir DEVLET SINIFI vardır...
Peki ne oluyor bu durumda? Batı toplumlarında “yönetenler” sınıfıyla sistem merkezi -devletin temsil olunduğu yer- arasında her şeye rağmen gene de bir mesafe bulunurken (yani bunlar bir ve aynı şey değilken) fetih yoluyla devletleşen, barbarlığın orta aşamasından, aşiret toplumundan çıkma Osmanlı gibi toplumlarda sıfır noktasıyla (yani “Tanrı’nın oturduğu” sistem mekeziyle) Sultan -yönetici Devlet Sınıfı- arasında hiçbir mesafe kalmıyor!! Eski aşiret şefinin yerine oturan yeni sınıfın -“Devlet Sınıfının”- temsilcisi Sultan, bu şekilde, “komün” şefinin temsil ettiği sıfır noktasının, yani Tanrı’nın da temsilcisi (“yer yüzündeki gölgesi”) haline gelmiş oluyor!..
Ortaya çıkan tabloyu şöyle formüle edelim: Sultan=Devlet[3]=”Tanrı’nın yer yüzündeki gölgesi”!..
İşte, bizdeki Devlet Sınıfı olayının özü, varoluş gerekçesi ve fonksiyonu budur[4]. Dikkat ederseniz bu durumda Devlet artık varolan sınıflardan göreceli olarak bağımsız bir örgüt değildir. Bizzat kendileri bir sınıf olan (“Devlet Sınıfı”) “yöneticilerden” oluşan bir örgüttür (Çoban-Sürü ilişkisi). Sistemin merkezi varoluş instanzıyla yönetici sınıfın varoluş instanzının-benliğinin, (“self”inin) hemen hemen bir ve aynı şey haline gelmiş olduğu bir durumdur bu!..
[1] Yazının tamamı bir arada: http://www.aktolga.de/m71.pdf
[2] Bu konuyu –“açık sistem, kapalı sistem” konusunu- “Herşeyin Teorisinde” bütün ayrıntılarıyla ele almıştık…
[3] Buradaki Devleti Batı’daki örneklerden ayırdedebilmek için bunu büyük harfle yazıyorum!..
[4] Buradaki Devlet anlayışının -Devletin ortaya çıkış sürecinin- Asya Tipi Üretim Tarzı’nın geçerli olduğu ülkelerdeki devlet olayıyla-anlayışıyla alâkası yoktur!.. “ATÜT”ün geçerli olduğu toplumlar, büyük sulama kanalları, ya da bentler gibi hiç kimsenin tek başına yapamayacağı işlerin söz konusu olduğu antika köleci toplumlardır. Evet, antika “bitkisel-ırmaksal medeniyetlerin” (Mezepotamya, Çin, Hint gibi) ortaya çıktığı bu türden toplumlarda da devlet tanrısal bir güç halindedir. Ve bu yüzden de arada bir benzerlik vardır, ama işin diyalektiği, ortaya çıkış süreci farklıdır buralarda...
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023