Ümit KIVANÇ
Kurtlar Vadisi, magazin-TV haberciliği jargonuyla, “ekranlara dönüyor”muş. Lazımdı. Bir o eksikti. Nasıl bir toplum, nasıl insanlar olmak istediğimize dair tercihimizin bugüne kadar vücuda getirilmiş en nadide ve güzide ifadelerinden olan bu dizi, acaba bu defa fetihçi ruhumuzu hangi yükseklere çıkaracak, hangi hain yabancıların kanıyla besleyecek, hangi defomuzu hangi hamasî hırçınlıkla kapatıp hangi tatminsiz ihtirasımızı neyle doyuracak?
İlk tahminim, Polat Alemdar’la tayfasının bu defa içeride iş tutacağı. En son teknolojiyi kullanarak, devleti içeriden çökertmeye çalışan işbirlikçi hainleri teker teker takip edecek, belki grup grup, belki de topluca imha edecek olabilirler. Kötü niyetli, gözü dönmüş tekil eylemciyi değil de belirli nüfus dilimini nitelemeye yarayan kavram olarak “terörist”, böyle bir kötülük eğitimi için neden ideal düşman olmasın?
Evet, Kurtlar Vadisi için tereddütsüz “kötülük eğitimiydi” diyebiliriz. Üstelik işlevini de gayet güzel yerine getirdi. Pâyitaht’lardan, Diriliş’lerden önce, daha derin bir düzlemde görece soyut çalışarak toprağı hazırladı. Dehşet-vahşet gösterileriyle yoğurduğu ruhlardan enli erişte imal edip, üzerine salça niyetine Polat’ların döktüğü kanları sürüp bunlarla derinde yaşayan canavarı besledi. Dakikalarca süren işkence sahneleriyle, sapıtmış mafyacı, kendi şiddetinden kendi başı dönerek, şehevî sarhoşluk içerisinde beyzbol sopasıyla kol-bacak kırarken merdivene oturmuş sigarasını tüttüren Polat görüntüleriyle gönülleri fethetti. Doğru dürüst rahatsız olan çıkmadığında, gönüller fetholunmuştu artık. Yürekler de yola girmişti. Hem devletin derinlikleriyle hem mafyayla, her türlü zorbayla, katille irtibatlı, gerçekte kendileri de birer zorba ve katil olan kahramanlarımızla birlikte atıyorlardı. Beyoğlu’nun -artık varolmayan- kadim arka sokak ocakbaşıcısı Pala, dörtlü erkek masasından gelen bütün ısrarlara rağmen televizyonun sesini açmamış, fakat dört adam, soğuyan kebaplarını gözleri görmeksizin, çünkü bakışları ekrana kilitlenmiş, neredeyse donmuşlardı. Ki, birden hareketlendiler. Telefona sarıldı biri, “Oğlum, baskın yediler lan!” diye paylaştı heyecanlı haberi. Yandan görebildiğim kadarıyla, polisler limanda demirli bir gemiye çıkmışlar, orada olmaması gereken birşeyleri bulmuşlardı. Sessiz televizyondan bile Kurtlar Vadisi âlemine katılmayı başaran adamlar, hayret, şaşkınlık ve merak duygularıyla kendilerinden geçmişlerdi. Aynı anda başka yerde aynı şeyi seyretmekte olan derhal aranıyor, “baskın yeme” haberi, duygusu, ruh hali, adana, urfa, ezme, artık ortada ne varsa paylaşılıyordu.
Bu kadar başarılı eğitim az görülürdü. Fakat bugün bunun yeteceğinden şüpheliyim.
Zannederim esas başarı, Abdülhamid’in buyruğuyla gidecekleri mukaddes vazifede Kurtlar Vadisi ekibinin, içeriden fethettikleri kalenin kapılarını Diriliş kuvvetlerine açacakları senaryoyla sağlanırdı. Düşman bünyenin kalbine sızarlar, düşmanlar hep -günün gözde siyasetçi ve müteahhitleri gibi- menfaat düşkünü, hain, dahası, vatanlarını satmaya hazır kimseler olduklarından, esas fena adamların adamlarını kandırır veya düşmanlar hep korkak olduklarından işkenceyle konuşturur, esas fena adamları ve başlarındaki en esas fena adamı öldürür, kadınlara da yapmalarını seyircinin beklediği şeyleri usûlünce yaparlar, sonra kale kapısını açarlar, Ertuğrul Gazi’yle öbür gaziler içeriye dalarlar, belediyelere elkoyar, üniversitelere kayyım tayin eder, yeryüzünde herkesin imreneceği düzeni oracıkta kuruverirlerdi. Dizi seyrediyorsunuz diye hepiniz hemen senaryo ustası kesilmeyin, muhterem okurlar, hayır, Polat’la Ertuğrul arasında liderlik sorunu çıkmazdı, çünkü Polat, tanımı gereği, lidere hizmet etme konumunda. Üstelik, başlarında Ertuğrul’la gaziler kaleye dalarken, Polat ile tayfası, zaten çoktan yola koyulmuş olurlardı. Çünkü konuşturdukları kötü adamlardan öğrendikleri sırlar, onların bir an önce harekete geçip, bir sonraki reklam kuşağına kadar vatanı 896. defa kurtarmalarını acil kılmış olurdu. Ertuğrul’un -arkasında dalgalanan bayrakla- kalenin burcundan Polat’ların dörtçekerlerinin tozu dumana katarak uzaklaşışını izlediği plan kesilip kesilip Instagram’a, Youtube’a konur, dört yüz bin beğeni alır, etrafına üç hilalli çerçeveler yapılırdı. İşte, sormuyorlar ki bize… Akıllar kalmış hâlâ Kara Murat’ın film başına ortalama 774 Bizanslı doğradığı köhnemiş sahnelerde. Onlardan bile doğru dürüst yararlanılmıyor. O muydu, Malkoçoğlu muydu, hatırlayamadım, üzerine atılan on üç oku kılıcıyla havada karşılayabiliyordu. Kumar masasına bağlanmış adamın beyzbol sopasıyla kolunu bacağını kırmak nedir bunun yanında? Ver Polat’in eline joystick, tam karşıdaki 25 herif ateş edeceklerken, uyduyla 5G’den bağlanıp drone’yle lehimlesin tabancalarını alçakların eline! İnsansız Isı Silahıyla. Hani, kılıç teknolojisi eskide kaldı, gençler seyretmez, falan diye zıpçıktılığa kalkışan olursa…
Yöntemlerden çok kimlerin kolunun bacağının kırılacağı veya kılıçla doğranacağı sorun tabiî. Sıra nihayet nüfusun pürüz yaratan kesiminin halline mi geliyor? Vaktiyle çekilen telgrafta söylendiği şekliyle “hallolunma”dan bahsediyorum. (1915 Ağustos’unun sonunda Dahiliye Nezareti’nin Ankara’da Vilayet’e gönderdiği telgraf: “Vilâyât-ı şarkiyeye aid Ermeni meselesi hallolunmuşdur. Fuzûli mezâlimle millet ve hükümetin lekedâr edilmesine lüzûm yokdur.”)
E, yok hakikaten. Hallolunduysa niye leke olsun, değil mi?
1950’lerde başlayan Soğuk Savaş örgütlenmesinin, Cumhuriyet’in kuruluşu öncesinden gelen Teşkilat-ı Mahsusa düzeniyle birleşmesi, bu ülkede kendine özgü bir rejim yarattı. Bu rejim, belirleyici devlet işlerinin siyaset dışı sayılması ve asla ne halk ne de herhangi bir şekilde seçilmiş temsilcilerinin karışabileceği kanallardan yürütülmesi esasına dayalı. Bu yüzden demokrasinin haysiyeti, cibiliyeti, her zaman, seçilmemiş ama muazzam güç ve yetki sahibi, üstelik neredeyse hiçbir yasal denetim altına alınamayan, yalnız kendi teamüllerince sınırlanan bazı ekiplerin elinde. Üstelik demokrasi ve adalet kavramlarından nasibini almamış seçilmişler hep daha çok, hep daha denetimsiz iktidar arzuladıklarından, bunların suyuna gidiyor, onlardan faydalanabilecekleri yanılsamasına kapılıyor, hele iktidardan başları dönüp de hesabını zor verebilecekleri haltlar -bunlar çoğunlukla maddî çıkarlar sûretinde tezahür ediyor- yerlerse nihayet paçayı tamamen bunlara kaptırıyorlar. Pek çok mevzuda aynı kafada olmaları, şüphesiz, her şeyi kolaylaştırıyor (bkz. biraz aşağısı).
Böyle bir iktidar yapısının sürebilmesinin iki koşulu var. İlki, toplumun kendini devletin karşısında toplum olarak hissetmemesi. İkinci olarak, kendisini devletin karşısında hissetmemesi.
İlki, toplumun değiştirilmesi ve her biri öbürünce kabûlü zor niteliklerle damgalanan parçalara bölünmesi ve bunların hak, hukuk, adalet gibi insan haysiyetine dair kavramların vücut bulması için biraraya gelememelerinin garanti altına alınmasıyla sağlanıyor. Toplum, varoluşlarını birbirlerine karşı, birbirlerini öteki olarak kullanmak sûretiyle tanımlayan kamplara bölünüyor, bunlar birbirlerine düşmanlaştırılıyor, “hak sahipliği” her biri tarafından öbüründen esirgeniyor, vs… Böylece toplum, “toplum olarak nasıl birarada yaşayacağız?” sorusunu sormayı aklından geçirmekten âciz, hasım gruplardan müteşekkil hale, ne yaptığını bilen muktedirlerce oradan oraya sürüklenmeye, yoğurulmaya hazır kıvama geliyor.
İkincisi için, -bu haliyle, mevcut- devletin varoluşunu, toplum oluşturması gerekirken oluşturamayan parça parça toplulukların belirleyici kısmının asgarî yaşam şartı saymasını sağlamak gerekiyor. Kabaca örnekleyecek olursak: birilerinin kendilerine aklın yolunu, bilimi, aydınlanmayı sunduğunu vehmederek tapındığı mukaddes devlete öbürleri, ‘o olmasa minarelerden ezan okunamayacaktı’ diye secde etmeli meselâ.
Başarılı konsepttir bu. Aynı zamanda, totaliter olma özlemi çeken veya totaliterliğe geçişi yangın söndürücü gibi her an hazır bulunduran veya düpedüz totaliter bütün iktidarların ezelî-ebedî ihtiyacını da karşılar: Kendini asıl güç odağına elinden kolundan bağlayan iplerden -zincir değil, çünkü oynatılmaları gerekiyor- kurtulmak isteyen, kutsala tapınmayan, kolayca açığa çıkar, dışlanır, hedef haline gelir. Böylece toplumun devlete bağlılıkta ortak başka düşman kamplarından topluca düşmanlık görür.
“Bu devlet olmasa şimdi hacı-hocanın elinde cahil kalmıştık” ile “bu devlet olmasa ezan susmuştu”nun aynı anda varolabilmesi, şüphesiz aynı anda ikisinin de üzerine oturduğu ortak zeminin varlığına delalettir.
Hemen hiçbir siyasî hareketin mesele etmediği şey bu. Bu yüzden çok şeyimiz -uğruna bedeller ödenen mücadelelerimizin bir kısmı bile- sahte.
İşbu zeminin selameti için, hainleri helak, gönlümüzü fetheden mübarek dizinin avdetine hazırlandığımız şu günlerde, ısrar ediyorum: Polat’lar Abdülhamid’in emriyle bir yere gönderilmiş olsunlar, orada Ertuğrul’un ordusu girebilsin diye kaleyi açtırsınlar. (İlk aşıyı da Ertuğrul olsun, ama Çin aşısı olmasın.)
Zira bu yönde ilerlenmezse, bundan böyle yapılacak ideolojik pompalama, kara propaganda ve endoktrinasyon faaliyetlerinde muhtemel düşmanlar içeriden olacak. Ve Türk Millî Eğitimi’nin televizyon dizileri aracılığıyla işlerini yürüten bu popüler kanadı, “haşere”nin “kâmilen itlafı” yoluyla yapılacak “temizlik”e ruhları hazırlayacak. Zaten fazla hazır olmadıkları söylenemez.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024