Vahap COŞKUN
Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık için referanduma gitme kararı aldığında, muhtemelen Türkiye’den bir tepkinin geleceğini bekliyordu. İki sebepten ötürü: Biri, Türkiye’de iktidarlar değişse de varlığını koruyan kökleşmiş devlet zihniyetinin, Kürdistan’ın bağımsızlığını kolay sindiremeyeceği sezgisiydi. Diğeri de, Ortadoğu’da mevcut statükoda radikal bir sarsıntı yaratacak bir gelişmeye bölge devletlerinin sıcak bakmayacaklarının bilinmesiydi. Dolayısıyla Türkiye’nin bağımsızlık sürecini sahiplenmemesi, desteklememesi ve belli bir oranda tepki koyması normal karşılanıyordu. Türkiye’nin başlangıçtaki tavrı da beklentilere uygun düşüyordu.
Fakat büyük gün yaklaştıkça Türkiye’nin herkesten daha sert bir tavra yönelmesi KBY’de bir şaşkınlık yarattı. KBY, İran’dan gelecek aşırı bir reaksiyona hazırdı. Lâkin Türkiye ile ilgili düşünceleri farklıydı. Zira Türkiye ile KBY arasında örnek gösterilebilecek bir siyasi-iktisadi işbirliği ve diyalog vardı. KBY uzun bir süredir fiilen bağımsız bir devlet gibiydi. Türkiye, KBY ile Bağdat’ı by-pass eden petrol anlaşmaları imzalamak suretiyle, bu fiili durumu tanıdığını gösteriyordu.
Ayrıca KBY’nin istikrarı Türkiye’nin menfaatineydi. Eğer KBY zayıf düşerse bundan kuvvet devşirenler PKK ve İran olacaktı. Herhalde Türkiye kendi aleyhine neticeler doğuracak bir davranışa yönelecek değildi. Kaldı ki bağımsızlık uzun vâdeli bir hedefti. Dolayısıyla Türkiye’nin -- arka çıkmasa da -- daha ihtiyatlı bir çizgi takip edeceği umuluyordu.
Fakat umulanın tersine Türkiye’nin tepkisi giderek sertleşti. Gene de KBY, başlangıçta bunun iç politikaya dönük olduğunu ve söylem düzeyinde kalacağını tahmin ediyordu. Elbette bir anlaşma zemini ortaya çıkacak ve kendilerini hangi şartların bağımsızlık oyununa ittiği Türkiye tarafından da anlaşılacaktı. Ama öyle olmadı; zaman geçtikçe Türkiye söylediklerini eyleme dökmeye başladı ve KBY’ye tamamen sırtını döndü. KBY şoke oldu; bu, IŞİD’in Erbil’e saldırısı sırasında Türkiye’den beklediği yardımı görmeyen KBY’nin yaşadığı ikinci hayal kırıklığıydı.
“Kılıcınız keskin olsun”
Hayal kırıklığı sadece KBY ile sınırlı kalmadı. Türkiye’de AKP’ye oy veren Kürtlerin büyük bir kısmı da allak bullak oldu. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere çeşitli siyasi aktörler ve iktidara yakın medya, KBY’ye karşı ezici ve yıkıcı bir lisana müracaat ettiler. Mesela, Mavi Marmara gibi yüksek volümlü bir kriz döneminde ve İsrail için bile öngörülmeyen tedbirler (!), söz konusu KBY olunca çok rahat gündeme taşındı. Milli Savunma Bakanı, sınırda tatbikat yapan askerlere “Kılıcınız keskin olsun” diyerek Kürtlere gözdağı verdi. Hükümet medyası, aslı astarı olmayan “Barzanilerin Yahudiliği” senaryosunu tekrar ısıtıp piyasaya sürdü, naralar attı, savaş davulları çaldı.
Her ne kadar hedefin sadece KBY olduğu söylense de kullandıkları ifadeler KBY üzerinden bütün Kürtleri tahkir eden bir nitelik taşıyordu. Aşırı dil bütünüyle yanlış ve zararlıydı. Çünkü bu, Türkiye’ye dış politikada bir yarar sağlamadığı gibi, iç politikada da ciddi bir yarılmaya neden oluyordu.
Zembereğinden boşalmış bir kötücül söylem bütün değerleri çiğneyip geçiyordu.
“Kürtleri ötekileştirmek”
Bu süreçte birçok yaralayıcı söz sarf edildi. Onların içinden en öne çıkanı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aitti: “Bir vanayı kapadığımız anda iş bitti. Bütün geliri meliri, hepsi ortadan kalkıyor. Tırlar Kuzey Irak’a çalışmadığı anda bunlar yiyecek giyecek bulamayacaklar. Öyle bir duruma gelecekler. Niye? Mecburuz, yaptırım.”
Oysa Hakan Albayrak’ın dediği gibi “Böyle bir mecburiyetimiz yok ve olamaz” idi. Kürdistan ahalisini en temel ihtiyaçlarından bile mahrum etmeye varacak bir yaptırımın, tatbiki bir yana, telaffuzunun dahi kitapta yeri yoktu. “Bilakis, en azılı düşmanlarımızla savaşırken aldığımız esirleri bile yedirmeye ve giydirmeye mecburuz. Onları dahi aç ve çıplak bırakmamız caiz değilken böyle bir yaptırımı kardeş ve dost IKBY halkı için nasıl düşünebiliriz?”
Siyaseti bir yana bırakın; bu sözler ne insani ne de İslami olarak kabul edilebilirdi. İnsana kıymet katan bütün hasletlere doğrudan aykırı düşüyordu. Her şart altında Türkmenlerin koruyuculuğunu üstlenirken Kürtleri açlıkla ve yoklukla tehdit etmek, Türkiye’nin bütün Kürtleri “ötekileştirmesi” dışında bir anlama taşımıyordu. Gerek icraatı ve gerek üslubuyla devlet, Türkmenler ile Kürtler arasında bir ayrımcılık yaptığını ve “Irak Kürtlerinin Irak Türkmenleri gibi ‘bizden’ kabul edilmediğini” dünya âleme ilan ediyordu.
Ankara ne kadar anladı ya da hissetti bir fikrim yok ama, bu ayrımcı dil, bizatihi kimliklerine yönelik bir tepki biçiminde görüldüğünden, Türkiye’deki Kürtlerde AKP’ye karşı derin bir kırılma yarattı. Bunun en önemli göstergesi, sadece AKP’lilerin değil, 16 Nisan referandumunda AKP’nin yanında duran diğer bütün parti ve sivil-siyasi inisiyatiflerin de bu söylemden duydukları rahatsızlığı açıkça dillendirmeleriydi.
“Kobani düştü düşecek”
Suriye’de IŞİD’in Kobani’ye saldırdığı dönemde Erdoğan’ın kullandığı “Kobani düştü düşecek” sözü bölgede AKP’ye çok pahalıya mal olmuştu. AKP’liler bu ifadenin öncesinden ve sonrasından koparılarak kullanıldığını ve Erdoğan’a haksızlık edildiğini savunsalar da, bu söz Kürtlerin geniş bir kesimi tarafından bir “temenni” gibi algılanmış ve buradan kaynaklanan tepkiler sandığa yansımıştı.
Bağımsızlık referandumu bağlamında kullanılan “Yiyecek giyecek bulamayacaklar”sözünün de benzer bir kırılma yarattığını düşünüyorum. Bunun da AKP’ye siyasi bir fatura çıkarıp çıkarmayacağını ise şimdiden söylemek güç. Üç nedenden dolayı:
Bir, seçimlere hatırı sayılır bir vakit var ve aradaki sürede köprülerin altından daha çok sular akar. İki, seçmenin tercihi salt AKP’nin değil, rakip partilerin izleyeceği yol ve icraatla da şekillenir. Ve üç, eğer mevcutların dışında başka bir siyasi alternatif meydana çıkarsa, dengeler kökten değişir.
O sebeple, hâlihazırdaki kırgınlığın gelecekte AKP aleyhine bir siyasi maliyet üretip üretmeyeceğini görmek için biraz beklemek gerek. Bununla birlikte, yıktıkları gönül köprülerini onarmalarının, Erdoğan ve AKP için eskisinden çok daha güç olacağını söyleyebiliriz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları

































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.10.2025
8.09.2025
3.09.2025
27.08.2025
23.08.2025
19.08.2025
14.08.2025
5.08.2025
29.07.2025
22.07.2025