Halil BERKTAY
[3 Eylül 2016] Bu konudaki ilk yazımı (23 Ağustos), henüz sosyalizm varken, yığınla haksızlık ve eşitsizliklere karşı olabilecek bütün özgül mücadele alanlarını “tarihin yönü ve insanlığın geleceği”ne dair tek bir Büyük Anlatı içinde nasıl birleştirip yuttuğuna hasretmiş; daha sonra solun gidip solcuların kalmasına ilişkin şu soruyla bitirmiştim: Peki, aynı sol mahalle sâkinleri Ermeni soykırımına el atınca ne oluyor acaba?
Şimdi, (26-28 Ağustos’ta araya giren iki Murat Belge eleştirisinden de sonra) aynı noktaya dönüyor ve şöyle açıyorum soruyu: “Solun dâvâları” ve “sağın dâvâları”nı mutlak surette ayrı tutan; artık hemen hiç kabuğundan çıkmayan ve dolayısıyla bir darbeye karşı dahi “sağın dâvâsıdır” diye sokağa çıkamayan insanlar, herhangi bir dâvâya şu veya bu şekilde sahip çıktıklarında, o dâvânın neler geliyor başına?
* * *
Evet, 2007 Kasım’ından bu yana kimbilir kaç kere yazdığım, ama tabii şu Türkiye’nin hâlâ birçok bakımdan geri düşünce hayatında kimilerinin bir türlü kabul etmek istemediği gibi,tarihsel sosyalizm 1989-90 dolaylarında sona erdi. İnsanlığın bu trajik deneyinin başladığı ve yetmiş küsur yıl sürdüğü sembol ülke, kapitalizmin en gelişmiş (ve başarılı sanılan) alternatifi olarak Sovyetler Birliği çöktü ve dağıldı. Doğu Avrupa’nın “halk demokrasileri” gerçek ve normal demokrasiye geri döndü. Çin esasen (devlet mülkiyetine ve emredici planlamaya dayalı) sosyalist ekonomiden vazgeçip, tek partili “sosyalist siyasal sistem”i korumak kaydıyla, komünist partisinin “önderliği” (= diktatörlüğü) altında kapitalistimsi bir piyasa ekonomisine yönelmişti. Le Duan’ın başını çektiği (Truong Chinh, Pham Van Dong vb) muhafazakârların devletçi-planlamacı çizgisinin başarısızlığının netleşmesi, Vietnam’ı da 1982’den başlayarak, ama asıl 1986’daki Altıncı Parti Kongresi’yle benzer bir yola soktu. Şimdilerde aynı reformlar Küba’nın kapısını çalmakta.
Genel çöküntü kaçınılmaz olarak (zaten bölünmüş ve hayli yıpranmış durumdaki) uluslararası komünist harekete de sirayet etti. Bazı partiler (örneğin tarihsel TKP veya TBKP) kendilerini tamamen feshetti ve yeniden, başka bir ad ve kimlikle kurmaya da girişmedi. Bazı partiler bölündü, dağıldı, isim değiştirdi ve genellikle sosyal demokratımsı (veya demokratik solumsu) yeni ad ve kimlikler etrafında tekrar kuruldu. Bazıları ise eski kabuk ve tabelalarını sürdürdü, ama içten içe ideoloji değiştirip zıddına dönüştü: giderek daha sert, daha vahşi milliyetçiliklere kaydı. 1990’ların ilk yarısında Yugoslavya, Slovenya’nın başlattığı bir ayrılıkçılık dalgasına kapıldı; merkezdeki “Titocu/Yugoslavcı”ların çeşitli cumhuriyetlerin (Sırp, Hırvat vb) milliyetçilerine, Miloseviç ve Tudjman’lara yenik düşmesi sonucu kendi kendini imha etti. Tıpkı, Komünist Manifesto’nun girişindeki “olumsuz öngörü” gibi oldu. Kimse kazanmadı, herkes kaybetti. Eski Leninist emperyalizm teorisi, başka bazı partilerin de “anti-emperyalizm” köprüsünden geçerek “AB emperyalizmi”ne karşı mevzilenmesine yaradı. Yunanistan’da bir zamanların “dış” komünist partisi KKE, Türkiye’de ulusalcılık, bu eski-yeni “sol milliyetçilik”lere örnek oluşturdu. (Eski Aydınlıkçı, Maocu İşçi Partisi’ne (ve liderine) ben on yıldır “nasyonal sosyalist” diyordum. Nitekim adlarını Vatan Partisi olarak değiştirmek suretiyle süreci mantıken olabilecek en uç noktasına taşıdılar.)
Öyle veya böyle; artık böyle bir proje yok yeryüzünde. Tarihsel sosyalizm iki çok kritik irade ve şiddet, dolayısıyla toplumsal mühendislik boyutunu içeriyordu: (a) siyasal iktidara devrim yoluyla müdahale; (b) ekonomik iktidara, mülkiyet ve sınıf ilişkilerine keza devrim yoluyla müdahale. Bırakın Marx’tan, Lenin’den çıkarabileceğiniz daha uzun ve karmaşık tanımları. Bu iki nokta Marksist sosyalizmin olmazsa olmazıydı. Ama bugün kimse böyle bir program yazamaz artık. Bir daha kimse, böyle bir hareket ve parti inşa etmeye kalkamaz. Bu tasavvurun tarihsel aktörü de kalmadı (19. yüzyıldaki gibi bir işçi sınıfı), yol haritası da kalmadı (şöyle şöyle yaparsan devrim olur/olabilir), (daha âdil, özgür, temiz, çevreci ve yaratıcı olacağı iddia edilen) ütopyasının inandırıcılığı da kalmadı. Mesele üç kişinin kafa kafaya verip kağıt üzerinde taslaklar kaleme alması değil. Fikirlerin toplumsallaşabilir ve dolayısıyla uygulanabilir olması. Leonardo habire tahta modeller yapıyor, ama ne uçurabiliyor ne yürütebiliyordu. Çünkü ne (ahşaptan öte) bir malzemesorununa çözümü vardı, ne de (buhar makinesi veya benzin motoru gibi) bir itici güçkaynağı. Bugünün solcuları da kendi tahta oyuncaklarıyla oyalanıyor.
* * *
Hiçbir örgüt kalmamış, hiçbir ortak çatı, velev bir kulübe. Sol yok, parti yok, sosyalizm yok -- ama solcular var. Sol kişi ve gruplar var, mahfiller var, arkadaş sohbetleri var, küçük küçük dayanışmalar; tabii olacak. Kendi çocukluk ve gençliğimden biliyorum; “rakı sofrası sosyalizmi” denirdi, babamların Eski Tüfekçiler çevresinde. Sonra bir ara kitleselleşir ve siyasîleşir gibi olduyduk. Nihaî çöküş sonrası, çoğu insan geri döndü nostaljiyle yaşamaya. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.” Gürbüz Özaltınlı’nın “uyuyan kimlikler”i (12 Ekim 2015: Sorumluluk duygusu ve sağduyunun uğramadığı bir dünya) gelip bunlara tutundu.
Daha doğrusu, bir buna, bir de önüne çıkan, sola özgü denebilecek bazı özel dâvâlara tutundu. Bu, aslında, prensip olarak çok daha büyük bir problem. Özellikle Türkiye’de, örgütlü sol, sol proje ve sol siyaset diye bir şeyin kalmadığı bugün, ortalıkta kendine “ikame dâvâ” arayan yığınla yüzer-gezer solcu ve sol mahfil var. Diyelim, şu veya bu konuda her nasılsa bir mücadele başlamış. Taze bir filiz; umut veriyor, küçük de olsa kendi dinamiğini yaratıyor. Derken ister yaşlı, ister genç, ama kafaca hepsi “eski” solcular sökün ediyor şuradan buradan. O konunun (her ne ise) asıl sahiplerine kıyasla kalabalık bir kesim oluşturuyor; kendi kafa yapıları, bayrakları, sloganlarıyla gelip çöküyorlar o alanın, o mekânın, o dâvânın üzerine. O zaman ne oluyor? Geçmişteki gibi asıl Büyük Dâvâya, sosyalizme (kollektif-kurumsal bir anlamda sola) kanalize etmeye çalışmıyorlar.Kendilerine, solculara kanalize etmeye çalışıyorlar. Hattâ gençlerinin, öyle Marksizm filan bildiği de yok, pek çok durumda. Olsa olsa örnek kahramanları var, Denizler veya Mahirler gibi. Solculuktan anladıkları hemen tek şey, (herşeye) muhalif olmak, itiraz etmek, hayır demek. Bir adım ötesinde, mutlaka bağırmak, kavga çıkarmak, polisle çatışmak, daha geniş anlammda devletle/düzenle maddî-manevî büyük bir boyölçüşme içinde olduğunu hissetmek, kıyısından köşesinden de olsa ersatz bir “devrimci şiddet” tadı almak. Önlerine ne gelirse, ona böyle sarılıyorlar. Yaşlıların, geçmiş nesillerden kalanlarının ise derdi biraz başka. “Cami gitmiş, mihrap kalmış” misali, kendilerini hâlâ güçlü ve etkili, “sınıf mücadelesi” ölçeğinde az buçuk “muktedir” hissetmenin; yeniden bir tür “böbürlenme hakkı”na kavuşmanın yolunu arıyorlar.
Her halükârda, üzerine çöktükleri pek çok yeri ve şeyi kurutuyor, berbat ediyorlar. Sonuçta ne başkalarına, hattâ ne de kendilerine faydaları oluyor. Neden? Çünkü o konu veya dâvâyı hissetmiyorlar aslında; gerçekten sevmiyor, özümsemiyor, benimsemiyorlar. Çok benciller; sırf kendileri için yapıyorlar; sadece kendilerini, kendi paradigmalarına önemsiyorlar.Nasıl? En genel ifadesiyle, kendi özgül içeriğine değer vermeyip, sadece araçsallaştırmak suretiyle. Bir kere, kafalarında o spesifik konunun gerektirebileceği pragmatizm ve esneklik diye bir şey yok. Sadece kendi “teorik” şablonları var. Buradan hareketle pratik hayata a priori dayatmalarda bulunuyorlar. 1960’lar ve 70’lerden kalma bir dogmatizmin üzerine genel İslamofobi, onun da üzerine kaskatı bir AKP karşıtlığı ve Erdoğan düşmanlığı biniyor. Bu üçlü piramit, (erişilebilirliği olan) asgarî hedeflere değil, (sadece slogan değeri taşıyacak derecede) azamî hedeflere yönelik, olabildiğince geniş değil alabildiğine dar bir siyaseti empoze ediyor. Özcülük, maksimalizm ve boyölçüşmecilik arıyor; “gerçekçi ol, imkânsızı iste” diyor örneğin (ilk ağızda kulağa hoş gelse de tamamen palavra). İllâ ideal olsun istiyor; teorik bakımdan saf ve arı olsun; hiç uzlaşma içermesin (var mı yeryüzünde böyle bir şey?); bütün reformlar, ileri adımlar, kısmî ilerlemeler tokatlansın, geri çevrilsin; boştur, oyundur, tuzaktır densin. Ya da zaman ve mekânla kısıtlanmadan, dişe diş sürsün, ölümüne kadar. Mücadele konusu olan baskı, zulüm ve haksızlığın somut kökenine de bakmıyor üstelik; ne yapıp yapıp, AKP karşıtlığına dönüşecek ve Erdoğan’ı hedef alacak hale getirmeye çalışıyor. Diyelim ki bir Ermeni soykırımının, ya da bir Kürt hakları sorununun, ya da siyasî bir cinayetin sorumluları aslında oldukça belli. Bunlar da AKP öncesi ve/ya AKP dışı odaklar (hayli gerilerdeki İttihatçı kafa, eski Kemalist/vesayetçi ideoloji ve rejim, veya onun uzantısı bir “derin devlet” aygıtı). Hayır, bu yetmiyor; her durumda AKP’nin (baş) düşman gösterilmesi gerekiyor. Gene diyelim ki bazı çevreci gençler bir eko-eylem başlatmışken polisin gerçekten vahşi saldırısına maruz kalmış. Bu, gerçekten AKP hükümetinin sorumluluk alanı. Öte yandan, polis şiddetinin önlenmesi pekâlâ somut bir hedef olabilir ve AKP de (belki) bu noktaya getirilebilir. AKP getirilmese bile, AKP tabanından insanlar bu kadarıyla, bu noktaya kazanılabilir. Ama hayır, bu da yetmiyor; buradan hareketle AKP’nin toptan devrilmesi, yıkılması gerekiyor. Bu da kendi ittifaklarını daraltmak ve karşı tarafı büyütmek, güçlendirmek anlamına geliyor. Tarif etmeye çalıştığım sınırlı ölçüler içinde “kentsel çevrenin korunması ve polis şiddetinin önlenmesi” için gelen gelsin değil, “sırf bizim gibiler” gelsin demiş oluyorlar. Bu da “solun dâvâları” ile “sağın dâvâları” arasındaki ayırımı ilelebet sürdürmek anlamına geliyor.
* * *
Yukarıda soyut genellemeler biçiminde anlattıklarımın somut örnekleri hepimizin gözü önünde. (1) Kürt sorunu. PKK 1980’lerin ortalarında gerilla savaşını başlattı; Türk solcuları bir süre Kemalist önyargılarıyla boğuştuktan sonra giderek yapıştı o “devrimci halk savaşı”na. Vazgeçemedikleri şiddet hayranlığı; başkasının silâhlı mücadelesinin terkisine binme kolaycılığı; “bizim yapamadığımızı onlar yapıyor, işte bak, oh olsun, devletin burnunu ne biçim sürtüyorlar” duygusu bunda başrolü oynadı. Gel zaman git zaman, Türk solcuları giderek çoğaldı bilhassa HDP yönetiminde (Ertuğrul Kürkçü, Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder ve benzerleri). Ahmet Türk kuşağı diye tarif edebileceğimiz bütün bir (günahları ve sevaplarıyla) deneyimli Kürt siyasetçileri kadrosu gitti; geriye, hayatta kendi adlarına pek bir şey başarmamış ama Kürt siyasetinin “yeni zenginleri” diyebileceğimiz bu solcu Türk türediler kaldı.
Onların ve onların da eteklerine yapışan daha geniş Türk solcu çevrelerinin katkısı ise hep uzlaşmazlık yönünde oldu ve oluyor. PKK-HDP’nin “Erdoğan’ı başkan yaptırmama” ve/ya “savaşı AKP’yi devirinceye kadar sürdürme” çizgisi elbette yüzde yüz doğru. Müzakere masasını kim devirdi derseniz, tabii Erdoğan. Temmuz 2015’te savaşı kim yeniden başlattı? Keza Erdoğan (bütün yazılı kanıtlara, PKK liderlerinin imzalı makalelerine karşın). Çözüm süreci önemli mi(ydi)? Hayır; “Kürtler” ne yapsın; tek şansları “mecbur” bırakıldıkları gerilla mücadelesini sürdürmek. Diyarbakır mitingi, Suruç, sonra Ankara HDP mitingi bombalamalarının ardında hükümet mi vardı? Ona ne şüphe (şimdi hemen bütün IŞİD faillerinin ortaya çıkmış olmasına rağmen). “Katilleri tanıyoruz, unutmayacağız, affetmeyeceğiz” (AKP imâsıyla). Ne oluyor, hendek kazılan, barikat kurulan Güneydoğu şehirlerinde? 1128’ler bildirisine bakarsanız, PKK neredeyse nâmevcut; hükümet durup dururken saldırıp (telâffuz edilmeyen sözcükle) aslında soykırım uyguluyor. Buna karşı da belki uluslararası bir müdahale gerek. Eh, ben de bunları unutmuyorum ve unutmayacağım. HDP’nin sırtındaki Türk solcuları kamburudur, bize bunların çoğunu yaşatan.
(2) Gezi. Hükümet, daha somut olarak zamanın başbakanı Erdoğan, ısrarcı olmuş parkın kaldırılıp oraya eski Topçular Kışlası’nın taklidi bir AVM yapılmasında. İyi bir proje mi? Hayır, hayli kötü, yersiz ve gereksiz. Her türlü itiraza karşın, yapacağız da yapacağız diye inat edip kamuoyunun nasırına basmanın âlemi var mı? Hayır, yok. Buldozerlerin ilk girişi bir emrivaki mi? Evet, emrivaki. Polisin çevreci gençlere saldırısı çok mu kötü? Evet, korkunç boyutlarda. İlk iki veya üç gün boyunca herkeste haklı bir infial hissi var mı? Evet, var. -- Peki o zaman, ne demek oluyor, iki hafta boyunca Taksim Meydanı’nı işgal etmek; illâ çıkmayacağız veya çıktıktan sonra döneriz de döneriz demek; bunun için Taksim’e fetih yürüyüşleri düzenlemek; polisle çatışma aranmak (bizzat şahidim); otobüsleri ve iş makinelerini ateşe vermek, keza sokak başlarında ateşler yakmak, İstanbul yanıyor görüntüsü versin diye? Neydi o “devrim günleri” havası, çoluk çocuğun kendilerini 1830 veya 1848 Paris barikatlarında zannettiği? En önemlisi, hükümetle son anlaşmaya da varıldıktan sonra, artık neydi, hangi solcu akla hizmetti, “her yer Gezi, mücadelemiz koşulsuz sürecektir” deklarasyonlarında bulunup, parkın barışçı bir şekilde boşaltılacak yerde gene polis zoruyla temizlenmesine çanak tutmak?
(3) Hrant Dink cinayeti (19 Ocak 2007). Aşikâr ki AKP yapmadı veya yaptırmadı. Tam terrsine, (Ermeni soykırımı tartışmalarını özgürleştirmeye katkıda bulunan olumlu tavrının uzantısında) Hrant’ın cenaze töreninde somutlanan acı ve protestonun da karşısında değil, sessiz bir hayırhahlıkla da olsa yanında yer aldı. Fakat gene aşikâr ki, Roboski/Uludere katliamına ilişkin soruşturma gibi Hrant’ın katillerinin yargılanmasına da gizli ve karanlık eller karışmaya başladı. En bariz bazı ipuçlarının üzerine gidilmedi; soruşturmanın genişletilmesine ilişkin en makul talepler yerine getirilmedi. Doğru. Peki bunlar, o spesifik mücadele çerçevesinde, icabında her kapıyı çalarak aşılmaya çalışılması gereken engeller miydi (ki bunu da yapanlar oldu elbet)? Ya da, kolayından AKP’ye yıkılacak, hattâ “oh, AKP battıkça batıyor, hedef almamız kolaylaşıyor” misali el ovuşturulacak tıkanmalar mı? İkinci yaklaşımın etkisinden midir bilinmez; belirli bir süre, belki beş altı yıl “Hrant’ın Arkadaşları” solculuğunun epey ilgi alanına girdi Dink dâvâsı. Blokaj süresince de bu ilgi devam etti. Derken tavsayıverdi. Sessizce çekildi, yokoldu o sol destek; “Hrant’ın Arkadaşları”nın varlığından pek söz edilmez oldu. Öte yandan, ilginçtir, daha 15 Temmuz öncesinde önemli gelişmeler olmuştu duruşmalarda. 15 Temmuz darbesinin bastırılmasından sonra bu gelişmeler daha da hızlandı. Olay yerindeki jandarmaların kimliği de, onları koruyanlar da, perde arkasındaki başka kritik isimler de açığa çıkmaya başladı. Dönemin Trabzon jandarma konutanı Albay Ali Öz tutuklandı örneğin, ki büyük bir olaydı (bkz Oral Çalışlar, Ali Öz, Dink cinayetinin neresinde?, 22.8.2016). Sevindirici olmasının ötesinde, bu konuya özgü ittifakların genişletilmesi için benzersiz bir fırsattı. Bilmem, bu fırsatı değerlendirecek bir şeyler yapıldı mı? İşlerin (o konunun kendi sınırları içinde) iyi gitmesi, daha geniş bir bağlamda “iyi” mi, “kötü” mü demek oluyor? Yoksa AKP’yi (ve sadece AKP’yi) suçlama olanağının kalmaması bu soğumada rol oynadı mı? Veya “al birini, vur diğerine” ya da “ne AKP, ne FETÖ” diye özetleyebileceğimiz anlayışlar, değindiğim fırsatın varlığının dahi algılanmamasına mı yol açtı?
* * *
Bu yazıyı (ve 23 Ağustos’taki ilk bölümünü) yazmama yol açan asıl mesele, tabii (4) Ermeni soykırımı tartışmaları. El Pais gazetesinin konuya ilişkin sorularına verdiğim cevaplarda, sadece 1915’in neden soykırım olduğunu değil, son on beş yirmi yılda Türkiye’de bu açıdan kaydedilen ilerlemeleri de anlatmıştım (İngilizce orijinali, 15.8.2016:With or without the coup, genocide was and is genocide; Türkçe çevirisi, 20.8.2016: Darbe olsa da olmasa da, soykırım soykırım kalacak). Bu bağlamda, “illâ soykırım densin, aşağısı kurtarmaz” anlayışının da çeşitli açılardan eleştirisini sunmuştum.
Orada belirtmediğim nokta, son yıllarda bu anlayışın konunun “solculaşma”ya -- özellikle popüler düzlemde giderek daha fazla, anlattığım türden genç, yeniyetme solcuların eline geçmeye -- başlamasından kaynaklandığıydı. 2000 yılında Chicago’da ilk WATS (Workshop on Armenian-Turkish Studies, Ermeni-Türk Etütleri Atölyesi) yapıldığında yoktu böyle bir şey. Hattâ 2005’teki büyük Ermeni konferansında da yoktu. Tersine, öyle bir terim birliği asla aranmıyor; herkes kendi anlayışını, neden soykırım gibi gördüğü veya görmediğini özgürce ortaya koyuyor; böyle bir vokabüler fetişizmi duygusuyla kimse kimsenin yakasına yapışmaya kalkmıyordu. Bizler, devletçi-milliyetçi inkârcılığa karşı tarihsel gerçekle yüzleşmenin (ve istersek soykırım da diyebilmenin) mücadelesini veriyorduk, yoksa soykırım deme-dedirtme “zarureti”nin değil! Uzun süre Ermeni milliyetçiliğinin uç kesimleriyle sınırlı olan bu maksimalist şekilciliğin Türkiye içine sirayeti daha sonra oldu. Her çeşit aşırılığa hayran olmaya hazır, dünyadan habersiz solcu gençler var ya. Bir yönüyle, Kürt milliyetçiliğinin aşırılığına, PKK’nın silâhlı mücadelesine hayran olmuşlardı (ve oluyorlar). Gene aynı şekilde, bu soykırım fetişizmine de hayran oldular. Bu uğurda ne mücadeleler yaşandığına; hangi özgürlüklerin nasıl bir dikkat ve ihtimamla kazanıldığına zerrece bakmaksızın, kendilerini her nasılsa içinde buldukları görece rahat ve serbest ortamda, fütursuz bir cehalet ve kadirbilmezlikle, soykırım sözcüğünün geçtiği her şeyi beğenmeye, geçmediği her cümle ve paragrafa ise inkârcılığın örtük devamı diye dudak bükmeye kalktılar (1960 ve 70 solcularının öküz altında revizyonizm araması misali). Aynı azamîcilik, 2014’te Başbakan Erdoğan, 2015’te Başbakan Davutoğlu’nun yayınladığı taziye mesajları dahil, AKP hükümetlerinin bu konuda attığı (El Pais cevaplarımda özetlemeye çalıştığım) bütün ileri adımları görmezden gelen bir nihilizme de yansıdı.
Bu saçmalığın vardığı son nokta, Kürt sorununa ilişkin ultra-radikalizm ile Ermeni sorununa ilişkin ultra-radikalizmin buluşması ve üstüste binmesi oldu. Ne acıdır, ben buna WATS’ın 1-2-3-4 Ekim 2015’te İstanbul’da, Sabancı Üniversitesi’nin Karaköy’deki binasında yapılan Dokuzuncu Konferansında da tanık oldum. İkinci gün öğleden sonra oturumunda benim kendi tebliğim de vardı. 1980’ler ve 90’lardan başlayıp, 2000, 2005 ve 2007’den geçerek bugüne gelen bütün kısmî özgürleşme mücadelesini bir kere daha özetledim. Meğer soykırım sözcüğünü kullanmamışım; hiç farkında değildim. Bunların büyük bölümü yaşanırken henüz doğmamış olan iki genç kalkıp “soykırım sözcüğünü kullanmadınız; acaba AKP taraftarı olduğunuz için mi?” diye sordu! Demek kafalarında, “soykırım demek = solculuk, soykırım dememek = sağcılık/AKP yandaşlığı” gibi bir denklem vardı. Geçtim; dördüncü gün öğleden sonra, sondan bir önceki oturumda, ismiyle müsemma bir bilmez, Türkiye’de konunun özgürleşmesinde üniversitelerin pek bir şey yapmadığını, Hrant Dink Vakfı’nın esas rolü oynadığını iddia edebildi. Bir, sanki bu ikisini karşı karşıya getirmek gerekiliymiş gibi. Ama iki, Bilgi, Boğaziçi ve Sabancı rektörlerinin akademik özgürlük uğruna kol kanat germesi sayesinde yapılabilen ve zamanında olay yaratan büyük “Osmanlı Ermenileri” konferansının 2005 Sonbaharında gerçekleştiğini; Hrant’ın 19 Ocak 2007’de öldürüldüğünü; haliyle Vakfın da ancak ondan sonra kurulduğunu her nasılsa “unutarak.”
Neyse ki ben ve başka üniversitelerden başka arkadaşlar cevap verirken sevgili Tosun, Tosun Terzioğlu duymadı bu densiz değerlendirmeleri. O tüketici 2005 yılı fırtınasının perde arkasındaki sessiz, gösterişsiz kahramanıydı. Hep sözde değil özde radikal olmuş, asla da maksimalist olmamıştı. Dışarıda, kapının önünde birini yakıp birini söndürmecesine sigara içiyordu o sırada. Ağır kanser olduğu halde demiyeceğim; olduğu için, can sıkıntısından. Son oturumun sırası geldi; ikimiz birlikte, 2005 konferansınin gizli tarihini anlattık (bunun bant kaydı var; ya kendi web sitemi yenilersem oraya -- veya belki buraya, Serbestiyet’e yükleyeceğim sanırım).
Bitti, kalktık. Vedalaşırken gene farkettim ki (ve üçüncü günün akşam yemeğinde de farketmiştim ki), sağda solda bazı genç akademiklerin hiç ama hiç umurunda değildi bu dram. Onlar tarihin tarihini değil, sırf güncelliğin siyasetini konuşuyordu. Şimdi herşey aynen güneydoğuda oluyor -- buydu döne döne söyledikleri. Tekrar edeyim, 1-2-3-4 Ekim 2015’ti, yani geçen sonbahardı. PKK hendekli-barikatlı ilçe merkezi işgallerini gerçekleştiriyor, güvenlik güçleri de bu işgalleri kaldırmak için sokak sokak, ev ev savaşıyor, bu arada onbinlerce Kürt de onları canlı kalkan olarak kullanmayı uman PKK’nın “kalın, sakın gitmeyin” dayatmasına rağmen artık örgütten yaka silkerek kaçıyor ve yerini yurdunu terkediyordu. Herkes de biliyordu PKK’dan kaçtıklarını; örgütten yüz çevirme yaygın olarak gözleniyor, yazılıyor, konuşuluyordu.
Hal böyleyken, WATS IX kulislerinde işte aynen 1915 diyordu bazı genç solcu akademikler: O zaman Ermenileri öldürüyor ve sürüyorlardı, şimdi ise Kürtleri. Açıkça çıkıp tebliğ halinde sunamıyor, sadece aralarında fısıldaşıyorlardı. Külliyen yanlıştı; bu bir yana. Konumuz açısından önemli olan şu ki, bu bindirme ve örtüştürme yoluyla, akıllarınca AKP’ye karşı bütün savaş cephelerini birleştirip konsolide eder ve “bütün düşmanlık yollarını AKP’ye çıkarır”ken, özgüllüklerini ve ayrı ayrı konuşulabilir, çözüm aranabilirliklerini yoketmek suretiyle ne Kürt sorununa, ne Ermeni soykırımı tartışmalarına verebilecekleri zararı algılıyorlardı.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024