Yıldıray OĞUR
Yeniden yargılanma. Delillerdeki usulsüzlük. 4 yıl tutuklu yargılanıp, beraat etme. Ya da yargı üzerindeki politik baskı…
Olay bu kez Türkiye’de geçmiyor.
Hindistanlı ev hanımı bir anne ve İngiliz bir gazetecinin kızı olan 21 yaşındaki Meredith Kerchner, Erasmus programıyla gittiği İtalya’nın Perugia kentinde 2 Kasım 2007 günü dört arkadaşıyla paylaştığı evin yatak odasında 43 kez bıçaklanmış, boğazı kesilmiş ve ırzına geçilmiş olarak ölü bulundu.
Meredith’i Amerikalı ev arkadaşı Amanda Knox ve onun mühendislik okuyan İtalyan sevgilisi Raffaele Sollecito bulup, Jandarma’yı aramıştı. Meredith’in odasının camı kırılmış, odası dağıtılmış, iki cep telefonu, kredi kartları çalınmıştı. Jandarma’nın olayın hırsızlık olmadığını anlaması ise uzun sürmedi.
Cam kırıkları odadaki eşyaların üzerindeydi. Amanda Knox ise dört gün boyunca daha sonra “baskı altında alındı, polisin İtalyancasını anlamadım, zorla imzalatıldı” dediği çelişkili ifadeler vermişti.
Knox, önce yanında çalıştığı Kongolu bar sahibi Patrick Diya Lumumba’yı cinayetle suçladı. Irkçı önyargılar boşa çıktı ve Lumumba’nın olay sırasında barda olduğu ispatlandı.
Adli tıp genç kızın birden fazla kişi tarafından öldürüldüğünü ortaya koymuştu. İlk olarak o gece evde olan Fildişi Sahili kökenli Rudy Guede, biletsiz trene binerken Almanya’da gözaltına alındı ve tecavüz suçunu kabul etti. Ama Meredith’i öldürmediğini, yediği kebaptan midesi alt üst olunca tuvalette olduğunu anlattı. Hızlı yargılanma istedi. Önce 30 yıla sonra 16 yıl hapse çarptırıldı.
Olaydan 46 gün sonra Sollecito’nun evinde üzerinde Meredith’in kan izleri olan bir bıçak bulundu. Meredith’in sütyen kopçasında ve üzerinde de iki sevgilinin DNA’ları bulunmuştu. Amanda’nın parmak izlerini kendi odasında bile bulmayan polisin şüpheleri haklı çıkmıştı. İzlerin çamaşır suyuyla iyice temizlendiği evde kimyasallarla yapılan incelemede Amanda’nın kanlı ayak ve el izleri görülmüştü. “Bütün gece film izledik” dedikleri bilgisayarın ise o gece hiç açılmadığı ortaya çıktı.
Amanda Knox ve avukatları, iki sevgilinin o gece evde olmadıklarını, bilgisayara polisin müdahale ettiğini cebinde bulunan çamaşır suyu fişlerinin ise birkaç aylık olduğunu anlattı. Ama mahkeme 4 Aralık 2009’da kararını açıkladı: Amanda ve Rafaelle cinayet ve tecavüzden 26 ve 25 yıl hapse mahkum oldular.
Son 20 yılda Perugia’daki tek cinayet vakasına bakan mahkemenin kararı yeni Papa’nın seçilmesinden sonra İtalya’da halkın en dikkat kesildiği olay olmuştu. İngiliz gazeteleri Amanda’yı “melek yüzlü katil” ilan ederken, Amerikan gazeteleri Amanda’nın İtalyan yargı sisteminin kurbanı olduğunu yazdı. İtalyan kamuoyu ise ikiye bölünmüştü.
Yargılanmanın adil olmadığını ileri süren Berlusconi’nin partisinden 11 parlamenter Adalet Bakanı ve Cumhurbaşkanı’nı göreve çağırdı. Bu parlamenterlerin başını İtalya-ABD Vakfı’nın başkanı çekiyordu. Amanda’nın ailesinin ise bir PR şirketiyle anlaşıp, Amanda için 1 milyon dolarlık bir kampanya yürüttüğü, ABD hükümetinin de el altında İtalya’ya kararın gözden geçirilmesi için baskı yaptığı iddia edildi..
Ve beklenen oldu. 2011 yılında kararın taşındığı temyiz mahkemesi delillerin toplanmasında usulsüzlük olduğunu söyleyen bağımsız iki profesörün hazırladığı 144 sayfalık yeni bilirkişi raporunu gerekçe göstererek mahkûmiyet kararını bozdu. Videolarla desteklenen raporda İtalyan polisinin delilleri eldivensiz tuttuğu, elden ele dolaştırdığı, plastik torba yerine kağıt torba kullandığı gibi 54 hata yaptığı tespit edilmişti.
Amanda Knox, mahkeme önünde bekleyen taraftarlarının ve “Utanın “ diye bağıran karşıtlarının sesleri arasında kendisine destek veren İtalyan halkına teşekkür ederek ülkesine geri döndü. Ülkesinde davayı başından beri izleyen “Amanda’nın Arkadaşları” grubu tarafından karşılandı. 4 yıllık hapishane günlerini anlatmak üzere 4 milyon dolarlık bir anlaşma imzaladı. Televizyon programlarına çıktı.
Ama Amanda ve arkadaşının katil olduğunu düşünen İtalyan Başsavcı davanın peşini bırakmadı. Temyiz Mahkemesi’nin kararına bir üst mahkemede yaptığı itiraz 26 Mart 20132te kabul edildi. Ve beraat kararı bozularak davanın Floransa’daki bir mahkemede yeniden görülmesine karar verildi.
Ve geçen hafta mahkemeden Amanda Knox ve Raffaele Sollecito için kötü haber çıktı. İkili cinayetten ve tecavüzden yeniden suçlu bulundular.
“Böylesine bir vahşetin içinde olmama için hiçbir sebep yok” diyen İtalyan Raffaele Sollecito kararın açıklamasından sonra İtalya’nın Avusturya sınırına yakın bir yerde pasaportuyla birlikte görülünce polis tarafından durduruldu. Amanda Knox ise çıktığı Amerikan kanallarında gözyaşları içinde “Tren çarpmış gibiyim” diyerek adaletine güvenmediği İtalya’ya iade edilmemesi için herkesten yardım istedi.
Mahkemeye gönderdiği mektupta “İtalya’ya dönmüyorum. Çünkü korkuyorum. Davanın ateşinin sizin üzerinizde bir etki oluşturmasından ve dumanının gözlerinizin önüne gelip sizi kör etmesinden korkuyorum” demişti. İtalya-ABD arasındaki suçluyu iade anlaşmasına göre ABD’nin Amanda’yı iade etmesi gerekiyor. Ama bu biraz da ekonomik olarak zoru durumdaki İtalyan hükümetinin bu konuda ısrarlı olup olmayacağına bağlı.
Bir de kamuoyunun kime inanacağına. Filmi bile çekilen Amanda Knox’a inananların sayısı inanmayanlardan az. (Ben de inanmayanlardanım) Meredith’in adalet isteyen ailesi mi, gözü yaşlı Amanda mı? Amanda’nın hapse girmesini isteyen İngiliz gazeteleri mi? Beraat kararını bozmuş İtalyan yargısıyla dalga geçip “iade edilmesin” yayınlarına başlamış Amerikan gazeteleri mi?
Basit bir cinayet vakasında bile tecelli edemeyen adalet üzerine bir hikaye okudunuz.
Roma Hukuku’nun dibinde bile mumla aranan her yere kollarını uzattığımız İngilizlerin gücünün yetmediği, her taşın altından çıkardığımız Amerikan emperyalizminin karşısında çaresiz kaldığı bir şey adalet.
Doğru tecelli etmesi için en son temyiz makamına dua etmekten başka elimizden ne gelir…
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- “Kayıp İmam”ın izinde: Musa Sadr’ın 50 yıllık gizemi Libya’da çözülebilir mi?
2.09.2025 - Survivor entelektüel!
30.08.2025 - Son konuşan Korgeneral!
27.08.2025 - Mete Tunçay mı yanılmıştı?
23.08.2025 - Şam-SDG uzlaşmasının alternatifi var mı?
20.08.2025 - Fidan’a TikTokçu diyerek dış politika açığı kapanır mı?
18.08.2025 - Diyanet, devleti hedef alan faiz hutbesi irad edebilir mi?
16.08.2025 - Rojbaş İmamoğlu, geçmiş olsun Evre ve yeni YAE’cilere dostane uyarılar…
13.08.2025 - Üzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor
11.08.2025 - Mehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor?
9.08.2025
Yazarlar
-
Akif BEKİVer elini kayyumokrasi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolSuriye’de haberler kötü 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ1 Eylül Dünya Barış Günü ve toplumsal sorumluluk 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURErbil’deki tartışma: Zor yakalanan mı zor olan mı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciPiyasaları kim hazırladı? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERGeri Çağırma Hakkı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNYıkıcı korku değil kurucu cesaret 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanHukuk devletinden uzaklaşmak boşuna değildi, tam da bugünler içindi 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUMerkeziyetçilik bütün kötülüklerin anasıdır! 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAUmut Hakkı, Özgürlük ve Demokratik Gelecek: Toplumun Vicdanına, İktidara ve Halklara Çağrı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNYargı İstanbul Yönetimini Görevden Alınca CHP Direniş Kararı Aldı 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBarış Umudu 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRT20 Yılda Ne Değişti? 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilMillî mi, Evrensel mi? Muhafazakâr Savunma Sözlüğünün Anatomisi 2.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKMalazgirt ruhu: Sultan Alpaslan ve Cevdet Sunay yeni Türkiye’ye el sallıyordu 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluKim demiş İslam ülkeleri bir araya gelemiyor diye 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNLevant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBir Demokrasi Kurultayı hikâyesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: İtalya-Güney Tirol Özerk Bölgesi 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞDİYANET NE ZAMAN ”KENTLİ” OLACAK? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Kusursuz fırtına’nın tam ortasında: Türkiye krizler kavşağında hangi yola sapacak? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazRüşvetçileri merak eden bir savcı var mı? 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞAnayasa Madde 66: Türk vatandaşlığı 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasLiderleri neden ‘insan üstü’ gibi görüyoruz 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAktaş serbest, Özer niye tutuklu? İşte skandalın kanıtı 3 rapor 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan çok beğenmiştir… 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKızışan Ortadoğu ve Amerikan sağında ihtilaflar 30.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİPlazma Toplumu: Bir sinyal okyanusunda yüzen balıklar gibiyiz 30.08.2025 Tüm Yazıları
Erdal Elgin
Bir yerde vaaz veriliyormuş. Dinleyiciler arasında bulunan bilge kişiye sormuşlar: Burada anlatılanlara inanıyor musunuz? Bilge, şöyle yanıtlamış bu soruyu: İnanmaktan daha fazlasını yapıyorum, ANLAMAYA ÇALIŞIYORUM. Demem o ki modern bilimin ve sanatın yapmaya çalıştığı şey (anlamaya çalışmak) körü körüne inanmanın çok ötesinde bir davranıştır. Mete Tuncayın bir yazısının başlığı idi sanırım: Bilineceği Bilmek, İnanılacağa İnanmak...Ve bu ikisini asla karıştırmamak, uzlaştırmaya yönelmemek.