Ayşe HÜR
"Bilgi ne pozitivistlerin iddia ettiği gibi nesnel ve tarafsız ne de Marksistlerin ileri sürdüğü gibi insanı geliştirici ve özgürleştirici bir şeydir. Tam tersine bilgi, iktidarı ayakta tutan güçtür." (Michel Foucault)
‘Küresel Köy’ lafının mucidi Marshall McLuhan “Bilimkurguyu yaşıyoruz” diyeli 40 yılı geçti. Bunu, Donna Haraway’ın “Bilim ve kurgu arasındaki fark optik bir yanılsamaya dönüştü” saptamasına cevaben söylemişti. Artık biliyoruz ki, bilimin taşıdığı ağır bagajı taşımadığı için kendini daldan dala konmakta özgür hisseden ‘kurgu’ edebiyata has olmaktan çıktı. Örneğin artık ‘sosyal bilimler kurgusu’ diye de bir şey var. Jean Baudrillard’ın deyişiyle “Sosyal kontrol, tahminler, simülasyonlar, programlanmış öngörüler ve hesaplanmış mutasyonlarla sağlanıyor.” “Her şeyi test ettik, araştırdık ve örnekledik” diyen Baudrillard’ın ima ettiği şey, kamuoyu araştırmaları. Ama Baudrillard, bu konuda kesin yargılardan kaçınıyor. Örneğin politikacılar acaba kamuoyu araştırmaları seçmen davranışlarını etkiliyor mu diye sürekli endişe duyarlar ya, Baudrillard bu sorunun ‘cevaplanamaz’ olduğunu söylüyor. Kamuoyu araştırmaları acaba gerçeğin tam bir fotoğrafını çekebilir mi? Buna da ‘karar verilemez’ diyor.
Bunları aklıma getiren, Yeni İnternet Yasası’nın yarattığı bulantı, 2013’ün Haziranı’nda Gezi Direnişi sürerken Fas’a giden Başbakan Erdoğan’ın oradan Habertürk’ün perde arkasındaki güçlü adamı olduğu anlaşılan Mehmet Fatih Saraç’ı arayıp, MHP ile ilgili ekran altı yazılarına müdahale ettiğine dair telefon konuşmalarının ve hemen ardından Bilal Erdoğan, Fatih Saraç ve Fatih Altaylı arasında, Konsensus’un yaptığı kamuoyu anketlerinde manipülasyon yapılmasına dair telefon konuşmalarının yarattığı hicap duygusu…
BİLGİ İKTİDARDIR
Aklıma Bacon’ın “Bilgi iktidardır”, Foucault’nun “Bilgi, ne pozitivistlerin iddia ettiği gibi nesnel ve tarafsız, ne de Marksistlerin ileri sürdüğü gibi insanı geliştirici ve özgürleştirici bir şeydir. Tam tersine bilgi, iktidarı ayakta tutan güçtür. İktidar bilgi yoluyla toplumun kılcal damarlarına sızar” demesi geldi. Yine Foucault’nun söylemin sınırlanmasına ilişkin mekanizmalardan yasaklamalar ve kısıtlamalar hakkında söyledikleri üzerine düşündüm. Bunun üzerine de bugüne dek, araştırma bulgularının derin ve sığ devlet, siyasi partiler, ordu, medya, aydınlar, kamuoyu yapıcıları vb. tarafından nasıl ve hangi amaçlarla kullanıldığını ve bundan sonra da kullanılabileceğini... Profesör Ahmet İnam’ın “insanın bilgisini bilgisizce kullanmasının sonucunda ortaya çıkan paradoksun, trajedinin, ironinin yaşandığı (...) hazin bir çağın adıdır, Bilgi Çağı” sözünden hareketle, “bu bilgiler, acaba üzerine boca edildiği sıradan insanları nasıl etkiler?” diye de düşündüm.
İlk kez 1965’te Almanya’da gözlenen ve Elizabeth Noelle Neuman tarafından tarif edilen Suskunluk Sarmalı teoremini hatırladım. Bu teoreme göre, sadece birbirini tanıyan insanların oluşturduğu gruplar değil, toplumun geneli de kendileri gibi düşünmeyen üyelerini dışlamaya eğilimlidir. ‘Dışlanma korkusu’ yüzünden, bireyler çevrelerinde hangi fikir ve davranışların benimsendiğini veya reddedildiğini veya hangi fikir ve davranışların taraftarlarının arttığını veya azaldığını sürekli gözlemler. Yani düzenli olarak, bir çeşit kamuoyu yoklaması yaparlar. Ortaya çıkan kanaatler doğrultusunda, kendilerine yakın fikirlerin daha çok taraftarı olduğunu düşünürlerse kendilerini güvende hissedip konuşmaya başlarlar. Aksi durumda susarlar. Böylece azınlıkta olanların veya azınlıkta olduklarını sananların sesleri daha az duyulur ve bu durum o kesimlerin kamusal alandaki zayıflığı konusundaki kamusal kanaatleri pekiştirir. Alın size, bilginin veya bilgisizliğin toplum üzerindeki etkilerinden biri...
THOMAS TEOREMİ
Sonra Batılı uzmanların tanımladığı ‘kazananın peşine takılma eğilimi’ ile ‘kaybedeceği varsayılana destek olma eğilimi’nin birbirini götürüp götürmediğini düşündüm ve ‘en istenmeyeceğin kazanacağı düşünüldüğünde, kendi eğilimine en yakın olana yönelme eğilimi’ ağır basarsa önümüzdeki seçimlerde ne olur diye tahminde bulunmaya çalıştım ve Thomas Teoremi diye bir şey hatırladım. Hani “sosyal dünyamız söz konusu olduğunda, günlük yaşamdaki durumların tanımlarını gerçek olarak ele alırsak, sadece bugünü değil, geleceğimizi de tayin etmiş oluruz” diyen, daha öz bir anlatımla “eğer bir şeye ‘gerçek’ etiketini yapıştırırsak, o gerçek haline gelir” diyen teoremi. Belki de buna tersini de ekleyebiliriz? Bir şeye ‘sözde’ etiketi yapıştırırsak (sözde Ermeni Soykırımı gibi), onun gerçek olmaktan çıktığını düşünmemiz veya sanmamızı yani.
KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANETLER
Sonra bunun sosyal bilimlerdeki ‘kendi kendini gerçekleştiren kehanet’ tanımı ile akraba olduğunu fark ettim. Sırf kehanetten kaçmaya çalıştığı için kehanette söylendiği gibi öz babasını öldürüp öz anasıyla evlenmek zorunda kalan mitolojik kahraman Oidipus’la, cadıların kehanetini gerçekleştirmeye çalıştığı için hem kocasını hem kendini mahveden Shakespeare’in Lady Macbeth’ini hızla geçip daha güncel örnekler üzerine düşündüm. Hani on yıllardır ABD tarafından atom bombası üretiyor diye tehdit edilen Kuzey Kore ve İran’ın, namlunun ucunda olduğunu düşünerek gerçekten atom bombası üretmesi ve atom bombasına sahip olduğu için de ABD tarafından imha edilecek olması ihtimalini. Ya da bir zamanlar ‘en güvenilen kurum ordu’, ‘en güvenilmez kurum siyaset/medya’ gibi önermelerin her ankette birinci çıkmasının, zamanla kararsızların bir kısmının etkilenmesi üzerine, bir sonraki ankette de birinci sırada çıkmalarının adeta garanti olması ihtimali gibi durumları… Belki buna, politikacılar önem vermeseydi, kamuoyu araştırmalarının sonuçlarının aslında hiç de önemli olmayacağı ihtimalinin de eklenebileceğini düşündüm.
SEMERKAND’DA ÖLÜM
Baudriallard’ın ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ konusunda verdiği örnek ise Somerset Maugham’ın ‘Samarra’da Randevu’ adlı hikâyesinin bir versiyonu. Zamanın birinde, bir asker, (Maugham’ın hikâyesinde Bağdat’ta) pazar yerinde dolaşırken birden Ölüm’le karşılaşır. İkili göz göze gelir ve adam Ölüm’ün kendisine işmar ettiğini sanarak korku içinde saraya koşar ve en hızlı atını kendisine vermesi için sultana yalvarır. Tek arzusu, Ölüm’den kurtulmak için mümkün olduğunca çabuk, bir gün uzaklıktaki Semerkand’a gitmektir. Sultan atı verir, adam telaş içinde Semerkand’a doğru yola koyulur. Ardından Sultan en iyi adamını korkuttuğu için çıkışmak üzere Ölüm’ü sarayına çağırır. Ölüm şaşkınlıkla cevaplar Sultan’ı: “Onu korkutmak istememiştim ki!... Onu pazar yerinde görünce çok şaşırdım, çünkü kendisiyle yarın Semerkand’da randevumuz vardı....”
Son yıllarda sürdürdüğümüz tartışmaları (Türkiye diktatörlüğe mi gidiyor? Türkiye İran olur mu? Türkiye parçalanır mı? vs.) düşünüyorum da acaba bizim Semerkand’da Ölüm’le bir randevumuz var mı, yok mu?
Baudrillard’ın yolunu izlersek “Bu, bilinemez” diyebiliriz. Peki, her bilgi bir tür kehanet midir? Baudrillard’ın yolunu izlersek buna karar verilemez diyebiliriz. Peki, her kehanet kendini gerçekleştirir mi? Sadece şunu diyebiliriz: Sadece bir tek tip kehanet, o da belki, kendi kendini gerçekleştirmez: Hakkında kehanette bulunduğu şeyden tümüyle bağımsız olan kehanet!
Uzun sözün kısası, genel anlamda sosyal, siyasal ve ekonomik olaylara, özel anlamda kamuoyunun oluşmasına ve giderek seçmen davranışlarına etki eden o kadar çok faktör var ki, Başbakan’ın telefonla medya kuruluşlarına müdahale etmesinin veya kamuoyu araştırmalarını manipüle etmeye çalışmasının doğuracağı sonuçları kestirmek için kâhin olmak gerekir. Ancak tarihsel deneyimi birazcık olsun okumuş olmanın verdiği güvenle şu kehanetlerde bulunabilirim: Otoriter rejimler er ya da geç yıkılmaya mahkûmdur. ‘Küresel bir köy’ olan dünyamızda bilginin akışı engellenemez. Baskıcı olsun olmasın, iktidar şakşakçısı aydınlar ve medya mensupları, çocuklarına ancak ‘utanç’ duygusunu miras bırakabilirler....
KAMU, KAMUOYU, KAMUOYU ARAŞTIRMALARI
Romalılar döneminde ‘kamu’ (publicus) ile ‘özel’ olmak üzere iki ayrı hukuk alanı tanımlanmıştı. Ortaçağda kamu deyince akla aristokrasinin, soyluların uygulamaları gelir oldu. Habermas’a göre Ortaçağ fermanlarındaki ‘publicae’ terimi, hükmeden adına elkoymak anlamına gelirdi. Burjuvazinin ortaya çıktığı 16-17. yüzyıllarda terim sadece kralı, danışmanlarını, mahiyetini (kısaca sarayı) değil, devleti (devlet dairelerini, bürokrasiyi) de anlatır oldu. 18. yüzyıldan itibaren hem kralların hem burjuvazinin hem de hükümetlerin seslendiği halkı ifade ederek Roma dönemindeki anlamına yaklaştı.
Osmanlı döneminde bu konudaki terim ise ‘amme’ idi. Günümüzde, Türk Dil Kurumu’nun (TDK) tarifine göre kamunun üç anlamı var: ‘Halk hizmeti gören devlet organlarının tümü’, ‘bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme’ ve ‘hep, bütün.’ Görüldüğü gibi, bizde kelimenin birincil anlamında ‘halk’ değil ‘devlet’ var. Bunu destekleyen bir başka bilgi, ‘kamu yararı’ teriminin TDK sözlüğündeki karşılığı: “Devletin gereksinimlerine cevap veren ve devlete yarar sağlayan değerler bütünü, menafiiumumiye.’ Kısacası, bizim anlam dünyamız hâlâ modern öncesi dönemlerin damgasını taşıyor.
‘Kamuoyu’ terimindeki oy kafaları karıştıran bir şey. Osmanlı döneminde kullanılan ‘efkâr-ı umumiye’ (genelin, toplumun fikirleri) veya ‘efkâr-ı amme’ (kamunun fikirleri) terimlerinde bulunmayan ‘oy’ için TDK üç anlam veriyor. Merak edenler sözlüğe bakabilir. Aynı sözlük ‘kamuoyu’ için de şu tarifleri yapıyor: 1.Bir konuyla ilgili halkın genel düşüncesi, halkoyu, amme efkârı, efkârıumumiye, 2.Toplumsal yaşamın olay ve olguları konusunda toplumsal kümelerin ya da toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamı, 3. Bir insanın eylemleri konusunda çevresindekilerin onaylayıcı ya da kınayıcı tutumları.
AGORA VE HİPODROM
Tanımları yaptıktan sonra tarihe dönelim. Barbar çağlarda kamuoyu diye bir şey var mı bilmiyorum ama Antik dönemde kamuoyunu, şehrin agorasında, meclisinde, sokaklarında, okullarında, tiyatrolarında, tapınaklarında ya da soyluların evlerindeki Symposium denilen ziyafetlerde yapılan tezahüratlar, nutuklar, sohbetler, dedikodular oluştururdu. Ama daha önemlisi yılda 40 kez toplanan ve ‘özgür yurttaşlar’ın katıldığı Ecclesia denilen toplantılarda siyasi sorunlar oylanırdı. Sözde kalsa da ‘Vox Populi, Vox Dei’ (Halkın sesi hakkın sesidir) düsturunu şiar edinen Roma döneminde, meclisin müzakere zabıtlarını kamusal alanda yayımlayan ve halk tarafından tartışılmasını sağlayan Sezar, herhalde modern anlamda kamuoyunun önemini ilk keşfedendir. Çiçero gibi ünlü hatiplerin konuşmalarına verilen tepkiler kamuoyu hakkında önemli fikir verirdi.
Ayrıca 170 bin seyirci kapasiteli Circus Maximus’unda veya Konstantinopolis’in 60 bin ila 100 bin seyirci kapasiteli Hipodrom’unda halkın arasında örgütlenmiş çeşitli gruplar, kendilerini yarışçılar aracılığıyla temsil eder, yarışları izleyen halk kesimleri de bunlardan birini ya da öbürünü destekleyerek çeşitli konulardaki tercihlerini ifade ederdi. Gösteriler sırasında yapılan tezahüratın biçimi ve şiddeti halkın saray politikalarına ilişkin düşünceleri hakkında önemli bir fikir verirdi. Bizans tarihi boyunca, bu takımlar bazı imparatorların tahta geçirilmesinde, bazılarının indirilmesinde önemli rol oynadı.
Antik çağın ve Roma döneminin ‘siyasal insan’ının, ‘inanan insan’a irca ettiği kilise egemenliğindeki Ortaçağ’da, irili ufaklı feodal beylikler, krallıklar arasında gidip gelen din adamlarının, seyyahların, tüccarların, gezgin felsefecilerin kamuoyunu şekillendirdiğini tahmin ediyorum. Aydınlanma Çağı’nda ise Pascal, Locke, Voltaire, Rousseau, Hegel, Bentham, Tocqueville gibi düşünürler bu konuya kafa yordu.
Bugün kamuoyu denince de toplumun hem tecrübeleri hem de bilgileriyle oluşturduğu ortak kanaat akla geliyor. Bourdieu’nun veciz ifadesiyle “Eskiden ‘Tanrı bizimledir’ diyen siyaset adamı, bugün ‘kamuoyu bizimledir’ diyor.”
ABD’DEN AVRUPA’YA VE TÜRKİYE’YE
İlk kamuoyu araştırması 1879’da ABD’de, biçer-döver satan W.W.Ayer and Son firması tarafından, kullanıcıların eğilimleri ve gazetelerde bu konuda çıkan haberleri incelemek suretiyle yapılmıştı. Bugünkü anlamda kamuoyu araştırmaları ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’de başladı, 1960’lı yıllarda Avrupa’da yaygın olarak kullanıldı.
Türkiye’de, bilimsel olmayan ilk seçim araştırmaları 1950’lerde Demokrat Parti tarafından düzenlenmişti. Bu araştırmalar, İstanbul’da merkezi yerlere veya miting alanlarına konulan sandıklara oy atmak şeklinde yapılıyordu. Bu sandıklarda bazen on binlerce kişi oy kullanırdı. Sonuçlar ertesi gün, gazetelerde sekiz sütuna manşet olacak şekilde yayımlanırdı. Ama 1957 seçimleri arefesinde bu anketlerde Demokrat Parti’nin oyu düşük çıkmaya başlayınca İstanbul Vali vekili Kemal Hadımlı bu oylama işini yasaklandı.
İLK YAYINLAR, İLK ŞİRKETLER
Kamuoyu araştırmasının önemine dair ilk bilimsel yayın (Halk Efkarı ve Yoklaması) 1954’te Seha Meray tarafından yapıldı. Bilimsel yöntemlerle ilk kamuoyu araştırmasını yapan da, 1956’da Halk Efkarı Mefhumu ve Tesir Sahaları adlı kitabın da yazarı olan Nermin Abadan Unat idi. Unat’ın Ankara Üniversitesi’nde oluşturduğu SIHAG kısaltmalı birim, siyasi liderler üzerine araştırmalar yaptı ancak bunlar bir yerde yayımlanmadı. Zaten birim, kısa süre sonra engellemeler yüzünden kapandı.
İlk seçim araştırmasını 1975’te Milliyet gazetesi sipariş etti. O yıl ara seçimler yapılacaktı ve Ankara ili hakkındaki çalışmayı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Nermin Abadan Unat, Türker Alkan, Doğu Ergil, Ahmet Taner Kışlalı yürütmüştü.
1975’te kurulan PİAR, 1977 seçimleri için Politika gazetesine ve 1978’de Tercüman gazetesine seçim araştırması yaparak bu alandaki bir başka ilki gerçekleştirdi. 1980 darbesinden sonra yapılan ilk genel seçimler (1983) kamuoyu araştırmalarının popülerleşmesine neden oldu. Öyle ki bu tarihten sonra kamuoyu araştırması şirketleri bir sektör oluşturdu. 1983’te Ankara’da Dr. Sezgin Tüzün tarafından kurulan VERİ Araştırma (1995-2000 yılları arasında burada çalışma şansı elde etmiştim) siyasi araştırma alanında öncü bir kuruluştu. 1986’da Tarhan Erdem tarafından kurulan KONDA, 1988’deki referandum sonuçlarını büyük isabetle tahmin ederek; 1987’de Emre Kongar tarafından kurulan KAMAR da sonuçlara çok yaklaşarak, büyük prestij kazanmıştı. Bugün, televizyonlarda, gazetelerde boy gösteren araştırma şirketlerinin nasıl anılacaklarına ise tarih karar verecek...
ÖZET KAYNAKÇA
Alim Şerif Onaran, Kamuoyu El Kitabı, Haşmet Matbaası, 1984, Emre Kongar, 21. Yüzyılda Dünya, Türkiye ve Kamuoyu, Simavi Yayınları, 1992, Kamuoyu Kimin Oyu? (Derleyen: Hülya Tufan), Kesit Yayıncılık, 1995, Celinda C. Lake ve Pat Callbek Harper, Kamuoyu Araştırmaları, Çeviren: Nurettin Güz, AltınKüre Yayınları, 2002.
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları













































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.09.2024
9.09.2024
17.11.2022
6.11.2022
7.06.2019
26.12.2017
21.03.2016
13.03.2016
6.02.2016
28.02.2016