Cemil KOÇAK
Cumhurbaşkanı Atatürk ile Başbakan İnönü’nün yolları 1937 yılının sonbaharında dramatik bir şekilde ayrıldı. Bu kopuş yıllar sonra farklı siyasî polemiklere yol açtı.
Güncel politika, tarihsel geçmişi kendi uygun gördüğü şekilde yeniden kurar ve geçmişle günümüzü kendince tutarlı bir şekilde bağlamaya çalışır. Bunu yapabilmesi geçmişin ancak kendisi açısından uygun gördüğü kısmını ve geçmişi ancak uygun gördüğü oranda yansıtmasına bağlıdır. Sözünü ettiğim kopuş bunun somut örneğidir. Atatürk ile İnönü’nün ilişkilerini sorunsuz ve benzersiz gibi göstermeye çalışanlar açısından ayrılığın nedenini açıklamak çok güçtür. Genellikle geçiştirilmek istenir. Buna karşılık ileride İnönü’nün siyasî hasmı olacaklar için söylentiye açık hayli bereketli bir konudur. Şimdi ayrılık nedenlerine gelelim.
Atatürk’ün hükûmet üzerindeki müdahaleleri
Nedenlerin ilki, Atatürk’ün Cumhurbaşkanı sıfatıyla anayasal yetkisi olmamasına rağmen İnönü hükûmeti üzerindeki müdahaleleriydi. Başbakan, kendisine sorulmadan, danışılmadan kabinesinde yapılan değişikliklere karşı öfkeliydi. Bir tarihte geceyarısı yapılan bir bakan değişikliği karşısında Cumhurbaşkanına çektiği telgrafta, “geceyarısı gaflet uykusundan uyandırılarak kabinesinde değişiklik yapılmak istendiği haberini alan bir başvekilin bu hususta ileri süreceği mütalaadan nasıl bir fikir selâmeti beklenebilir?” diye sorma gereğini hissetmişti! Başbakan olarak sorguya çekilmeye, kınanmaya tahammül göstermesi isteniyor; İnönü de buna karşı sert tutum alıyordu. Anılarında şöyle yazıyor: “Evvelce de Atatürk ile hükûmet başkanı olarak beni müteessir eden bir olay cereyan etmişti. Atatürk, vekillere sert muamele yapacak. Atatürk’ten bilhassa rica ettiğim, vekillerden hangisini istemiyorsa, itimadı yoksa söylesin. Vekile söyleriz. Hiç kimse kendi itimadına mazhar olmadığı halde vekâlette kalmak arzusunda değildir. Emin olsun bundan. Bunu değiştirmek mümkündür. Yapmasın bunu. Bunu rica ettim kendisinden. Bu nokta üzerinde son derece kırılıyorum. Toplanıyoruz. Herhangi bir vekili istifaya mecbur etmek için sert muamele yapmak, onun için çok ağır bir muamele oluyor. Hükûmet olarak, başvekil olarak, benim için de çok üzüntü verici bir hadise oluyor.” Unutulmasın ki, Celâl Bayar’ın ekonomi bakanı olarak kabineye girişi, yine Atatürk’ün ısrarı üzerine ve İnönü’nün de pek de hevesle karşılamadığı bir başka örnek olarak bilinmektedir.
Dış politikadaki görüş ayrılıkları
İkinci neden, dış politika konularındaki görüş farkıydı. Tam bu sırada imzalanan Nyon anlaşması, Türkiye’nin Akdeniz’de İngiltere ve Fransa ile yakınlaşması anlamına geliyordu. İtalya’ya karşı da sert bir yanıttı. Atatürk, kısaca ülkesinin yeniden İngiltere ile yakınlaşmasından yanaydı. Bu askerî birliktelik İtalya’ya karşıydı; buna karşılık başbakan Sovyetler Birliği ile ilişkileri dengelemenin daha tedbirli bir politika olacağını düşünüyor ve ülkesinin bu hızlı rota değişiminden tedirgin oluyordu. Hele dış politikayı kendisi bir yana bırakılarak Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile doğrudan saptamasına da mesafeli yaklaşıyordu. Hele bir de Hatay sorunu vardı ki, Atatürk’ün bütün ısrarlarına ve eleştirilerine rağmen, İnönü Fransızlarla görüşmelerin sonucunun beklenmesinden yanaydı. Hatay, o kadar da mühim bir mesele sayılamazdı; görüşmelerden olumlu bir sonucun alınması sabırla beklenmeliydi. Bu tutum Atatürk’ün düşündüğü şekilde zaman kaybı olarak görülmemeliydi; oysa Atatürk sabırsızdı; açıkça hükûmeti eleştiriyor, hatta askerî bir harekâtı dahi masanın üzerinde güçlü bir ihtimal olarak tutuyordu ki, İnönü anılarında buna kesinlikle kaşı çıktığını anlatmaktadır.
Devletçilik tartışmaları
Nihayet bir üçüncü ve çok temel bir anlaşmazlık konusu daha vardı ki, bu da devletçilikti. 1929 dünya ekonomik bunalımı Türkiye’de de benzer pek çok örnek gibi devletçilik dönemini başlatmıştı. Diğer yandan, devletçiliğin niteliği ve tanımı, ne olduğu, bundan ne anlaşıldığı ya da anlaşılmak gerektiği, hiçbir zaman somut ve açık olarak tartışılmamıştı; uygulamada dönemden döneme, hatta bakandan bakana değişen farklılıklar dikkat çekici olmakla birlikte, görmezden geliniyordu. İnönü’nün Recep Peker’le birlikte devletçiliği temel bir iktisat politikası olarak kabullenme eğilimi açıkça görülürken; Atatürk, hantal bir bürokrasi çarkına dayanan ve verimlilikten çok uzak faaliyet gösteren bu eğilimi dizginlemeye çalışıyordu. Celâl Bayar’ın ekonomi bakanı olması aslında özel teşebbüs-devletçilik tartışmalarının göbeğinde Atatürk’ün Bayar’ı tercih ettiğini açıkça göstermişti. 1932 yılındaki bu atamadan sonra devletçilik uygulaması hep dalgalı bir seyir izledi. Bir yanda Celâl Bayar ve ekibinin kurduğu İş Bankası grubu, diğer yanda özel teşebbüsün her teşebbüsünü kuşkuyla izleyen İnönü’nün kadrosu hep çatıştılar. Celâl Bayar, bütün bu çatışmaların Atatürk’ün hakemliğinde çözüldüğünü ve onun hep kendisine destek olduğunu anılarında özenle belirtir. Bayar’ın devletçilik anlayışı Atatürk tarafından da paylaşılıyordu. Devletçilik, ekonomik ve siyasal bir konjonktürün zorunlu ve kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı, onlara göre; ülkenin hızlı sanayileşmesinde manivela işlevi görecek, fakat daha sonra özel sektörün gelişmesi ve özellikle de özel sermaye birikiminin gerçekleşmesiyle birlikte tarihsel misyonunu tamamlamış olacaktı. Oysa İnönü ve ekibi, devletçiliği yalnızca ekonomik politikada uygulanacak bir yöntem olarak görmüyordu; aksine siyasette de devletin önde gelebilmesinin baş koşulunun ekonomide devletin hâkim olmasından kaynaklandığını anlamış gibiydiler. Hatta sonraları solcu olarak tanınacak Kadro dergisi de, büyük ölçüde İnönü’nün devletçilik anlayışını destekler gibiydi. Nitekim bizzat Başbakan “biz iktisadiyatta hakikaten mutedil devletçiyiz” demişti. İnönü şunu soruyordu: “devletçilikten büsbütün vazgeçip her nimeti sermayedarların faaliyetlerinden beklemeye sevk etmek, bu memleketin anlayacağı bir şey midir?” Kadro dergisinde yazdığı yazıda ise, İnönü, “iktisatta devletçilik siyaseti bana her şeyden evvel bir müdafaa vasıtası olarak kendi lüzumunu gösterdi.” “İktisatta devletçiliği biz inkişaf yolu takip edebilmek için bir müdafaa vasıtası ve bu sebeple bir azimet noktası, bir temel addetmeye mecbur bulunuyorduk.” “Memleketin muhtaç olduğu sanayi, teşkilâtı, vesaiti, devletin yardımcı nezareti ve hatta doğrudan doğruya teşebbüsü olmaksızın kurabilmeyi safdil olanlar düşünebilir.” “Benim kanaatimce bir işin efrada veya devlete ait olması o işin talep ettiği vesaitle ölçülmez. Meselenin bütün memlekete alâkası veya hususî menfaatlere terk edilebilmesi ihtimalidir ki, bu hususta karar vermeye esas olacaktır.” diyordu. Oysa Atatürk için devletçilik en kısa zamanda sona erdirilmesi gereken bir süreçti; bu sürecin sonunda devletin elinde toplanmış olan bütün üretim araçları yeniden özel girişime devredilecek, yani ülkemizde son yıllardaki adıyla özelleştirilecekti.
İnönü Atatürk için ne diyor?
Eğer bu değerlendirmemin yeterince ikna edici olmadığını düşünüyorsanız; aradan uzun yıllar geçtikten sonra İnönü’nün bu konudaki görüşünü aktarmakla yetineyim: Atatürk “başından itibaren özel teşebbüsü esas tutmuş ve ölünceye kadar bu prensibi tatbik etmiştir.” “Atatürk devletçi değildi; liberal ekonomiden yanaydı.” Bayar da herhalde nadir olarak İnönü’yü onaylıyor: “Atatürk tedricen dar devletçilikten beriye doğru geldi; İsmet Paşa olduğu yerde kaldı. Mesele budur.” Sonra daha açık bir şekilde “esasta” İnönü ile anlaşmazlık konusunu dile getirmektedir: “Bilhassa ekonomik hayatta devlet-fert münasebetleri, devletin rehberlik hududu, hür teşebbüsün hak garantisi, vatandaşın refah sınırının meşru emeğinin ulaşabileceği kadar genişliği, sosyal hakların sadece resmi hizmetlere münhasır kalmama görüşü, yaratıcı gücün devlet adalet ve şefkatine mazhariyeti bahisleri…”
Kavgaya doğru
Atatürk’e ait Atatürk Orman Çiftliği’nin hazineye bağışlanması talep ve önerisinin İnönü’den gelmesine karşılık Atatürk’ün isteksiz davranması; çiftlikte bulunan bira fabrikasının genişletilmesini istemesine karşılık İnönü’nün bu öneriyi reddetmesi; Atatürk’ün İnönü’nün gerekçelerini yakınlarına soruşturması ve bunun gibi günlük pek çok ayrıntı sayılabilecek gelişmelerin yarattığı tartışmalar, çekişmeler, çatışmalar nihayet Eylül 1937 kavgasıyla sonuçlanacaktır. İnönü şöyle anlatıyor: “Bu kavgada haksızlık esasında Atatürk’ündü. Tatbikatta idaresizlik ve haksızlık ikimiz arasında bana düştü. Haksızlık ona aitti. Şunun için: Aramızda geçen bir devlet işini, ‘sonra görüşürüz’ dedikten sonra, akşam masada halletmek, yani gündüzden tasarladığı mülâhazaları ve sebepleri imposition şeklinde karar alarak tebliğ etmek ve bu vesile ile sevmediği birkaç vekili tahkir etmek istedi. Evvelâ sakin idim. Sükûnet ile geçiştirmek istedim. Halindeki tecavüz manasının arttığını görünce, sabrım tükendi. Sonra şiddetle mukabele ettim. Mukabelemin şiddeti onu sükûnete getirdi. Tasmim ettiği hâdiselerde haklı olmak için sebep toplamak kararına derhal başladı. Sükûnet... Tariz... Hafif tahrik... Sonra Hatay ve Nyon meselelerini de söyledi.”
Ayrılığa götüren son kavga
İnönü ayrılık sahnesini de şöyle naklediyor: “Bir akşamüzeri sofrada kavga eder gibi bir münakaşa geçti. Ertesi gün Atatürk ile görüştük. Kendisinin bana söylediği şuydu: ‘Şimdiye kadar bin meselede bin defa kavga ettik. Akşam pek aleni oldu. Bir müddet çekilmen, istirahat etmen lâzım.’ ‘Minnettar olurum sana’ dedim. ‘Çok teşekkür ederim’ dedim. Hakikaten kendime hâkim olamayacak bir vaziyet idi. Olabilir. Oluyor. Hepimizin hergün yanımızda bulunanlarla birlikte çalıştıklarımızla başına gelen bir mesele.” “Bin defa kavga ettik, ama hepsinde ikimiz baş başa idik. Yalnız bu sonuncusu vekiller heyeti önünde olmuştur. ”Neticede 20 Eylül’de İnönü’nün sağlık nedenleriyle izinli olarak başbakanlıktan geçici olarak ayrıldığı açıklandı. Bayar vekaleten başbakan olmuştu. Bir hafta sonra ise söylentilerin ayyuka çıkması üzerine bu ayrılığın kalıcı olduğu resmen doğrulanacaktır. Cumhuriyet döneminin âdeta değişmez başbakanı sıfatını kazanan İsmet İnönü, bizzat Atatürk tarafından görevinden uzaklaştırılmıştı. Siyasete yeniden dönecektir; ama Cumhurbaşkanı olarak ve aradan bir yıldan uzun bir zaman geçtikten sonra.
Ayrılığın basındaki resmi yorumu
“Başvekil Malatya mebusu İsmet İnönü’ye talep ve ricası üzerine Reisicumhur Atatürk tarafından bir buçuk ay mezuniyet verilmiş ve Başvekâlet vekâletine İktisat Vekili vekâleten Bayar tayin edilmiştir.” (Anadolu Ajansı: 21 Eylül 1937)
“Başvekilimiz bir buçuk ay mezun. Tahkikatımıza nazaran Başbakanın Reisicumhur nezdindeki bu istirhamına doktorların bu kadarlık bir istirahat fasılası için gösterdikleri lüzum âmil olmuştur. Başbakanın sıhhî vaziyetinde endişe olunacak hiçbir cihet yoktur. Mesele yeni ve mühim işlerin başlangıcı olan meclis içtima iptidalarına kadar Başbakanın istirahat eylemesinden ibaretir.” (Cumhuriyet: 21 Eylül 1937) “Muzır elemanların aleyhimize yapabilmeleri muhtemel spekülasyonlara meydan vermemek için son vaziyetin izahında matbuat teenni ile hareketi bir vazife bilmiş, hatta İstanbul vilayetinin bir tebliğile Başvekâletteki tebeddüle dair birden bire curcuna şeklini alıveren neşriyata devamın caiz olmadığı bildirilmişti.” (Cumhuriyet: 28 Eylül 1937)
İnönü’nün günlüğünden ayrılık nedeni
İnönü, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra günlüğüne şunları yazacaktır: “Son seneleri Atatürk’ün çok zor olmuştu. Gece alkol tesiriyle alınan teşebbüsleri ertesi gün iptal etmek bir eski âdetimizdi. Son seneler[de] bu âdet kalkmaya başladı. Hele nihayete doğru, (1936-37 vuzuh ile hatırladığım seneler) gece arzu veya teşebbüs ettiği bir işi ertesi gün tamamen sakin ve tamam iken de iltizam ve takip etmeye başladı. Sıhhatinde ve alkolün tesiratında bu tebeddülü fark ettiğim andan itibaren korkum çok arttı.” Bayar ise bu değerlendirmeye hiçbir zaman katılmadığını açıklayacaktır.
İnönü Atatürk’le konuşmasını anlatıyor
İnönü, Atatürk ile trende geçen konuşmalarını günlüğüne şöyle not etmiş: “Ayrılmak kararı kısa oldu. Dil kongresi [tarih kongresi] için İstanbul'a giderken trende beraber bir kahve içtik. ‘Ne olacak?’ dedi. Ben evvelâ çok müteessirdim. Ağlayacak vaziyette idim. Gönlünü almayı istiyordum. ‘Çok muzdaribim’ dedim. ‘Bilmiyorum nasıl oldu?' ‘Âlem önünde olmasaydı’ dedi. ‘Ne düşünürsün?’ dedi. Birden uyandım. Her zamanki gibi geçmiş veya geçecek hâdise addediyordum. Bu sual üzerine ayıldım. Teessürümü yendim. ‘Bir şey düşünmedim. Ne emrederseniz öyle yaparız.’ dedim.
O: ‘Bir fasıla verelim’
Ben: ‘Hay hay... Size müteşekkir olurum.’
O: ‘Şekli’
Ben: ‘Hastalık’
O: ‘Evvelâ izinle yapalım’
Ben: ‘Çok iyi... Kongreden evvel mi, sonra mı?’
O: ‘Nasıl istersen... Sofraya gidelim.’
Ben: ‘Çok yorgunum. Gidip yatayım.’
O: ‘Gizli tutalım. Kimi düşünürsün?’
Ben: ‘Mazur gör... Kimseyi söyleyemem.’
O: ‘Celâl Bayar!’
Ben: ‘Hakikaten bana iyi tesir etti’ (İnönü’nün Hatıra Defteri’nden Sayfalar)
Atatürk Bayar’ı övüyor
YAKUP Kadri Karaosmanoğlu anılarında şöyle yazıyor: Atatürk “ne vakit İş Bankası’ndan söz açtı ise, o bankanın bütün başarılarını Celâl Bey’in dirayetli sevk ve idaresine atfedici beyanlarda bulunmuştur. Hatta bir gün gelmiş, İş Bankası’nın kuruluşunun onuncu yılı münasebetiyle İstanbul’da Ertuğrul yatında yapılan bir törende, bize Celâl Bayar’ı göstererek, ‘Bilesiniz ki, Mahmut Celâl Beyefendi Türkiye’nin en büyük iktisatçısıdır’ demiş ve her birimizin kalkıp onu ayrı ayrı tebrik etmemizi istemişti.”
Atatürk Bayar’a yol gösteriyor
Bayar’ın ekonomi bakanlığına atanmasından hemen sonra Atatürk şöyle demişti: “Millî iktisat yolunda emin olarak ve emniyet vererek kat’i ve radikal adımlar atarken, esas programımızın ilham ettiği ameli tedbirleri tercih etmek en doğru yoldur.” “Muvaffakiyetiniz için benimle beraber bütün arkadaşlarımızın ve yurttaşlarımın maddî ve manevî her türlü vasıtalarla yardımcınız olduğunu düşünerek müsterihane ve muvaffakiyetten emin olarak radikal surette çalışınız efendim.”
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sovyetler boğazlarda imtiyaz talep etmişti
9.02.2016 - Sovyetler Montrö Antlaşmasını değiştirmek istedi
3.02.2016 - Türk sovyet anlaşması 1945 yılında feshedilmişti
26.03.2016 - Sadece donanmayla mı? Çok zor...
19.03.2016 - Sıkıyönetim bildirilerini hatırlarken
13.03.2016 - Sosyalistlerin hatırlamak istemediği tarih
5.02.2016 - Başarısız bir ‘ihtilal’ daha var
28.02.2016 - Bitmeyen Halkevleri meselesi
20.02.2016 - İttihat ve Terakki Cemiyeti CHP’ye sesleniyor
13.02.2016 - CHP ‘propaganda bürosu’nun önemini keşfediyor!
7.02.2016
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları










































































































Hrac Madooglu
Memlekette gavurlari yediler bitirdiler simdi de Turk-Kurt, Sunni-Alevi diye birbirini yemekle mesguller. Aslinda Alevi sorununu cozmek basit ama Sunni cogunluk ve Sunni iktidar Alevileri Musluman olarak gormuyor ki. Alevilere Muslumanligi ogretmeyi vazife sayan bir hukumet var su anda bu ulkede. Dogustan sahip olunan haklar ihlal edilirse, zorla alinir.