Cihan AKTAŞ

Elden gelen Arakan’a
20.08.2012
2744

 Ramazan boyunca aklımız Burma (Myanmar)’daydı. Bayram günlerinde bile geçmiş yıllarda Filistin, Afganistan, Çeçenistan ve Bosna için olduğu ölçüde bir yardım ve dayanışma coşkusundan söz etmek güç görünüyor yine de. Bunun başlıca sebebi Burma’nın uzaklığı değil, toplum olarak içinde bulunduğumuz, kendimize izahta zorlandığımız kan sızdıran kırılmalar. “Bunca yoksulluk varken”, öncelikle el uzatmamız gereken hangi yopyoksul veya mülteci?

Bazen bir gazete haberinden, bazen de televizyon ekranından yükseliyor çağrı: Kardeşlerimiz, bize yardım edin. Arakanlı’nın talihsizliği, İslamofobi. Müslüman canının feda edilmesine alışmış dünya, İslamofobi açısından sessizliği olağanlaştırıyor.

İran’da gözlemlediğim toplumsal kesimler bağlamında bir yardım faaliyeti sıkıntısını Türkiye de yaşıyor şimdilerde. Devlet kurumlarının yardım faaliyetleri genişlerken, kişisel ve cemaate dayalı yardımlarda bir geri çekilme meydana geliyor.

 
“Herkes çevresinde neler olup bittiğiyle ilgilenecek yerde gözünü uzaklara diktiği için dünya düzelmiyor” dedi akraba bir genç kız. Şehir yoksullarından, sokak çocuklarından söz ediyor, ama bugünlerde asıl dikkatini çeken, kentsel dönüşüm mahallesinde kepçenin önünde dalgalanan kadınlar. İnşaat demirlerini toplamak için canlarını tehlikeye atıyorlar, kimisinin sırtına bağladığı paçavra beşikten bir bebek başı taşıyor.

Yerine ulaşıp ulaşmadığı tereddüdüyle de yardım, adresini şaşırıyor bazen. Bir de Kur’an ayetlerinde peşine düşme sorumluluğu yüklenen müdanasız yoksullar... Bir elin verdiğini öteki nasıl bilmeyebilir? Seçim dönemlerinin bütün partileri kuşatan iane seferberliği, yardımseverliğe özgü mahremiyeti ihlal ettiği gerekçesiyle de itici görünüyor. Devlet yardımı, bütün geçiciliğiyle mağduriyetlere dönük bir pansuman pamuğu işlevinden öte gidemiyor.


 Hz. Ömer’in “Bugün Allah için ne yaptın” şeklindeki sorusunun doğrudan karşılığı her zamankinden daha çok yoksullara, yolda kalanlara, yetimlere yönelen iyilik.
 Gaziantep’te, 2006’da Doğu Konferansı ile Suriye’ye giderken tanıma fırsatını bulduğum Bülbülzade Vakfı’ndan dostlar bir tür mahalle yardımı örgütlenmesiyle yoksullara kol kanat geriyor. Şöyle bir sistem geliştirmişler: Büyük firmalardan toplanan gıda ve giyim-kuşam, alma ve dağıtma merkezlerinde toplanıyor. Kullanılmış, şaibeli, defolu mal veya gıda yok; her şey yeni ve taze olmalı. Mahalle camiinin imamı ve muhtarından talep edilen fakir hane listesi, adres adres gezilerek kontrol ediliyor. Tesbit edilen ailelere bir randevu kartı veriliyor. Yardımların evlere dağıtılması yerine, aile fertleri belli saatlerde gıda ve giyim merkezlerine çağrılıyor. Sadece geçen yıl içinde 100 bin parça giysi dağıtılmış yoksullara. Bazen yoksul ailenin fertlerine iş bulma, çocukların meslek edinme kurslarına gönderilmesi gibi alanlara da genişliyor faaliyet.


Hayırlı işlerinizde yarışınız...
 “Artık yarışmaya yer vermeyen etkinlik yoktur” diyordu, Müge İplikçi, “Yeni ve Modern Olma Yolunda” başlığını taşıyan, 8 Haziran 2001 tarihli Radikal Kitap’taki yazısında. Peki, hayır yarışı bir tv programı, bir müzayede mantığıyla mı sürdürülecek? Karşımızda dizilmiş boynu bükük ve bakışlarından minnet akan insan kuyrukları, yardımın mahiyetini tartışmayı gerekli kılıyor her şeyden önce. Siyasetçi ya da belediye adamının yardım ulaştırılan yoksullarla yan yana fotoğrafı güven değil, güvensizlik uyandırıyor.


Müslüman’ca bir yaklaşımda infak, bağış değil, bir hakkın sahibine teslimi olarak görülmeli.
 Siz çeşitli sebeplerle verecek konumda bulunuyorsanız; fazlalıklarınızdan arınırken malınızı mülkünüzü zehirlenmekten kurtarıyorsunuz. Aleni parti kampanyaları, kömür patates çuvalıyla çekilmiş fotoğraflar, yardımın gözetmesi gereken mahremiyet inceliklerinden uzak görünüyor izleyenlere. Yardım eli uzatılan yetim simalarını sergileyen afişler, bağış kanallarının incelikleri gözardı edilerek genişlemeye açılan bürokratik mantığın bir yansıması.

Kimi sosyalist arkadaşlarım geleneksel ya da modern hayır faaliyetlerini, sınıfsal gerilimin doğal akışını çarpıttığı gerekçesiyle eleştiriyorlar. Kendi adıma ütopya hatırına gündelik hayatın neşesine ya da yasına bile isteye körleşmeye götürdüğü için yadırgıyorum bu eleştiriyi. O çocuğa balık tutmayı öğretelim ve bayram gününü ayakkabısız geçirecekse de haberimiz olsun. Geleceğe dönük bir tasarı olarak değil de hemen şimdi gerçekleşen ihlâslı yardımın topluma ânında yayılan iyiliği kadar hiçbir muhayyel hedef yürekleri dönüştürme gücüne sahip olamaz...

Modern hayırseverlik, geleneksel hayırseverlik... Modern hayırseverlikte görünürlüğün baskın çıkmasına sebep olan kanallar, yetim kampanyaları örneğinde olağanlaşarak gündelik hayatımıza karışıyor.

Ramazan duyarlığı bağış kampanyalarına bir şekilde yansıyor da, daha sonra ne olacak? İhsan Eliaçık, asıl oruç bundan sonra başlıyor diye yazdı twitter’da. Burma’da pirinç kuyruğu eziyetsiz olabilseydi yaşlı başlı insanlara... Çocuklar için hediyelerden söz edemiyoruz bile. Can güvenliği, barınak, bir dilim ekmek...


“Allah’ım, ekmek niçin bu kadar pahalı, kan ve ceset bu kadar ucuz!”
 diye soruyordu,Thomas Hood’un çalışmaktan ve yoksulluktan hastalanan terzi kadın karakteri, 170 yıl kadar önce. Aradan geçen zaman içinde aynı cümleyi kuran insan sayısında bir azalma olduğunu söyleyemiyoruz, ne yazık ki...

[email protected]

twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar