Etyen MAHÇUPYAN
Din ile siyaset arasındaki ilişkide uzun deneyimler sonrası gelinen nokta, bu iki alanın arasına mesafe konması gerektiğidir.
Gerçekten de din ile siyasetin 'doğası' arasında uyumsuzluk var. Dinler zamana bağımlı olmayan evrensel kabuller üzerine oturdukları için, 'doğru' olanı tüm insanlık ve tüm zamanlar için bildiklerini vazederler. Siyaset ise 'doğru' olanın geçici olarak ve sadece belirli bir grup insana anlamlı gelecek şekilde saptanabileceği varsayımı üzerinde yaşanabilir. Aksi halde siyasete konu olacak tercihlerle, farklı yollarla karşılaşmaz ve bunlar arasında hangisini seçmemiz gerektiği konusunda ayrışmazdık. Unutmamak gerek ki siyaset, esas olarak geleceğin bugünden kurulmasına yönelik bir etkinlik ve bu da önümüzde farklı gelecek tahayyüllerinin, dolayısıyla farklı varoluş ve yaşama biçimlerinin olduğunu söylemekte.
Bu belirsizlik nedeniyle siyaset 'doğrunun' göreceliliğini ontolojik olarak kabul etmek durumundadır. Nitekim kendi meşruiyeti de bu göreceliliğe dayanır. Oysa görecelilik, dinlerin kabul etmek bir yana felsefi olarak kabullenemeyeceği bir durum... Dinler açısından göreceli bakış, vahiyle gelen kutsal akidelerin, dolayısıyla doğrudan ilahi gücün sorgulanması, esnetilmesi, giderek dışlanmasını ima eder. Bu nedenle dine dayanan siyaset sonuçta dini bozar... Öte yandan bu tür siyaset, siyasetin kendisini de anlamsızlaştırır ve toplumun entelektüel ortamını totaliter bir mecraya doğru sürükleyebilir. Çünkü din üzerinden oluşacak siyasetler, 'doğruyu' bildiklerinden emin olan insanların bu 'doğruyu' başkalarına kabul ettirme gayretine dönüşür ve aynı zamanda bu 'doğruların' hiçbir esnekliğinin olmaması nedeniyle uzlaşmalara kapalı kalır. Sonuç neredeyse kaçınılmaz olarak karşılıklı otoriter zihniyetin hakim olmasıdır. Bir tarafın kategorik olarak katı tutumunu sürdürdüğü ortamlarda, diğer anlayışlar da katılaşma eğilimi gösterirler ve karşılıklı silahların konuştuğu bir yapıya doğru kolayca gidilebilir...
Öte yandan dinler 'doğru' yaşamın ne olduğunu söylemenin ötesinde, bu yaşamı sadece kişiler için değil cemaat için önerirler. İdeal durum bir toplumun her bireyinin belirli bir dinî inanca bağlı olması olurdu... Böylece herkesin toplum için 'doğru' bulduğu şey aynı olacak ve çatışmasız, ahenk içinde bir cemaat hayatı oluşabilecekti. Dikkat edilirse bu siyasetin de işlevsiz ve anlamsız kalmasını ifade edecekti, çünkü herkesin aynı doğruda buluştuğu bir toplulukta farklı görüşler ancak detay konularda olabilecek, onları da dini yorumlamayı bilen rehberler değerlendirecekti. Böyle bir toplumda geleceği tartışmak da, sadece teknik konularla sınırlı basit durumların akılcı çözümlerine indirgenecek, esasa ilişkin hiçbir konu tartışmaya açılmayacak, ama kimse de şikayet etmeyecekti. Bu ideal durum halen birçok dindar için çekiciliğini koruyor. Osmanlı'nın cemaatçi yapısının da aynı mantıktan esinlendiğini söylemek ve bu çekiciliğin tarihsel bir zemini olduğunu öne sürmek de mümkün. Bu yaklaşım bir tür içe kapanmacılık ve dışlama anlamına gelmekle birlikte, dinin siyasetten korunma isteğini de ifade ediyor. Çünkü siyasetin egemenliği insanları farklılaşma ve yeniden gruplaşma yönünde teşvik edici bir ortama tekabül etmekte. Diğer bir deyişle siyasetin alanı ve derinliği arttıkça, dinlerin de yüzeyselleşip kırılganlaşacağı açık.
Bunun anlamı dindarların azalması değil... Aksine siyaset genişleyip derinleştikçe dindarların sayısı muhtemelen artacaktır. Özellikle geçmişte dinin 'siyaset yolu' olarak yaşandığı cemaatçi toplumlarda, dindarlar kendi içinde farklılaşırken, inancı da esnetecek ve dünyevileştirecektir. Birçok dindarın bunu bir tehlike olarak görmesi şaşırtıcı değil... Ne var ki dini 'siyaset yolu' olarak yaşamış olan bir geçmişten daha farklı bir gelecek çıkamaz. Çünkü dinle siyaset arasındaki mesafeyi bilerek daraltmış, pragmatik amaçlarla dini kullanmış, dindarlıkla siyasi kariyeri meczetmiş bir gelenekten söz ediyoruz. Bu ülkedeki toplumsallaşma kanallarından başlıcası daima din olmuş ve bu durum inanç sistemlerini sürekli olarak dünyevileştirerek (sofu bir dindar açısından yüzeyselleştirerek) yeniden üretmiştir...
Bugün bir eşik daha geçiliyor ve dindarlar siyasetin paydaşı ve kurucu öğesi olma yönünde ilerliyorlar. Önlerinde iki yol var: Ya dinlerini de siyasete taşıyarak 'kullanıma' açacaklar ve son kertede dine zarar verecekler. Ya da artık homojen bir cemaat olmadıklarını kabullenerek, dini özel hayatın parçası olarak yeniden tanımlayacak ve böylece siyaseti de özgürleştirecekler. Buna kısaca sekülerleşme deniyor... Birçoklarının sandığının aksine dini koruyan, dindarı ise tüm toplum karşısında aktörleştiren bir siyasetin kapısını açan, 'iyi' bir değişim. Yeter ki siyasetin çekiciliği dinin işaret ettiği ahlaki zemini yok etmesin ve dindarlar aynı ahlakı seküler çerçeve içinde yeniden üretebilsin...
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
25.10.2025
15.03.2025
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024