Gülçin AVŞAR
“Politika ile yalnız bir sebepten ilgilendim;
politikayla ilgilenme ihtiyacı duymayacağım
günlere ulaşmak için.”
Ayn Rand
Son bir hafta içinde iki kez, İstanbul’un şu an en popüler mekanı Silivri cezaevine gittim. Milletvekilleri, avukatlar, gazeteciler, Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş farklı meslek grupları ve sosyal statülerinden insanlar orada. Sadece ziyaretçiler değil, tutuklu/hükümlüler açısından da durum böyle. Düşünsenize Türkiye’nin en ünlü menajerlerinden biri, en dinamik Youtube kanallarından birinin sahibi, çok sayıda belediye başkanı, bir partinin genel başkanı, sivil toplumun ve iş dünyasının önde gelen isimleri aynı yerde.
Bir önceki yazıda bahsettiğim yakınım A ile birlikte 25 Mart günü gözaltına alınan fakat A’dan farklı olarak 27 Mart günü tutuklanan iki genç üniversite öğrencisiyle görüştüm. (https://serbestiyet.com/featured/tesekkurler-turkiye-cumhuriyeti-202537)
Sohbet konularımız sadece başlarına gelenden ibaret değildi. Açıkçası zaten o mevzuda konuşulabilecek pek bir şey yoktu. Türkiye’nin ne güzel olduğu, başka ülkeye gitmenin sıkılıcılığı, cezaevindeki şartların gözaltındakinden daha iyi olması, eh buna da şükür, Silvri’nin namına nazaran daha iyi olması falan filan…
Üç ayrı kişiyle daha görüştüm. Biri İmamoğlu soruşturmasında tutuklanan parti üyesi dahi olmayan arkadaşım, biri on sene önceki iddialar delil gösterilerek 2 ayı aşkın süredir cezaevinde olan, bir diğeri ise yazdığı ve söylediği sözler sebebiyle tutuklanan…
İsimlerini vermeyeceğim. Çünkü yazının konusu bu değil. Yazının konusu bir hukukçu olarak, cezaevindeki bu beş kişiyle de görüşürken “Ne olacağı hiç belli olmaz” cümlesinden öteye geçememek.
Sahi, ne kadar zamandır böyle bir hukuk sistemi içinde olduğumuzu hatırlıyor musunuz? Hafızanızı biraz yoklarsanız farklı tarihlere dek geriye gidebilirsiniz. Türkiye, hiçbir zaman mutlak anlamda bir hukuk devleti olamadı çünkü. 2000’lerin ilk on yılında gerçek anlamda hukuk devleti olmaya yaklaşsak da dümeni konjonktür ele geçirdi ve yoldan sapıldı. Fakat bu kez durum biraz daha farklı, daha ciddi. İlk kez birbirinden bu denli farklı toplum kesimleri, geniş bir yasal yelpazeyle, alakalı-alakasız benzer bir durumun içinde.
Global trende uyum
Toplum sözleşmesi söz konusu olduğunda, yani devletin meşruiyetini tartıştığımızda “hukuk devleti” temel ilkedir. Hukuk devleti ise siyasal erkin belirli hukuk kuralları tarafından sınırlandırılması ve keyfiliğe kaçamaması anlamına gelir. Hayek’in tabiriyle “Devletin önceden belirlenmiş ve ilan edilmiş kurallara bağlı olması” demektir.
Pek çok düşünürün ve farklı ekolün sayısız tanımı bir yana esasen devletin bireyler için araç olması diye adlandırabileceğimiz sistemin adıdır hukuk devleti. Francis Sejersted’e göre hukuk devleti (ya da hukukun üstünlüğü) genellik, öngörülebilirlik ve adaleti sağlayarak keyfiliği yok etmeyi amaçlar.
Fakat bugün tüm dünyayı kasıp kavuran bir öngörülmezlik, istisnacılık, doğal hukuktan uzaklaşma ile hukuk devletine yönelik kuramların tamamının sarsıldığı bir dönemdeyiz. Türkiye de bu yolda kendine has durumları ile müstesna bir yere sahip.
Öngörülebilirlik nedir?
Bu yazının amacı hukuk devleti veya siyasi ideolojiler ekseninde literatür tartışması değil. O sebeple sizi teknik tanımlara boğmayacağım. “Öngörülebilirlik” nedir ve niçin geçmişten günümüze devletten söz ederken geçmişten günümüze altı kalın kalın çizilir; temel niyetim bunun hayatiliğini düşünebilmek.
Devletin öngörülebilirliği, toplum sözleşmesiyle yetkilerini devreden bireylerin verdiği yetkileri kullanacak erk tarafından belirlenmiş sınırlar çerçevesinde yönetilmesi demektir. Erk sahibinin keyfi biçimde birey ve/veya toplum üzerinde sınırsız hak iddiasıyla baskı kuramaması demektir. Bireylerin de önceden belirlenmiş kurallara göre yaşaması ve bu sınırlara dikkat ettiği sürece hayatını olağan akışında sürdürebilmesi anlamına gelir.
Örneklemek gerekirse; hırsızlık yaptığınızda yargılanacağınızı, ev satın aldığınızda vergi ödeyeceğinizi, işyerinize bir çalışan aldığınızda SGK’ya bildirimde bulunmakla ve primlerini ödemekle mükellef olduğunuzu bilirsiniz. Bu yazılı kuralları “Bilmiyordum” diyemezsiniz. Ve uymadığınızda nelerle karşılaşabileceğiniz de açıktır.
Silivri’de 11 saat süren mesaimde görüştüğüm, konuştuğum beş kişiyle de “Bilemiyoruz”, “Kim bilir”, “Belli olmaz”, “3 ay da olur 3 sene de” vb sözler havada uçuştu. Her biri farklı ceza kanunu maddesi sebebiyle cezaevinde bulunan bu kişilerin Silivri’deki konaklamalarının süresinin 3 gün mü, 3 ay mı, 3 sene mi olacağının belirsiz olması bu insanların (bireylerin) değil, devletin sözleşmeye riayet etmediğini gösteriyor.
Örneğin yazının başında sözünü ettiğim iki üniversite öğrencisi Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 32. Maddesinde yer alan “Direnme” ile suçlanıyor. Bu suç (eğer işlendiyse) gerçekleştiği anda sona ermiş bir suçtur. Dolayısıyla “tutukluluk” tedbirinin yasal gerekçelerinden biri olan “delil karartma” ihtimali bulunmuyor. Bir diğer tutukluluk gerekçesi “kaçma şüphesi” ise “yurtdışı çıkış yasağı” tedbiri ile önüne geçilebilecek bir riski ifade ediyor. Yargılama sonunda yargıcın suçun işlendiği sonucuna varması hâlinde ise yasadaki ceza miktarı “altı aydan üç yıla kadar” öngörülüyor. Onlarca kolluk görevlisi tarafından ve ilk kez gözaltına alınan bu gençler için yasadaki ceza için öngörülmüş alt sınırdan uzaklaşma gerekçesi bulunmuyor. Geçmişleri, öğrenci olmaları, sosyal durumları da dikkate alındığında 1/6 oranında indirim yapılacağı da tahmin edilebilir. Bu durumda alacakları cezanın (elbette farklı seçenek yaptırımlar da var ancak yaygın duruma göre yorumlarsak) para cezasına çevrileceği tahmin edilebilir. Yani bu iki üniversite öğrencisinin, işledikleri iddia edilen suçu sahiden işledikleri ispat dahi edilse cezaevine girmeyeceklerini söyleyebiliriz. Fakat iki genç de cezaevinde, çünkü yasa yapma yetkisini devrettiğimiz meclis ve yasaların uygulaması yetkisini devrettiğimiz yürütme erkleri dolayısıyla durum böyle. Peki bu durumda neden cezaevindeler? Buradaki cevap maalesef Carl Schmitt felsefesine daha yakın; siyasi iradenin keyfi sebebiyle.
Yıllar öncesinden Mecelle’nin bize hatırlattığı “Tevehhüme i’tibâr yoktur” belki iyi bir başlangıç olabilir. Yani hukuk, delilsiz, vehimlerden ibaret iddiaları dikkate almaz.
Silivri’deki durum bunun tam aksi. Vehimler, delilsiz ihtimaller, kuruntular ve siyasi kavgalara dayanan tutsaklık hallerinin biraradalığını görüyoruz.
Birbirine hiç benzemeyen, sadece rejim/siyasi irade tarafından “sakıncalı” addedilen, hukukun değil siyasi erkin mahkum ettiği insanlar topluluğu.
Bir cezalandırma yöntemi olarak: Öngörülmezlik
Suç iddiasının olduğu yerde elbette cezalandırmadan bahsedilir. Ancak yeni durumumuzda ceza kanunumuzda olmayan, hatta Anayasa dahil devletin kuruluş akitlerine aykırı olan başka bir cezayla karşılaşıyoruz: Öngörülmezlik müeyyidesi.
Yani Türkiye’de siyasal gerekçelerle tutuklanan bireyler açısından asıl cezalandırma biçimi yalnızca özgürlükten mahrum bırakılmak değil aynı zamanda bilinmezliğe mahkum edilmeleri anlamını taşıyor.
Bu öngörülmez durum, siyasi iradenin ne zaman ne yapacağını ve yargının ne denli araçsallaştırılacağı meselesi, hayatımızın her alanı için büyük bir tehdit barındırıyor. Sadece cezaevinde olanlar veya yargılananlar açısından değil; dayanışma ağlarının kolektif hafızanın ve siyasi mücadelenin askıya alınması vebekletilmesi ile toplumsal bir cezalandırmaya da sebep oluyor.
“Devletin önceden belirlenmiş ve ilan edilmiş kurallara bağlı olması” bizim en büyük güvencemiz olmasına rağmen, devletin önceden belirlenmiş ve ilan edilmiş kuralları tanımaması, ihlal etmesi yaşama hakkı dahil en temel haklarımız için tehdit oluşturuyor.
Zira fikrini ve yaptıklarını beğenmeseniz de sadece siyasi iradenin talepleri ve gündelik siyaseti doğrultusunda birilerinin cezaevinde olması; siyasi iradenin talepleri ve gündelik ihtiyaçlarının yarın hangi birinizin (birimizin) hangi hakkını ihlal edeceğini bilemediğimiz bir düzene sebep oluyor ve nefes almamızı imkansız kılıyor. Üstelik rövanşist, kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı iklime de maalesef zemin hazırlıyor. Aklıselimi ve makuliyeti yaralıyor.
Tam da bu sebeple bugün hepimizin politikayla ilgilenmesinde yarar var. Rand’ın dediği gibi, politikayla ilgilenmeyeceğimiz günler için.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.04.2025
1.04.2025
15.03.2025
2.03.2025
31.03.2024
25.03.2024
1.02.2024
27.12.2021
15.04.2021
5.03.2021