Münir AKTOLGA
68’den Bu Yana İdeolojik, Teorik Bir Arkeoloji Çalışması’ndan...
Münir Aktolga
Alter Yayınları
“KEMALİZMLE SOSYALİZM ARASINDA AŞILMAZ DUVARLAR YOKTUR” ANLAYIŞI!..
Biliyorsunuz belki, bu söz, yani “Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” sözü M. Belli’ye aittir!..
Niye yoktur (?), Kemalizm nedir ki, Kemalizm’den sosyalizme nasıl bir yol gidiyor ki, bu arada “aşılmaz duvarlara” yer yok?..
Aşağıdaki satırlar M.Belli’nin “İnsanlar Tanıdım-Anılar”ından... Önce bunu bir okuyalım. Sonra zaten bütün bu değerlendirmelerin, onun “Kemalizmden sosyalizme varan sosyalist kimliğinin” oluşması yolunda nasıl ortaya çıktığını kendi ağzından dinleyeceğiz!..
[Sakın yanlış anlaşılmasın, bu satırları buraya Mihri Belli’yi eleştirmek, “bakın o Kemalistti, gerçek solcu bizdik” havalarına girmek için falan aktarmıyorum (!) çünkü, ne de olsa hepimiz aynı kökenden geliyoruz, tarihsel olarak aynı Jöntürk yetiştirme mekanizmasının ürünleriyiz!! Ondan -M. Belli’den- ayrılarak aynı zemin üzerinde başka bir fraksiyonu oluşturmamız bu gerçeği değiştirmiyordu! Yani öyle, “M. Belli Kemalistti, gerçek solcu bizdik” falan diyerek işin içinden sıyrılıp çıkmak yok!.. Bu çalışma bir yasak savma, ya da kendini temize çıkarma çalışması değil!.. O -“Mihri abi”- tarihsel bir oluşumu kendi yaşantısıyla da örnekleyerek çok güzel açıkladığı için onun sözlerini buraya alıyorum].
Evet Mihri abiden okuyoruz: “Biz 1950’deki iktidar değişikliğini ‘karşıdevrimci’ bir gidiş olarak nitelendirdik. Adım adım tezgahlanan bir karşı devrimdi bu...
...Bir dağa tırmanıyoruz, dağın doruğuna vardığımızda, insanın insan tarafından sömürülmesi olanağı ortadan kalkacak ve sosyalist düzen içinde Türkiye emekçisi gerçek mutluluğu tadacaktır. Tırmanıyoruz 1919’dan beri bu dağa. İlk tırmanış döneminde aşılması zor, büyük engeller var önümüzde. O engelleri aşıyoruz. İstiklal Savaşı’nı kazanıyoruz, siyasi bakımdan bağımsız bir ülke kuruyoruz. Sonra duraklamalar zikzaklar oluyor; gene de genel doğrultumuz doruk yönündedir. Bir noktaya varıyoruz, ayağımız kayıyor ve 1919’da bulunduğumuz noktaya yakın bir yere düşüyoruz. Bu düşüşü yükseliş sanmayalım... (Altını ben çizdim M.A)
...Atatürk’ün en büyük çabası, genç kuşaklara Türk milli gururunu telkin etmek olmuştur. Milli gurur iyi şeydir. Milli gurur insanı sosyalizme götürür. En sağlam sosyalistler o yoldan gelmişlerdir sosyalizme. Bir adamda gerçek milli gurur varsa korkma! Er geç temel ilkelerde birleşirsin onunla. Er geç bu dünyada Türk olarak başı dik yaşamanın, kapitalizmin son aşaması olan emperyalizmin dünya düzeninden silinmesiyle mümkün olabileceğini anlayacaktır.
Bunu ben kendimden bilirim. Bizim delikanlılığımızda biz, ‘Bir Türk dünyaya bedel’, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sloganlarını ciddiye alan bir kuşaktık. Uşak zihniyeti, komprador zihniyeti, ‘Amerikasız yaşayamayız’, ‘ya Amerikan uydusu, ya da Rus uydusu olmamız mukadderdir’ zihniyeti ezilmişti Atatürk Türkiyesi’nde. Ve işte Atatürkçü olarak, en derin bir milli gurur içindesin ve o havanla Batı’ya okumaya gidiyorsun.Batı’da Amerikan dünya hakimiyetiyle karşılaşıyorsun. İngiltere’nin imparatorluğu, dünyanın dörtte birini kapsıyor. Amerika kapitalist dünyanın en zengin ülkesidir. Bir Anglosakson dünya hakimiyeti var. Ve sen seziyorsun ki, bu dünyada, yeteneğin ne olursa olsun, Türk olarak senin kaderin, ikinci sınıf dünya vatandaşı olmaktır. Ve Anglosakson’un ve öteki emperyalist Batılı ülkeler vatandaşının kaderinde (sömüren metropolün insanı olduğu için), daha doğduğu günden başlayarak birinci sınıf dünya vatandaşı olmak yazılıdır. Sen milli gururla bunu kabul edecek misin, etmeyecek misin? Etmeyeceksin! Etmediğin anda da Anglosakson hakimiyetini yıkman gerek! Emperyalistlerin dünya hakimiyetinin, nasıl yıkılabileceğini düşüneceksin, düşünüyorsun. Ve sen, ezilen sömürülen bir Doğu ülkesinin evladı olarak sen, anlıyorsun ki, yalnız senin çabanla başarılamaz bu iş. Çok güçlüdür düşman. Müttefik arıyorsun. Kapitalist ülkelerdeki işçi hareketiyle ilgileniyorsun. Ve ancak dünya işçi hareketiyle senin milli bağımsızlık hareketin birleştiği anda, emperyalizmin üstesinden gelinebileceğini anlıyorsun; ve bu seni sosyalizme yöneltiyor. Dünya işçi hareketinin büyük ustalarının okumaya, öğrenmeye başlıyorsun. Ve sonunda kavrıyorsun ki, milli gururunu zedelememenin tek yolu, sömürüyü yalnız ulusal anlamda değil, sınıfsal anlamda da kaldırmaktır. Hayır, Kemalist ile sosyalist arasında aşılmaz bir duvar yoktur! Ben bunu kendimden bilirim”[1].
Mihri abi olayı -kendisinin de içinde bulunduğu Jöntürk devrimciliği olayını- o kadar samimi bir şekilde anlatıyor ki, şu an bu satırlara ilave edecek hiçbir şey bulamıyorum!..
Düşünüyorum da, demek ki diyorum, mesele -gerçekliği kavrama meselesi- bizzat bizim kendimizle, kendi kimliğimizin de oluştuğu durduğumuz yerle ilişkiliymiş!..
Bütün her şeyin altında resmen bir aşağılık kompleksi ve bu tür duygulardan kaynaklanan milliyetçilik yatıyor! “Emperyalizm” anlayışının, “düşman” anlayışının, “milli-gayrı milli” (ve de “yerli-milli”!..) olma anlayışlarının altında yatan hep bu milliyetçi kompleks, başka hiçbir şey değil!.. Ve sonra da bu duygu -“biz istesek de bu saatten sonra onlar gibi olamayız” duygusu- ikinci kuşak Jöntürklerin ruhunu “sosyalist” olmaya -bu anlamda “devrimci” olmaya- yönlendiriyor!..
Mihri abi, “Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar yoktur” derken aslında birinci kuşak Kemalist Jöntürklerle bizim gibi ikinci kuşaktan “sosyalist” Jöntürkler arasında, her iki kimliği de kendi içinde taşıyarak bütünleştiren bir kimliği temsil ediyordu!..
Bizlere, yani ikinci kuşak “sosyalist” Jöntürklere gelince...
“Burjuva devrimi” yaparak “Devlet’i kurtarmaya” çalışırken tarih sahnesine çıkan birinci kuşak Jöntürklerin, daha sonra nasıl aynı toplumsal kökene sahip “sosyalist devrimci” ikinci kuşak Jöntürkler haline dönüştüğünü, bu oluşumun ortaya çıkış diyalektiğini kavrayabilmek bende neredeyse bir ömür aldı!.. Neden mi? Çünkü, diğer yol arkadaşları gibi benim kendim de o zeminin içindeydim de ondan!! Olayları ve süreçleri kavrayarak açıklamaya çalışırken bilinç dışı olarak başvurduğun koordinat sisteminin merkezi hep kendin -kendi kimliğini de oluşturduğun toplumsal zemin- olunca, ondan sonra artık her şeyi ancak buna göre açıklayabiliyorsun! Çünkü, bu durumda açıkladığın o “gerçekler” sadece “seni” merkez alan, sana göre, senin de içinde bulunduğun zemine göre gerçekler olup kalıyor!..
Bu, tıpkı suyun içindeki balıkların durumuna benzeyen bir durumdur! Hani o, “derya içredirler de deryayı bilmezler” sözü var ya, oradaki “balıkların”, bilinç dışı duygusal kimlikleriyle içinde varoldukları suyu bilmeleri, hele hele, onun dışında da varolan bir başka yaşam için çaba sarfetmeleri hiçbir şekilde mümkün değildir (Burada bir metaforun söz konusu olduğun anlıyorsunuz sanırım...) Çünkü, su onlar için bir varoluş zemini olarak, aynı zamanda, bu varoluşa ilişkin zaman-mekan boyutlu koordinat sisteminin durduğu yer de olduğundan, içinde yer alan varlıkların bilincini de belirlemektedir!..
İşte, yukardan aşağıya doğru “burjuva devrimi yaparak Devlet’i kurtarmaya” çalışan birinci kuşak toplum mühendisleri Jöntürklerin durumu da buna benziyordu. Onların bilinçlerini belirleyen içinde varoldukları Devletçi zemin olduğundan, amaçları hep içinde kimliklerini de oluşturdukları bu Devletçi zemini “kurtarabilmek” düşüncesi etrafında şekilleniyordu. Nasıl ki o balıklar su varsa vardır, su, onların varoluş ortamı-şartıdır, aynı şekilde, Jöntürk kimliği için de olmazsa olmaz olan su o Devlettir, Devlet’in varlığıdır. Çünkü her şey, kendileri de, ancak Devlet varsa vardı...
İşte, daha sonra, içinde bulundukları yolun -“Devlet’e bağlı bir kapitalizm yaratarak Devlet’i kurtarma” yolunun- aşağıdan yukarıya doğru gelişerek gelen anadolu kapitalizminin yaptığı basınç karşısında artık çıkmaz bir yol olduğunu gören birinci kuşak Jöntürkleri yeni bir arayış süreci içine sokan, onları, kulvar değiştirip metamorfoza uğratarak “sosyalist devrim yapma” yolunda ikinci kuşak Jöntürkler haline dönüştüren sürecin diyalektiği budur...
Dikkat ederseniz burada bütün mesele Devlet’i “çağdaşlaştırarak kurtarmayla” ilgilidir. Birinci kuşak Jöntürkler bunu “milli burjuva yaratarak” -“Devlet’e bağlı bir kapitalizm yaratarak”- başarmaya çalışırken, bu yolun bir sonuç vermediğini, Devlet’e bağlı kapitalizm yaratmaya çalışırken ortaya “Devlet düşmanı işbirlikçi bir kapitalizmin de” çıktığını gören ikinci kuşak Devletçi Jöntürkler, bu sefer rotayı “sosyalizme” döndürürler Niye? Çünkü orada da esas olan “Devlettir” de ondan! Madem ki amaç Devlet’i kurtarmaktır, o zaman mesele yoktur! Neymiş, “sosyalist devlet üretim araçlarının sahibiymiş”, e iyiydi ya işte, bizim Devletçilerin de istediği bu değil miydi!?
İşte, “Kemalizmden sosyalizme giden yolda arada aşılmaz duvarların bulunmadığı” söyleminin anlamı budur!.. İşte, benim bu gerçeği farketmeye başladığım 1973 Mart’ını takip eden günlerde, Sıkıyönetim Mahkemeleri’nden, “Devlet’e karşı mücadele ediyoruz derken ona hizmet ettik” diyerek feryad edişimin nedeni budur! Bütün bunları, sürecin nasıl buralara geldiğini çalışmanın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz!..
Peki, “aşılamaz olmayan bu duvarlar” nasıl aşılacaktı?..
Tek yolu vardı bunun: Okumak!!. Sosyalist klasikleri okuyup hatmederek, Devlet’i sosyalist bir Devlet haline dönüştürmenin yollarını “öğrenmek”!!. Kemalist mi idin, çok basitti, Lenin’i, Mao’yu okuyarak çok kolay bir şekilde toplum mühendisi bir “sosyalist” haline dönüşebilirdin!.. Amaç, pozitivist bir anlayışla ideolojik-popülist söylemlerle tarihsel devrim mekanizmasının içini doldurmak, sonra da bir toplum mühendisliği aracı olarak bunu kullanmak olduktan sonra neden olmasındı ki!! İşin özünde bir sorun olmadıktan sonra! Sen de “Devletçilik, Devlet mülkiyeti” diyorsun o da!.. Geriye ne kalıyordu, konulacak ad mı?.. O önemli değildi, ister “kapitalist olmayan yol” denirdi, ister “sosyalizm”, önemli olan “Devlet’in bekası” değil miydi?..
Söyleyin bana şimdi, Kemalizmle sosyalizm arasında aşılmaz bir duvar var mıymış yok muymuş!?.. Ne olacak ki, ilk kuşak Jöntürkler nasıl daha önce burjuva devrimine ilişkin eserleri okuyarak, bunları içinde yaşadıkları toplumu değiştirmek için “bilimsel bir araç” olarak kullanmaya çalıştılarsa, bu sefer de “sosyalizmi öğrenerek”, “öğrenilen bu bilgilerle toplumu değiştirmeye çalışan” sosyalist bir toplum mühendisi haline gelinirdi olur biterdi (işte, pozitivizm denilen virüsün kullandığı mekanizma ve bilgi temeli budur)!..
Sosyalizmde mesele “burjuvaziyi altetmek değil miydi; tamamdı işte, senin meselen de zaten toplumun sırtında “karşı devrimci” bir ur gibi gelişen o “gayrı milli” “işbirlikçi kapitalizmi” yok etmek olduğuna göre, arada tam bir hedef birliği vardı! Ha, ne imiş, bu işi -“devrim yapma” işini- başka ülkelerde işçi sınıfı yapıyormuş?.. Tamam da, ya o işçi sınıfı bizim gibi ülkelerde henüz daha bu işi yapacak kadar “bilinçli” değilse!? (Görüyorsunuz, her şeyin kılıfı hazırdı!..)
Bunun hiçbir önemi yoktu! Çünkü “emperyalizm çağında bütün ülkelerde devrimin objektif şartları zaten vardı”! Bu nedenle mesele, “eksik olan sübjektif şartları tamamlamaktan” ibaretti!.. “İşçi sınıfına bilinci götüren zaten o sosyalist aydınlar” olduğu için, önce oturur sosyalizm denilen o ideolojik hedefi kendin öğrenirdin, sonra da, bir yandan bu bilinci “yukardan aşağıya doğru işçi sınıfına götürürken”, diğer yandan da, oturup ilanihaye onların bilinçlenmesini bekleyemeyeceğine göre(!) onları “eylem içinde bilinçlendirme” yoluna girer, “işçi sınıfına ideolojik öncülük yapmaya”, eldeki vurucu güç olan asker-sivil aydın zümreyle işbirliği yaparak milli demokratik bir devrimden sosyalizme doğru ilerlemeye çalışırdın olur biterdi!.. Olay budur!..
Gerisi, “solcu” Jöntürk toplum mühendisleri arasındaki fraksiyon-strateji farklılıklarıyla ilgilidir!..
Ha, bazıları, “önce işçileri, halkı bilinçlendirelim, onlar daha sonra devrimi parlamenter sistem içinde, aşağıdan yukarıya doğru oy verme mekanizmasını kullanarak kendileri yaparlar” derken, bazıları da, “hayır öyle olmaz, böyle olur” diyerek, “asker-sivil aydın zümre ile birlikte biz yolu açalım ki, daha ileriye-sosyalizme doğru gitmek mümkün” hale gelsin diyorlar, veya, bir başka fraksiyon da, “işçilere öyle lafla bilinç falan götürülemez, bilinç ancak eylem içinde, silahlı propaganda aracılığıyla, hakim sınıfın aslında ne kadar güçsüz olduğunu onlara göstererek mümkündür, bu aşamada önemli olan ideolojik önderliktir” diyerek öne atılır...
Dikkat ederseniz bütün bu “devrim” anlayışlarında işin özü hep aynıdır: Varolan sistemin -üretim ilişkilerinin- içinde at koşturarak Devlet’e hakim olmak, bu şekilde politik iktidarı ele almak!.. Peki sonra? Sonrası kolay! Nasıl ki bir önceki Jöntürk kuşak Devlet’e bağlı bir kapitalizm yaratmaya çalıştıysa, sen de tutar, Devlet’e sahip olmanın verdiği gücü kullanarak özel mülkiyeti yok edip Devlete bağlı sosyalist bir düzen kurardın olur biterdi!.. Ol hikaye bundan ibaretti!..
[1]Mihri Belli, İnsanlar Tanıdım, Doğan Kitapçılık AŞ, Eylül 1990 İstanbul, S.533
Yazarlar
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları








































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023