Oya BAYDAR
Bildiğimiz sözcüklerin, tekrarlaya durduğumuz basmakalıp cümlelerin, sadece kendi içimizi rahatlatan hoş ama boş sözlerin, uykusuz geçen gecelerin sabahında içimizi yakan ateşe dayanamayıp “bir şeyler yapalım” feryadıyla yollara düşmelerimizin sonuna gelip dayandık. Türk devletinin Kürtlere karşı verdiği savaşın tarihine “Cizre’den, Sur’dan sonra” arabaşlığıyla geçecek bir dönemin başındayız.
Tarih boyunca nice trajediler, nice acılar tartmış bu terazi, bu kadar sıkleti çekmez. Günde on şehit haberine, haberi bile verilmeyen sadece “adet”le, sayıyla ifade edilen adsız Kürt çocuklarının, Kürt gençlerinin yüzlerle, binlerle kırılmasına; şehirlerin, mahallelerin, mabedlerin, meraların, bahçelerin, mezarlıkların yerle bir edilmesine; buldozerlerle girilen sokaklardan sadece molozların değil insan yaşamlarının da toplanıp çukurlara dökülmesine; sonra alay edercesine halkın karşısına geçip vıcık vıcık bir hamasetle Toledo’dan, bin yıllık kardeşlikten, güzel gelecekten dem vurulmasına bu toplum daha fazla dayanamaz. Dayanamaz da ne olur? Bugün yaşamakta olanlar olur.
Kopuş ve çöküşe doğru
İnsanlar ve toplumlar olayların akışı içinde yaşama tutunmaya çalışırken gerçeğin bütününü göremezler. Gündelik yaşamın girdabına kapılır, sürüklenir giderler. Kişiler gibi toplumlar da kendilerine yılların ötesinden, tarihten bakınca; kimi zaman hayret, kimi zaman dehşet, kimi zaman kıvançla, gerçekte yaşanmış olanın farkına varırlar. Şu günlerimize on yıllar sonra bakacak olanlar bugünü bizlerden daha nesnel, daha doğru değerlendirecekler: “Değerlerini vicdanını yitirmiş, kitlelere düşmanlık ve nefret pompalanan, kan ve ölümü yücelten, çürüyen, çöken bir toplum” diyecekler. Abarttığımı düşünmeyin, örnekler sıralamaya da gerek yok, devlet kurumlarından, iktidar ve siyaset odaklarından başlayarak her şey hepimizin gözleri önünde çürüyor ve çöküyor.
Kirli savaşın Cizre ve Sur cephelerinde olanlar, Kürt sorununda nitelden nicele bir dönüşümün işareti, o korkulu eşiğin aşılmasıdır: Kürt halkının toprak ayrılmasından da beter olan yürek ve ruh kopuşu oralarda başladı, derinleşerek sürüyor. Baskıyla, zulümle toprak bütünlüğünüzü bir süre daha koruyabilirsiniz ama ruhsal kopuşu, yürek ayrılmasını, insanın küskünlüğünü, yurdundan umudu kesmesini, halkların birbirine düşmanlaşmasını baskıyla, zulümle, orduları üzerlerine sürerek, yıkarak, öldürerek engelleyemezsiniz. PKK 1980’lerin Diyarbakır zindanından doğdu, derler; Sur’dan, Cizre’den ne doğacağını görmek için ne müneccim ne de strateji uzmanı olmaya gerek yok, belirtiler şimdiden ortada.
Sorumluluk kimin?
Kimse bir sürü 'ama’nın arkasına sığınıp varılan noktada devleti, iktidarı temize çıkarmaya kalkışmasın. Masayı kim devirdi, kim önce silaha sarıldı, kim ne dedi geyiği de artık yeter! Şehirler, mahalleler yerle bir olmuş, insanlar yıkıntıların altında kalmış, alev alan binalarda yaralılar yanmışsa, analar babalar çocuklarının kemiklerini, kollarını bacaklarını küllerin, molozların arasından toplamaya çalışıyorlarsa, tanınmaz haldeki yüzlerce ceset (veya insan parçası) hâlâ morglarda kimlik teşhisi bekliyorsa, devlet ve iktidar “ama onlar da teröristti, bölücüydü; o kadar teslim olun çağrısı yaptık, çıkmadılar” vb. nakaratıyla sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü devletin görevi ve varlık nedeni, vatandaşların canını malını korumaktır. Savaş bu, diyorsanız, savaş suçu diye de bir şey vardır.
Evet; Sur’da, Cizre’de, bölgedeki benzer yerlerde hendekler kazılmış, hakimiyet alanları kurulmuş, PKK’nin gençlik yapılanması öz savunma adı altında örgütlenip yer yer çatışmaya girmişti. Evet; örgüt savaş kararı almıştı ve savaşı metropollere indirmekten söz ediyordu. Bu anlamda kimsenin masum olmadığını biliyoruz. Ancak, devletin görevi sorunu çözmek için bütün barışçı yolları denemektir. Son terörist de yok edilene kadar zihniyetinin, son Kürt de dize getirilene kadar anlamına geldiğini yaşayarak görüyoruz. (Bu satırlar yazıldığı sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sur’da duygusallığa kapılıp aşka gelerek “PKK 2013 Mayıs'ına dönerse her şey konuşulabilir” diye minicik bir umut ışığı yakma cüreti gösteren Davutoğlu’na haddini bildirmekle, asla çözüm olmayacağını, bu faslın kapandığını ifade etmekle meşguldü.)
Kısa ve öz: Baş sorumlu, elinde toplumsal-siyasî- diplomatik bütün çözüm olanakları varken böylesine yıkıcı bir savaşı Türk-Kürt kendi insanlarımızın canı, kendi ülkemizin yıkımı pahasına sürdürmekte kararlı olan iktidardır. Tarih, halklara yönelik zulüm ve kırımlarda her zaman ve her yerde iktidarları sorgular.
Muhalefete gelirsek: Ağlatma beni!
Aslında güldürme beni, diyecektim ama gülecek halimiz yok. MHP’yi geçiyorum, o “az öldürdünüz, az yıktınız” diye böğürmekle meşgul. Öldürmekten, yok etmekten, sesini kesmekten başka en küçük bir çözüm önerisi olmayan bu takım, Erdoğan zihniyetini daha da azgınlaştırdığı gibi, toplumda, yurttaşlar arasında kin ve nefreti de sürekli körüklüyor.
Önemli olan: CHP’nin durumu. Neden mi önemli? Çünkü sadece bir bölüm Türkler değil Kürtler de CHP’den hâlâ birşeyler bekliyor. Bölgeye ne zaman gidip konuşsak, “Bu işe CHP el koysa, çözüme sahip çıksa, bize kendini siper etse” seslerini duyuyoruz. Sadece normal yurdum insanı Kürtler değil, siyasî çevrelerden, HDP’den de Meclis’te kritik konularda diyalog, dirsek teması, destek ihtiyacı önerileri geliyor. Gel gör ki, CHP’nin ödü kopuyor. Çözüm konusunda, “biz ne raporlar yazdık” ötesinde hiçbir öneri getiremeyen, daha önemlisi inisiyatif alamayan durumda. Aksine, çözümü engelleyecek, Kürtleri yalnızlaştıracak ne varsa onu yapıyor. Ulusalcılık damarı tek bir ileri adım atmasına elvermiyor. Erdoğan’ı, neden masayı devirdin, neden konuyu Meclis’e getirip çözüm aramadın, neden savaşı yeğledin diye eleştireceğine, neden çözüm sürecini başlatıp bunları palazlandırdın, diye yükleniyor. Hatta Oslo ve çözüm sürecini başlattı diye AKP’ye aba altından sopa gösteriyor. Son olarak parti sözcüsü Selin Sayek, Birgün gazetesindeki söyleşisinde “HDP’ye çağrım var, Dolmabahçe mutabakatına işaret etmeyin” diyor. Konuyu bilmemek mi, siyaset toyluğu mu bilemem ama CHP sözcüsü, Dolmabahçe mutabakatı diye bilinen diyalog ve müzakere arayışının, bugün sembolik anlamda, “barışçı çözümden yana olma” anlamı taşıdığının, HDP’nin de Meclis içi çözüm istediğinin, CHP’den iktidarı bu yolda zorlamasını beklediğinin ayrımında değil. Çözüm masası denilen şeyi, “Aman! Cızzzz…” diye reddederken “artık çözüm yok” diyen Tayyip Erdoğan’la aynı noktada birleşiyor.
Özetle, devletin/iktidarın bu korkunç gidişattaki sorumluluğunu, Cizre kırımının, Sur faciasının ve derinleşen kopuşun vebalini ana muhalefet partisi de paylaşıyor.
Quo Vadis Kürt hareketi!
Dengecilikle; ona söyledim buna da söyleyeyim tarafsızlığıyla işim olmaz. Ancak, Kürt halkının gasp edilmiş hak ve özgürlüğü için yola çıkan Kürt hareketinin (PKK’nin) onca canımıza, onca yıkıma mâl olan bu savaştaki sorumluluk payını görmemek, sivil halka yönelen terör eylemlerini görmezden gelmek, kendi halkının ve kadrolarının kanını canını önemsemeyip “savaş firesi” saymasına göz yummak, etik zaafı olduğu kadar Kürt halkına da düşmanlık olur.
Bu, aceleye getirilip üç beş satıra sığdırılamayacak önemli bir konu, ayrıca HDP’yi de içermezse eksik kalır. Bir sonraki yazıya bırakarak şöyle toparlayayım:
Cizre ve Sur; 2016 Türkiyesi’nde devletin, iktidarın, muhalefetin, siyasal - toplumsal güçlerin ve de hepimizin aynasıdır. İçimize işlemiş Kürt ( genel olarak öteki) düşmanlığımızla, evrensel değerlere yabancılığımızla, korkaklığımız ve bencilliğimizle, devlet kadar insanın da genetik kodlarına işlemiş şoven Türk milliyetçiliğinin ilkelliği ve gaddarlığıyla, Sur ve Cizre’de yaşananların boy aynasında kendimizi seyredersek orada beğeneceğimiz, övüneceğimiz bir yansıma göremeyeceğiz.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet
24.05.2024 - "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" mi, hukuka dönüş umudu mu?
14.05.2024 - 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?
3.05.2024 - 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?
3.05.2024 - Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?
22.04.2024 - "Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna
16.04.2024 - Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık
3.04.2024 - Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na
29.03.2024 - Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak
22.03.2024 - Oy yüzdesiyle ölçülemeyecek kadın: Gültan Kışanak
7.03.2024
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Ro$ev sîtav
"..Bu gün apoya dendiği gibi…" Bu benzetmeyi nasil yapabildiniz, dogrusu çok yazik.. çünkü Apo ya terörist denildigi zaman, Apo`nun ba$ka bir amaci vardi, yani ba$ka fikirleri savunuyordu, $imdi ba$ka.. Fakat Mandela`nin durumu öyle degil ki.! Mandela hep savundugu fikirlerin arkasinda durdu ve bu $ekilde insanlarin gönlünde hakli olarak taht kurdu..