Şahin ALPAY

‘Yerli ve millî’den ‘evrensel’e darbe
30.06.2016
1924

 İngiltere’nin yüzde 52 oy oranıyla aldığı, eğer uygulanacak olursa, Britanya’yı (hatta bazılarına göre AB’yi?) dağılmaya götürebilecek olan bu karar ne anlama geliyor? Benim görüşüme göre bu karar “yerli ve milli” olanın “evrensel” olana indirdiği bir darbedir. Globalleşme süreçleri, az veya çok kusurlu demokrasiyle yönetilen ülkelerde ve gerçekte hemen bütün ülkelerde, “yerli ve milli” değerler ile “evrensel” değerlerin çatışmasına yol açmakta.

Britanya’da 23 Haziran günü yapılan referandumda İngiltere ve Galler’de çoğunluklar AB’den çıkmak, İskoçya ve K.İrlanda’da kalmak lehinde oy kullandı. İngiltere’nin yüzde 52 oy oranıyla aldığı, eğer uygulanacak olursa, Britanya’yı (hatta bazılarına göre AB’yi?) dağılmaya götürebilecek olan bu karar ne anlama geliyor?

Benim görüşüme göre bu karar son tahlilde “yerli ve milli” olanın “evrensel” olana indirdiği bir darbedir. Şurası muhakkak ki globalleşme süreçleri, (başta ABD ve AB olmak üzere) az veya çok kusurlu demokrasiyle yönetilen ülkelerde ve gerçekte hemen bütün ülkelerde, “yerli ve milli” değerler ile “evrensel” değerlerin çatışmasına yol açmakta. Bir tarafta dünyayla bütünleşmekten, paylaşılan egemenlikten, çok-kültürlülükten, bireysel özgürlüklerden yana tercihler ile öte yanda kendi kendine kalmaktan, ulusal egemenlikten, tek-kültürlülükten, milletin özgürlüğünden yana olan tercihler var. Çatışma, özünde milliyetçilikle liberalizm arasında.

ingiltere ve abd’de liberalizmin krizi

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve globalleşmenin teknolojik altyapısında sağlanan büyük ilerlemelerle, gerek iktisadi gerekse kültürel ve siyasi anlamda liberal bir dünyaya doğru gidiş hızlandı. Öyle ki Francis Fukuyama, liberalizmin, çeşitli türevleriyle kolektivizmlere karşı nihai zaferini ilan anlamına gelen “tarihin sonu” iddiasını ortaya attı. Liberal tercihlerin en hızla hayata geçtiği dünya parçası, başta iki dünya savaşı olmak üzere milliyetçiliğin yol açtığı trajedilerden en çok muzdarip olan Avrupa oldu: Avrupa Birliği, büyük bir iyimserlikle bir yandan gittikçe derinleşen entegrasyon, öte yandan giderek yaygın genişleme yolunda adımlar attı. AB, bütün dünyaya barış ve demokrasi modeli olarak parladı.

Birliğin güneyinde (başta Yunanistan ve İspanya’da) yaşanan ekonomik kriz, doğusunda (başta Macaristan ve Polonya’da) yaşanan otoriterleşme, AB genelinde yükselen ırkçılık ve göçmen karşıtlığı, iki konuda uyarıcı olmaya başladı. Bu uyarıların bir yönü AB projesinde ciddi bazı yanlışlar yapılması, çok hızlı ilerlenmesi, mali birlik sağlanmadan para birliğine geçilmesi ve hazır olmayan ülkelerin üyeliğe alınmasıyla ilgiliydi. Uyarıların hâlâ iyi kavranılamayan diğer yönü ise dünyanın bir bölümü savaş, yoksulluk içinde ve zorba rejimler altında kıvranırken, geri kalanının huzur ve istikrar bulamayacağıyla ilgili. Yoksullardan varsıllara doğru kitlesel göçler bunun belirtisi değil de nedir?

Temelinde liberal tercihlerin yattığı globalleşme, şimdilerde çok dikkate değer bir şekilde liberal felsefenin ve ideallerin kaleleri olan iki ülkede, yani İngiltere ve ABD’de liberalizmi krize sürükledi: Bu kriz, ABD’de Cumhuriyetçi Parti başkan adayı Donald Trump’ın; İngiltere’de ise her biri (kanımca gerçek birer şarlatan) olan Nigel Farage (Britanya Bağımsızlık Partisi lideri) ve (Muhafazakâr Parti’den) Boris Johnson’ın liderliklerinde tecelli etmekte. ABD, kasım ayında yapılacak seçimlerde Trump faciasından yakasını sıyırabilir, ama Britanya’nın işi biraz daha zor. Niye bu duruma düşüldü?

23 Haziran’da yapılan referandum Muhafazakâr Parti lideri David Cameron’un 2015 seçimlerinde AB’den bağımsızlık yanlılarının oylarını partisine çekmek için kullandığı oportünist bir taktikti. Kazdığı kuyuya kendisi düştü. (Bana sorarsanız, partisinden derhal istifa etmeli ve siyaseti bırakmalıdır.) AB yanlıları başarılı bir kampanya yürütemedi. İşçi Partisi lideri Corbyn, işini savsakladı. En korkuncu, AB karşıtları kazanabilmek için yalan ve korkutma (“Kraliçe de AB’den çıkılmasından yana… Vize muafiyetiyle 77 milyon Türk Britanya’ya doluşacak!) taktiği uyguladılar. Tıpkı AKP’nin 1 Kasım 2015 seçimlerinde uyguladığı taktik gibi… İngilizler şimdiden pişmanlık sinyalleri, Boris Johnson da kıvırtma (“Acelesi yok!”) işaretleri vermekte.

İngilizler yanlıştan dönmek için şu dört imkânı kullanabilir:

1) Referandum kararı bağlayıcı değil. Parlamentodaki çoğunluk da AB’de kalmaktan yana. 2)İskoçya ve K.İrlanda parlamentoları kararı onaylamayacak. 3) Daha önce başka AB üyelerinde (Danimarka ve İrlanda’da) olduğu gibi referandum tekrarlanabilir. Toplanan imza sayısı şimdiden 4 milyona yaklaştı. 4) AB’den çıkış lafta kalabilir. (Seçeneklerin ayrıntıları için bkz: New York Times, 28 Haziran)

Britanya’da 23 Haziran’da yapılan oylama, referandumların sakıncalarını, demokratik iradenin tecellisini sağlama açısından ne ölçüde sakat bir yöntem olduğunu ortaya koydu: Referandumlar kamuoyunun sadece o günkü eğilimini ortaya koyuyor. (Ortada bir “zafer” yok, oy farkı sadece yüzde 2. AB’ye “hayır” diyenler dahi ertesi gün pişman oldu.)

Politikacıların gündemi (yalanlarla) manipüle etmelerine imkân veriyor. Karmaşık konuları basitleştirip çarpıtıyor. Kısacası, bir kez daha görüldü ki, iyi düşünülmeden alınan yanlış kararlardan dönülmesine de parlamenter sistem imkân veriyor.

Brexit’in AB ve Türkiye açısından olası sonuçları başka bir yazı konusu.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar