Ümit KARDAŞ
Türkiye ne yazık ki kadim sorunlarını çözebileceği, toplumsal uzlaşma ve barışı, hukukun üstünlüğünü sağlayabileceği, devleti ideolojiden arındırabileceği toplumsal-siyasal bir mutabakat metni oluşturamadı. Bunun tartışılabilecek birçok nedeni var.
Devletin ideolojisinin kuruluşundan itibaren etnik-dini-mezhepsel bir temele dayandırılması, kurumların demokratik değer ve kültür üreteceğine devlet ideolojisi yönünde donmuş kalıplar üretmesi nedenlerden en önemlisi.
Bürokrasi ve siyaset arasındaki güç dengeleri ideolojik dogmayı hep vazgeçilmez kıldı. Demokrasiyi ve hukuku savunacak, devletten özerk bir sermeye sınıfı oluşmadı, devletin kırmızı çizgileri dışında düşünebilen ve bunu ifade eden entelektüel yetişmedi, yetişenler mağdur edildi, konuşturulmadı. Sosyal uyanışlar olsa da bunlar darbe uygulamalarıyla geriletildi, ideolojik yapı her defasında güçlendirilmeye çalışıldı. İster sağda ister solda olsun tabanı olan partilerin tümü devlet ideolojisinin kırmızı çizgileri içinde politika üretebildi. Parti içi demokrasi işlemedi, demokrat-sivil birey ortaya çıkamadı.
Toplum, çeşitli şekillerde ortaya çıkan toplumsal çatışma alanlarındaki sorunları, uzlaşma kültürü ile ve siyasi yöntemleri kullanarak çözmede başarı ve beceri gösterdiği durumlarda merkez-çevre ilişkisi demokratik bir çerçeveye oturabilir. Sorunların toplum ve siyaset tarafından çözülemediği ve uzlaşmaya varılamadığı durumlarda ise toplumun karşısında egemen, baskıcı, topluma ve siyasi kurumlara karşı özerk bir devlet bulunur. Bu nedenle demokrasi ve hukuk vaatleriyle iktidara gelen bir siyasi parti, AKP örneğinde olduğu gibi giderek özerk devlet ile özdeşleşir ve devlet partisi haline gelir.
Devlet, yüklendiği işlevler nedeniyle varlığını sürdürse de, toplumun tahakkümcü hiyerarşik yapılardan kurtarılması ve devletçi önlem ve kanunların elden geçirilmesi zorunlu.. Özgürlükçü bir yaklaşımla şeffaf yönetimler ve kurumlar oluşturulması ve devletin, birey-yurttaş karşısında güvenceye alınmasının aksine onun devletin müdahalesine karşı güvenceye kavuşturulması gerekmekte.
Devleti belli inanç, düşünce ve ideolojileri yerleştirme yönündeki zihinsel yönlendiriciliğinden, baskısından ve toplum mühendisliğinden vazgeçirerek nötr hale getirme temel mesele. Bunun için .devletin tanımının ve işlevinin yeniden tartışılmasını sağlayacak özgürlükçü bir talep gerekir. Bunun için de her alanı devletleştirmeye çalışan merkeziyetçi
yaklaşımlara karşı çıkmak zorunluluğu bulunmakta. Gücün bir yerde, bir zümrede veya kişide toplanması böylece iktidarın şahsileşmesi egemenliğin otoriter-devlet elinde toplanmasına neden olur, toplum militaristleştirilir ve milliyetçi duygular kışkırtılırken yabancılaştırıcı bir etki yaratılır.
Türkiye’de devlet eleştirisinin yokluğu, adem-i merkeziyetçi bir anlayışının olmayışı, uzlaşmaya açık bir merkezin varlığı ve kendi kendini örgütleyip düzenleme temeli üzerine kurulu, işbirliğine yer veren bir topluma ilişkin tasavvurun bulunmayışı ve devlet eleştirisinin yanı sıra ekonomik ve sosyal alanı da kapsayan tahakküm sorunlarını eleştiren bir yaklaşımın düşünülmemesi önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmakta, bu ihtiyacı giderecek bir parti de bulunmamakta.
Türkiye bugün geldiği nokta itibariyle güç savaşlarıyla yozlaşmış siyaset alanından, toplumsal barış ve demokratik ilkeler üzerinde mutabakatı sağlayacak bir aşamaya geçmek zorunda. Bunun için de temel paradigması ve ilkeleri geniş bir toplumsal mutabakatla oluşturulacak özgürlükçü , demokratik ve sivil ruhlu yeni bir anayasanın oluşturulmasına ihtiyaç bulunmakta.Yani boş bir sayfayla ( tabula rasa ) işe başlamak gerekmekte. Bu gerekliliği yerine getirebilecek yetenek ve cesarette siyasi aktörler bulunmadığı da acı bir gerçek. Oysa bugün anayasa değişikliğiyle yapılmak istenenin bu değişim ve baştan yenilenme ihtiyacıyla ilgili olmadığı aksine iktidarın şahsileşmesi sonucunu doğuracağı bunun da hukuki ve siyasi anlamda demokraside bir gerilemeye karşılık geleceği görülmekte.
Yeni anayasa inşa süreci
1921 ve 1924 Anayasaları özel dönem ve koşulların düzenlemeleri olup, doğrudan BMM tarafından ilkelerde toplumsal mutabakat aranmadan oluşturuldu.1961 ve 1982 anayasaları ise askeri darbeler sonucu,askeri darbeyi yapanlarca oluşturulan kurucu meclislere dayatmacı bir yöntemle yaptırıldı.Sonuç olarak bugüne kadar yapılan anayasalar ilkelerde bir toplumsal mutabakat aranmadan yapılmış,toplumsal meşruiyeti zayıf ve uygulamada da başarısız kalmış metinlerdir.
Osmanlı-Türk anayasa tarihinde, anayasanın muhatapları olan bireyler ve gruplar anayasaların inşa süreçlerinde hiçbir zaman söz sahibi olamadılar.Devlet daima totaliter eğilimli otoriter karakteriyle toplumu yukarıdan değiştirmeye kalktı, toplumun ne istediğini duymak istemedi..Resmi ideoloji,anayasalar,kanunlar ve uygulamalarla topluma dayatıldı. Kurmaca bir hukukla adil yargılanma hakkı çiğnendi. Oysa herkes bakımından hak ve özgürlükleri yeni bir toplumsal sözleşmede güvence altına almak, devleti bu amacı gerçekleştirecek her türlü etnik kimliğe, dine ve inanca eşit mesafede duran bir aygıt olarak düzenlemek bakımından bireylerin ve toplumun anayasa inşa sürecinde fikirlerini belirtmeleri başlangıç noktası.
Süreç odaklı anayasacılık
Anayasalar toplumsal-siyasal mutabakat metinleridir. Yeni anayasanın içeriği kadar oluşturulma sürecinde izlenen yöntem de çok önemlidir. Yeni anayasanın ilke ve amaçlarının gerçekleştirilebilmesi geniş bir toplumsal mutabakatla oluşturulmasına bağlı. Yeni anayasa öyle bir yöntemle oluşturulmalıdır ki azınlıkta olan insanlar da “ bu benim anayasam” diyebilsinler.
Madde yazımı teknik bir iş olup , son aşamayı ifade eder.
- dalga süreç odaklı anayasacılık, Afrika,Asya ve Latin Amerika ülkelerinde iç savaş koşullarından çıkmayı ve toplumsal barışı amaçlayan anayasa yapma süreçlerinde yaşandı.Bu anayasalar, toplum içindeki farklı kesimlerin barış içinde özgürlüklerden eşit olarak yararlanabilmelerinin ilkelerini müzakere süreciyle toplumsal mutabakat sonucu belirledikleri metinler oldular. Anayasaların, herkesin özgürlüklerden eşit olarak yararlanabilmelerini kağıt üstünde olduğu kadar uygulamada da güvence altına alabilmesi için içeriklerinin hangi ilkelerden oluşacağı ve bu ilkelerin kurumsal olarak nasıl korunup destekleneceği önemli. Ancak bundan daha da önemlisi anayasanın nasıl bir yöntem ve süreçle inşa edildiği. Çünkü anayasaların inşa yöntemi toplumdaki çeşitli kesimlerin özgürlüklerini ciddi şekilde güvenceye alabilir ya da aksine baştan bunu imkansız kılabilir. Bu nedenle anayasa inşa sürecinin çeşitli toplumsal katmanların katılımını mümkün kılacak şekilde ve önceden belirlenmiş sürede yürütülmesi önemli. Bu süreç, ortaya çıkacak anayasanın geniş halk kesimlerine dayalı olmasından doğacak olan meşruiyetini, kalıcılığını ve “kendini unutturan bir anayasa” olmasını sağlayabilir. Bu aynı zamanda barışın güvence altına alınmasının sağlanması anlamına gelir.
Yeni bir toplumsal sözleşme
Kimlikler, aidiyetler, inançlar, amaçlar ve değerler temelinde derinden kutuplaşma yaşayan toplumlarda geniş katılımlı ve müzakere süreçli bir anayasa inşa sürecinin sağlanması yeni bir toplumsal sözleşmede uzun vadeli ve kalıcı bir mutabakatı, öfke ve intikam duygusunun aşılmasını mümkün kılabilir. 8. dalga anayasacılıkta ortak yaklaşım çoğunlukçu yöntem ve usullere itibar edilmeyişi aksine mümkün olan en geniş müzakere ve mutabakat düzlemini oluşturmak üzere gerekli olan katılımı sağlayan süreçleri kurumsallaştırmak olmuştur.
İnsanların kendi gelecekleri üzerine alınacak kararlarda söylediklerinin dikkate alınmasının, onları hak ve özgürlükleri kullanmada ve korumada daha istekli kıldığı, bunun sonucu anayasanın toplumsal meşruiyetinin güçlendiği görüldü.
Bu yöntemle anayasa inşa eden ülkeler arasında Güney Afrika önemli bir örnek ve bunu çok zor koşullarda başardı. Heyecan ve ilham verici bir örnek olması nedeniyle incelenmeyi hak ediyor.
Devam edeceğim.
Yazarlar
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.10.2025
1.10.2025
7.09.2025
1.09.2025
27.08.2025
7.08.2025
4.06.2025
25.05.2025
11.05.2025
24.04.2025