Yasemin ÇONGAR

* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYOR adlı köşede yayımlanmıştır.
***
Dilin kudreti, kelimelerinin kıtlığındadır bazen. Bu kıtlığı bir yoksulluk işareti sayıyoruz oysa çoğumuz; kültürün tıfıllığıyla, aklın tembelliğiyle açıklıyoruz hatta. Ama illa ki bir zaaf mıdır her bir halin adını koymamış olmak? Ayniyete direnme hakkı yok mudur bir şeklin, bir lezzetin, bir derdin, bir duygunun? Adsız kılmak da, bu hakkın tanınması değil midir bir bakıma? Benzerlikleri kadar benzemezliklerinin de sonsuzluğunda serbest bıraktığınız, mânâlarına tek tek kelimelerle set çekmeksizin, anonimliğin magmasında sabırla demlendirdiğiniz duygularınız yok mu sizin; onları tanımadığınızı söyleyebilir misiniz? “Adı yoksa, kendi de yok” diyebilir misiniz içinizdeki o boşluk hissi için? Hem bu iflah olmaz anlatma çabamız, biraz da adlandıramamamızdan kaynaklanmıyor mu? Tarif, teşbih, ve son tahlilde edebiyat, tekil kelimelerle zapturapt altına alınmamış hallerimiz sayesinde var olmuyor mu? Her biri ayrı birer kılcal damar misali kimliksiz ama bir başına çatlayıp kanamaya da pekâlâ muktedir anlamlarla beslenmiyor mu hissiyat dediğimiz o gevşek ilmekli, bol düğümlü doku?
Böyle bütün gün oynayabilirim ben; bu soruları ve bu soruları aklıma düşüren loşlukları seviyorum çünkü. İki ayrı hali tek nefeste anlatan “yalnızlık” kelimesini seviyorum mesela. Başkalarıyla aramızdaki fiziksel ya da duygusal irtibat biz istemeden kesildiğinde aklımızı kemirmeye başlayan o yoksunluk hissiyle, bizzat tercih ettiğimiz bir tekliğin, tenhalığın verdiği o huzurlu özgüven hali arasındaki farkı, adlardan ziyade tariflerde aramayı seviyorum.
Anglosaksonlar oysa, ayrı kelimelerle anlatırlar bu iki hissi: İngilizcede, mesela, yalnızlığın loneliness hali, tedaviye muhtaç bir maraz gibi girmiştir psikolojinin diline; buna karşın yalnızlığın, Latince solus’tan türeyen solitude hali, başlı başına bir tedavi gibi önerilir hasta ruhlara. Almancada kezâ, alleinsein ileeinsamkeit kelimeleri, benzer görünseler de iki ayrı veçhesini anlatırlar tek başınalığın. Alleinsein iyidir de, einsamkeit kötüdür sanki; bu kelimelerin kisvesinde, tabii veya iradi bir “yalnız olma” hali ile, gayrıtabii, gayrıiradi bir “yalnız kalmışlık” hali çatışır. Buna karşın neo-Latin diller, bu halleri kelimelerle ayırmazlar birbirinden: Fransızca solitude, tıpkı Türkçe “yalnızlık” gibi, müspet de olabilir menfi de; İspanyolca soledad, bir yaranın, bir azabın, bir kâbusun adı olduğu kadar, müstakil bir kudretin ifadesine de dönüşebilir. Bu durumda, kelimenin kendisi kifayetsiz kalacaktır haliyle; adlandırmanız yetmeyecek, daha söze girerken meramızı anlatmaya başlamanız gerekecektir.
Le magazine littéraire dergisi, Temmuz- Ağustos sayısındaki özel dosyasında tam da bunu yapıyor.“Ovid’den Blanchot’ya Yalnızlığın İki Bin Yılı” başlıklı geniş dosyada, Kierkegaard kadar Karen Blixen’ın, Defoe’nun Robinson’ı kadar Camus’nün Mersault’sunun tek başınalığını da okurken, yalnızlığı yokluktan varlığa, tekillikten çoğulluğa, zaaftan zenginliğe taşıyan bir edebî çabaya tanıklık ediyorsunuz aslında. Dosyanın editörlüğünü üstlenen Maxime Rovere’in başyazısındaki iyimserlik de, ancak böyle bir çabadan süzülebilir sanırım:
“Yalnızlık hissimiz, olduğumuzdan daha iyi de edebilir bizi. Evet, işlevlerimizi yerine getiremediğimiz veya kendimizi bir rolle özdeşleştiremediğimiz zaman, kuluçka dönemlerinin en haz vericisine ya da özgürlüğümüzü yaşayabileceğimiz bir kenarda kalmışlık haline de kavuşabiliriz pekâlâ.”
Post-modern zamanlarda bir Tartuffe
Kudretle zayıflığı, özgürlük duygusuyla yoksunluk hissini harmanlayan haliyle “yalnızlığın” romanını okuyorum şimdi. 1962 Inverness doğumlu İskoç kökenli Britanyalı yazar Ali Smith, Türkçesi Dost Körpe’nin tercümesiyle Everest’ten çıkan 2005 tarihli romanı Accidental ’dakine (Rastlantısal) benzer bir fikirle çıkmış yola. Yine bir “yabancı” var orta yerde, yine “ait” olmadığı bir çevreye sızıyor ve biz yine bu “yabancı” sayesinde, zamanın iktidarı ve tesadüflerin hükmü üzerine düşünüyoruz. Ama bu yeni roman, Accidental ’dan farklı olarak, bir ailenin –yine o “yabancı”nın müdahalesiyle kristalleşen– iç dinamiklerinden ziyade, birbiriyle tamamen ilgisiz, ayrı yaş, cinsiyet ve kişiliklerde dört insanın kendi hayatlarıyla hesaplaşmalarının tanığı kılıyor bizi. Romanın “yabancı”sı Miles Garth, orta yaşlı bir adam; bir arkadaşıyla birlikte akşam yemeği için gittiği ve bizzat tanımadığı bir ailenin evine, Molière’in üç buçuk asır önce ruh verdiği Tartuffe karakteri misali “davetsiz” biçimde yerleşiyor. Ama “işgalci” Tartuffe’ün ikiyüzlülüğünden eser taşımayan, iyi niyetli, handiyse naif bir “sığınmacı” Miles. Ana yemekle tatlı arasında sofradan kalkıp, sessizce üst kattaki misafir yatakodalarından birine kilitliyor kendini ve izleyen günlerde oradaki varlığıyla –ve aslında yokluğuyla– huzurunu kaçırdığı katı, zengin, sıkıcı ailenin olmasa bile, hayatlarına usulca dokunduğu dört “yalnız” ve “yabancı” insanın monoton iç monologlarında incecik birer çatlak yaratabiliyor. O çatlaklardan sızanın, bu dört karakterin her birini olduğundan daha iyi yapabilecek bir başka “yalnızlık” ihtimali olduğunu, okudukça kavrıyorsunuz.
Kurtarıcı ve yap-bozcu işleviyle tesadüf
Smith, yeni romanına tercümesi imkânsıza yakın bir ad vermiş: There but for the (Eğer olmasaydı). Esasen, İngilizcedeki eski bir deyişin ilk bölümünden oluşuyor bu ad; “There but for the grace of God, go I...” “Eğer Tanrı’nın merhameti olmasaydı ben de gidecektim” ya da “Başıma çok kötü şeyler gelebilecekken Tanrı beni korudu” anlamındaki bu söz, bugün artık dinsel içeriğinden âzâde biçimde, daha ziyade bizdeki “verilmiş sadakası olmak” deyimi gibi, bir kazayı, bir belayı biraz da “şans eseri” olarak zarar görmeden atlatmak anlamında kullanılıyor. Sözün özü, tesadüfü işaret ediyor.
Kelimelerle oynamayı, deyimleri tersyüz etmeyi, çift anlamlılık üzerinden okura sürpriz yapmayı çok seven bir yazar Smith; bu kitabında da bolca oynuyor, üstelik bu oyunları sadece anlatının bir “aracı” olarak değil, karakterlerin bizatihî bir “eğlencesi” olarak da kullanıyor. Başta kitabın dört anlatıcısından biri olan, dokuz yaşındaki, yalnızlığı zekâsından menkul Brooke adlı kız çocuğu olmak üzere, romanın bütün “sempatik” karakterleri, mecazlarda, cinaslarda, kafiyelerde mahir oldukları kadar, bu maharetleriyle bizzat dalga da geçebilen tipler. Bu sayede, oyuna siz de katılarak, adla anlam, mânâyla ima, teşbihteki hatayla çağrışımdaki işaret üzerine düşünerek okuyorsunuz romanı.
There but for the adı da oyunun bir parçası. Smith, odaya kapanan Miles’ın hikâyesini, daha doğrusu onun farklı zamanlarda farklı aynalarda bıraktığı sûretlerin hikâyesini dört ayrı karakterin gözünden anlattığı dört bölüme, sırasıyla “There,” “but,” “for,” “the” başlıklarını veriyor ve her bir bölümü bu kelimelerle başlatarak, bir yandan geleneksel bir deyişi parçalayıp yeniden kurarken, bir yandan “şans” ya da “tesadüf” dediğimiz şeyin, hayatlarımızı her an benzer bir yapısökümden geçirebileceğini hatırlatıyor bize.
Hayatın anlamı üzerine terennümler
Evsahibesi tarafından Miles’ın geçmişinden kazınarak, eski arkadaşını odadan çıkmaya razı etmesi için çağrılan ve Miles’ı pek az tanımasına, daha da az hatırlamasına rağmen, çağrıya uyarak odanın kapısını tıklatmayı kabul eden ilk kişi, romanın ilk bölümünün anlatıcısı aynı zamanda. Adı, Anna. Kırkbeş yaşlarında işini yeni bırakmış, “orada olmanın” anlamı üzerine kafa yoran bir kadın. Kısa bir süre önce, bir gece, rüyasının orta yerinde uyanıveriyor:
“Göğüs kafesinin içindeki kalbini görmüştü. Atmakta çok zorlanıyordu, çünkü kalın kabuklu, sabahları uyandığımızda gözlerimizin kenarından temizlediğimiz şeye benzeyen bir zarla sarılmıştı kalbi. Uyandı, oturdu ve elini kalbinin üzerine koydu. Sonra kalktı, banyodaki aynaya gitti ve baktı. İşte oradaydı.”
Orada olmak dediğimiz şey görülmek mi yoksa? Görünür olmak mı? Anna, otuz yıl önce, bir kompozisyon yarışmasını kazanan liseliler grubuyla yaptığı ve “bu kadar utangaç olduğunu bilmediğini” ilk kez anladığı Avrupa seyahatinde, kısacık bir süre için de olsa onu yalnızlığın melankolisinden çekip çıkaran Miles’ı hatırlamaya çalışırken, zamanımızın yeni yalnızlık biçimlerini de düşünüyor:
“Belki de yeni bir psikoz vardı, Tenisçilerin Psikozu (TP)… Her an, her hareketinden derinlemesine etkilenen, her tepkinde, her önemli ânında neşeyle / heyecanla / hayal kırıklığıyla / üzüntüne sevinerek tepki veren bir seyirci kitlesinin seni izlediğine inanarak geçiyordun hayatın içinden. Herhalde bütün profesyonel tenisçilerin ve belki de hâlâ Tanrı’ya inanan herkesin bir ölçüde buna benzer bir şeyi vardı. Ama bu şeye sahip olmayanların, bu dünyada daha az var oldukları anlamına mı geliyordu bu ya da en azından, kendilerini daha az izlenir hissettiklerinden daha farklı var oldukları anlamına mı geliyordu? Tenisçilerin tanrısına dua etsek iyi olacak, diye düşündü.”
İkinci bölümün anlatıcısı, yaşı altmışa dayanmış bir BBC çalışanı, evli bir adamla ilişki yaşayan bir eşcinsel, kendisi küçükken intihar eden ressam annesinin hayaletini sürekli omzunda gezdiren ve Miles’ı yemek davetine getiren kişi olan Mark ise, Anna’dan alabildiğine farklı bir tip. Ama biraz da, Miles’ın mahpusluğu, onu kendi sanal hapishanesiyle yüzleştirdiği için, Anna’nınkiyle kesişen bir hesaplaşma yaşıyor. Internette porno sitelerine girdiği iki seferde de, hemen ardından başka sitelere girme ihtiyacı duymasındakine benzer, umarsız bir arınma ihtiyacı taşıyor içinde:
“İkinci seferinde Google’ın görseller kutusuna sadece ‘güzel bir şey’ diye tuşladı. Güneşe bakan yaprakların resmi geldi ekrana. Fotoşopla pürüzsüzleştirilmiş, uyuyan sarışın bir kadınla bir bebeğin resmi geldi. Bir kuş resmi. Rahibe Theresa’nın resmi. Parlak metalden yapılma modernist bir binanın resmi. Kendi ellerine bıçak saplayan iki kişinin resmi. Google çok tuhaftı. Her şeyi vaat ediyordu ama her şey yoktu orada. İhtiyacınız olan şeyin adını tuşluyordunuz ve o anda ihtiyacınız olan şey, aynı anda hakikaten ihtiyacınız olan şeylerin gölgesinde anlamsız hale geliveriyordu ve bunların hiçbirinin cevabı Google’da yoktu.”
Sanal âlem ya da romanın üçüncü anlatıcısı olan seksen dört yaşındaki May’in manidar bir yanılgıyla adının “intimate” (mahrem) olduğunu sandığı internet, sadece Mark’ın düşünceleri sayesinde değil, Miles’ın gönüllü oda hapsini, “en son çılgınlık” olarak haber sitelerinde takibe alıp, onu bir tür postmodern kült liderine dönüştürerek, etrafında “sanal” bir cemaat oluşturacak kadar mütecaviz olabilmesiyle de kitapta merkezî bir konuma yerleşiyor.
Esasen Smith, Miles’ın dış dünyayla irtibatını büsbütün keserek, dört duvar arasında bir başına varolmayı denemesinin, internet sayesinde bugün artık bir “tercih” bile olmadığını gösteriyor bize. Her şeyi vaat etse de, hakikatte hiç bir vaadini yerine getiremeyen sanal âlem, tekbaşınalığın kudretini bile yasaklıyor bize. Ve uğradığımız sitelerin, sığındığımız sohbet odalarının, yalnız olmadığımızı haykırdığımız yüz kırk karakterlik mesajların hiçbiri, kalplerimizin çapağını temizlemeye yetmiyor aslında.
Geriye, dokuz yaşındaki Brooke’un, Anna’dan duyduğu “involuntary” (gayrıiradi) kelimesini yüksek sesle tekrarlamasının nedenini açıkladığı o harika cümle kalıyor. “Anlamını biliyorum; sadece söylemenin ağzıma nasıl bir his vereceğini anlamak için söyledim.”
Sürekli birilerince takip edildiğimizi bilerek, sürekli bir ihtiyacımızı tuşlayıp, ekran başında cevap bekleyerek gömüldüğümüz yalnızlığımızı derinden hicvediyor Smith. Ama sadece ağızdaki hissi için bile söylemeyi seçtiğimiz, oyunları ve cilveleri hiç bitmeyen, hiç bitmeyecek olan kelimelerimizle çoğullaşan yüksek sesli bir tek başınalığın önünde eğilmeyi de ihmal etmiyor.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012